john calhoun'un fare deneyi'ni insanlara genellemek ne kadar mümkün bilmem ama bir toplumda mevcut rollerin ve statülerin gerektirdiğinden fazla sayıda insan olunca, ya da şöyle diyelim; bir toplum bütün bireyleri için anlamlı kariyer olanakları ve istihdam sağlayamadığı zaman, asosyal eğilimler gösteren bireyler ortaya çıkmaya başlıyor (denklemi böyle kurunca sorun popülasyon artışından çok toplumun kurumsal başarısızlığına kayıyor). calhoun'un fareleri için bunlar yakışıklılar ya da güzeller olarak adlandırılan bireyler. toplumsal yıkımın ardımdan dünyaya gelen bu uygarlık-sonrası asosyal bireylerin erkekleri artık dişileri etkilemek ve elde etmek için çaba sarfetmiyor, bir yuvaya sahip olmak için uğraşıp çalışmıyor. bunlara karşı ilgisini bütünüyle yitiriyor. dişiler de kadınsı davranış kalıplarını terk ediyor, hatta erkeksileşiyor, çiftleşmekten uzak duruyor ve hasbelkader doğurursa yavrularını bakmadığı gibi onlara saldırıyor! tam bir toplumsal felaket... bu asosyal bireyler bütün günü yemek ve uyumakla geçirdikleri, kavga dövüşten ve mücadeleden olabildiğince uzak kalmaya çalıştığı için fiziksel görünüşleri daha güzel hale geliyor -ama ruhen ölmüş durumdalar.
benzer toplumsal koşullar insan bireylerinde de benzer etkiler yaratmıyor mu? uzak doğuda karşı cinsle flört girişiminde bulunmaktan bile vazgeçmiş, vaktini bilgisayar karşısında geçiren genç erkeklerin (bir isimleri bile vardı) inanılmaz artışının yarattığı tehlikeden söz ediliyordu. toplumsal yeniden üretim durma noktasına geliyor. gelişmiş ülkelerde de evlilik, çocuk yapma istatistikleri hızla düşüyor. türkiye'de bile mgtow, antinatalizm gibi yeni yeni duyduğumuz asosyal ve üreme karşıtı akımlar yayılıyor.
hayat koşulları ağırlaştıkça, toplumsal hayat anlamsız hale geldikçe, toplum insanlara anlamlı bir rol ve statü sunmamaya başladıkça insanların ruhsal durumu karamsar, saldırgan, depresif, izole olmaya yatkın bir hal alıyor herhalde. benim de çevremde bu tür yalnız bireylerin sayısı giderek artıyor. insanlar yalnızlığa alışmaya ve sevmeye başlıyor daha kötüsü. ilişkiler giderek güç görünmeye başlıyor. hele hele evlilik aşırı riskli, ekonomik olarak zorlayıcı bir şeye dönüşüyor. çoğu insan benzer nedenlerle çocuk yapmak da istemiyor. ben de bir yanınla dahilim sanırım bu gruba. ama bunun sebepleri kişisel olmaktan ziyade toplumsal...
diyojenkozmosu3 profili
-
bir kadın için çabalamayan erkek
-
cinsellik olmadan yaşayabilen insan
cinselliğin alımlanışı üzerine ben de bir şeyler söylemek istiyorum.
ben cinsellik olmadan uzun süre yaşamak zorunda kalmış bir jenerasyona aitim; ilkokul ve hatta lise yıllarından söz ediyorum. psikoloji okuyanların daha yakından bildiği üzere, cinsellik henüz hayatın ilk yıllarında başlıyor. laf aramızda, ben ilk kez ilkokulda sınıfın en güzel kızını cinsellik içeren bir şekilde rüyamda gördüğümü hatırlıyorum. daha sonra 23 nisan müsamerelerine hazırlanırken o kızla eş olmak için epey uğraşmış ve başarmıştım. yapabildiğim şey belini tutmaktı. lisede de durum pek değişmedi. laf aramızda, her sabah otobüste okula giderken sıra arkadaşım olan güzel kızla ilgili fantezilere dalardım. yapabildiğim tek şey, sırada şakalaşırken gülerek beni ısırdığında omzunu ısırarak karşılık vermekti. bir gün okula dudağı mor geldi. çok üzgündü. üst sınıflardan sevdiği çocuk ısırma oyununu çok yanlış anlamış.
demek istediğim, yıllar boyu bir açlık çekiyoruz, sanırım özellikle biz erkekler. aslında zaten daha ileri gitmek sadece fantezilerimizde yapabileceğimiz bir şeydi o zamanlar. kız arkadaşım olduğunda beline sarılmak aşktan kendimden geçmeme yetiyordu. sanırım ben biraz fazla masum bir çocuktum.
öyle ya da böyle, kadınlar ve sevişme hep bir kıtlık ekonomisi üzerinden varoldu hayatımızda. üniversiteye farklı şehirlere gitmek üzereyken lise arkadaşımla kimin daha önce bir kızla birlikte olabileceği üzerine iddiaya girdiğimizi hatırlıyorum.
burada söylemek istediğim şey şu: cinsellik olmadan yaşayan insanları tartışmaktan önce (ki ahlaki, dini, fiziksel ya da psikolojik açılardan hayatında hiç seks olmayan insanlar üzerine söyleyebilecek fazla bir şeyim yok) cinselliğin neden bu kadar abartıldığını, hayatın merkezine konduğunu, sürekli bir amaca dönüşerek hayatı esir aldığını sorunsallaştırmak istiyorum. seksin takıntı haline gelmesinin nedenleri üzerinde düşünmek istiyorum. bunun ilk nedeni sanırım anlattığım şeyler: hayatın ilk dönemlerinde, cinsel fantezilerin en ateşli olduğu çocukluk ve ilk gençlik yıllarında uzun süre sevişememiş olmak ve sonrasında da sevişmenin hep bir kıtlık ekonomisinin konusu olması.
cinselliği hayatın merkezine yanlış bir biçimde yerleştirmenin altında yatan ikinci bir neden de, sanırım bizim kültürde maslow'un ihtiyaçlar piramidinde cinsellikten daha üst basamakta yer alan manevi hazların pek tanınmıyor oluşu. şöyle bir örnekle anlatayım: bir alman profesör, adı felsefe tarihine geçemeyecek ve bir filozof olarak anılmayacak diye kaygı duyabiliyor. başka mesleklerden de örnek verilebilir. oysa bizde meslek, daha güzel kadınlarla yatabilmek için gereken paranın kazanılacağı bir araçtan önce bir anlam taşımıyor. yani bizim kültürümüz insanlara kendini gerçekleştirme gibi bir yaşam amacı kazandırmıyor. en büyük ödülü sevişmek olan bir kültür bu.
cinsellik nedir peki? kuşkusuz basit bir haz değil, karmaşık bir haz; ama bir kendini gerçekleştirmek de değil. kimse sevişerek kendini gerçekleştirmiş, hayatının anlamını bulmuş hissetmez. ya da böyle ise, ortada insanlık adına çok büyük bir yanlış anlama var demektir. yine de cinsellik çok temel bir ihtiyaç, hatta büyük bir tatmin. cinselliğin sağladığı bedensel rahatlamayı diğer bedensel ihtiyaçlarımızı giderdiğimizde yaşadığımızla kıyaslayamayız bile. hatta mastürbasyon da böyle büyük bir bedensel rahatlama sağlamaz. sadece bedensel bir topyekun rahatlama ve doruk da değil, cinsellik biz insanları ruhsal ve manevi olarak da rahatlatır. bilinç altı baskılar ve yükler giderilir sevişmekle. "normalleşiriz". sonra, sevildiğimizi hisseder ve ötekilere ilişkin tedirginliklerimizden kurtuluruz. ötekiler tarafından kabul edildiğimizin en kesin kanıtıdır cinsellik belki de. yani cinsellik bir tür insanlar arası iletişim biçimidir; en derin ve sözsüz olanı. bu yüzden, hayatının bir dönemini ya da tamamını cinsellik olmadan yaşayabilen ya da yaşamak zorunda kalmış bir insanın bedensel ve ruhsal açıdan çok büyük bir gerilim altında kalacağını hissediyorum ben. hatta bu gerilimin yükünün ağırlığını tahayyül edemiyorum; bu korkunç bir şey olsa gerek.
cinselliğin insan türü için, diğer türlerin aksine, hem daha büyük bir bedensel rahatlama, hem de buna ek olarak manevi bir tatmin oluşu enteresandır. bizim türümüz için cinsellik daha büyük bir bedensel deşarj; çünkü biz dokunmayı, öpüşmeyi, sevişmeyi ve diğer türlerin tanımadığı bir şeyi, sevgi ve bağlılığı tensel temasla ifade etmeyi icat etmiş bir türüz. iki hayvan cinsel münasebetten sadece cinsel organları temas etmiş olarak çıkabilir; fakat biz seviştiğimiz zaman dokunulmadık, öpülmedik yerimiz kalmaz. cinsellik bizim için bir tür vücut masajı, bir tür meditasyon haline gelmiştir. sevişirken müzik dinler, bir şeyler atıştırır, sohbet de ederiz sözgelimi.
yine de cinsellik zıvanasından çıkmaya ve hayatın daha büyük amaçları önünde bir engel haline gelmeye de bizim türle birlikte başlar. şöyle ki, çok çeşitli sebeplerle, insan diğer hayvanlardan farklı olarak, cinselliği sadece üretim odaklı güdüsel bir faaliyet olmaktan çıkarmıştır. diğer türlerin çoğu sadece kızışma dönemlerinde çiftleşir. onlar için cinsellik "çifleşme"dir haddizatında, bizim içinse "sevişme". her mevsim, her yerde, her an sevişebiliriz.
tam da bu yüzden, cinselliğe bir sınırlandırma getirmemiz gerekiyor. sadece ahlaki açıdan ve toplumsal hedeflerle değil. şirazesinden çıkmış ve vaktin çoğunu esir alan takıntılı bir faaliyet haline gelmiş cinsellik bireyselliğin hedefleriyle çelişir. cinsellik sadece bedensel değil manevi de bir hazdır dedim; ama cinsellik kesinlikle insanın en yüksek ve en yoğun zihinsel hazzı değildir. bunu söylemek için hiçbir sanat eseriyle gerçekten karşılaşmamış, ne felsefeyi ne sanatı ne de bilimi gerçekten deneyimlememiş olmak gerekir. çünkü zihnin en yüksek hazları bunlardır. insanın en yüksek manevi tatmini de kendisini insaniyetin sacayağı olan bu formlardan biri yoluyla ifade etmektir. tabii bizim kültürde kendini bu faaliyetlere adayanlara bıyık altından gülen kaba saba budalalar hakimdir.
dolayısıyla bir cinsel perhiz fikri zorunludur. aslında birçok kültürde, hem de bireyselliğin keşfedildiği kültürlerde cinsel perhiz bir kendine hakimiyet etiği olarak geliştirildi. foucault cinselliğin tarihi'nde antik yunan'da ahlaki değil etik bir mesele olarak cinsel perhiz anlayışının nasıl geliştiğini, bunun nasıl bireyselliği bastırma aracı olarak değil bilakis bireyselliği geliştirme aracı olarak ele alındığını uzun uzun anlattı.
bizim kültürde geleneksel baskıcı ahlak haricinde (ki ne kadar hasta failler yarattığını görüyoruz) bir cinsel perhiz etiği bulunmamakta. dolayısıyla her birey kendi cinsellik etiğini kendi başına geliştirmek zorunda. ama bir noktadan sonra bu tamamıyla gerekli. -
yol vermeyen arabanın önüne kıran mercedes
anladık, sol şeridi açık tutmalı, sürekli işgal etmemeliyiz. bunu biliyoruz zaten.
ama şu da var: sağ şeritte 60-80 km. arası bir hızla giden kamyonlar oluyor. bunlar 3-5 kamyonluk bir konvoy da oluşturmuş olabilir. onları 90-100 km. gibi bir hızla sollayıp yeniden sağa girmek için hamle yapıyorsunuz. ama uvv: sol şeride çıkar çıkmaz en az 160 km. hızla gelen bir premium kıçınıza giriveriyor (ki bu hız hız limitinin epey üzerinde). kamyon solladığınızı görmüş olmasına rağmen taciz ediyor.
içimden küfrederek sağ sinyali yakıp bir süre daha soldan devam ediyorum ben. çünkü manyak herif olmadık bir makasa girecek onu hissediyorum. sinyal yakarak ona umut veriyorum, kıçımda bekliyor öyle. sollamam güvenli biçimde tamamlanınca sağa geçiyorum. o da siktir olup gidiyor.
görgüsüz zenginlerle anlaşmak için yeni bir dil geliştirmek zorunda kalıyoruz resmen vesselam.