kılıçdaroğlu'nun kaybetmek için nedeni yokken erdoğan'ın da kazanmak için pek bir şansının olmadığı seçimdir.
birincisi millet ittifakı ilk kez bir seçimde iktidarın söylemlerine cevap verme gereği duymuyor. çok fazla uğraşıldı, seccade, ayasofya, iha, siha, pkk vs gibi konularla ama ilk kez bu seçimde millet ittifakı bu spekülasyonlara yanıt vermeyerek kendi gündemlerini direttiler. hemen hemen bütün mitinglerini izlemiş biri olarak da halk nezdinde ciddi bir karşılık bulmuş durumdalar. kayseri ve kastamonu gibi iki şehirde bu kadar kalabalık toplamak hele ki yağan o felaket yağmura rağmen muazzam bir başarıydı. hatırlatayım kayseri'de %70 - %18 iken kastamonu'da da oran yine %70'e %19'du 2018 seçimlerinde.
cumhur ittifakı birkaç sebeple çok samimi gelmiyor ve kararsız kalmış seçmen nezdinde de mantıksal sınamaya tabi tutulunca bir sonraki aşamaya geçilemiyor. bir kere erdoğan artık vaat veremez. böylesine kudretli bir durumdayken, meclisin konularında bile bir kararname ile uluslararası antlaşmalardan çıkabilirken yapacaklarını seçim sonrasına bırakmak pek samimi bir davranış değil. ikinci konu ise sahada artık erdoğan'dan başka hiçbir siyasetçinin kalmaması. erdoğan'ın kendi tercihi hastalığı da göz önüne alındığında şu anda kendisine zarar veriyor. fuat oktay gibi isimlerin halkta herhangi bir karşılığı yok. süleyman soylu gibi isimleri ise fazla sivri dilliler ve özellikle soylu nedense kafayı birkaç haftadır lgbti konularına takmış durumda. halkın gerçek gündemini ağzına almaktan imtina edip özel sektör girişimlerini henüz gerçekleşmemiş bile olsa pazarlamak son kozları. varank günlerdir kılıçdaroğlu'nu taşıyan özel uçağın kirasından bahsederken kendi ayaklarına sıktığının sanırım farkında değil. üçüncü ve gündemi aslında baştan yazan gelişme ise 6 şubat depremi sonrası devletin ciddi oranda zafiyet göstermesi. resmi olarak 50 bin yaşamın yitirildiği bu depremde hiç kimse sorumluluk duyup istifa etmezken bu bölgelerde yani 11 ilde yaşayan insanların büyük bir kısmı "yaşanabilecek" normal bir hayata girebilmiş değiller. insan refleksi gereği ardında birçok kayıp yaşayan bu insanlar yaşama tutunmaya çalışıyorlar ancak devletin sağlam kuruluşları bu insanların yanında değiller. bir iki il dışında adeta cumhur ittifakının kalesi olan bu kentlerdeki seçmen tercihleri de o büyük asimetriyi simetriye doğru kaydırmış durumda.
büyük şehirlere geldiğimizde de 2018'de muharrem ince'nin gösterdiği performansa bir göz atmakta fayda var. sanılanın aksine chp'nin kalesinde olan yerlerde bile erdoğan'ın oyları gayet yüksekti. sırasıyla erdoğan istanbul, ankara ve izmir'de %50, %51 ve %33 oy alırken ince aynı şehirlerde %37, %36 ve %54 oy alabilmişti. hdp'nin adayı selahattin demirtaş ise bu kentlerde %7, %2 ve %6 oy almıştı. elbette şimdi millet ittifakının üyeleri olan meral akşener ve karamollaoğlu'nun oylarının toplamı da ortalama %6'nın üzerindeydi bu üç kentte. sadece bu şehirlere bakıldığında kılıçdaroğlu'nun 2018 ince+demirtaş+akşener+karamollaoğlu oyundan daha fazla alacağı aşikâr. daha doğru bir ifadeyle erdoğan bu şehirlerde 2018 yılında aldığı oyları alamayacak. özellikle istanbul ve izmir'de büyük oy kayıpları nüfusun büyüklüğü de göz önüne alındığında toplam oyun %50+1'ini alması gereken erdoğan'ı çok zorlayacaktır.
son yapılan anketlerde de diğer başat şehirlerde yani bursa ve kocaeli gibi yine erdoğan'ın %55'in üzerinde oy aldığı şehirlerde de oylarda böylesine bir asimetri görmeyeceğiz. hatta daha iddialı bir ifadeyle erdoğan bu seçimde konya, kayseri ve sakarya gibi kendisine %70'in üzerinde destek veren şehirlerde %60'ı bulamayacak. bunlar telafisi pek mümkün olmayan büyük kayıplar. güneydoğu anadolu şehirlerimizde 2018 yılında esamesi okunmayan ince, akşener ve karamollaoğlu yerine de o seçimde diyarbakır'da %64 oy alan demirtaş da göz önüne alınırsa kılıçdaroğlu'nun bu kalabalık şehirden ve diğer şehirlerden de ezici bir çoğunlukla birinci çıkacağını da görmek gerekir. şanlıurfa haricindeki şehirlerde kılıçdaroğlu'nun çok yüksek oy oranları yakalacağını söylemek güç olmaz.
erdoğan'ın bu seçimi "normal" yollardan kazanması için 62 milyon seçmenin yarısının oyunu alması gerekiyor. 2018'de erdoğan 26 milyon oy almıştı. şimdi 31 milyondan fazla oy alması gerekiyor. bu seçimde oy vermiş yaşlı vatandaşın bir kısmının hayatını kaybettiği ve yeni seçmenlerin de eklendiği göz önüne alındığında erdoğan'ın "normal" yollardan bu seçimi kazanması im-kan-sız.
hüdapar'ın son açıklamalarına bakarsanız, bakanların istifa etmeden mitinglerde boy göstermesine ve biber gazı alımlarına dikkat ederseniz cumhur ittifakı ilk seçim sonrası bir kaos ortamına ihtiyaç duyuyor sonucuna varırsınız. küçük farklarla bile seçimi kaybetseler tıpkı ukrayna ve gürcistan'da olanlar gibi bir iç savaşı göze alacakları aşikârdır. en temel vatandaşlık görevi ve demokrasinin temel hakkı olan oy verme hakkının korunması için vatandaşın da vicdanıyla, vatandaşlık bilinci ve sorumluluk duygusuyla sandıklarda görev alması elzemdir.
biliyoruz ki bu seçimi cumhur ittifakı kazanırsa bir daha seçim olmayacak. normal ülkelerde bir prosedürden ibaret olan böyle bir seçim ne yazık ki 100 yıllık cumhuriyetimizde bir hayat meselesi haline gelmişse bunda tek sorumlu erdoğan da olamaz. vatandaş olarak da çok şeyi umursamadık. o sarı ineği vermeyecektik....
şimdi sıra çocuklarımızda. hiç olmazsa bulduğumuz gibi bir ülke bırakalım onlara.
kalın sağlıcakla.
barissia13 profili
-
14 mayıs 2023 genel seçimleri
-
23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı
nasıl değerli bir bayram olduğu yıldan yıla unutturulan, umursanmayan bir bayram haline geldi.
tarihte bilinen ilk türk devleti asya hun devletiyle beraber yirmiden fazla devlet kurduk. hepsinde de bir türk geleneği olarak meclis ve türevleri vardı. ancak bu meclisteki üyeler hükümdar tarafından seçilen insanlardan oluşuyordu. ankara savaşından sonra ise devlet bu yönetici sınıfını daha çok devşirmelerden seçmeye başladı. fatih zamanı daha da hızlanan bu tercih yıllar içerisinde hemen hemen tüm yönetici sınıfın türk unsuru dışındaki milletler tarafından oluşmasına da zemin hazırladı. fransız ihtilalinin en önemli çıkarımı ise ulus devletlerin varlığıydı. artık imparatorluklar çağı geride kalıyor ve hakim milletlerin oluşturduğu ve kurucu halktan adlarını alan bu devletler dünya tarihine merhaba diyordu. buna en fazla direnen üç imparatorluk ise birinci dünya savaşının sonunda yıkıldı. hatta rusya çarlığı daha 1917'de savaş bitmeden yıkılmıştı. avusturma-macaristan imparatorluğu bölünmüş, osmanlı devleti ise kendisine dayatılan ağır antlaşmalarla varlığını bir süre daha devam ettirmek niyetindeydi. osmanlı devlet yönetimindeki azınlıklar da balkan ve birinci dünya savaşı sonrasında tabii oldukları devletlerin tarafına geçmişlerdi. elde kalan milliyetçiler ise ankara'ya kaçıp milli meclisin kurulmasında önemli rol oynamışlardı.
işte mustafa kemal'in benzersiz eseri meclis değişen dünya konjonktürünün etkisi ve büyük gayretlerle böylesine zor şartlar altında kuruldu. tüm dünya türkleri bir iç anadolu ülkesi haline getiren antlaşmadan son derece memnundu. hatta padişah bile. ancak milli meclis ve onun kahraman ordusu batının bu huzurunu çabuk kaçırdı. binlerce şehit kanıyla sulanan vatan toprağı yıldırım savaşının ilk örneklerini icra ederek anadoluyu 9 günde düşman işgalinden temizlemeyi başardı. ama itilaf devletlerinin küstahlıkları henüz bitmemişti. lozan'a bile iki hükümeti yani ankara ve istanbul hükümetlerini aynı anda çağırmak gafletini gösterdiler. bu bardağı taşıran son damla olacaktı. uzun tartışmalardan sonra mustafa kemal masaya yumruğunu vuracak ve şöyle diyecekti.
--- spoiler ---
egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. osmanoğulları, zorla türk milleti'nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. şimdi de, türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. bu bir olupbittidir. söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. bu, mutlaka olacaktır. burada toplananlar, meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.
--- spoiler ---
bu şekilde saltanat kaldırılmış ve 2000 yıllık türk hakan geleneği yerini cumhuriyete bırakmıştır. dünyada o sırada herkes askercilik oynarken, asker olmayan devlet adamları bile kendilerine türlü türlü üniforma tasarlarken mareşal mustafa kemal atatürk sade asker üniformasını çıkarmış, bıyığını kesmiş, sayısız devrim yaparak türkiye cumhuriyeri'ni modern, müstakil ve bağımsız bir devlet haline getirmişti. hitler, mussolini, statlin ve hatta churchill devletlerinin geleceğini ihtişamlı ordularına ve gelişmiş silahlarına emanet ederken, atatürk'ün emanet ettiği çocuklar ve gençlerdi. yıllardır yazdığı nutuk adlı eserini gençliğe hitabe ile başlarken ve bitirirken şöyle diyecekti.
--- spoiler ---
ey türk gençliği! birinci vazifen; türk istiklalini, türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
.
.
.
ey türk istikbalinin evladı! işte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
--- spoiler ---
benim babam köy öğretmeniydi. ilk öğretmenim de kendisiydi. birleştirilmiş sınıflarda ben okula başladım. okuma yazmayı henüz öğrenmiştik. 23 nisan'ın çocuk bayramı olduğunu daha okulun ilk günlerinde bize söylemişti. köyümüzde bırakın bakkalı fırın bile yoktu ve annem ekmeği evde kendi yapıyordu. aylar öncesinden herkese babam görevler vermiş, piyesler çalışılmış, maniler ve şiirler ezberlenmişti. yeni okuma yazma öğrenen birinci sınıflar ise birer konuşma yapacaklardı. 37 kişilik sınıfın gösterisini izlemeye tüm köy halkı da davet edildi. babam bir hafta kala şehre gidip maaşıyla her bir öğrenci için ikişer adet oyuncak alıp geri dönmüştü. saatler süren bu kutlamalar bitince her bir öğrenci çekilişe katılıp oyuncakları ve anne babalarıyla evlerine döndüğünde babamın gözleri ışıl ışıldı. elbette biz çocukların da. bir felaket olsa ve haritadan silinse kimsenin haberi olmayacak bu 100 haneli köyde bayram tüm coşkusu ve gururuyla bundan 32 sene evvet böyle kutlandı.
görsel
geçen hafta ise okullar tatile girerken bizim çocukların okulundan bir mesaj geldi. pazar gününe denk gelen 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı 29 nisanda kutlanacaktı ve herkesten kırmızı beyaz kıyafet alınması istenmişti. siz istediğiniz kadar kırmızı alt beyaz üst alın çocuklarınıza bu bayramı sevdiremezseniz biz hiçbir şeyi başaramayız. zaten yıllardır bu ülkeyi sevmemek için her şey yapıldı. gidenler neden gidiyorlar sizce? onlara sevecek ve gurur duyacak hiçbir şey bırakmadık. bizim için böylesine değerli bir bayramı gasp etmeden önce önemsemiyoruz.
iki şeyi doğru anlamak ve anlatmak lazım artık. 23 nisan 1920 ile birlikte değişen tam olarak şuydu. bu zamana kadar bir sülalenin önderliğinde genellikle babadan oğula geçen bir saltanat ve onun dar, halk tarafından seçilemeyen ve ulaşılamayan bir azınlık tarafından yönetilen devletin kulları artık yöneticileri kendi seçiyor, maaşlarını bu yöneticilere kendisi veriyordu. yönetilenler seçimle değiştirilebildiği gibi, eleştirilebiliyor, denetlenebiliyordu. yönetici seçkin sınıf artık halkın memuruna dönüşüyordu. dünyanın bu aşamaya gelmek için oluk oluk kan akıttığı süreci biz en az kayıpla ve en az kanla hatta kansız bir şekilde atlattık. demokrasi ise cumhuriyetin çileği olmuştu. elbette demokratik cumhuriyetimiz kusursuz değil. ancak o kadar güçlü ki bu kadar saldırıya ve dezenformasyona rağmen hâlâ dimdik ayakta. işte bunu iyi anlatmak lazım.
ikincisi ise ulusal egemenlik ile çocuk bu bayramda bir araya getirildi. çünkü artık türk çocuğu vatanı için sadece kanına ihtiyaç duyulan bir varlık değildi. o bu ülkenin ve devletin en değerli hazinesiydi. eşi benzeri olmayan tek çocuk bayramı da türk çocuklarına nasip oldu.
çok sevdiğim ve babamın köyünde atatürk büstünün önünde yazan sözle yazımı bitireyim.
--- spoiler ---
çocuklarımız geleceğin mayasıdır. onları sevip öyle yetiştirelim.
m. kemal atatürk.
--- spoiler ---
tüm çocukların ve ulusumuzun bu eşsiz bayramı kutlu olsun.
kalın sağlıcakla. -
wout weghorst
attığı golden sonra taraftarla olan iletişimi çok güzeldi. armayı gösterip eliyle kalp işareti yapması, taraftara olan sevgisini ve saygısını gösterdikten sonra armayı öpmesi, son bir alkış. tüm bunları yaparken yalnız başına olması ve ilk yarının son düdüğü.
çok epikti. teşekkürler.
gidiyor diye yorumlayanlar çok. çarşısı pazar olsun. elinden geleni yaptı, şimdiye kadar takımı için savaştı. belki de sahada en çok kazanmak isteyen hep bu hollandalı oldu. kalırsa seviniriz, giderse o'nun adına seviniriz. hayat böyle bir şey değil mi? -
21 şubat 2022 putin'in ulusa sesleniş konuşması
putin ukrayna'nın tabutuna son çiviyi çaktı. tipik bir genişleme hamlesi yaparak hitler'in yaptığının aynısını yaptı. ayrılıkçı iki bölgenin bağımsızlığını tanıdı. ukrayna buna karşı çıksa sıcak savaş onu tamamen mahvedecek. karşı çıkmasa bir süre sonra bu iki bölge rusya'ya katılma kararı alacak.
putin baştan sona haksız değildi elbette. tarihin ilk rus devleti kiev'de kurulan rus knezliğiydi. buradan ve ortodoksluk sayesinde rus çarlığı doğmuştu. fransız ihtilali neticesinde milliyetçilik akımları ise halkların kendi kaderini belirleme sosuyla bir süre dizginlendi. almanlar barbarossa harekatıyla sovyetlere ukrayna'yı ezerek başlamışlardı. ukraynalılar ise bu işgalci devleti başlangıçta kurtarıcı olarak karşılamış ama sapkın nazi doktrini alt ırk olarak gördüğü bu halkı katletmişti. stalin ise nazilerle işbirliği yapan bu halkı savaştan önce olduğu gibi acımasızca cezalandırmaktan geri durmamıştı. sovyetler dağılırken de bu batıya açılan uçsuz bucaksız verimli topraklar yeni bağımsız bir cumhuriyet olarak büyük bir rus hoşgörüsü ile kuruldu. borçların rusya federasyonu tarafından ödenmesi buna örnekti. soğuk savaşın kaybedilip polonya'nın batı bloğuna geçmesiyle ukrayna en önemli tampon bölge olmuştu. sovyetler dağılırken ise ruslar özellikle kafkasya ve doğu avrupa'da azınlıkları bazı bölgelerde çoğunluk olarak serpiştirmeyi ihmal etmemişlerdi. ermenileri azerbaycan'a, azerileri ermenistan'a, osetleri gürcistan'a ve elbette rusları da kazakistan ve ukrayna'ya iskan eden bu satrancın üstadı olan ruslardan başkası değildi.
batı ise tüm enerji bağımlılığına rağmen bu halk olmayı tam olarak beceremeyen ukrayna'yı kaşımaktan geri durmadı. turuncu devrim ve ardılları, rusya ile çok girift bir ilişkisi olan ukrayna'ya hiç de iyi gelmedi.
şimdi ukrayna, başlangıçta kağıt üzerinde çok rahat bastırabileceği bir krizin devasa boyutlara gelmesine müdahale etmekten çok uzak. kendisini batı'nın şefkatli (!) kollarına teslim ederken sesini çıkarıp çıkarmama konusunda kararsız bir konumda kalıyor. rusya ne yapacağını daha önceden osetya ve abhazya'da gürcistan'a, dağlık karabağ'da da azerbaycan ve ermenistan'a gösterdi. şimdi ise mükafatların en büyüğünün peşinde. ne yazık ki ukrayna'nın böyle bir mücadelede hiç şansı yok. burası birinci dünya savaşının sırbistan'ı mı yoksa ikinci dünya savaşının polonya'sı mı olacak göreceğiz.
türkiye için ise durum ukrayna'dan daha dramatik bir hal almış olabilir. putin'in tarihsel olaylara dayanarak hak iddia etmesi, boğazlar ve doğuda toprak taleplerini yeniden diriltmesi ile sonuçlanabilir. ya da bundan da daha kötüsü türkiye bir taraf olmak durumunda kalabilir. bu ise yakın tarihimizin en büyük krizi demek. ne yazık ki bu krizi yönetebilecek bir siyasi kadromuz yok. rusya'ya küresel tepki zamanında ve önleyici olacak şekilde verilmezse, türkiye kafkasya, suriye, karadeniz ve boğazlarda ciddi sorunlarla karşılaşacaktır. nato'nun abd provokasyonuyla karadeniz'e savaş gemileri ile girmesi ise tüm karadeniz ülkeleriyle ciddi problemler yaşanmasına neden olacaktır. çünkü rusya'nın bu hamlesinin romanya ve moldova'da ciddi karşılıkları var.
putin bugün ne dediyse hitler de 21 haziran 1941 tarihinde aynı şeyleri diyordu. ona göre de almanya'ya karşı ruslar uzun süreden beridir silahlanıyor ve sınıra yığınak yapıyorlardı ve eli kolu bağlı şekilde bekleyemezdi. aynı zamanda orada da yaşayan alman ırkından soydaşlar vardı ve alman imparatorluğunun geleceği bu topraklarda şekillenecekti. putin şimdi aynı algoritmayı elindeki nükleer silah ve enerji kartlarını blöf olarak kullanarak devreye aldı. avrupa'nın churchill'i abd'nin roosevelt'i türkiye'nin de inönü'sü ise maalesef yok. batı demokrasileri ise büyük bir açmaza girmiş durumda. türkiye gibi demokrasinin kağıt üzerinde kaldığı ülkelerde bile demokrasinin yegane amacı bir sonraki seçimi kazanmaktan başka bir şey değil artık. tüm büyük devletlerin önünde seçim var. putin batı'nın bu açmazının farkında ve kendisi neredeyse 2036 yılına kadar ülkesinin başında kalmayı garantilemiş biri. batıda savaş isteyenlerin ya da başka bir devletin topraklarında konsolide bir gücü asker ve parasal açıdan besleyecek bir iradenin olmadığını görmek gerek. böylece batı, uzun sürecek bir savaşın tarafı olmaktan çok uzakta. böyle sorunları batı demokrasileri aşmaktan çok uzakta. böylelikle batı'nın elindeki tek koz olarak ekonomik yaptırımlar kalıyor ancak bu sefer de özellikle avrupa kıtasının müstakil devletleri enerji dezavantajı ile karşı karşıya kalıyor. avrupa halen yüksek teknolojisi ve yenilenebilir kaynakların payının artmasına rağmen rus doğalgazına ve petrolüne muhtaç. petrol ikame edilebilir olsa bile ısınmanın çevreci politikaların da etkisiyle doğalgaz dışında başka bir kaynaktan sağlanması neredeyse imkansız gibi. abd yüzünden iran kapalı olduğundan rusya'ya karşı aynı cüretkarlıkla davranamıyorlar. demokrasinin esnetilmesini fransa özellikle covid önlemlerinde ara ara denese de bu macron açısından pek de hayırlı olmadı. abd'de ise demokrasinin esnetilmesi ya da kısmen rafa kaldırılması hollywood yapımı süper kahraman filmleri ile işleniyor ancak endüstriyel tüketimi ateşlemekten öteye gitmiyor. bu yüzden savaş ekonomisine çok uzaklar ve rusya'nın birkaç hamlesini izlemek zorunda kalacaklar. ruslar ise bu gibi hamleleri ekonomilerin artık duracağı noktaya kadar atacaklardır. naziler önce avusturyayı kendilerine bağlamışlar, ardından çekoslovakya'yı ilhak etmişler ve batı tepki göstermez diyerek polonya'ya girmişlerdi. hitler için sürpriz olan bu polonya için ingiltere ve fransa'nın savaş ilan etmesi olmuştu. çünkü chamberlain gitmiş yerine asla taviz vermeyen ve tam da savaş başbakanı olan churchill gelmişti. ingilizler savaşı adeta tek başına kazanan churchill'e ise en fazla savaşın sonuna kadar sabretmis ve sonunda da koltuğa attlee'yi oturtmuşlardı. avrupa'da şimdi herkes chamberlain. gelişmekte olan ekonomiler için bir felaket işte bu sürecin pandemi ile birleşmesi olacak. türkiye'deki seçimler için de şimdi yeni bir kart açılmış oldu. seçimleri kesin kazanıyoruz gözüyle bakan muhalefet şimdi bir kez daha düşünmeli. savaş ve kriz anlarında demokrasilerde radikal değişimler pek mümkün olmuyor. insanlar davranış biçimi olarak daha önce tercih ettiklerini tercih edip bilinmedik bir tercihin riskini almaktan uzaklaşmayı seçiyorlar. kılıçdaroğlu'nun bu açıdan bir kez daha yüz kez daha bin kez daha düşünmesi ve karar vermesi gerekiyor.
allah ukrayna'nın ve türkiye'nin yardımcısı olsun.... -
recep tayyip erdoğan
istanbul seçimleri ile birlikte çok ciddi rant kapısı tehlikeye girdi. çok rahat vakıf görünümlü korsanlar eliyle rantı topluyordunuz. seçimleri kaybedince bu gelirlerden çok mahrum kalmasanız da ciddi oranda hem zorlaştı hem de düştü.
sen de ikinci senaryoyu devreye soktun. önce yap işlet devret denen söğüşleme yöntemi ile fahiş fiyatlarla ve üstelik de dolar anlaşmalı ve londra mahkeme garantili projeler (!) aklına geldi. oğulların, kızların, torunların değil yedi sülalene yetecek kadar servetin sana yetmez oldu ve bilerek, isteyerek, planlayarak dövizi sadece konuşarak üç senede üç katına çıkarmayı başardın. kağıt üzerinde beşli çeteyi aslında da kendini daha da ihya edecek bir adımdı bu. ne de olsa burası afrika değil, devlet başkanları orada iktidarı kaybettiklerinde uçakla kaçarken bavulla para kaçırıyor sen zeki adamsın. söyle bakalım kaç katına çıkardın gelirini?
ya neden yapıyorsun bu kötülüğü bu insanlara? ne istiyorsun bizden? her birimiz böbreğimizin tekini satsak, ciğerimizin üçte ikisini versek, kelle başına birer litre kan doldursak şişeye de 2023 yılını beklemesen. seni sevenler yapmaz bunları da biz yaparız be reis. seve seve veririz tek gözümüzü bile. onlar inanır, senden nemalanan insanlar çocuğuna tecavüz eden kocasını gören kadın gibi çevirir başını, ağzına tıkar lokmasını da bize sökmez ağa!! açık ceza evinde artık sonu görünen mahkumiyet süremiz sona eriyor da artık sen de bize acı çektirmeyi çile çektirmeyi biraz bıraksan. gideceğini sen de biliyorsun ne de olsa. abartmamak lazım. neyse bu geceki kâr yeterli geldiyse yat artık. dinlen. -
19 ekim 2021 dolar kuru
türkiye cumhuriyeti tarihinin en büyük vurgunu yapılıyor. önce bürokratlar tamamen mantığa aykırı sözleşmeler ile dolar bazlı ihaleler yandaşlara hazine garantisi adı altında imzalatılıyor. akabinde merkez bankası eliyle dövizin fırlayacağı garanti hamleler yapılıyor. yedek akçe iç ediliyor. rte safa yatarak faiz sonuç değil sebeptir diyor. milyarlarca dolarlık vurgun da bu şekilde vurulmuş oluyor.
sözleşmelerle parayı vurdular, doların artması ile parayı vurdular, ucuz faizi peşkeş çekerek parayı vurdular. bu şekilde türkiye'nin geleceği de harcanmış oldu.
--- spoiler ---
bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. millet, fakrı zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
--- spoiler ---
gerçekleşmesi 100 yıl bile sürmedi. -
recep tayyip erdoğan
berat albayrak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra erdoğan’ın yapmış olduğu en büyük restti. saltanatını en iyi bu şekilde dışa vuruyordu ve ailesinin siyasetin içinde görünür biçimde süreklilik arz etmesi açısından bir mihenk taşıydı bu tercihi. zaten her şeye karar veren kendisi olduğu için koltukta o’na göre kimin oturduğu çok önemli de değildi. ancak kanuni sultan süleyman bile hazinesi ağzına kadar dolu olmasına ve iktidarına başkaca ortak bir kardeşi bile olmamasına rağmen sükuneti sağlamayı başaramamıştı. yakın tarihimizde de atatürk’ün sofrası ve inönü döneminin bürokrat kesimini göz önüne getirdiğimizde; iktidar görece kolay sahip olunabilen ama üzerine rahat bir şekilde oturmanın ise oldukça zor olduğu bir hakimiyet alanıdır.
entelektüel birikimi olmayan birinin elde ettiği güç ise beraberinde çok büyük öngörüsüzlükleri getiriyor. erdoğan’ın başından beri hedeflediği ile gerçekleştirdiği arasındaki bu muazzam farkın asıl nedeni beynelmilel anlamda kara cehalet içinde bulunması. gerçi o da uzun zamandır memleketin asıl sorunlarını önemsemiyor. o’nun tek bir derdi var o da ne olursa olsun iktidarda kalabilmek. ama en yakın çevresinden başlamak üzere tüm partililer uzunca bir süredir şu anki talan döneminde ve erdoğan sonrasında avantajlı yer kapma telaşına girmiş durumda. o yüzdendir esnaf ziyaretine giden konuşulur da kan ağlayan esnaf konuşulmaya değer bulunmaz bu ülkede.
bu acınacak durumun farkına erdoğan da vardı sonunda. hiç seçim kaybetmedi diyenler ısrarla çok büyük hezimetleri göz ardı etmeye çabalasa da recep tayyip erdoğan son 3 yıl içinde çok ağır darbeler yedi. 2019 yerel seçimlerinde büyükşehirleri kaybetti, istanbul’u ise iki seçimde de kazanamadı. türlü ayak oyunlarıyla istanbul ve ankara belediye meclis çoğunluğunu elinde tutsa da canlı yayınlar ve icraatlara getirilen anlamsız eleştiriler nedeniyle bir sonraki yenilgisinin daha da büyük olacağını biliyor. ardından damat berat albayrak üzerine muhalefetin sert gidişi ve 128 milyar dolar nerede sorusu önce çok sevdiği kızının kocasının istifasıyla sonuçlanmış, devamında eleştirilerin artarak devam etmesi neticesinde de 3 bakan ve 2 merkez başkanı başkanı görevden alınmıştı. hemen bu gelişmelerin öncesi ve sonrasında da kendi partisinden 2 tane yeni parti çıkmasını çaresizce izlemek zorunda kaldı. bunlar kısa zamanda alınan çok ağır darbelerdi. karşı tarafı ikna etmek imkansız hale gelmişken, bir de kendi evi yangın yerine döndü. kimisi vurgundan yer kapmak isterken kimisi de yaşananlardan dolayı utanç duyuyor. evet yanlış yazmadım; ak partiye oy verenlerin de utanma ve pişmanlık duygularına sahip olduğunu geç de olsa görebiliyoruz artık.
son sedat peker olayları ise erdoğan’ı her ne kadar köşeye sıkışmış gibi gösterse de bence durum bundan çok daha farklı. adeta gladyatörler arenada dövüşürken tribünden olan biteni izleyen bir sezar gibi. istese tek bir parmak hareketiyle olayı dindirebilir. istese ikisini de affedip kan dökülmesini önleyebilir. ama yapmıyor. bu sefer dökülecek olan kan süleyman soylu’nun kanı ve erdoğan da olan biteni zevkle izlemekle meşgul. “benden sonraki sen değilsin, çünkü benden sonrası yok. ben ölümsüzüm” diyor adeta. daha hayattayken yerine göz dikenlere büyük bir göz dağı. 15 günden beri soylu’yu şekilden şekle sokan aslında peker değil erdoğan’ın ta kendisi. en son anadolu ajansı üzerinden de vurdu. kendi partililerinin en son gözden çıkaracağı figür olan süleyman soylu üzerinden kendisinin aslında ne kadar güçlü bir figür olduğunu kanıtlama peşinde. tıpkı konya ovasında oğlunu gözünü kırpmadan öldüren sultan süleyman gibi.
recep tayyip erdoğan bundan sonraki siyasi ve aslında hayati mücadelesinde kendi gücünü ilk elden ve ilk önce kendine oy verenler üzerinde göstermenin en doğru yöntem olduğuna karar verdi. biz ise utanç vesikası olan tüm bu gelişmeleri, devletin memuru olan bir bakanın bir mafya lideri ile mücadelesini izlemek zorunda bırakılıyoruz. ama her diktatör gibi zaman aleyhine işliyor ve gılgamış’ın aradığı ölümsüzlük iksiri henüz bulunmuş değil. kendisine ilk 10 yıl sınırsız puan kazandıran teknoloji de şimdi altını kazıyor. sahi “video ne kadar güzel bir alet değil mi? " bir yerden silse de 3 yaşındaki bir çocuk bile her türlü pisliğin kaydedildiği mecralara ulaşabiliyor artık.
ve tüm bu son gelişmeler erdoğan'a 2023'ten önce halletmesi gereken kendisi açısından daha önemli meseleler olduğunu gösterdi. bizler yani halk bir süre daha kimsenin umurunda olmadan yaşamaya devam edeceğiz. bu gider yerine başka bir faşo ağa mı gelir onu da zaman gösterecek. ama halk da ne yazık ki 2002 öncesi toplam kaliteden çok uzak. doğru tercihi verebilmesi de parayı kazananın ve harcanması için verenin kendisi olduğunu anlaması da madeni paranın dik gelme ihtimalinden daha zayıf görünüyor. -
20 yıl önce yemekli vagon yiyecek içecek fiyatları
ülkemizin geldiği noktayı, hem ekonomik hem de kafa yapısı bakımından çok net gösteren durumdur.
nescafe, bira ve tek rakı aynı. viski ise iki nescafe fiyatına. suyun da sadece dört katı. yazayım, resme link de bırakayım. sonra da hüzünleneyim.
yiyecekler:
sandviç: 500.000 tl
patates tava: 500.000 tl
omlet: 500.000 tl
cips: 500.000 tl
antep fıstığı: 700.000 tl
içecekler:
çay: 200.000 tl
nescafe: 500.000 tl
türk kahvesi: 400.000 tl
meyve suyu: 300.000 tl
soda: 300.000 tl
cola: 500.000 tl
su: 200.000 tl
süt: 300.000 tl
içkiler:
bira: 500.000 tl
rakı tek: 500.000 tl
viski tek: 1.000.000 tl
35 cl şarap: 1.500.000 tl
70 cl şarap: 2.500.000 tl
hüznün resmi
edit:
2001 yılı asgari ücret 122.186.520 tl
2001 yılı öğretmen maaşı: 297.627.000 tl
asgari ücretin yaygın ücret olmadığını da hatırlatalım. -
breaking bad'den akılda kalanlar
mike ehrmantraut'ın ölmeden önce gözlerini kırpmadan izlediği ırmak. o dinginlik, o pastel renkler ve üstüne oturduğu yeşil otlar. tüm günahların, tüm hayallerin ve sorumlu hissettiğin tüm insanlar ırmağın akan suyu gibi geçiyor. fonda sadece rüzgarın hafif uğultusu ve doğanın tüm o sesleri..
huzur -
köprü (belgesel)
birand belgesellerinin arkasında can dündar vardı ama başka çok önemli isimler de vardı. mesela altan öymen, mesela rıdvan akar, mesela mithat bereket hatta şimdilerde birçok kişinin antipati ile baktığı cüneyt özdemir ve herkesle konuşabilen ve kamerasını herkese odaklayabilen bir mehmet ali birand. belki bundan da önemlisi yaptığı işi seven ve bu uğurda birçok bedel ödemiş ve ödemeye de razı olan gerçek gazeteciler vardı. (bkz: uğur mumcu)
tek başına bir adamdan bunun yanına yaklaşacak kalitede bir belgesel beklemek zaten hayaldi. kanımca kendisi de bunu hedeflemedi. zdf kanalı sayesinde batıya bir kez daha türkiye'de neler olup bittiğini anlatmayı amaçladığını düşünüyorum. batının bizim sistemi anlattığımızda anlayabilecek bir hamaset tarihi olmadığı için bizim için çok değerli olan teferruat anlatılmamış. çünkü onlara her şeyi anlatabilirsiniz belki de yargı ve idarede liyakat sahibi olmayanların söz sahibi olmasını ya da sınav sorunlarının çalınmasını anlatamazsınız. onlara kendi ülkelerindeki adaletin otuz yıllık bir programla hem de görev başındaki hükümetin sonsuz gayretiyle yerle bir edilmesini anlatamazsınız. anlatırsanız bizim insan olduğumuzdan bile şüphe ederlerdi. tebrik etmek lazım.
ama bundan sonrası için şöyle güzel bir ayrıcalık var. artık birand belgesellerinde olduğu gibi kayıt ve görüntüleme konunun öznelerinin tekelinde olan bir durum değil. tıpkı köprüde olan biteni ilk anda objektif bir biçimde değerlendiren motorcu kurye gibi hemen hemen her telefon artık birer haber vericisi. iyi bir editörün elinde bu 15 temmuz ve sonrasında olanlar elbet gün yüzüne çıkacak. özellikle belgeselde alman büyükelçinin dediği gibi yüzler, binler değil onbinlerin o listelere ne zaman yazıldığı ve bunu ilk anda recep tayyip erdoğan'ın neden bir lütuf olarak gördüğü 15 temmuz 2016 tarihinden belki de 10 yıl geriye giderek açıklanacak. ama zamanı ne yazık ki bugün değildi. hukuk konusunda ciddi sıkıntıları olan bir ülkeyiz. sadece hükümetin politikaları ekseninde değil haklı olduğumuz en ufak bir konuda bile hakkı hukuk dışında almak isteyen bir güruhuz. burak'ın ablasının aradan geçen 4,5 seneye rağmen bir tane bile tanık bulamaması adaletin bu ülkede çoktan unutulmuş olduğundan olsa gerek.
bugün yaşadığım bir anıdan bahsetmek isterim. bir meslektaşım beni ziyarete geldi bugün. 15 temmuzdan 6 ay sonra tutuklanıp 5,5 ay cezaevinde kaldı ve ardından önce tahliye edildi sonra da mahkemeye bile çıkmadan beraat etti. babası kendisi cezaevindeyken savcının odasına girip "ya benim oğlum ne yaptı da içeride? kime ne zararı oldu? kime ne yaptı?" demiş. savcı da babasının yüzüne bile bakmadan "bir de böyle konuşmazlar mı?" diyerek odadan çıkarmış. o savcı şimdi yurt dışında kaçak. at izinin it izine karıştığı, adaletin darbeden onlarca yıl önce rafa kalktığı bir ülkede bir şeyleri değiştirmek çok zor olsa da en namüsait şartlarda en kısa sürede en iyisini yapabilen bir millet olarak bu illetten de kurtulacağız. bir gün. elbet bir gün. ama önce ahlak, sonra vicdan, peşinden de adalet ile. -
trt2'nin netflix'ten daha iyi filmler yayınlaması
son zamanlarda farkına vardım. çoğu festival filmi olsa da hem görüntü hem de senaryo olarak çok iyi filmleri sadece bir reklam vererek yayınlıyorlar. bulutların ardında, ayka, altı buçuk, the net, at eternity's gate vs. vs.
gerçekten harika işler çıkarıyorlar. helal olsun. devletin yaptığı nadir işlerden belki de en güzellerinden biri. radyo 3 ile birlikte takip etmekten keyif alıyorum.
edit: başlığın altına genel itibariyle "sansür" üzerinden tespitler yapılmış. trt sansürü tüm sansürler gibi nefret ettirici bir konu kabul ediyorum bunu. ama tüm içeriklerin size ulaşana kadar sansürden geçmediğini mi düşünüyorsunuz? aslında birinin size dayattığı bir kültürü ya da kültürsüzlüğü, angaje etmek istenen bir düşünceyi toparladıkları platformların özgür olduğunu mu iddia ediyorsunuz?
benim cahil olduğumu iddia edenler mi ararsınız, param olmadığı için netflix'ten bihaber olduğumu iddia edenleri mi? sanki bir düşünce süzgecinden geçmiş gibi konuşanlar, trt1'de yayınlanan bir filmdeki sansürden bahseden vs. vs. sözlük de bu halde ne yapalım? ben oğlumla örneğin (kendisi 8 yaşında) bulutların ardında diye bir filmi nefesimizi tutarak izledik. oradaki yaşamı izlemek için film arasını bekledi sonra da başlayacak diye yine gitmedi. televizyon yayınlarında bu tarz bir merakı oluşturdukları için (üstelik durağan bir filmden bahsediyoruz) bile takdiri hak ediyorlar.
yönetim karşıtı biri olarak doğru yapılan şeyleri dile getirmezsek ne farkımız kalır? belki de bir avuç editör sayesinde izliyoruz bu güzel yapımları. unutmadan hiçbir film öncelikli olarak televizyonda yayınlanacakları için çekilmiyor. sinema gösterimi için yapılan bu filmlerin televizyon mecrasına aktarılması da bazı kayıplara neden oluyor. özetle sansür her yerde var. sizin önünüze gelen yemekten tutun, içtiğinize kadar her yerde. ama başlığın konusu bu değildi. ben artık netflix'te (ve diğer platformlarda) kapitalizm putu öne süren ve birbirinin tekrarı olan filmlerden (diğer türler şimdilik tartışma dışı) gerçekten sıkıldım. dün bir kore filmi vardı (the net). böyle bir filmi netflix'te bulamazsınız. bugün de mesela sorry, we missed you diye bir film yayınladılar. ingiltere gibi bir ülkede yaşayıp 1000 sterlin ceza için yemeden içmeden 6 ay çalışmak zorunda kalan bir babadan bahsediyor.
hayatın gerçeklerini ne yazık ki artık netflix'te bulamıyorum. ilk başlarda daha özgünlerdi. ama demek ki yeterli abone sayısına ulaştıklarını anladıkları anda sığ bir hal alıp gerçek kimliklerini deşifre edip empoze etme safhasına geçtiler. diyeceklerim bu kadar. sözüm meclisten dışarı. -
şenol güneş
an itibariyle önümüzdeki hafta cezalı olan burak yılmaz'ı dinlenmesi için 58. dakikada kenara alan taktik dehası teknik direktörümüz.
santrafor mevkiinde de doğu avrupa'nın en önemli golcüsü mustafa pektemek'i alarak tüy dikmiştir -
15 ocak 2019 kılıçdaroğlu'nun levent g.t potu
2019 seçimleri de gitti aq