moon grass5
profili

  • kaygı

    görünmeyen, gerçekleşmemiş, belki de hiç gerçekleşmeyecek; gerçekleşmesinin bize iyilik getirmeyeceğini düşündüğümüz olaylara dair hissettiğimiz endişe, korkulu beklenti, yoğun stres.

    deniz ve denize dair her eylem; izlemek, içinde olmak, yüzmek, dalgaları ya da kulağı suya sokup denizi dinlemek, suya gömülüp gökyüzüne bakarken maviyle kaplandığımı ve kendime o an uzaydan bakıyor olsam, uzaktan görünen o büyük mavilikte bir nokta olarak bile görünmeyecek olduğumu düşünmek, benim için meditatif bir eylem. sırf bunu yaşamak için olabildiğince tenha tatil beldelerini, mümkün olan en tercih dışı dönemleri kovalayabilirim. denizdeyken yakınlarda kimseyi görmeyeceğim saatlerin de takipçisi olurum; zira bahsettiğim dalma hali insan gürültüsünde yaşanabilecek bir eylem/duygu durumu değil.

    bu sabah erkenden denize giderken yaşamayı umduğum, istediğim hâl de tam olarak buydu. bir şey yapmanıza gerek yok; sadece gelen dalgaları karşıladığınızı, kendinizi o ana bıraktığınızı, spor yapmayı değil de tüm varlığınızı denize teslim ettiğinizi düşündüğünüz zaman kendiliğinden gerçekleşiyor. hareketleriniz yavaşlıyor, yüzmüyor da süzülüyorsunuz, bir süre sonra tatlı bir uyku bastırıyor ve genelde o duruma geçtiğimi de gözlerimi kapatmaya başladığımda hissediyorum. iç sesim, "bir dakika ne yapıyorsun? sudasın, uyuma, ölebilirsin!" diyor ve kendime geliyorum.

    yine böyle bir an oldu. bu defa büyüyen dalgalar beni o durumdan çıkardı. dalgalar büyüdükçe, üzerime geldikçe, dalgayla hareket edersem hiçbir sorun yaşamayacağımı düşündüm ama kıyıdan fazla uzakta oluşum ve dalgaların arkasının kesilmemesi bir miktar canımı sıktı. sıkıntılı düşünceler sıkıntılı düşünceleri çekiyor. suyun temiz olması ve dibinin görünmesi şahane bir durum olsa da normalde hoşumuza giden durumlar stres anlarında çok da hoşumuza gitmeyebiliyor. o an suyun içine baktım ve suyun dibindeki bitkileri görmek beni dalgalardan da fazla strese soktu. oldukça derinde olduğumu bilmeme rağmen, ayağımın onlara dokunmasından ne kadar rahatsız olacağımı düşündüm ve içimi küçük bir panik duygusu kapladı ya da kaplamaya hazırdı. rasyonel verileri zihnime çağırdım; ne kadar derindeyim? korktuğum şeyin gerçek olma ihtimali nedir? kendi kendimi mi strese sokuyorum yoksa gerçek bir stres kaynağı mı var ortamda? cevaplar beni rahatlattı ve tam bu anda akışına bırakacak kadar suya güvenmek kavramı geldi aklıma, kendimi bu düşünceye bırakıp sakince yüzdüm. henüz kıyıdan uzaktaydım ve paniklersem kıyıda gördüğüm kızımı son kez görüyor bile olabilirdim. insan bazen kendi zihninde hapis ve böyle bir şeyin gerçekleşmesi aslında hiç de zor değil; kendi düşüncelerimle kendimi -hiçbir mesnetli sebep yokken- boğabilirim, diğer herkes gibi. bu düşüncelerle kıyıya yaklaşırken, hangi anlarda -aslında gerçek bir sebebim yokken- kendimi kaygıyla baş etmek zorunda bıraktığımı hatırlamaya çalıştım. kızımın ateşinin 41.5 olduğu gece geldi aklıma, kulak rahatsızlığı geçirdiği günler geldi; işler korktuğum gibi gider miydi gerçekten? insanın çok sevdiklerine bir şey olma ihtimali içinden rahatça kurtulamadığı bir sıkışıklık hissini beraberinde getiriyor.

    ardından bu düşüncelerin aslında hayatımızın her anına sirayet ettiğini düşündüm. evlenmeden önce, boşanmadan önce, çocuk sahibi olmadan önce, yeni bir ilişkiye veya işe başlamadan önce; henüz yaşamadığımız ve ne yaşayacağımızı bilmediğimiz pek çok anda bu duyguyu hissediyoruz. "acaba nasıl olacak?" sorusu zihnimizin hakimi oluyor; biz durumun farkında olup kendimizi oradan uzaklaştırmadığımız sürece. boğulmak sadece denizde gerçekleşebilecek bir tehlike değil; hayatın içinde fazlasıyla var. herhangi bir günde kendimizi akıntıya bırakıp, hatta olmayan akıntıların varlığını düşünüp, kendimizi yaşarken boğabiliriz.

    kıyıya birkaç metre kaldığında, ayağımı yere basmadan hemen önce hatırladım; ayağımda deniz ayakkabısı vardı, ayağım dokunursa diye korktuğum hiçbir şeye ayağım istese bile dokunamazdı aslında ama bunu tehlike geçtikten sonra hatırladım. bunu hayatımıza uyguladığımızda, ayağımızın korunaklı olduğunu günler, haftalar, aylar, belki yıllar sonra hatırlamamız ne büyük kayıp olmaz mı?

    gelecek bir bilinmez ve hayat ne getirirse, getirdiği an onlarla karşılaşıp, mücadele etmemiz gerekiyorsa edeceğimizi ama hâlâ yaşayacağımızı; hayatın pek çok iyi ve kötü dönemin toplamı olduğunu ve kötü olursa da geçeceğini düşündüğümüz zaman sakinliğimizi daha rahat koruyabiliyoruz.

  • ekşi itiraf

    takip ettiğim/edeceğim insanlara dair benim için ayırt edici bir hali olan başlık. -sadece belli bir tema üzerinden yazmadığı halde- bu başlığa hiçbir şey yazmayan, yazmayı varoş bulan, yazanları hor gören; dahası bu başlığa yazacak gerçek bir şeyleri olmayan ve kendi kırılganlığını göstermekten bu kadar çekinen, bir nevi kendini hiç rahat bırakmayan insanlardan korkuyorum ve hatta kimseyi takip etmeyenlere ve kimsenin yazılarını favorilerine eklemeyenlere karşı -sırf yazılarını okumak üzere bile olsa- yakınlık duyamıyorum. kuul insanlardan çok hayatı kırılgan olarak* yaşamayı seçen insanları okumayı seviyorum.

    ha bu neden önemli olsun ki? burası bir sözlükse her şey tanımlar üzerine olmalı ve bu tip meselelerin de bir anlamı olmamalı belki ama benim için durum böyle değil. kitaplar/filmler/duygular/nesneler üzerine tanımları bir dolu kaynaktan okuyabilirim ama ben asıl kendilerini -en azından anonimliğe güvenerek- açabilen insanları ve onların kendilerine/yaşadıklarına dair durum ve olayları okumaktan başka türlü bir keyif alıyorum. bu ya da başka herhangi bir başlığa kendisine ait bir eksikliği, ezikliği, olmamışlığı, neşeyi, heyecanı, üzüntüyü, ferahlığı, yokluğu yazmayan insanlar bana hiç gerçek gelmiyorlar. (bana nasıl geldiklerinin kendileri için bir önemi olduğundan değil, sadece düşündüklerimi yazmak için yazıyorum.) gerçekliği, boşlukta uçuşan kodlar dünyasında bile, çok önemsiyorum. okurken filmini izler gibi hissettiğim entrylerden çok etkileniyorum ve üzerine oturup düşünüyorum.

    gitmeden itirafımı da yapayım o halde.* normalde açıp okuduğum bir başlık olmasa da takip ettiğim yazarlar bu başlığa bir şeyler yazdıklarında büyük heyecanla okuyorum. öte yandan, bu başlığı takip ediyor bile olsaydım, birisi bu kadar uzun bir entry yazsa okumazdım sanırım.*

  • seni seviyorum'a verilebilecek en kıl cevaplar

    "sevebilirsin, benim için bir sakıncası yok."

  • bir kadını kaybetme yöntemleri

    heyecanını söndürün, ruhu sönsün.
    özünü kaybetsin, sonra bir ara sizden de gider zaten.

  • ekşi itiraf

    3 gün izin aldığım için işe gitmedim ve bunu evdeki kimseye söylemedim.(şu an söylemiş oluyorum) işe gidiyor gibi hazırlandım ve çıktım evden. çocuğumla tüm gün vakit geçirmek varken bunu yaptığım için vicdanım biraz sızladı ama benim yaşayamadığım o kafa rahatlığını benim dışımdakilerin daha çok yaşadığını düşününce geçti.

    acelesiz, kenarda bekleyen bir başka işim olmadan kitap okuyacağım. kahvemi aldım, suyumu aldım, bittikçe tekrar alacağım. kendimle randevum bu. elbise giymek, biraz daha özenmek isterdim ama o zaman işe gitmediğim belli olurdu.*

    hayatımda en çok böyle anların özlemini çekiyorum. iyi ki yaptım.

    edit: kitap* içimi baydı, eve erken döndüm, macera bitti.