öncelikle depremin birinci yılına girerken tüm milletimizin başı sağ olsun diyorum. gönüllü bir arama kurtarmacı olarak deprem bölgesinde bulunduğum, yaşadığım her şeyi açık açık yazmaya karar verdim. koç holding'in ufak ama etkili arama kurtarma ekibinin bir üyesi idim. biraz uzun ve rahatsız edici bir yazı olabilir. çünkü ne gördüysem atlamadan sansürsüz yazmaya çalıştım. devam etmek isteyenler bunu bilerek ederse iyi olur.
10 şubatta istanbul üsküdar'da, koç holding genel merkezi önünden, şirketin gürsoy turizmden kiraladığı bir yolcu otobüsü ile bölgeye hareket ettik. gebze üzerinde bir markette durup epey atıştırmalık şeyler aldık. tam bu noktada koç holding yönetim kurulu başkanı sayın ömer koç bey ekip liderimizi arayarak hayırlı yolculuklar diledi. (çok ince bir davranıştı. koç holding'in en tepesinde ki kişinin, 6 kişilik ekibi düşünüp araması bizi onurlandırmıştı.) çok mutlu olduk. ekibimiz 6 kişilik ufak bir ekipti. ama elbistan'da 70 kişilik arçelik çayırova arama kurtarma ekibi ile birleşecektik.
16-17 saatlik bir yolculuk ile bölgeye vardık. elde olmayan sebeplerle istanbul'dan geç çıkış yapmıştık. unutamayacağım görüntülerden birisi; gece saat 4 suları elbistan'a girerken, sağda solda yıkılmış binaların tıpkı bir korku filmi setini andırmasıydı. sabah ise -19 derecelik korkunç bir soğuk yüzümüze vurmuştu. arçelik ekibi bir varil'de ateş yakmıştı ve sokak çocukları gibi bu ateşin başında ısınmaya çalışıyorduk.
koç ve arçelik arama kurtarma ekibi olarak, afad bize yıkılmış bir binayı emanet etmişti. bir gün önce termal kameradan ısı alınmıştı ve kepçe bekleniyordu. biz bu arada "nereye sıçacağız?" derdine düşmüştük. evet maraşta kaldığımız süre boyunca en büyük sorunumuz büyük tuvaletimizi yapmaktı. çünkü her yer viraneye dönmüştü ve tuvalet yoktu.
öğlen saatleri kepçe'nin gelişi ile çalışmaya başladık. üst tabyadan bir delik açtık ve alt katlara seslendik. depremin bir metaforu olan sesimi duyan var mı sözünü ilk defa burada, tabya'da açtığımız delikten içeri söylerken daha bir başka idrak ettim. bu arada çalıştığımız binada oturduğunu söyleyen bir yaşlı amca yanıma geldi. "benim kızımla damadım da az ileride oturuyordu. bina yıkılmış, yanmış. kızımla damadım diye bir avuç kül verdiler bana! ben bu binada oturuyordum. çıkarsa koltuğumu, eşyalarımı almak istiyorum." diyordu. bir başka kadın karşıda dış duvarları patlamış büyük bir binayı gösteriyor ve "altınlarımız kaldı abi girip alsak ne olur?" diyordu. sağdan soldan ambulans sesleri geliyordu. hala enkazlardan canlı çıkıyordu! ben elbistan'da ki o gece soğuğunu gördükten sonra enkazlardan canlı çıkacağını sanmıyordum ama çıkıyordu işte. bu arada bir kaç kişi bizim çalıştığımız binadan çıkan bir yatağın içinden bir tomar para çıkartıyordu...
akşama kadar o binada çalıştıktan sonra, artık burada herhangi bir canlı ve kazazede olmadığına kanaat getirmiştik. öğlen vakti tekrar termal kameralı bir asker gelmişti ve alete göre ısı görünüyordu. ancak hiç bir şekilde bir ses alamamıştık. ayrıca binada oturan kişiler de alt katların boş olduğunu söylemişlerdi. muhtemelen termal kamera'nın aldığı ısı bir hayvana aitti. biraz sonra ceset kokusu sandığımız şeyin de turşu bidonun'dan gelen bir koku olduğunu anlamıştık. hava çok soğuktu. bir kaç arkadaşımız bir ateş yakmış, enkazdan çıkan ufak bir koltuğu olduğu gibi ateşe atmıştı. koltuk tamamen yanana kadar epey ısınmıştık doğrusu.
çekmiş olduğumuz "olay yeri girilmez" şeridini sabahtan ihlal eden ve bina sahibi olduğunu söyleyen şüpheli bir kişiyi arçelik ekibi polise ihbar etmişti. gelen polis ekibi bunu epey tartaklayıp sorgulamıştı ve adam gerçekten bina sahibi çıkmıştı. "demek siz beni ihbar edersiniz ha! şimdi bekleyin buraya kaç kişi yığıp size bir meydan dayağı attırayım da görün!" diyerek gitti. biz adamın binasında canlı ararken gördüğümüz muamele içler acısıydı. arçelik ekibi zaten hatay ve antep'te bu tarz saldırılara maruz kaldıkları için çok hassastı. hemen aletleri toparlardık ve otobüslerimize binerek kaçarcasına bölgeden uzaklaşarak bir ortaokul'un bahçesine sığındık. o gece arçelik ekibi geri dönerken (onlar ilk gün hatay'a inmiş, 6 günde epey yıpranmışlardı.) biz kahramanmaraş afad birlik merkezine gittik. elbistan'dan burası 2.5 saat sürdü ve orada otobüsümüzün içinde uyuduk.
sabah üstünkörü kahvaltı edip, orada bulduğumuz bir varil'de odun yakarak ısınmaya çalıştık. afad merkezinde başta israilliler ve çinliler olmak üzere pek çok ülkenin arama kurtarma ekibi hazır bekliyordu. çinliler sabah talimi yapıyordu. artık büyük felaketin 6. günüydü ve sanıyorum pek canlı ihbarı gelmediği için bu ekipler hazır bekliyordu.
saat 11 sularında ekip şefimizin "hazırlanın canlı ihbarı var gidiyoruz" mesajı ile sevince boğulduk. maraş afad'da kırıkkale tüpraş rafinerisi arama kurtarma ekibi ile birlik olmuştuk. bizim koskoca otobüsümüzde ki malzemeleri tüpraş ekibinin ufak minibüslerine doldurarak, iki ekip 15 kişi ve önümüzde ankara afad ekibi olduğu halde siren açarak 12 şubat ilçesinde ki palmiye sitesine *hareket ettik. bölgeye vardığımızda pek çok ailenin ateş yakarak beklediğini gördük. hemen afad ile brifinge girdik ve a blok enkazına gittik. burada bizden önce kırgız ekibi ilk günden beri çalışıyordu. kazazede yakını olduğunu düşündüğümüz bir adam "siz bu saatten sonra şov yapmaya mı geldiniz? ben kaç gündür burada karımla kızımı arıyorum. afad kalsın, koç ekibi çıksın!" diyerek üzerimize yürümüştü. oralı olmadık. o gün o beyefendi'nin ailesini muhtemelen biz çıkardık.
bir yandan kepçeler enkazı kazıyor, diğer yandan vinçler ağır tabyaları kaldırıyordu. afad ekibinden bir kişi "arkadaşlar c blok bölgesinden ısı aldık, canlı olabilir. özellikle kepçelerin ucuna iyi bakın" dedi ve biz b blokta çalışmaya başladık.
çok geçmeden afad ekibinden ergün abimiz kepçeyi durdurdu ve elinde ki ufak çapa ile biraz kazınca bir kulak göründü. kepçe durdu ve elle kazmaya başladık. ben lukas elektrikli demir makası ile cenaze'nin etrafında ki demirleri kesiyordum. bu aleti destek afad gönüllüsü eğitiminde de kullandığım için yabancılık çekmedim. hava sıcaktı, makine çok ağırdı, kısa sürede elimde derman kalmadı ama durmadan çalışıyordum. cesedini almaya çalıştığımız minik kızın etrafı demirler ile çevriliydi ve bu demirleri kesmek gerekiyordu. bu arada inanılmaz bir ceset kokusu çok yoğun geliyordu. cesedin başı ve bacakları görünüyordu. biz etkilenmemek için bu görünen kısmı battaniye örtmüştük. etrafımız komandolar ile çevrili olduğu için ve arka cephede olduğumuz için rahat çalışıyorduk. insanların olduğu ön cephede çalışsak cesedin insanlar tarafından görülmemesi için ekstra bir kişinin battaniye tutması gerekiyordu.
az sonra 12-13 yaşlarında ki kızcağızın bedenini afad teknisyeni ve enkazda ki şefimiz konumunda olan ergün abi ile kollarından çeke çeke enkazdan çıkardık ve ceset torbasına koyduk. küçük kızın cesedi renk değiştirmiş, mora çalmış vaziyetteydi. küçük kızın sağ ayağı yoktu çünkü kolon altından almıştık onu. birden yanımızda peydah olan genç bir kadın "ayağını bulmadan bu cesedi, ceset teslim bölgesine getirmeyin, şuraya koyun." demişti. içimden "allah allah kim lan bu sıyırma?" diye düşünüyorken bu talimatı veren genç kızın cumhuriyet savcısı olduğunu öğrendik. bizde talimatı uyguladık. kızı teslim etmeyip enkazın yanında ki bir ağaç altına yatırdık. biraz sonra kızın olduğu yerden anne annesini veya annesini (çünkü cesetlerin durumu itibarıyla orta yaş kişilerin teşhisini yapmak zordu. kadın zayıftı annesi olabilirdi. ancak saçları kına rengindeydi. yaşlı bir kadında olabilirdi.) ve yarım saat sonra da kızın kayıp ayağını bularak (yanımda ki ekip arkadaşım ayağı bulmuş, ve büyük bir sevinç yaşamıştı!) cenaze teslim bölgesine götürdük.
yaklaşık 1 saat sonra yine anne kız olduğunu düşündüğümüz iki cenazeyi enkazdan çıkardık. kız sanırım lise öğrencisiydi ve kucağında ki iphone 12 hala çalışır vaziyetteydi. anne kişinin cenazesi kadın zayıfça bir kadın olmasına rağmen o kadar ağırdı ki, cenaze teslim yerine kadar zor götürmüştüm. tüm bu çalışmalar sırasında sayısız kez enkazda düşmüştüm. ayrıca demir yığınını hızlıca çeken kepçe yüzünden neredeyse yaralanıyordum. birden kurtulan bir bağ demir üst montumu yırtıp atmıştı. toza, toprağa, ceset kokusuna zaten değinmiyorum.
akşama kadar başka bir cenazeye ulaşamadık ve afad merkezinde ki otobüsümüze geri döndük. afad merkeze dönerken azerbaycan bulvarından geçtik. manzara korkunçtu! bulvarda neredeyse ayakta bir bina kalmamıştı. afad merkezi önüne vardığımızda babacan şoförümüz ibrahim abi zaten çayımızı demlemişti. üzerimize kompresör ile hava tutarak tozumuzdan arındık ve ayaküstü bir şeyler yiyerek otobüse girdik.
otobüse girdiğimde ekip şeflerimizden ayhan abi "oğlum yanlış anlama, ceset kokuyorsun. üzerini değiştir pijama ile yat." demişti. o gün gerçekten ceset kokusu inanılmaz biçimde rahatsız etmişti. ağzımın için ceset kokuyordu. üstüm başım günlerce ceset kokmuştu. inanılmaz kötü bir tecrübeydi bu.
ertesi gün yine aynı enkazda çalışmak üzere sabah 8'de palmiye sitesine vardık. gece saat 2'de c bloktan yaşlı bir adamın sağ olarak çıkarıldığını duyarak (kanser hastası olan yaşlı amcamız kurtarma ekipleri kendisine ulaşınca "nerde kaldınız a.koduklarım" demişti.) mutlu olduk. onun haricinde hiç canlı çıkmadı. biz b blokta uğraşırken c bloktan da sürekli cenaze çıkıyor, yanımızdan geçiriliyordu. diğer arkadaşlarımız da a blokta sürekli cenaze çıkartmaktaydılar. ergün abiler henüz gelmemişti ve bizim tüpraş ekibinden süper mario'muz hidayet kepçeye kumanda etmeye başlamıştı bile. bu sırada her kepçenin üzerinde operatörün yanında da bizden bir kişi oluyordu ve kepçenin önüne herhangi bir insan cesedi takılıp takılmadığına bakıyordu. hidayet aslında tüpraş'ta çalışmıyordu. tüpraşçıları getiren minibüs şoförünün arkadaşıydı. aslında kırıkkale'de oto elektrikçisiydi. bizim ekip liderimiz serkan abiye adeta yalvararak ve bizden iş başı elbisesi alarak enkaza dalmıştı ve hepimizden fazla çalışmıştı. hidayet kardeşimiz maalesef 4 ay önce intihar ederek hayatına son verdi. çok güzel bir insandın hidayet, mekanın cennet olsun kardeşim...
az sonra ergün abinin katılımı ile arama çalışmalarına devam ettik. bu arada ilk gün ve ikinci gün palmiye sitesinde köpekli arama ve cihazlarla ses dinlemesi de yapıldı. ses dinlemesi gerçekten hüzün vericiydi. bir kadın gelmişti yanımıza. "kardeşimi aradım, kaç gündür telefonu çalmıyordu, şimdi çalıyor!" dedi. hemen çalışan tüm araçlar stop edildi. dinleme cihazı çıkarıldı. bu kablolara bağlı aparatlardan birini ben aldım ve bir duvarın üzerine koydum. bunun gibi 4 aparat daha vardı. ayakta olan herkes oturtuldu. güvenlik tedbiri alan komandolar hariç herkes oturdu. ölüm sessizliği denen kavramı o zaman daha iyi idrak edebildim. çünkü geldiğimiz nokta itibarıyla artık canlı çıkma ihtimali yoktu. biz sadece cenazeleri bulup ailelerine teslim etme gayesindeydik ve palmiye enkazında hala pek çok insanın cenazesi enkaz altındaydı. bir dakikalık bir ölüm sessizliğini sağlamıştık.
kadın arıyordu "çalıyor telefonu" diyordu ama maalesef dinleme cihazı'nın başında ki afad teknisyeni "ses yok" demişti. ziyadesiyle üzülmüştük. az sonra ergün abi üç kez ıslık öttürerek "çalışmaya devam" talimatını verdi. ben bu sırada kepçe operatörü'nün yan tarafına ama dışarıya oturdum.
bu esnada, biz hala cenaze ararken, bir grup iş makinası'da araması tamamlanan enkazları kamyonlara yüklüyordu. her yer toz duman altındaydı. o kadar çok toz vardı ki kepçenin ucunu görmüyordum ve ağzımda 3 gündür taktığım toz maskesi olmasa kesinlikle zarar görecektim. artık şubat'ın 13'ü itibarıyla palmiye sitesinde canlı arama çalışması bitmiş sayılırdı ve hükümet olanca gücüyle enkazları kaldırmaya başlamıştı. ama bu karar biz arama kurtarmacıların işini zorlaştırmaktan başka bir işe de yaramıyordu.
derken ergün abi'nin talimatı ile kepçe tekrar stop etti ve hepimiz onun yanına gittik. bir cesede ait parçalar vardı. etrafını kazdıkça cesedin gövdesi ortaya çıkmıştı. ceset inanılmaz derece de parçalanmış vaziyetteydi. ne kafası ne de başka bir şeyi belliydi. sadece bir eli sağlamdı ve parmağında yüzük vardı. bir afad teknisyeni bunun fotoğrafını çekmişti. sıra cesedi toplamaya gelince pek çok arkadaşım iğrenerek bölgeden uzaklaştı. ergün abi ile ben 70 kiloluk bir et yığınına dönmüş cesedi, iki ceset torbasına koyarak cenaze teslim yerine götürdük.
cenaze teslim yerinde bir uzman çavuş, her gelen ceset torbasını açıyor ve fotoğraf çekiyordu. tam benim getirdiğim son cesedin torbasını açacaktı ki "kardeşim açma, bu açacak, bakacak bir durumda değil." diyerek uyardım. yüzüklü parmağın resmini çeken afad görevlisi orada bulunan gençten bir adama gösterdi ve adam "bu benim babam" diyebildi. aynı adamın eşi de hala enkaz altındaydı ve az sonra yanımıza gelip oturduğu daireyi, yatak odalarını tarif etmeye çalışmıştı. maalesef eşine ulaşamadık. sanıyorum ismi jude hanım olacak. hala adı kayıp listesindedir.
biz b blok enkazında çalışmaya devam ediyorduk. cenaze aradığımız için iki günde olayı çözmüştük ve kepçe'nin açtığı boşluklara hemen kafamızı sokuyor, köpek gibi kokluyorduk. ceset kokusu artık bize yemek kokusu gibi geliyordu, yani kokuyu tanıyorduk. koku varsa yakında ceset olduğunu anlıyorduk. az sonra hem hafif bir ceset kokusu aldık, biraz sonra da benim elime adeta peruk gibi bütün bir saç geldi. maalesef bu saçlar bir gün önce cesedini bulduğumuz ve taşırken çok zorlandığım kadına aitti. çünkü kadının kafasında hiç saç yoktu. bu saç peruk muydu, yoksa kendi saçımıydı bilemiyorum. ama saçlarda ceset kokusu vardı, ve bu nedenle bana göre kadının kendi saçlarıydı.
bu arada diğer posta çalışmaya başlamış, bizde site içinde ki çardakta dinlenmeye çekilmiştik. 1 hafta önce enkazdan cenazesini çıkardığımız insanların oturdukları yerde oturuyorduk. yanımızda enkazdan çıkan şahsi eşyalar biriktirilmişti. yüzlerce fotoğraf, defter ve kitap vardı. artık duyarsızlaşmıştık yaşamayan insanların fotoğraflarına. (enkazdan çıkarılan para ve nakit eşyaları askerlere teslim ediyorduk. bu tarz buluntular ise burada toplanıyor. depremzedeler gelip kendilerine ait olanları alıyordu. bir kişi tuttuğu bir deftere "şurada yüz bin euro geldi, allah bereket versin" tarzında bir şey yazmıştı. yalan dünya işte. site bahçesinde, sahipleri muhtemelen ölmüş olan sayısız otomobil, adeta boynu bükük bir şekilde toz toprak içinde duruyordu. bunca buluntu içinde beni en çok etkileyen, kepçe'nin bir darbede patlattığı bir kavanoz kırmızı mercimek olmuştu. belki bir annenin çorba yapmak için sakladığı bu hububat beni nedendir bilinmez çok etkilemişti. gencecik çocukların üniversite ve lise hayali ile aldığı test kitapları da buradaydı.)
bu sırada a blokta kepçe maalesef bir adamın cenazesini ikiye bölmüştü. çünkü o blokta yabancı ekipler çalışıyordu. macarlar, polonyalılar, afrikalılar, kırgızlar, ruslar... pek çok milleten ekipler vardı. ancak bunlar cenaze çıkarma işini pek gönülsüz yapıyorlardı ve netice de böyle kötü bir olay meydana gelmişti.( profesyonel arama kurtarma ekipleri canlı insan kurtarmak ile ilgilenir. onların cenaze çıkarmak gibi bir misyonu yoktur. türkiye de bu iş afad'a aittir. onlar enkaz ölü diri temizlemeden bölgeden ayrılmaz. bizde afad'a takviye olduğumuz için bu iş bize aitti. tabiki kültürümüzün de bir göstergesi olarak biz her cenazeye adeta sanki canlı gibi yaklaşıyorduk. yukarı daki satırda bahsettiğim küçük kızın cesedini bile kollarından çekerken sanki o yaşıyormuş gibi nazikçe, onun narin bedenini daha fazla incitmeden yapmaya çalışmıştım.)
yanımızdan siyah torbalar ile cesetler geçiriliyordu. "kardeş yardım lazım mı?" diyordum. "yok" diyorlardı. cenazeyi kendileri çıkarmışlardı ve kendileri teslim edeceklerdi. başkasının karışmasını istemiyordu kimse. ilginç bir arama kurtarmacı psikolojisiydi.
öğlenden sonra tekrar çalışmaya başladığımızda ergün abi yine bir ceset kokusu alarak kepçeyi durdurmuştu. zaten b blok enkazı'nın temeline gelmiştik. normalde aradığımız son kişi 2. katta yaşıyordu ama biz artık temele inmiştik. ergün abi'nin "allah allah en alt kata indik nerde bu kadın" sözünü duymuştum. bu sırada bir kepçe b blok enkazını kamyona yüklüyordu ve bir kişi de sürekli o kepçeye bakıyordu. çünkü belki de o kepçenin attığı molozlarda bir ceset parçası olabilirdi.
az sonra gelen kokunun ceset kokusu değil, b blok altında bulunan kasapta ki çürüyen hayvan etlerinin kokusu olduğu ortaya çıktı. bizim işimiz bitmişti ve yine istirahata çekilecektik. ergün abi ile helalleştik. o maalesef son cenaze çıkarılana kadar orada kalmak zorundaydı. çok iyi, çok çalışkan, alışıla gelmiş memur kalıbının çok dışında, çok tecrübeli bir insandı ergün abi. ayrılırken eldivenini çıkarıp benim elimi sıkmış, "koç holding'in adamları çok sıkı çalıştı, sağ olun" demişti...
yine otobüsümüzde geceledik. istanbul'dan yola çıkışımızın 5. günüydü. 5 gündür ne duş alabilmiş, ne doğru düzgün tuvalete gidebilmiştik. afad merkezde tuvaletler kilitliydi. artık büyük tuvaletimizi dağa bayıra yapar olmuştuk. bizim gibi küçük bir ekip için uzun bir süreydi. ekip şefleri artık sabah olunca helalleşip dönelim dediler. ancak sabah "ikinci bir emre kadar tüm gönüllü ekiplerin bölgeden çıkışı yasaklanmıştır" denilince hüsran ile geri döndüler. bizde "abi madem çıkış yasak, bizde vazife isteyelim" dedik. zaten ekip şefimiz serkan abi'nin afad'cılar ile geçmişe dayanan çok eski hukuku vardı. bir telefonu ile yine 12 şubat ilçesinde ki gizem apartmanına hareket ettik. gizem apartmanında 17 kişi vardı ve muhtemelen hepsi ölmüştü. onların cenazelerini alacaktık.
bölgeye vardığımız da tam anlamıyla bir kaos hakimdi. sanki deprem 1 hafta önce olmamışta, 1 saat önce olmuş gibi bir durum vardı. bir kadın birilerine bağırıyordu. palmiye sitesinde ki gibi enkazı çevreleyen komandolar yoktu. depremzede yakınları stresli bir şekilde bekliyordu. bize "vali'nin onayı gelecek sonra enkaza gireceğiz" denildi. bu esnada yan tarafta ki binadan battaniyeler içinde cenazeler çıkarılıyordu. biz aile sağlığı merkezi bahçesinden olan biteni izliyorduk. tam önümüze battaniye içinde bir çocuk cenazesi koydular. anneannesi battaniyeyi açtı. kadının ağlayacak dermanı kalmamıştı. yanında ki yaşlı adama "bak dedesi yavrum uyur gibi gitmiş!" demişti. yanımda yerde yatan çocukla emsal oğlu olan ekip arkadaşım göz yaşlarına boğulmuştu. ben ise hüzünlüydüm. çünkü gerçekten çocuğun cesedi en fazla 1 günlüktü. palmiye sitesinde, 1 haftalık cesetlerin kokusu ve durumunu az çok müşahade etmiştim. bu talihsiz yavrucak muhtemelen günlerce enkaz altında sağ kalmış, bir süre önce hayatını kaybetmişti.
atom karınca hidayet ise yakınlarda sandviç dağıtan bir arabadan, bir tepsiye onlarca sandviç doldurmuştu ve depremzede ailelere ikram ediyordu. hassas bir insandı hidayet, boş durmayı sevmezdi. mekanı cennet olsun.
serkan abi ise uzun uzun enkazı ve çevreyi inceledikten sonra "yok abi burada kaos var. biz burada çalışamayız, bu iş bizi aşar." demişti. serkan abi pek çok yeri aradıktan sonra bize bir koordinatör vali'nin adı verildi ve onunla konuşarak ve helalleşerek bölgeden ayrılabileceğimiz söylendi. afad merkeze gittik ve vali bey ile helalleşildi. tüpraş ekibi ile birlikte maraştan ayrıldık.
keşke daha fazla kalabilseydik, ama yiyecek erzakımız nerdeyse bitmişti. 1 haftadır otobüsün içinde yatıyorduk. kemiklerimiz tutulmuştu ve 1 haftadır aynı şeyleri giydiğimiz için artık kokmuştuk.
dönüşte önce kayseri de güzel bir yemek yedik, sonra tüpraş ekibi ile helaleştik. kırıkkale'de bir sauna da kirimizi attıktan sonra yine 16 saatlik bir yolculuk ile istanbul'a şirket merkezine vardık. güzel bir kahvaltı ile karşılandık. üst düzey yöneticiler yanımıza geldiler neler yaptığımızı sordular.
koç holding arama kurtarma ekibi olarak; 6 günde elbistan ve merkez 12 şubat ilçesi palmiye sitesinde çalışmış, palmiye sitesinde yaklaşık 15 kişinin cenazesinin çıkarılıp ailesine teslim edilmesinde görev almıştık. bu insanları bir mezara kavuşturduğum için şahsen mutluyum.
allah böyle bir felaketi tekrar yaşatmasın. ben milletim için her zaman vazifeye hazırım. vatan sağolsun, milletimiz var olsun. tüm deprem şehitlerimize rahmet olsun...
edit: enkazına girdiğimiz palmiye sitesinde 150 kişi hayatını kaybetmiştir. şuan tek bir tutuklu bile yoktur. instagram'da palmiye sitesi sayfasına üye olup bu insanlara destek verirseniz mutlu olurum.
edit 2: palmiye sitesi'nin hemen karşısında bulunan 4 bloklu hamidiye sitesinin de 3 bloğu çökmüş ve orada da yaklaşık 150 kişi hayatını kaybetmiştir. ben palmiye'nin hengamesinden karşıda ki durumu fark etmedim bile. zaten biz geldiğimizde artık orada çalışma bitmişti.
https://www.instagram.com/…i_?igsh=cw9rnm00zzvsanzn
saint martin7 profili
-
6 şubat 2023 depreminden akılda kalanlar
-
2024 özel sektör maaş zam oranları
hay yazılım sektörünüzü sikeyim. her başlığı piç etmeseniz olmuyor amına kodumun yerinde.
ey yazılımcı kardeşler; anladık her zaman ki gibi en yüksek zammı aldınız, maaşlarınız da 100 k'ya dayandı. her birinizin de dalgası en az 21 cm ve 40 dakika boşalmadan pompalamasyon yapabiliyorsunuz. hepiniz siksok developersiniz. hepiniz a kalite, üst sınıf, sarışın ve mavi gözlü, 1.90 boyunda ari ırk insanlarsınız anladık. biz farklı sektör ve niteliklerde ki insanlar, ancak sizin kapınızda ki köpek olabiliriz ona da eyvallah. evden çalıştığınız için elektrik, su, komili şampuan, hacı şakir sabun ve filtre kahve desteği de alıyorsunuz, onu da anladık amk yerinde. maaş ve zamla alakalı başlıklara artık yazmayın amına koyayım. klavye tutan ellerinizi silkeyim yazmayın. -
ibb'nin sokak köpekleri anketi
(bkz: yapacağın anketi sikeyim)
ikinci şık, zaten anketi hazırlayanın; mor saçlı, 50 yaşında, hdp kontenjanından belediyeye girmiş kart bir feminazi olduğunu gösteriyor.
"sokak hayvanları sorun değildir. kısırlaştırma, besleme ve bakım yapılarak şehir hayatında yaşamaları sağlanmalıdır."
bir kere sokak hayvanı değil sokak köpeği diyeceksiniz sayın a.... koduklarım. sokak hayvanı diyerek konuyu niye çarpıtıyorsunuz? bu ülkede kimse kedilerden şikayetçi değil zaten. kaldı ki hiç bir medeni batı ülkesinde, sizin dediğiniz o ikinci şık uygulanmaz. kaldı ki ibb olarak siz kendi işinizi önce iyi yapın, insanlar için hizmet edin de, sayısı belirsiz itleri beslemek geri dursun.
çok sinirlendim. embesilce bir anket. -
karşısındaki insanın sürekli lafını kesen insan
https://youtu.be/xszfs-r2m4o?si=j1qf0raufzbzs2eq
şu videoda ki hödüktür. ulan kanser oldum izlerken. doğru dürüst konuşturmadı olayın kahramanı yaşlı savaş pilotunu. -
beşiktaşlı taraftarların sahaya oyuncak atması
bunu eleştiren ağır ruh hastasıdır. götünüze koyayım pislik ruhlular.
-
çocuk tek büyümesin diye yapılan ikinci çocuk
tek çocuğum var; 7 yaşında bıcır bir kız. her anlamda çok zor bir çocuk olduğu ve bizi yıprattığı için ikinciyi düşünemedik bile. evet tek çocuk olduğu için şımarık biraz ama aynı zamanda acayip iyi niyetli ve paylaşımcı bir çocuk. her ne kadar 3 yaşından beri kreş ve anaokullarına gitsede herhalde tek çocuk olduğu için sosyalleşme yönünden sıkıntı çekiyor. yani ben şu arkadaşımı seviyorum, şununla çok güzel vakit geçiriyorum dediğini de duymadım. kendi kendini eğlendiriyor.
artık olan oldu. bu saatten sonra yapılan ikinci çocuk ona da bize de gereksiz sorumluluklar yüklemekten başka bir işe yaramayacak. aynı zamanda her kardeşte can ciğer olmuyor. eşim ve benim kardeşlerimden biliyoruz. o yüzden kimsenin özel durumunu bilmeden yargılamamak lazım. bir çocuk yapanda kendince haklı, 6 çocuk yapanda. ben zaten ortalama maaş alan bir adam olarak en azından bir çocuğu özel kurslara gönderip, en iyi şekilde büyütebiliyorum. ama ikinci bir çocuğum olsa, bu iki çocuğu da kısıtlı imkanlarla büyütmek zorunda kalacaktım ki bana göre az geliri iki çocuğa bölmektense, tek çocuğu en iyi şekilde büyütmek çocuk içinde, anne baba içinde en iyisi oluyor. yani sik kadar memur maaşı ile 3 çocuk yapan kişiler de çok doğru bir iş yapmış olmuyor.
bir kaç parça dünyalık malımız var onlarında hepsi kızıma kalacak, en azından mal kavgası yapacağı bir kardeşi de yok. yani kısıtlı geliri ve vakti olan, anne baba çalışan ebeveynler için bir çocuk eleştirilemez. evet bence de kardeşi olmalı ama tek çocuklu insanları eleştirme hakkına sahip değil hiç kimse.
sikerim sizi. -
neyin çaresini bulmak isterdin
(bkz: afazi)
böylece sesini en son 2003'te duyduğum babamla uzun uzun sohbet edebilirdim.
edit: babam yaşıyor, konuşma yetisi yok.