inninaro6
profili

  • cinlerin avrupalı insanlara musallat olmama nedeni

    farkındaysan gavura şeytanın ta kendisi boss char bizzat musallat olurken bize o alemin sinek sikletli cinleri denk geliyor. şimdi 2-metrelik bir nordik çam yarması ile ters ayak kuru göt bir ortadoğu cini baş edebilir mi? çeyrek porsiyon bir şeydir. bi koysa amele sümüğü gibi yere yapıştırır.

    diğer taraftan bakıyorsun diablo'ya boynuzu kuyruğu toynakları var. kimisinin de gayet seksi memeleri var. yoklukta var bi gideri. şimdi bu toynaklı kuyruklu şeyin orta anadolu kırsalında öyle nazlı ceylan gibi gezindiğini bir hayal etsene. bunu yabani dağ keçisi sanıp toplu tecavüz ederlerdi. o hengamede çarpabileceği belki birkaç kişi, ama yiyeceği yarrağın haddi hesabı olmazdı. şeytanın çarpması da öyle hızlı bir proses değil kardeşlerim. filmlerden biliyoruz; önce vesvese vereceksin, tuhaf tıkırtı sesler, sonra camın önünde belireceksin falan. sonra soğuk rüzgar yapıp kapıyı pencereyi çarpacak, şarterle oynayacak ışıkları yakıp yakıp söndüreceksin ohoo o sürede bütün köylü toplaşır üstünden geçer. şeytan da olsa onun da bir gururu, iş etiği var. böyle böyle doğal seçilimle cinler ve şeytanlar kendi aralarında bölge paylaşımı yaptılar bence.

  • göğüs çatalına bakmayacak olgunluğa erişmek

    michael shermer çok güzel bir söz etmişti; "human is a pattern seeking animal"

    bebekler doğduktan sonra daha hiçbir hayat tecrübeleri yokken yüz tanıma algoritmasına sahipler. etrafına baktıklarında visual korteksleri birincil öncelikle "insan yüzü" arar ve ona fokuslanırlar. gülen bir yüzle asık bir suratı doğuştan ayırt edebiliyorlar. keza yüzdeki yaralar, asimetri gibi deformasyonlar tehdit olarak algılanır. bişiler bişiler, bu konuyu uzatmıyorum.

    memeler hem erkek hem dişi için önemli bir visual patern. etrafınıza bakınıp dururken görsel korteksiniz hayati anahtar-kilit paternler öncelikli olmak üzere sürekli tarama yapar. bazı kritik visual paternler için match/uyum kriterleri algoritmanın erken safhasında daha aktif bilincin haberi bile yokken fark edilebilir. savanada çalılar arasında yürürken pusuya yatmış avcı bir kedi ile çalıyı ayırt edebiliyorsun bu sayede. daha aktif bilincinizin haberi bile yokken visual cortex alarm üretebilir. misal mutfak tegahınızı ele alalım. tezgahın üstünde bir sürü ıvır zıvır poşet olsun. o görsel kirlilikte misal çakmağınızı arıyorsunuz. çakmak gözünüzün önünde olmasına rağmen bir türlü bulamıyorsunuz. oraya buraya bakıyorsunuz, çakmağın görüntüsü görsel korteksinize defalarca düşüyor olmasına rağmen nedense fark edemiyorsunuz. benzer şeyleri tecrübe etmişinizdir uzatmıyorum. aynı örneği çakmak yerine aynı yerde aynı pixel kısmı görünecek şekilde bir yılan olduğunu farz edin. yılan poşetler arasında gizleniyor olsun, ama sadece çakmak yüzeyi kadar kısmı görünüyor olsun. visual cortex'iniz bunu anında fark eder. algoritmanın daha çok erken bir safhasında "sürüngen doku eşleşmesi" yakalar. bütün görsel alanın taranması, üst algoritmaların işlenmesi bile beklenmeden kısa devre hat üstünden alarm sinyali üretir ve refleksle geri fırlarsınız. arka planda tonlarca hayati işlem olur, ama aktif bilincinizin haberi bile olmaz.

    gelgelelim memelere. bir erkeğin güzel bir memeye bakmamak için sarf ettiği eforu hayal edemezsiniz swh. oluyor hayatın olağan akışı içinde, mağaramızdan çıkıyor ve önümüze bir çift çok güzel meme düşüyor. er kişi dağa daşa her yere bakıyor, ama o memeye bakmıyor. ama aklı fikri orada. bunu da hemen seksüel hayvanlığa yormayın. arka planda korteksler arasında binlerce nöron ateşleniyor ve diyor ki "olm bak şu memelere" medeniyet vs ile kategorize etmeyin. bu ilkel primitif bir sürücü. ha meme deryasında yaşıyorsan algoritma doyuma ulaşır olay normalize olur. misal plajda yüzlerce çıplak meme varken dönüp bakmazsın bile. yeri gelir tamamen çıplak meme dikkatini çekmez, ama bulmaca çözmeye meraklı algoritma gider bir dekolteye kilitlenip auto-fill yapmakla uğraşır swh. enteresan şeyler bunlar.

  • berbat bir his tarifi

    her yıl tam bu zamanlar memleketime tatile gidiyorum. eskiden yola çıkmadan önce üstümde şaşkın bir heyecan olurdu. eşyaları aşağıya indirir, bagajı yerleştirirsin. en üstte de bütün bagajı kaplayan paletlerin durur. yoldaşım. onun masmavi rengini gördüğümde bile çocuk gibi heyecanlanıyorum. tam bagajı kapayacağım derken geçmiş yıllar aklına gelir, o an fark edersin ki bütün heyecan buraya kadarmış. duraksar, bagajı kapamazsın. gider çardağa oturur bir sigara yakarsın. bilirsin ki onu kapadığında bu tatil heyecanının yarısı bitecek. bilirsin ki bundan sonrasında zaman o kadar hızlı akıp geçecek, sanki birkaç saniye geçmiş gibi yine aynı kareye döneceksin.

    bazen birkaç hafta bazen de aylarca kalırım. en son 3.5 ay kalmıştım. o kadar hızlıca alışıyorsun ki anne yemekleri, anne konforuna. tatilci ruh hali. kendi topraklarında olmanın huzuru. sanki hiç ayrılmamışsın gibi. üniversiteye başladığımda şehrinden temelli ayrılırken otobüse bindiğimde hissettiğim o kopuş duygusunun acısını bir çocuk gibi, geçen onca yıllara rağmen bugün de taptaze hissediyorum. o kadar hızlı alışıyorsun ki yıllar öncesi ekosistemine. tıpkı yıllar öncesi gibi çocukluğunun geçtiği sahillerde kertenkele gibi yanar, yaylalarda bulutların sis kümelerinin üstünde gezinirsin. sen yokken zaman ne kadar çok şeyi değiştirmiştir. her geçen yılla daha bir tanınamaz hale gelir. bir tek denizim hiç değişmeden kaldı. çocukluğunun geçtiği mahalleye gider, eskiden kısa pantolonla koşturduğun çimlerin oyun alanlarının üstünde yükselen beton ormanını görürsün. oysa eskiden ufka kadar yemyeşil, türlü meyve ağaçları, küçük küçük bostanlar, tek tük evler. hendeklerin olduğu yerleri hayal etmeye çalışırsın. günbatımı manzarası, ufuk denizin üstü kıpkırmızı olurdu. güneş battıktan sonra ağustos böceklerinin senfonisi yok mu. gece uyurken kafanı yastığa koyduğunda açıkta geçen gemilerin rotor sesi ninni gibi gelirdi uzaklardan. küçük küçük bostanlarda ekilen mısır yaprakları kuruduğunda meltemle birbirine sürterken ne güzel sesler çıkarırdı. tıpkı yaylı çalgılar gibi. hafif meltemin ritmiyle sesler dalga dalga yükselir alçalırken, çocuk kafanın tertemiz duyguları ve koşturmacayla geçen günün it gibi yorgunluğuyla huzurla uykuya dalardın. belki de özlediğimiz çocuk kafasındaki o küçük saf dünyamız. büyüdük. kötülüklerle tanıştık. kirlendik, kirlettik dünyayı. çocukken aynaya baktığında gördüğün şey ile aynı değilsin. yüzünde sadece senin görebildiğin sanki savaştan çıkmış bir kedi gibi derin yaralar, ya sırtındakilere ne demeli.

    tatil masalı aylar sürse bile zaman öyle hızlı geçiyor ki bir anda dönüş yolunda buluyorsun kendini. karanlıkta 1250 kilometre yol boyunca şerit izliyorsun. sağında solunda akan ışıklar, hiç tanık olamayacağın hikayeler. girdiğin her tesiste, aldığın her virajda, her benzincide bir anın vardır. tatlı acı yüzlerce flaşbek yaşarsın. kimileri ta tıfıl öğrencilik zamanlarından. insan hafızası çok tuhaf, tıpkı hafıza-koku ilişkisinde olduğu gibi lokal uyarıcılarla aktive olabiliyorlar. bir insan 10 yıl önce bir benzincide yaşadığı sıradan dakikaları kare kare nasıl hatırlayabilir? böyle bir şey nasıl mümkün olabiliyor? aynı şeyi yabancı havalimanlarında da yaşıyorum. gecenin bir yarısı binlerce kilometre uzakta bir şehre iniyorsun. terminalden çıktığın an 15 yıl öncesine teleport oluyorsun. o zamanki kendini, küçük dünyana anlam veren heyecanlarını aynı yoğunlukta hatırlıyorsun. sanki gerçekten o ana gitmiş gibi.

    sonra yol bitiyor, sabahın ilk ışıkları düşmeden şehre giriyorsun. bütün şeytanlar uyuyordur. şehrin en az kirli olduğu saatler. başka türlü bu dönüşe tahammül edemem. gün ortası şehir halini görsem gerisin geri dönerim sanırım. kaldıramam o duyguyu.

    yol biter ve bir anda birinci paragrafta bahsettiğim avluda bulursun kendini. güneş daha doğmamıştır. aynı çardakta aynı açık bagaj kapağını izlerken bir sigara yakarsın. sanki her şey üç saniye geçmiş gibiydi diye düşünürsün. eve çıkmak istemezsin. bilirisin ki kapıyı açtığında evdeki her şey sanki zaman durmuş gibi aylar önce bıraktığın gibidir. son içtiğin sigaranın izmariti kül tablasında 3.5 ay boyunca kımıldamadan durmuş, son içtiğin çay bardağı masanın aynı yerinde beklemektedir. bardağın dibinde kalan çay tortusu kurumuş, sarı yeşil cılız mantar iplikcikleri oluşmuştur. bunu gördüğüne sevinirsin. sen yokken burada zaman durmamış aslında. ilk iş mutfağa geçer annenin senin için binbir özenle hazırladığı şeyleri dolaba dondurucuya yerleştirirsin. annenin elinin değdiği şeylere dokunmaya kıyamazsın. uçlarını düğümlediği poşetleri açarken boğazın düğümlenir, oturup çocuk gibi ağlamamak için zor tutarsın kendini.

    ...

    her tatil dönüşü evinin avlusuna geldiğinde şu hisler geçer içinden;

    "kirli şehir, çocuk ruhumun katili. seni çok seviyorum. senden nefret ediyorum."

  • ben kemal geliyorum

    bugünkü grup toplantısında tdk'ya çetemetre gibi yeni bir sözcük kazandırdı. ankara'nın göbeğine devasa bir dijital pano dikip, çetelerden tahsil edilen paranın güncel halini her gün bu panodan görebileceğiz.

  • 6 mayıs 2021 para politikası kurulu toplantısı

    yeni şafak'ta yazarken oturduğun yerden naci ağbal'a sallamak güzeldi. aha yetki elinde. faiz düşürerek kur ve enflasyon nasıl düşürülür yedi düvele göster yiğidim. hadi göreyim seni.

  • cüneyt özdemir

    koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derlermiş. şanssız kuşaksınız olm. siz gazeteci görmediniz, bir uğur mumcu tanımadınız.

    elinde selfie çubuğu amerikan sokaklarında mahallenin delisi gibi kıkırdaya kıkırdaya gezip binlerce mil öteden bile iktidar götü yalayan adama gazeteci diyorsunuz.

    size her şey müstehak.