evet abla aynen. 20 sene rus orospularına yedirmek için ticaret yaptık, iş kurduk, mal mülk aldık. cehennem gibi süreçlerden geçtik. her şey sonunda sen ye diye başarıldı!
salağız bu sürede binlerce insanla, olayla uğraştık. gözünden anlar olduk insanı. sana inanacağız her şeyin sonunda gelip. kadının hayal dünyasına ve kafalara bak. şampanya gönderecekmişim. salak kandıracak. paranızı yiyip çocuk yapmak istiyor bunlar. sonra da sizin imkanlarınızla sonuna kadar yaşayıp imkanınız biterse de son olarak sabit mallarınıza göz dikecek. bir boşanma davası açar, alır cocugunu evinizden de sizi attırır ve yaşar. planı bu. bu çirkini bırakın bir kenara, bebek gibi, biblo gibi görünen gencecik slav kızlarına da güvenmeyin. aklınızı alır maymun ederler aman diyim.
böyle basit kadınlara ancak aileden parası olan, hayatı bilmeyen ya da gençliğinde taşrada büyüyüp kadına erişememiş insan düşer. gerçek bir erkek bulamaz zaten asla aramıyor da. aradığı adam saf, salak biri.
dünyanın neresine gidersem gideyim slav kadınları daima maymun gibi tanışıp yapışmaya çalışıyor. sadece türkiye erkeğinin saflığını, kadın açlığını bildikleri için burda yanınıza gelmiyorlar. yurtdışında biraz paranız olduğunu anladıklarında türlü şirinlikler yapar tanışmaya, yapışmaya çalışırlar. tanışmayın, reddedin, üsteleyecektir, ısrarcı olacaklardır. slav kadını ise defolup gitmesini söyleyin.
paranızı illa birine yedireceksiniz. kaşına gözüne inanıp slav kadınlarına yaklaşmayın. cehenneme çevirirler hayatınızı. ailesi de kendisi de sakin, nazik, zarif bir kadın bulun. iyi bir ailenin büyüttüğü bir türk kızı gibisini bulamazsınız.
türk kadınları siz de aynı şekilde iyi bir ailenin yetiştirdiği türk erkeği gibi bonkör ve sahip çıkan bir insan ırkı bulamazsınız.
özendiğiniz yabancı kadınların tamamı sizi soyup soğana çevirmek istiyor.
özendiğiniz yabancı erkeklerin tamamı sizi hayatı eşit paylaşacağı bir birey olarak görüyor. buna özeniyorsunuz ama sizi yalnız bırakacak, derdinize tasanıza not my problem diyecek bir koca ile ömrünüzü geçirince anlarsınız.
roxylucy5 profili
-
ukraynalı kadının türk erkeklerine sitem etmesi
-
askerde sahip olunan en büyük lüks
sanırım türkiye'de en rahat askerlik yapmış insanlardan biriyim.
günlerden bir gün ankara'da bir nisan akşamı. hafif bir bahar meltemi eşliğinde bir asker, yıldızları izleyerek bruschettasını afiyetle yedi ve beyaz şarabını keyifle yudumladı…
bazı spor dallarında lisanslı ve kentli olduğum için beni spor salonu sorumlusu yapmışlardı. tek görevim öğlen 12'de yarım saat boyunca spor tesisini açık tutmaktı. kısa dönem askerlik yapmıştım.
tesisten 4 kadar komutan yararlanıyordu ve nadiren geliyorlardı. bunun dışında tüm gün kapalı bir spor salonunda oturdum. benim askerliğim böyle geçti. salonda sauna, duş, kaliteli bir ekipman bütünü vardı. istediğim zaman saunaya girdim, yıkandım, tüm dünya kanallarını izlediğim tvye baka baka spor minderlerinde yatıp uyudum.
salonun dışındaki bahçe ile uğraştım, zaman geçirdim. onlarca kitap okudum. nöbet sorumluluğum da gece 2 saat kamera gözlemiydi, yani yine oturarak 2 saat ekrana baktım.
tesisin görünmeyen arka bahçesine, çok güzel organik tohumlar ektim ve kendime bruschetta yapacak malzemeleri yetiştirdim. gerekli malzemeleri birliğin hemen karşısındaki tekelden getirttim. kimsenin bilmediği küçük bir gazlı kamp ocağım ve tavam da vardı.
o gün sporumu yaptım, saunada gevşedim, duşumu aldım. ardından bruschetta'mı hazırladım, şarabımı açtım ve yıldızları izleye izleye keyifle yiyip içtim. iyi terliklerimi çalmışlardı, ayaklarımda da on liralık terlik. bir anlık zihnimde arno nehri'nin kıyısındaydım. ayağımda asker terliği ile. askerliğimin de tam ortasıydı. gülümseyerek hafızama yazmıştım. -
kadın esnafın komşu karı koca çifti vurması
toplum avrupa tarzı bir eğitimle ehlilleştirilmiş olsa, bu insanlar yaşları gereği dünya üzerinde gezen, gençlere kaliteli yaşam tavsiyeleri veren, bahçelerinde çiçekler yetiştiren, nazik, kibar, zarif insanlar olacaklardı.
köy enstitülerini kurarken hedefledikleri oydu, kapatanların da hedefledikleri buydu işte bunlar da meyveleri.
edit:
taktınız bir köy enstitüleri diyorlar. neden taktığımı size aşağıda anlatayım ki farkına varın. 30-40 yaş altı insanlara unutturdular bile. bilmediğiniz için anlamıyorsunuz. bu insanlar hatta şehirdeki insanların büyük çoğunluğu taşralardan şehirlere son 100 senede geldi.
ne olacaktı atatürk'ün planladığı gibi köy enstitüleri işlese; türk tipi köy sistemi kurulmuş olsa, şimdi isviçre, italya, fransa köyleri gibi modern, temiz, insanların ziyaret etmek isteyeceği, aydınlık, kendi işini gören, markalaşmış, dünyaca bilinen ürünler üreten insanlarla dolu olacaktı ülkemiz.
atatürk'ün planlattığı ideal türk köyü projelerinden biri
uğraşıyorlardı. düşünüyorlardı. atatürk ölene kadar, köyden kente göç yerine, köylerin kalkınması ve oradaki kalitenin arttırılmasını hedefliyorlardı.
insanı hayvandan ayıran fark, verilen eğitim ve öğretilen yaşam tarzı ile oluşur.
nasıl ormandaki köpek gördüğüne saldırıyor, eğitim verilmiş köpek nazik bir canlıya dönüşüp doğruyu-yanlışı ayırt ediyorsa, insanın da emin olun bundan farkı yoktur. tabiatı gereği insan diğer tüm canlılardan farksızdır.
avrupa bunun farkına vardı ve eğitimi genç yaşta buna uygun gerçekleştirdi. sadece matematik ve fizik öğretmediler. öğrettikleri şey görgü, adap, ticaret ve üretim kültürü, sosyal yaşam gerekleriydi. çevrelerine, birbirlerine zarar vermeyen, üreten, dürüst çalışan insanlar olmalarını sağladılar.
atatürk bunu gördü ve türkiye'de de aynı sistemde türk köyleri kurmak için çabaladı. buna köy enstitüleri ile başladılar.
köy enstitüleri kimsesizlerin kimsesiydi.
''dağ başlarında unutulmuş kızdınız, oğuldunuz. yazgısına küs topraklarda birer serçe kuşuydunuz.''
bir devrimin adıdır köy enstitüleri.
bir başarı hikayesinin destanlaştığı yerdir.
zeybektir, efedir, horondur.
öğrencilerin eğitimlerini bitirdikten sonra hizmet verecekleri bölgelere gelişimleri taşıyacak liderler olmaları isteniyordu. oldular da.
- yalın ayakları, yırtık mintanları ile geldiler.
- çalıştılar; duvar ördüler, taş yontup sırtlarıyla taşıdılar, harç kardılar, kerpiç döktüler, içinde yatacakları yatakhaneleri, eğitim-öğretim görecekleri dershaneleri, işlikleri, laboratuvarları, besihaneleri, kümesleri, kütüphaneleri yaptılar.
- sebze bahçesinde sebzeciliği, tarlada ziraati, besihanede sütçülüğü, tavuk çiftliğinde yumurtacılığı, dikiş dikmeyi, arıcılığı, bağcılığı, balıkçılığı öğrendiler.
- iş içinde iş için eğitim ilkesi benimsendi
- yaparak yaşayarak öğrendiler
- öğrenirken ürettiler
- eğitim, öğretimde akıl ve bilimin önemini kavradılar.
- tüm yararlı alışkanlıkları, davranışları kazandılar.
- yılda en az 25 dünya klasiği okuyarak aydınlandılar.
- şüpheciliği benimseyip, sorgulayıcı oldular.
- demokratik tavır ve davranış kazandılar
- öğretmen oldular.
- yine kendi yaptıkları tahta bavulları ile anadolu'nun dört bir tarafına dağıldılar.
- gittikleri köyün okulunu köylü ile birlikte yaptılar.
- lider oldular.
- güneş olup ışık verdiler,
köy enstitülerinde öğrencilerin haftada 44 saat ders görmeleri öngörülür.
dersler:
1-genel kültür
2-ziraat
3-teknik
olmak üzere 3 ayrı kategoride toplanır.
meslek dersleri de dahil olmak üzere genel kültür derslerinin 1/4'i tarım, 1/4'i de teknik derslerdir.
genel kültür dersleri:
-türkçe
-tarih
-coğrafya
-yurttaşlık bilgisi
-matematik
-fizik
-kimya
-tabiat ve okul sağlık bilgisi
-yabancı dil
-el yazısı
-resim iş
-beden eğitimi ve ulusal oyunlar
-müzik
-askerlik
-ev idaresi ve çocuk bakımı
-öğretmenlik bilgisi
2,3
- ziraat ve teknik dersleri
-toplumbilim
-iş eğitimi
-çocuk ve iş
-ruh bilimi
-iş eğitimi tarihi
-öğretim metodu ve tatbikat
-zirai işletmeler ekonomisi ve kooperatifçilik
-tarla ziraatı
-bahçe ziraatı
-fidancılık
-meyvecilik
-sebzecilik bilgisi
-sanayi bitkileri ziraatı
-zootekni
-kümes hayvanları bilgisi
-arıcılık
-ipekböcekçiliği
-balıkçılık ve su ürünleri bilgisi
-ziraat sanatları eğitimi
-köy demirciliği (nalbantlık, motorculuk)
-köy dülgerliği
-köy yapıcılığı (tuğlacılık, kiremitçilik, taşçılık, duvarcılık, sıvacılık, betonculuk)
-köy ve el sanatları (biçki-dikiş, nakış, örücülük, dokumacılık)
bu insanlar her şeyi yapabiliyordu. gittikleri yere ışık oluyorlardı. yıldız gibi patlayıp her biri başka yere dağılıp hayat götürüyorlardı. hem ahlak, hem doğru yaşam hem de yaşamını sürdürecek üretim modelini öğretiyorlardı.
atatürk bu ülkenin üzerinden bir kuyruklu yıldız gibi ışıltılı tozlarını serpe serpe geçti. ileriyi 100 sene önce görüp oturdu satır satır yazdı ve planlamalar yaptı, öğütler verdi. o ve yol arkadaşları gittikten sonra elitizmi modernliğe değiştiler ve başlayan saçmalık ülkeyi bu hale getirdi.
köy enstitülerini kapatarak başladılar ve halkla ayrışıp ülkeyi perişan ettiler. atatürk zamanında kurulan köy enstitülerinin kapatılması 1946'da milli eğitim bakanı olan reşat şemsettin sirer döneminde gerçekleşti. köy enstitülerine öğretmen yetiştiren, yüksek köy enstitüsü bölümü 27 kasım 1947'de, eğitmen kursları ise 28 haziran 1948'de chp döneminde kapatılmıştır. sizin yapacağınız işe türküreyim. halk cahil kalsın, ağalara isyan etmesin, kime derseler ona oy versin, kolay yönetelim diye cahil bıraktınız. al hepiniz ölüp gittiniz değdi mi?
köy enstitüleri her köye yürüme mesafesinde ya da köyün içindeydi ve bir köyün kendi içinde bir dünya olmasını sağlıyordu. köyde yaşayan herkese farklı meziyetler, sanatlar öğretiliyor, kendi dikişinde, müziğinde (köylüler keman çalıyordu oğlum!), resiminde, sağlığında, görgü kurallarında ve en önemlisi modern tarım konusunda eğitiyordu. kitap listeleri vardı. dünya klasikleri okuyorlardı artık pişti oynamak yerine kahvede ve bunu severek yapıyorlardı. o eski köy videolarında düzgün türkçe ile konuşan insanlar neden var sanıyorsunuz? o köylerde çakılan kıvılcımlar ordan oraya yayılıp ateş olacaktı ve türkiye çok farklı bir ülke olacaktı. sonra çıkar işte ezilmiş insanları arkasına alır biri, iktidara gelip ezip geçer hepsini. atatürk hepsini ön görmüştü.
oysa atatürk'ün öğütlediği gibi yaklaşıp halkı merkeze alsalardı, yaptığı planlara uygun yürüselerdi bugün türkiye tüm dünyanın vize alıp girmek için sıra beklediği, tarımda, endüstride, eğitimde lider, herkesin dinini, inancını, anlayışını, sosyal düşüncesini özgürce yaşadığı, istediğini giydiği, kadının tacize, tecavüze, baskıya uğramadığı, kültürlü, gelişmiş kafaları nedeniyle kimsenin kandırıp ezemediği insanlardan oluşan bir ülkeydi. herkesin harcayamayacağı kadar parası vardı ve ülkeden belli yerleri görüp gezmek dışında çıkmak bile istemiyorduk çünkü burdan güzel pek az ülke bulabiliyorduk.
türkiye dünyanın en güzel ülkesidir. türk insanı dünyanın en çalışkan ve sakin tabiatlı olmaya müsait insan ırklarından biridir. şu geldiğimiz halin yarısına gelen dünya halkları birbirini kesti, mezarlardan kadın çıkarıp tecavüz eder oldular. bu kadar kaliteli bir halkı 1940 larda salt cahil bırakıp yönetmek, sorgulamayan insanlar olsun ki rahat güdelim demek ihanet değil de nedir.
canım atatürk! senin düşüne düşüne sigaranı içip efkarlanmanı, erken gençliğimde gördüğün savaşlardan dolayı sanırdım. seni okudukca, anladıkca bugünlerimizi düşünür olduğunu idrak ettim.
görsel
okumak isteyenler için köy enstitülerinin kapatılması süreci
ben bir öğretmen çocuğuyum. annem sinop kız öğretmen okulu mezunu. artık 80 yaşına geldi. öğretmenleri köy enstitüsü çıkışlıydı ve hayatında gördüğü en rafine insan olduğundan bahseder. annemler de kendi bavullarını kendileri yapmış. şarkılar söyleyerek köy köy dolaşmış. annem senelerce hep öğretmeni, okulu olmayan köylere tayin istemiş. kadının adının bile olmadığı yerlerde, tüm köydeki kadın isimlerinin 2-3 farklı varyasyondan oluştuğu (köydeki on kadının 5 inin adının satı, durdu falan olduğunu düşünün) coğrafyalarda gitmiş ve 18 yaşında gencecik haliyle ağaları ikna edip okullar kurdurmuş, o karanlık evlerde kocalara inek karşılığı satılan kız çocuklarını okutmuş. köyde düzen oturunca farklı bir köye geçmiş, sonra farklı bir köye, farklı bir köye.. köy enstitüsü çıkışlı olmayan ama o öğretmenlere temas etmiş bir öğretmenin bile bu kalitede olduğunu gördüğümüzde acaba o insanlar nasıldılar diye düşünmeden edemiyorum. acaba sistem devam etseydi bugün ne olurduk?
annemin ağzından aldığım yanıt;
"ahhhh köy enstitüleri devam etseydi , türkiye dünyanın en gelişmiş ulkesi olurdu şimdi. öğretmen okullari da öyleydi ama onları da liseye döndürdüler. biz de saç kesmeyi, iğne yapmayı, doğum yaptırmayı, elbise ve şalvar biçip dikmeyi biliyorduk. gittiğimiz her köy kalkınıyordu. bildiklerimizi öğretiyorduk. önce çok kötü davranıyor, sonra da bizim köyde işimiz bitip ordan ayrılırken hepsi üzüntüden hüngür hüngür ağlıyorlardı. yok onlari da kaldirdilar, lise muadili bir okul yaptılar, reziller. köylünün iğnelerini ben yapıyordum, saçlarını kesiyordum, şalvarlarını biçip ellerine veriyordum. doğumlarına gidiyordum. bebekler hep sağ kalıyordu."
annemin bana serpilen ışığı bile beni iyi kalpli, etik değerlere bağlı, aydın biri yaptı. demek ne kadar önemli ve nesilden nesile geçecek bir şeymiş aydınlık. -
tek gecelik ilişki teklifini reddeden erkek
götürecekleri getireceklerinden fazladır. insan zihni ve bilinç dışı zararı sizin sandığınızdan ve gördüğünüzden fazladır. bu yüzden "bilinç dışı" denir. porno izlemek ve kötü arkadaşlıklar da aynı etkiyi verir. kendinize saygınız kalmaz. ayrıca cinsel hastalık kaparsınız. türkiye başta hiv olmak üzere bir çok hastalığın en fazla görüldüğü ülkelerden biri oldu.
salt yalnız kalmamak için birilerini aramayın.
güzel bir sözle bitiriyorum;
if you are lonely when you're alone, you are in bad company.
jean-paul sartre -
birçok insanın tokyo'yu göremeden ölecek olması
bütçelendirebilirseniz internetten araştırıp seyahatinizi genişletebilirsiniz. tokyo'da hiçbir şey yok. boşuna gitmeyin.
tokyo amerika'nın kapitalizm pompalayarak aklını yaktığı japon gençliğinin yaşadığı oranın istanbulu. illa görecekseniz bullet train ile gidip görün ancak söyleyeceklerim var;
tokyo'dan önce osaka, wakayama (koyasan), kyoto, nara, kobe, kagoshima, nagoya görülmelidir.
dünya'da gezilip görülecek çok yer var. sizi temin ederim bunların bir çoğu pazarlama ve reklam ile şişirilmiş, gittiğinizde büyük hayal kırıklığı yaratan yerlerdir. ancak japonya 400 sene kadar dış dünyaya kapalı kaldığı için çok farklı bir yerdir. diğer ülkelerin üstünde uçan bir ejderhadır. imkanı olanların mutlaka gitmesi gerekir.
seyahatten önce japonya tarihi adlı kitabı da okumayı ihmal etmeyin yoksa selfie çeke çeke avanak gibi gezersiniz. başka da bir şey anlamazsınız.
eğer ilginiz varsa gündelik yaşamda zen adlı kitap ve birkaç alternatifini de okursanız faydanıza olur.
boyu 185'den uzun olan bireylerin bir şekilde para denkleyip ekonomi yerine business uçmasını önermek gerekir zira çok uzun bir yolculuktur. havalimanından akbil alın. mavi makineyi kullanın. yeşil olanla işiniz yok. kendiniz beceremeyeceksiniz. güvenlikten yardım isteyin.
özellikle osaka havalimanından öncelikle wakayama'ya gidip gece bir otelde kalın (genelde japonya inişleri akşamdır.) sabah yola çıkıp budizmin japonya'ya girdiği kasaba olan koyasan'a gidin. bir tapınakta kalın. ormandan yürüyüp bir kez gündüz bir kez de gece altın fener tapınağına gidin.
nara'da geyiklerle gezinin, derinlerine gidin. tren garının önündeki marketten yanınıza mutlaka 5-6 paket bisküvi alın. size sürekli bisküvi soracaklar. naranın girişinde geyik görmeye başlayacaksınız. onlar opportunist geyikler. ilk kez bir geyikle yakın olmanın büyüsü geçtikten sonra hiç beklemeden ilerleyin ve ormanın derinliklerine gidin. orada çok güzel şeyler yaşayacaksınız. sonsuz güvenlidir korkmayın. ancak erkek geyiklerle aranıza mesafe koyun. şehrin girişinde dilenen zen rahipleri göreceksiniz. parasız değiller, tevazuyu öğreniyorlar. bir çoğu çok çok varlıklı iş adamları ya da onların çocukları olabilir. hayat yolculuklarında artık zen pratik edecek aşamaya gelmiş olabilirler. bunun bilincinde olarak bir parça demir para koyun kaselerine ve selam vererek yolunuza devam edin.
kyoto'da okculuk ve kendo okuluna gidin, köşede oturup izleyin. japonya'da arsızlık, çıkıntılık yapmayın, yüksek sesle konuşmayın, bağırarak gülmeyin, video kaydetmek için telefon çıkarıp insanları kaydetmeyin. çok terslenirsiniz, tadınız kaçar.
hep bir sırt çantanız olsun. asla valizle japonyaya seyahat etmeyin. çok büyük bir sırt çantası alın.
çamaşırlar hariç çok fazla eşya almayın, her şey var. kıyafetlerinizi kahverengi ve gri tonlarında seçin. makyaj yapmayın.
temel teşekkür, selamlamaları öğrenin, temel japon görgü kurallarına aşina olun.
mümkünse sakal traşı olun.
japon insanlarına karşı kibar olun, metrolarda yemek yemeyin, gerekmediği sürece fiziksel temas ve göz teması kurmayın zira göz teması orada diyalog başlatmak için kurulur. elinizi uzatmayın, kafa selamı verin. gittiğiniz yerlere uyum sağlarsanız tadını çıkarırsınız. aykırı olursanız gerçek halini göremezsiniz.
ayrışırsanız size has turist gibi davranırlar. eğer uyumlu olursanız yerel japonya'da kabul görürsünüz.
gittiğiniz yerde kendiniz olmak yapabileceğiniz en büyük hatadır. siz turistsiniz. uyum sağlarsanız tadını çıkarırsınız.
hiçbir yerde 1 günden fazla kalmayın. sürekli kendinizden kendinize sefer eyleyin.
otellerde çok lükse kaçmanıza gerek yoktur. japonlar çok temiz insanlardır. otelleri de odaları da tertemizdir.
nara için: guest house ıki ya da herhangi bir otel olabilir. tercihen nara'da kalmayı da pek önermem zira geyikleri görüp birkaç saat geçirmeniz yeterlidir.
osaka için: osaka ebisu hotel
wakayama için: hotel city inn wakayama wakayama-ekimae
koyasan için: sekishoin tapınağı (çok sessiz olun, sabah bahçesindeki zen havuzunun kenarında çay için ve yaşadığınız tüm kötü şeyleri önce düşünün ve sonra unutun. oldu ve artık geride kaldı. yeni günler önünüzde. her sabah yeni bir başlangıçtır. bunu o sabah oraya gelip size şarkılar söyleyecek mavi kuşlar hatırlatacak.)
yukawa 955-1, nachikatsuura'da bulunan hotel nagisaya, wakayama'dan trenle ulaşabileceğiniz bir onsen'dir. onsen otelleri kaplıcadır ve burada arınacaksınız.
bütçelendirebilirseniz internetten araştırıp seyahatinizi genişletebilirsiniz. tokyo'da hiçbir şey yok. boşuna gitmeyin. tokyo amerika'nın kapitalizm pompalayarak aklını yaktığı japon gençliğinin yaşadığı oranın istanbulu.