bonpourlorient7
profili

  • ışıkta geçen yayaya bilerek çarpan motorcu

    bu mal değneklerinin anlamadığı bir şey var. trafik ışıkları araç sürücüleri için kural, yayalar için tavsiye niteliğindedir. herhangi bir motorlu aracı kullanabilmek için kursuna gidersin, ışıkları, levhaları, geçiş önceliklerini öğrenirsin, sınava girersin. sonunda trafiğe çıkabilme ehliyetine haiz olursun. yaya olmanın bir ön koşulu yoktur. yolunun üzerinde çocuk da olabilir, deli de olabilir, kör de. dikkat etmesi gereken kişi sürücü olarak sensin. yayanın her zaman önceliği vardır. bakın sadece yaya geçidinde, kırmızı ışıkta falan değil. her zaman. intihar etmek için kendini aracının önüne atan yayaya bile çarpsan, hızına, fren izine vesaire bakılır. önüme çıktı, yol hakkı bendeydi, ben de çarptım, oh olsun diyemezsin. medeni bir toplumda şu hareketi yapan adam gün yüzü göremez.

  • hukuk olmazsa yatırımcı gelmez masalı

    başlığın sahibinin troll olduğu düşünüldüğü için birçok sözlük yazarı tarafından resen akape karşıtı bir refleksle, alaycılıkla ve öfkeyle cevap verilmiş iddia.

    aslında iddianın sahibi arkadaş hedefi on ikiden vuran isabette bir teşhis yapmamışsa da tamamen haksız değil. yabancı sermaye yatırımlarının tandansını doğrudan doğruya belirleyen öğe hukuk standartları değildir. hele ki demokrasi ön şartı hepten palavradır. suudi arabistan, körfez emirlikleri ve çin'in aldığı yatırım bunun en bariz örneği zaten. hatta çok uluslu sermayenin tercih şansı olsa oyunu demokrasi yokluğundan yana kullanır. hem yatırım aşamasında hem de faaliyet sürecinde bağımsız kurumlarla, mahkemelerle, sivil toplumla, özgür medyayla, meclis onayıyla, araştırma komisyonlarıyla falan uğraşana kadar tek bir adamdan icazet almak daha pratik bir yöntemdir.

    demokrasi kısmını geçelim, hukuk meselesine gelirsek. orası biraz karışık bana göre. sermaye hukuki güvence arar diye tahmin ediyorum ama bundan kastım, insan hakları, adil yargılanma, vatandaş hukuku falan değil. mülkiyet hukukunun tatbiki. bakın kanunların çok sert ve baskıcı olup olmaması değil mesele. hukuki uygulamanın keyfi olup olmaması. şeriatla yönetilen suudi arabistan'da bile hukuki süreç öngörülebilir ise yeterlidir sermaye sınıfı için. kırbaç cezasıydı, kafa kesmeydi bunlar önemli ayrımlar değil.

    çünkü yatırımcı istikrar ister. ispanya yarımadasının ekonomik mucizesi (el milagro espanol) diktatör franco rejimi altında yaşanmıştır. ülkeye akan yabancı sermaye yatırımları 15 yıl boyunca ispanya'yı dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ülkesi yapmıştır. franco rejimi meclisin, sendikaların, sivil toplumun yasaklı olduğu, muhaliflere karşı hukuksuz uygulamaların tavan yaptığı bir dönemdir. ama mülkiyet hakkı konusunda hassas bir sisteme sahiptir. bu kadarı sermayedar sınıfı için yeterlidir. adalet gerekmez, hukuki stabilizasyon yeterlidir. üstelik hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunun geçerli olduğu ülkelerde işçi hakkıydı, sendikal mücadeleydi, grevdi, çevre hassasiyetiydi, bunaltıcı güvenlik prosedürleriydi pek umursanmaz. yatırım için biçilmiş kaftandır.

    hatta size ilginç bir örnek vereyim. ira ile ingiliz ordusu arasındaki çatışmaların günlük hayatı yaşanmaz hale getirdiği, her gün bir silahlı saldırı veya bombalamanın vuku bulduğu 1970 lerin kuzey irlanda'sı bile ekonomisini canlı tutmayı, yabancı yatırımlarını korumayı başarmıştır. olağanüstü hal yasaları, çok sıkı polis kontrolü sayesinde sendikal hareketlere ve grevlere karşı sert önlemler alınabilmesi sermayenin kaçmaması için yeterliydi. patronlar 4 haftalık grevlerdense bombalanma tehlikesini göze almayı yeğliyorlardı. observer gazetesinde 1971 yılında yayınlanan bir tespite göre çatışmalar sebebiyle bölgede yaşanan iş kaybı 1000 işçi için 203 gün iken, grevler sebebiyle bu rakam birleşik krallığın geneli için 719 gündü.

    sermaye sınıfının demokrasi ya da hukuğu bırakın barış şartı bile yoktur. her koşulda kar maksimizasyonuna bakar. peki türkiye'de yabancı yatırımcıyı ürküten nedir? tabi ki ceberrut devlet, faşizan uygulamalar, hayat tarzına müdahale falan değil. daha çok bu keyfi uygulamaların ekonomik oyuncular için de geçerli olması. misal enflasyon oranı yıllık % 120 lerin üzerindeyken politika faiz oranı “nas var nas” söylemini katık edip, % 9 olsun diye tutturan reis. kamu bankalarından döviz satarak bir gecede dolar kurunu 18 liradan 11 liraya düşürmenin istikrarsızlık değil başarı olduğunu sanan bıcırık bakan. ihracatçıya döviz gelirinin şu kadarlık kısmından fazlasını yabancı para cinsinden tutamazsın diyen, bankalara döviz mevduat oranın şu rasyoyu geçerse ceza yazarım diye tehdit eden, aklı sıra asayiş yöntemlerle sermaye kontrollerini sağlayabileceğini zanneden yönetim anlayışı.

    meselenin düğümlendiği yer burasıdır. kavala'nın, atalay'ın, demirtaş'ın usulsüz yargılanması falan çok umurlarında olmaz yani büyük sermayenin. eski işçileri bakanı marinaya çökmüştü, mafya köfteciye çökecekti, hükümete yakın bir dolandırıcı havayoluna şirketine çöktü, bir diğer eski içişleri bakanı o dolandırıcının parasına çöktüydü, sonra hep birlikte otele çöktülermiş vesair vesair. böyle ülke mi olur? şu anki iktidar istediği holdingi iki vergi memuruyla batırabilir, istediği kuruluşun mal varlığını bir hakim kararıyla müsadere edebilir, istediği şirkete bir kararname ile kayyum atayabilir, istediği mülk sahibinin gayrimenkulünü rezerv yasasını bahane ederek elinden alabilir. işte bu şekliyle mülkiyet için hukuki güvence sunmayan ülkelere gelmez yatırımcı. ekonomistlerin çok tekrarladığı bir söz vardır. insanı kandırabilirsin ama parayı değil.

    bahreyn, katar, bae gibi kabile devletleri bile para için güvenli liman görülürken türkiye fatf tarafından gri listeye alınmışsa “ekonominin sorumlusu benim ben” diyenin sorumluluğunu hatırlamak lazım. yatırım yapılabilir ülkeler arasında gri listedeyiz bu arada. yani güney sudan’la, suriye ile aynı ligdeyiz.

    konuya hukuk devleti, kanun devleti, polis devleti zaviyesinden bakmak biz ülkede yaşayan vatandaşların özgürlükleri ve yaşam standartları açısından anlamlıdır ancak. yabancı sermaye hukuk meselesine mülkiyet güvencesi, vergi mevzuatı açısından bakar sadece. demokrasi ise zaten ayak bağı.

  • dostoyevski'nin abartılmış bir kitap olması

    ama hangisi diye sormak icap eden yargı cümlesi.

    andre gide'inki iyi bir edebiyatçının elinden çıktığı için gayet edebidir. eserlerine daha çok yoğunlaşmıştır. görsel

    edward hallet carr bir tarihçi olduğu için dönemin şeraitini ve yazarı yaratan genel toplumsal eğilimleri de biyografiye kattığı için diğerlerinden bir derece ayrılıyor görsel

    anna dostoyevski ise eşi olduğu için yazarın hayat hikayesinin birinci elden tanığı. kocasındaki edebi derinliği beklemeyin ama özel hayatında nasıl biriydi, nasıl yazar, nasıl hazırlanırdı, duygusal gel gitleri sanatçı kimliğini nasıl etkiledi. bu gibi detayları bulabilirsiniz. görsel

    henri troyat'ın kitabı ise içlerinde kuşkusuz en iyilerinden biri. biyografiler, kendisi de academie francaise üyesi ve goncourt'tan la prix'ye çeşitli edebiyat ödülleri sahibi yazarın uzmanlık alanı diyebiliriz. zola, flaubert, dumas, tolstoy, gorki, gogol, puşkin gibi daha birçok yazarın hayat hikayesininin yazarı troyat, dostoyevski'nin yaşamına da bir romancı gibi eğilmiş. ortaya harika bir biyografi çıkmış. görsel

    abartılmış olan dostoyevski, joseph frank, robert bird, yevgeniv solovyoy veya netoçka neznanova'nın biyografilerinden biri olabilir. ben de okumadım. yazın kalitesi, derinliği, ustaya karşı tutumu nasıldır bilmiyorum.

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel

    hallet carr ya da troyat'ın kitaplarını okumak kafidir bana göre. dostoyevski kitabını okumak, dostoyevski'nin kitaplarını ise abartmak caizdir. tersi mekruhtur.

    abartan da haklıdır. çünkü dostoyevski edebiyatın tanrısıdır. insan ruhunu ondan daha iyi bilen ve anlatan bir sanatçı daha gelmemiştir. freud “dostoyevski olmasaydı psikanaliz biraz daha bekleyecekti” der. nietzsche ise “kendisinden bir şey öğrendiğim tek psikolog dostoyevski'dir” der. stefan zweig, usta için “psikologların psikoloğu” tabirini kullanırken albert camus, dostoyevski yüzünden yeteneklerini sorguladığından, nerdeyse yazar olmaktan vazgeçmek üzere olduğundan bahseder.

    dostoyevski üzerine yazılmış kitaplar için abartılmış diyen hadi neyse ama troll bile olsa dostoyevski'ye balon diyen taş olur. tutankamon'un laneti üzerindedir. iki dünyada da lekelidir.

  • 11 mayıs 2023 ince'nin adaylıktan çekilmesi

    ince basın toplantısı düzenlemeden birkaç saat önce, memleket partisinin sözcüsü ince'nin adaylıktan çekilmeyceği yönünde tweet atıyor. birkaç saat sonra adam partisinin kurmaylarını bile bilgilendirmeden basına, adaylıktan çekildim diyor. parti kurmayları attığı tweetleri silmek zorunda kalıyor.

    daha önce zafer partisiyle kurdukları ata ittifakından whatsapp mesajı ile ayrılmıştı.

    daha da önce milyonlarca seçmenin umut bağladığı cumhurbaşkanlığı seçiminde sayım akşamı ortadan kayboldu. daha çuvallarla oy pusulası ysk'ya bile ulaşmamışken gazeteci ismail küçükkaya'ya attığı adam kazandı mesajıyla yenilgisini duyurmuştu.

    bu adam ruhsal açıdan dengesiz biri. ergen bir liselide duygusal açıdan bu adamdan daha olgundur.

    adaylıktan çekilirken millet ittifakının adayı kemal kılıçdaroğlu'nun lehine çekiliyorum bile diyemedi. zaten kazanamyacaklar beni bahane etmesinler dedi.

    bence son bir haftada partinin kurucuları, il başkanları ve milletvekili adayları da dahil yüzlerce üyenin partiden istifa etmesi ve konda'nın yaptığı son ankette oyunun %1.6'ya düşmesi sebebiyle çekildi. ikinci tura kalacağım, %:40 oy alacağım diye şişine şişine dolaşırken fark etti ki kendini rezil edecek. sinan oğan'ın yarısı kadar bile oy alamayacak. yoksa milleti düşündüğünü falan sanmıyorum.

    bir ihtimal de fahrettin'in trolleri bunu parlatalım derken oyu yanlış yerden bölmüş olabilir. akape'den kopardığı oyun, millet ittifakından kopardığından fazla olduğu hesaplandıysa reisi gel bakalım muharrem demiş de olabilir. her koşulda peşine takılanacak adam değildi. sözlükte son iki aydır muharrem güzelleyen trolleri de işsiz bıraktı. adam çekildi.

  • tip'in gümbür gümbür gelmesi

    bu genç nesil niye böyle oldu ya ?

    "komünizm" yazmayı beceremeden fikir beyan edenler, yavaş gelsin saçı başı dağılmasıncılar, % 3 oy tahmin edip aklı sıra dalga geçmeye çalışanlar. demek ki ülkenin okuma yazma bilen, internete erişimi olan, görece daha bilgili ve bilinçli kesimi bile siyasetbilim nedir hiç anlamamış.

    sosyalist partiler (hele ki bizim gibi ülkelerde) iktidara gelmek için seçime girmezler. zaten gelemezler de. sosyalist sol hareketlerin işlevi farklıdır : muhalefet yoluyla iktidarları denetim altında tutmak. dört milletvekili ile tip'in çıkardığı sese bakın, bir de tüm diğer muhalefet partilerinin toplamına bakın. herhalde resim biraz daha netleşir.

    pür idealist saiklerle kurulmuş bir parti düşünün kitleselleştikçe daha farklı dünya görüşünden seçmenleri bünyesine katar. farklı güç odaklarıyla dirsek teması artar. sermaye gruplarıyla ister istemez hemhal olmak zorunda kalır. kitlesini konsolide edebilmek ve yeni seçmenlerle tahkim edebilmek için sivri köşelerini törpülemek, üslubunu yumuşatmak zorunda kalır. sonunda birkaç beylik ve göstermelik sloganvari beyana sıkışıp kalır. söylemde ve eylemde müesses nizamın kendisi için çizdiği sınırların içinde kalmaya dikkat eder. bu partilere düzen partisi deriz.

    düzen partileri gerçek muhalefet yapamazlar. kendilerini o koltuklara taşıyan, kalabalık kesimleri de ancak bir yere kadar temsil edebilirler. zamanında shp, sodep, dsp; bugün ise chp için sol kitle partisi diyebiliriz. aynı zamanda istisnasız hepsi düzen partisidir. bu partilerde siyaset yapanlar için siyaset bir meslek, bir kariyer haddidir. ve profesyonel iş dünyasında doğru davranış değil, uygun davranış göstermek kuraldır. yine de sosyalist pratiklerin yeşermediği yerlerde sol popülizm sağcı, otoriter, hırsız iktidarlar karşısında ehveni şerdir.

    merkez sağ partiler ve hareketler için durum daha da vahimdir. sağ partiler bir menfaat birliğidir. dünyanın her yerinde sağcı vekiller meclise, parlementoya, senatoya, kongreye iş takipçiliği için girerler. akıllı sermayenin adamı olarak göbekten bağlı oldukları çıkar çevrelerini temsil ederler. ideolojik etikten ve kamu yararından ne kadar uzaklaşırlarsa vatanseverlik, milliyetçilik, dindarlık söylemine o kadar düşkün olurlar.

    lord acton'ın ortaokul çağı çocuklara bile malum olan bir sözü vardır. iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır. şöyle bir düşünce deneyi yapalım. önümüzdeki seçimlerde akape ve mehape dışındaki tüm partilerin baraj altı kaldığını hayal edin. meclis sadece bu iki partiden oluşsun. iktidarın suistimallerini, usulsüzlüklerini, yolsuzluklarını kim denetleyecek. mahkemeler mi, sayıştay mı, medya mı, bürokrasi mi? bırakın hesap sormayı soru soramazsınız. zaten hiçbir şeyden de haberiniz olmaz muhtemelen. 21 yıllık, çok uzun süren bir iktidarın bizi getirdiği nokta, dediğim senaryonun bir tık altı zaten. chp, iyip gibi düzen partilerinin bile varlığı ne değerli değil mi?

    ben dahil sosyalist partilere oy veren insanlar aptal değiliz. biz de biliyoruz. % 30 larla 40 larla iktidara gelemeyeciğimizi. zaten beklenti de o değil. toplumsal muhalefetin çıtasını yukarı taşımak, vatandaşın kanından, terinden artırdığı kaynakları babalarının çiftliği gibi eşe dosta peşkeş çekenlerin ayağına takılmak, suyun başında duran kodamanların kulaklarının duymak istemediklerini yüksek sesle söylemek için burdayız. muhalefet güçleri tarafından denetim altında tutulmayan iktidarlar hızlıca afrika tipi diktatörlüklere evrilir. meclis, yargı, medya bunlar zahiri kurumlardır. çok güçlü bir siyasi iktidar bu kurumları şu gün olduğu gibi baskılayabilir, satın alabilir, hepten ortadan kaldırabilir. gerçek muhalefet ise sadece halktır.

    %3 ü küçümseyenler, espri yapayım derken zeka seviyelerini açık ediyorlar. mustafa kemal cumhuriyetin kurulması, halifeliğin ilgası, laik ve karma eğitim, kadınlara tam seçme ve seçilme hakkı gibi hedeflerini parti programına yazdığı bir fırka kurup, seçimlere katılsa o kadar bile oy alamazdı. dünyayı değiştiren güç, kısa vadeli çıkarlarının bile nerede olduğunu göremeyen kuru kalabalıklar değil, bilinçli, örgütlü, ideolojisi olan dar bir çevre ve önder kadrosudur. o sebeple egemenlerin, örgütlenme ve ideoloji sözcüklerine karşı, alerji geliştirebilmek içln sabah akşam çalışan bir propaganda makinesi var.

    yani devrimci sosyalist hareketlerin kitlesel olmaları makbul değildir. bu tür partilerin seçmeniyle, üyesiyle, bütçesiyle, il-ilçe teşkilatlarıyla çok büyümesi demek, aynı zamanda düzenin meşru kıldığı söylem içinde siyaset yapan bir partiye dönüşmesi demektir. gerçek anlamda politik ve ideolojik yeterliliğe sahip insanlarla yol yürüyebilmek, bazı politikalar ardında kararlı durabilmek için sosyalist partilerin merkez partilere dönüşmemeleri gerekir. zaten normalde marjinal diyebileceğimiz sol sosyalist bir parti % 40 oy alabilecek bir toplumsal desteği bulsa iktidarı devralmaz, teslim alır.

    hikmet kıvılcım'ın idam ile yargılandığı davaların birinde mahkeme heyeti başkanı size bağlı sekiz bin militanın olduğu söyleniyor deyip doğruluğunu soruşturuyor. kıvılcımlı, dediğiniz sayıda militanım olsaydı, o oturduğunuz koltukta biz oturuyor olurduk. burada yargılanan da siz diye cevap veriyor. tip yahut diğer sol sosyalist partiler devrime öykünüyorlar, demokratik yollar dışında muhalefet etmek gibi bir ajandları var demek istemiyorum. yanlış mesaj vermeyeyim. devrimlerle iktidar değişiklikleri geçen yüzyılda kaldı. sadece sayıca az da olsa cesur, dürüst, kararlı ve örgütlü bir muhalefetin çok şeyi değiştirebileceğine inanıyorum.

    bakın, tayyip'in %50 oy aldığı zaman bile toplum mühendisliği uğraşı tutmadı. çünkü karşı devrimler bile karşı devrimci unsurlarla yapılabilir ancak. dediğim gibi merkez sağ partiler kamunun vergilerini talan etme maksadıyla teşekkül etmiş menfaat birliktelikleridir. ikbal yoksa taraftarı da olmaz. o yüzden partizan bir tabanı olmaz. hatta tabanı da olmaz. seçmeni olur ancak. iktidar değişince büyük kısmı rant kapsının yeni temsilcilerine doğru savrulur.

    tip'in 4 milletvekili değil de 8 milletvekili ile muhalafet yaptığını düşünün. % 1 değil de % 3 oy aldığını düşünün. gümbür gümbür gelme budur. 15 yaşından büyük ortalama zekada bir kişinin, şunu anlamaktan aciz olmaması gerek . özet olarak gayet yerinde ve haklı bir iddiadır. % 40 oy alacağını sanan muharrem ince'yi hayal dünyasından çıkarın bir hele. sonra gelirsiniz başlık altına yav he he kabilinden espriler yapmak için.

    latin amerikalı güzel insanlardan öğrendiğimiz bir iki şey varsa şunlardır.

    (bkz: el pueblo unido jamas sera vencido)
    (bkz: otro mundo es poible)

  • kılıçdaroğlu'nun kaybedeceğine inandırılmış kitle

    şu sosyal medyadaki zeka seviyesi beni zorla gılıjdarcı yapacak diye korkuyorum. tornadan çıkmış gibi birbirinin kopyası aynı söylemlerle kendileri çalıp kendileri oynayan bir güruh var. bir saçmalık bin kez tekrarlanınca da galadı meşhur haline geliyor zamanla. bir bakmışsın koskoca ülke aynı teraneyi gevelemeye başlamış.

    en başta şu, kılıçdar 10 kezdir seçim kazanamıyordan başlayalım. şunu diline dolayanın politik derinliği gazoz kapağı ayarındadır. yandaş medya ne veriyorsa onu alıyordur. sanki tayyip ve kılıçdar 10 kezdir ringe çıkıyorlar da tayyip sadece chp'yi dövüyor. türkiye seçim sisteminde seçimlere türkiye'deki bütün siyasi partiler girerler. akape'nin kazandığı her seçim diğer bütün partilere karşı kazanılmıştır. sadece kılıçdar'a karşı kazanmıyor yani herkese karşı kazanıyor. misal hdp için 10 kez seçim kaybetmiş parti tatavası duydunuz mu hiç? onlar için köpürtülen suç başkadır. her parti için ezberden konuşulan bir kara propaganda şekli var. "seçim kazanamaz" kalıbı da chp ve kılıçdar'ın payına düşen. bu birincisi.

    ikincisi, akape kurulduğundan beri 10 kez genel seçim olmadı bir defa. 2002, 2007, 2011, 2015 ve 2018 de ülke genel seçime gitti. kılıçdar 2010 yılında chp nin başına geçti. öncesinde deniz baykal vardı partinin başında. yani adam 3 kez seçime gitti. 2015 de seçim tekrarını da sayarsan 4 kez. ki bu dört genel seçimin birinde akapeyi devirdi zaten. akape tek başına iktidar olamayacaktı. chp ve o zamanlar muhalefetteki mhp'nin tek yapması gereken koalisyon kurup iktidara uzanmaktı. bahçeli sağolsun, çark etti. o gün bu gündür yorulmadı istepnelikten. (yanlış okumayın ha. istepnelik dedim. ecnebicede stepne olanı. mahkemelerde süründürmeyin beni)

    bu adam kazanamıyor goygoyu öyle çarpıtılmış bir mesele ki. işin içine anayasa değişikliği referandumunu, yerel seçimleri, halk oylamasıyla seçilen cumhurbaşkanlığı ve başkanlık seçimini de katıyorlar. survivor oylamalarını da yazın anasını satayım. anayasaya değişikliğine evet mi hayır mı oylaması kılıçdar ile tayyip arasında mı geçti ? türkiye işçi partisi üyesi bir seçmen olarak ben de bu rederandumun tarafıydım. ben de seçim kazanamıyorum o zaman. hayırcılar yenilince kılıçdar da yenilmiş mi sayılıyor şimdi? sanki referandumdan hayır çıksaydı chp iktidara gelecekti. kuracağınız mantığı sökeyim. (sökeyim dedim)

    cumhurbaşkanlığı seçiminde ekmeleddin muhalafetin ortak adayıydı, başkanlık seçiminde muharrem ince muhalefetin ortak adayıydı. ilginçtir önümüzdeki seçimlerde imamoğlu ya da yavaş aday olsun derken tayyip'in karşısında sanki parti aidiyetinden bağımsız bir aday öneriyormuş gibi yapanlar, muharrem ince'nin hezimetini kılıçdar'ın hanesine yazıyorlar. nasıl bir skor tutma yöntemiyse sadece yenilgiler kılıçdar'ın oluyor. adama tabeladan da koyuyorlar. yavaş ya da imamoğlu aday gösterilip seçim kaybedilse, 11 kez seçimi kazanamayan kılıçdar denilecek demek ki.

    yerel seçimler nasıl yenilgi sayılıyor o da ilginç. kılıçdar chp nin başına geldiğinden beri iki tane yerel seçim olmuş. her parti oyu oranında belediye kazanmış. 1. parti, 2.parti, 3. parti diye sıralama yapsalar anlayacağım da seçim kaybetti ne demek o belirsiz. en yüksek oyu alanın ya hep ya hiç, bütün belediyeleri aldığını mı sanıyorlar acaba bu zırvayı tekrarlayıp duranlar. chp en son yerel seçimde türkiye'nin en büyük 5 şehrinin 4 ünü almış. aslında bursa'yı da almış olabilir de o şehrin kedileri biraz elektriğe düşkünler. o yüzden hatalı sayılmış olabilir oylar. bir şey demek istemiyorum.

    tayyip erdoğan ilk kez kazanana kadar parti içinde ilçe, il başkanlıklarına aday oldu kaybetti. milletvekili adayı oldu kaybetti, beyoğlu'ndan belediye başkanı adayı oldu kaybetti, sonra bir daha milletvekili adayı oldu yine kaybetti. istanbul belediye başkanlığını kazanana kadar demek ki o da kazanamıyornuş. onun da hikayesi ilginçtir. sosyal demokratlar istanbul seçimlerine anlaşamadıkları için mal gibi bölünerek girdiler. chp, shp ve dsp her biri ayrı aday gösterdi. normalde seçmenin dörtte birinin oyunu olan milli görüşçüler bölünmüş oyların arasından % 25 oyla birinci parti çıktılar. tayyip'in kaderinde daha o zamandan var demek ki bölünmüş muhalefetin arasından sıyrılmak.

    saçmalamayın yani. bu adam diğer tüm partilerle birlikte 3 kez genel seçimlere girmiş. hepsinde ikinci parti olarak seçimden çıkmış. chp'nin oyunu mu düşürmüş? yo aksine yükseltmiş. iktidar olabilmiş mi? olamamış ama seçime katılan diğer 19 parti de olamamış. demek ki bu mantıkla kimseyi aday gösteremeyiz. çünkü kazanamıyorlar. hatta şöyle söyleyeyim şu anki tüm siyasi partiler arasında daha önce seçim kazanmış tek kişi ahmet davudoğlu'dur. ölçüyü buradan alıyorsanız oyunuzu ona vereceksiniz o zaman. sırası gelmişken söyleyelim deniz baykal'ın başkanlığında chp % 8 oy ile baraj altı kaldı bu ülkede. meclisin kurucusu parti, meclise giremedi. hiç baykal için seçim kazanamıyor lafını duydunuz mu? eski kurt, duayen falan derlerdi. çünkü size akape medyası ne pompalıyorsa onu geviş getiriyorsunuz.

    ülkenin yönetimine talip adaylar arasında birini seçmek için kriteriniz, bareminiz zaten neden budur? onu da anlamak güç. popstar mı lazım size? seçim kazandıracak özellikler ile ülke yönetmek için gerekli nitelikler birbirinden farklıysa hangisini seçecekseniz? diyelim ki birincisi için üçkağıtçılık, demogogluk, ikincisi için ise aranan özellik dürüstlük ve akıl olsun. her seçimi kazanabilecek adaya mı, ülkeyi dürüstçe yönetebilecek adaya mı oy atmak akıllıca olur? yani oy vermediğin birini kimse ona oy vermez diye kötülemek mantık kurallarına aykırı. ülkeyi yönetecek nitelik değil de seçimi kazanacak nitelik yok denildi mi o halde gerizekalılık seçmenindir kusura bakmayın.

    bu sözlükte birkaç kez başka sebeplerden değinmek zorunda kaldım. bu ülke kurulduğundan beri % 30'a %70 sağ seçmen sayısal üstünlüğü vardır. atatürk mezarından kalkıp seçime girse, chp'nin alacağı oy değişmez. sosyal demokrasi bir kültürdür. kahir çoğunluğu (en az bir veya iki kuşak içinde) köylü ve göçmen olan toplumlarda bu kültür yeşermez.

    kandırmayın kendinizi. chp nin rahatlıkla seçim kazanabildiği, tek başına sandıktan çıkabildiği tek dönem, seçimlere tek başına girdiği tek partili dönemdir. kılıçdar seçim kazanamıyor, baykal kaç seçim kazanmış, murat karayalçın kazanabilmiş mi, erdal inönü ne zaman başbakanlık koltuğu görmüş. sadece kılıçdar'ın meselesi değil yani, chp'nin son 70 yıldır seçim kazanamama sorunu var. ortanın solundan çıkıp birden fazla kez başbakanlık koltuğuna oturmuş tek figür olan ecevit'in bile tüm hükümetleri koalisyondu, azınlık hükümetiydi. 1999 da patlama yaptı denilen seçim başarısında aldığı oy % 22 dir. chp'nin şu anki oyundan düşük yani.

    21 yıldan sonra ilk defa sandık, muhalefete aday gözetmeksizin göz kırpıyor, milleti bir kılıçdar kazanamaz krizi tuttu. bu sebebi mazaret kullanıp masayı dağıtan asenagil adaylık için ersan şen ile görüşüyor. fıkra gibi değil mi? bahane de halkın istediği liderlere yol verilmemesi imiş. bakın bir buçuk yıldır milyon tane anket yapıldı. en iyimserinden en yandaşına bütün anketlerin ortalamasını alın imamoğlu ya da yavaş'a ilk turda oy veririm diyen % 45 ise kılıçdar'da % 40 ın altında kalmıyor hiçbir türlü. zaten kimsenin aday falan gözü gördüğü yok. en fanatik akape seçmeni elim kırılsaydı oy atmasaydım çizgisine gelmiş. sosyal medyada halkın istediği liderler aday yapılmadı saçmalığı almış yürümüş. halk dediğiniz mansur yavaş'a oy verecek ama kılıçdar aday olursa oy vermeyeceğini düşündüğünüz % 2 lik kesim mi?

    kılıçdaroğlu'nun muhalefet tarzını sabaha kadar gömsem sabah aklıma bir tane daha gelir. chp seçmenine belki akape tayfası benim kadar gıcık olmuyordur. hatta chp bugün kapısına kilit vursa akape 1 hafta iktidarda kalamaz diye bir iddiam var. sözlükte de defalarca tekrarlamışımdır. ama şu, "gılıjdar 10 seçim kaybetti, nasıl kazanacak" saçmalığını duydum mu kılıçdar'ı canhıraş savunasım geliyor yeminle.

  • behzat ç.

    * her temas iz bırakır (roman 2006)
    * son hafriyat (roman 2008)
    * behzat ç - bir ankara polisiyesi (televizyon dizisi 2010-2013 / ilk 3 sezon)
    * behzat ç - seni kalbime gömdüm (sinema filmi 2011)
    * behzat ç - ankara yanıyor (sinema filmi 2013)
    * behzat ç - imamların öcü (televizyon dizisi 2016 / iptal proje)
    * behzat ç - bir ankara polisiyesi (televizyon dizisi 2019 / 4. sezon)
    * çekiç ve gül (polisiye hikayeler 2019-2021 / derleme roman 2022)
    * saygı - bir ercüment çözer dizisi (televizyon dizisi 2020-2021 / spin off)
    * çekiç ve gül - bir behzat ç hikayesi (televizyon dizisi 2022)

    2006 da başlayan hikaye bayağı bir külliyat haline gelmiş. ve devam ediyor.