şu yurt dışından alışveriş işinin hikayesini yaz deseler yazdıklarımdan ortaya kalın bir roman çıkar. sene 2004 olması lazım, internet üzerinden alışveriş yapmaya çoktan başlamışım ama yaş küçük olduğundan yurt dışı alışverişe cesaret edemiyoruz. sonralarında ben parfüm, ayakkabı, kemer hastası olduğum için internetten farklı siteler bulmaya başladım. bu ilk bulduğum da dönemin vazgeçilmezi strawberrynet olması lazım. cesaret edip oradan sipariş verdim. o dönemler duty free'de bile atıyorum 200 lira olan parfümü belki 100 liraya alabiliyordunuz, bir de kargo ücretsizdi. daha sonralarında işin içinde kozmetik ve parfüm olduğundan burayı baya kadın da keşfedince bizimkiler gitti bir süre sonra siteyi komple yalan etti. sırf ülke sınırlarındaki fahiş fiyat çeken kozmetik mağazaları kazansın diye. adamlar türkiye'ye ürün göndermemeye başladılar.
neyse dedim, o dönemde internetten ayakkabı almaya devam ediyorum ben. paypal falan serbest, herkes rahat rahat takılıyor. e-bay'den burada 3 katı para ödeyeceğim loaferları falan getiriyorum renk renk. gümrük vs. hiç sorun yaşamıyorum, önceden aklıma takılan tüm sorunları çözmüşüm. millet o zamanlar cayır cayır elektronik ürün alıyor tabi; parça parça bilgisayar toplayanlar, canı sıkıldıkça elektronik alan yığınla. amazon zaten tüm gümrük sıkıntılarını bizzat kendi çözüyor. neyse ilerleyen yıllarda türk insanı geç de olsa amazon ve black friday gibi kavramları öğrenmeye başladı, baya geniş kitleye hitap etmeye başladı. daha geçen sene black friday zamanı 30 saat uyumayıp bilgisayar bileşeni topladığımı hatırlıyorum. en son hatırladığım rakam olan 150 € limit, 75 €'ya düşürüldü. dediğim gibi önceden millet işlemci bile alabiliyordu limitler saçmalamadan önce. daha sonra 75 olunca millet yine ram vs. iyi kötü bir şeyler almaya devam etti.
baktı ki millet hala almaya devam ediyor onu da 30 € gibi komik bir rakama düşürdüler. şuan 30 € karşılığında kulaklık, mouse ve mouse pad haricinde alabileceğin neredeyse hiçbir şey yok. bu donanımhaber'de çıkan referans olayı sonrası zaten ilgiler azalmışken bir de bu olay çıkınca millet komple işten soğudu. insanların o parça parça toplayıp fotoğraflarını çekip sevindiği makinalar bildiğin tarih oldu. bunlar yetmiyormuş gibi, devlet burada vergisinden geçirdiği e-sigara ve parçaları, likitleri gibi ürünleri gümrükten içeri sokmamaya başladı. türkiye'ye tüm siteler sorun yaşamamak için ürün gönderimini kapattı. niye çünkü beyfendiler normal sigara satıp ondan vergi alacaklar.
şimdi de zaten bir şey alınılmayan, 30 € olan limiti 22 €'ya çekmişler. zerre umrumda değil, yazıldığı gibi fiyat kafa kafaya gelse bile gidin yurt dışından alın ama bu ortamın oluşmasına neden olan tiplere para kazandırmayın. adam 100 € olan kulaklığı burada 1500 liraya satmaya çalışıyor ve bunlar da onun arkasında duruyor. yemin ederim küfretmemek için zor tutuyorum kendimi. cidden bu ülkede yaşanmaz; herifler ne varsa içine ettiler, halkın faydalanabileceği ne varsa ortadan kaldırdılar. ulan ben 15 sene önce 150 liraya prada aldığımı hatırlıyorum. 22 € nedir, o zamanın parasının bile yarısı anca ediyor. tl zaten pul olmuş, adamlar artık alenen dalga geçiyor.
elishafanz3 profili
-
gümrük limitinin 30 euro'dan 22 euro'ya çekilmesi
-
oğuzhan özyakup
oğuzhan muhtemelen tüm dünya'ya yayılmış arsenal scout ekibi ağının radarına takılan bir oyuncuydu, alkmaar alt yapısında oynarken potansiyelli olarak görülmüş ki arsenal'e transfer olmuş. arsenal'de oynadığı süre içerisinde arsenal'de hiç forma giyememiş sadece 1-2 kere lig kupası maçlarında oynamış. onun dışında sürekli olarak arsenal'in alt yaş takımlarında ve rezerve takımlarında oynayıp daha sonrasında beşiktaş'a transfer oldu. yani hiçbir zaman o beklentilere cevap verememiş, hatta kıpırdama bile gösterememiş ki önemsiz bir maç kadrosuna bile dahil edilmemiş veya sonradan oyuna girmemiş.
oğuzhan beşiktaş'a gelirken 20 yaşındaydı, cengiz'in şuanda roma'ya transfer olduğu yaşla aynı. beşiktaş'a gelirken bırakın herhangi bir büyük kulübü, kendisiyle ilgilenen başka bir kulüp bile yoktu belki, şimdi hatırlayamadım tam. çünkü arsenal'de geçirdiği o 4 sene içerisinde üst seviyeye çıkamamış, sadece potansiyelli bir oyuncu olarak kalmıştı. beşiktaş'a geldi yaşı ilerledi, yaşıyla birlikte tecrübe kazandı, iyi bir takım oyuncusu oldu. yeri geldi çok kötü oynadı küfredenler oldu yeri geldi aldığı alt yapı eğitimini kanıtlarcasına iyi oynayıp maç kazandırdı. şuanda 25 yaşında, ne 18 yaşındaki bir oyuncu gibi hızlı gelişim gösterebilir ne de bu saatten sonra futbol dünyasında marka haline gelebilir.
cengiz dediğimiz çocuk 20 yaşında, daha geçen sezondan bu çocuğun yazın iyi bir kulübe gideceğine kesin gözüyle bakılıyordu. milyonlarca futbolcu arasında "wonderkid" olarak gösterilen nadir oyunculardan. avrupa'nın önemli kulüpleri sezonun bitmesiyle kendisinin peşine takıldı ve roma'ya transfer oldu. roma'nın bu yaşta as takımda oynatmayı düşüneceği kadar yetenekli. zaten roma'nın şuanki sportif direktörü olan monchi'yi biraz tanıyorsanız ki bu kadar saçma konuşan adamların tanımasını beklemem, bu adamın yeteneklerine inanmadığı oyuncuya bu paraları verdirttiğini göremezsiniz. ha bu çocuk olur olmaz ki bana göre olacak, bu tür transferlerin maliyeti en düşük bu rakamlardan başlıyor hele bir de transferinde rekabet ortamı oluşmuşsa daha uçuyor. yani gelecekte beklenilen noktaya gelemese bile bak şu kadar para verilmişti diye savunabilinecek bir durum değil bu, bunlar risk transferleri. büyük kulüplerin hepsi neredeyse her yaz bu tarz transferler yapıyor.
o yüzden cengiz'in 13 ettiği ortamda oğuzhan diye başlayan bir cümle görürseniz, yazının geri kalanını hiç okumayın, gerek yok zaman kaybı çünkü. yazının devamı yazıyı yazan kişinin futbol cahilliği katsayısını okudukça arttıracak nitelikte olacaktır. adam bugün avrupa piyasasında sayısız alternatifini bulabileceğiniz, hayatının hiçbir döneminde wonderkid seviyesinin yanından bile geçememiş ama yaşı ilerledikçe bir şekilde iyi bir futbolcu olmuş bir oyuncu ile koskoca dünya transfer piyasasında sayıları kendi bölgelerinde belki bir elin parmağını geçmeyecek bir oyuncuyu kıyaslıyor ve onun daha fazla edebileceğini iddia ediyor. bak aralarında 5 yaş olma konusuna hiç girmiyorum.
bu futbol cahillerinin tezi de 19-20 yaşındaki çocuğun avrupa'da herhangi bir maça çıkmış olmaması ki gerizekalı onu da yanlış biliyor, bu adam shakhtar'a karşı bile ilk 11 oynadı. zaten şampiyonlar ligi'nde en kötü sadece grup aşamasında oynamış olsa bile fiyatı 40 milyon euro civarından başlardı. önümüzde mbappe örneği var, 100 milyon euro'nun üzerinde rakamlar telaffuz ediliyor kendisi için. şampiyonlar lig yarı finalinde oynadı. 3-5 maça çıksa bile bu maçlar böyle oyuncular için çok büyük referanstır, zaten bu seviyede ve organizasyonlarda yer almış çok yetenekli oyuncuların ne kadara satıldığını her yaz döneminde görüyorsunuz. direk fiyat katlıyor yani.
bir de epl'de homegrown statüsündeyiş de o avantajı varmış. lan premier league takımlarına git de ki oğuzhan'ı 10 milyon euro'ya satma kararı aldık. kaç tane takım teklif yapar bi bak bakalım, ilgilenen çıkmaz belki. son olarak şey var bir de, cengiz 3000 kişiye oynayan takımda oynuyormuş en çok buna güldüm. ya nasıl gerizekalısınız gerçekten futbolu izleyebilmeniz bile başarı o zekayla. kendi takımınız dışında dış dünyayla hiçbir alakanız yok. mbappe dediğiniz adam monaco'da ortalama 10000 kişiye bile oynayamıyor sezonda, monaco stadı olan louis'nun kapasitesi 18000 civarında zaten yarısı bile dolmuyor. bence de cengiz, mbappe falan kim ya çakılı beşiktaş tribünü önünde kaç bin taraftara oynayan, oynadığı her şampiyonlar ligi maçı sonrasında tüm avrupa basınının methiyeler düzdüğü oğuzhan en az 50 milyon euro, çok büyük futbolcu olacak abisi.
artık futbol başlıklarından da milleti engellemek lazım sanırım. troll falan engelliyoruz, adamın troll olduğu belli beklenti yok da bu adam cahil, konuştukça dibe batıyor ve söylediklerinin doğruluğuna da kendini inandırıyor ama konu hakkında bilgisi sıfır bile değil. üzerine bir de milletle dalga geçtiğini zannediyor kendi çapında. tam aklı yok fikri var durumu. -
polonya
5 sene önce üniversiteyi kazanmışım, acayip mutluyum yaşadığım iğrenç şehirden kurtulacağım için. adeta anadolu'nun bağrından kopup ankara'ya geldim, kazandığım okul hakkında hiçbir fikrim yoktu, önceden hiç araştırmamıştım okulu. zira tek amacım büyükşehirlerden birisine kaçabilmekti. şuan ismini vermek istemediğim üniversite liseden bozma bir üniversiteydi ama olsun. kısa sürede alıştım, okulda iyi kötü ortam yaptım. 3. sınıfa geldiğimde erasmus diye bir şeyin olduğunu öğrendim. hedef büyütmüştüm, anadolu'nun bağrından kopup yurtdışına da ayak basmalıydım. okuldan başvurularda başarılı öğrencilere öncelik vereceklerini öğrendim. derslerim çok iyi değildi ama bir şekilde gitmeliydim, hayalimdi bu.
bizim okulun o yıl anlaşma yaptığı üniversite polonya'da bir üniversiteymiş. polonyalıların bizim liseden bozma üniversiteyi görmeye gelecekleri günü öğrendim. bunlar okula geldiklerinde bu güruhu bir şekilde yakalayıp kafalarına girmem lazımdı. o gün okula sabahın köründe geldim, adamların yolunu gözledim ama gelmediler. derslere girip çıktıktan sonra öğle yemeğinde yemekhanede donatılmış bir masa gördüm. aha dedim kesin polonyalı misafirler için kurulmuş bu masa. beklediğim gibi oldu; misafirler geldi ve yemeğe başladı. misafirlerin yemeğini bitirmesini bekledim, mutlaka tek yakalamam lazımdı. herkesin çevresinde pervane olduğu kel bir beyfendiyi, yetkili abi budur diyerek tuvalete giderken takip ettim. adam tuvaletten dönerken kendisiyle konuştum ve acıklı hikayemi anlattım. ülke sınırlarından çıkabilmek için tek şansımın bu olduğunu söyledim, bu liseden bozma okulda intihar noktasına geldiğimi anlattım. adam baya üzüldü bana referans olacağını söyledi.
daha sonrasında ben başvurumu yaptım, hasbelkader bizim bölümden polonya'ya gidecek 3 kişiden 1 tanesi ben olmuştum, acayip sevindim. gideceğimiz okul torun'da bir okulmuş. kendi kendime iyi lan belki buraya kapağı atar toruna torbaya karışır hayatımızı orada sürdürürüm dedim. dönem arası geldi, artık gitme vakti yaklaşmıştı. konaklayacağım yeri bulmak için biraz erken gittim, uçak biletini de erken alıp ucuza getirdim. ailemin durumu olmadığı için şehir merkezine uzak varoş bir yerde ev tutmak zorunda kaldım. olsun yine de mutluydum, sonuçta türkiye'den polonya'ya gelmiştim. zaman içerisinde alışır, burada da ortamımı yapar, gece hayatına akarım diye hayaller kuruyordum. tabi işler beklediğim gibi gitmedi, aylarca yalnız kaldım. doğru düzgün polonyalı arkadaş bile edinememiştim. hiç arkadaşım yoktu doğru düzgün. günlerim benzer şekilde geçiyordu, keko gibi ania ve magdalena kovalıyordum ama sonuç hep hüsrandı. kimse bana yüz vermiyordu polonyalı olmadığım ve dillerini bilmediğim için.
bir gece saçma sapan gece kulüplerinin birinde moralim dibe vurmuş 1 zlotylik bira içerken bir kız geldi. beni uzaktan gördüğünü, herkes eğlenirken niye bu kadar mutsuz olduğumu sordu, çok dikkatini çekmişim. polonya'nın beklentilerimin altında olduğunu, ırkçılar tarafından hep dışlandığımı ve keko gibi dolandığımı söyledim. kısaca hikayemi özet geçtim. kız kendisinin norveçli olduğunu, üstelik kız olmasına rağmen onun da benzer zorluklar yaşadığını anlattı. yine de durumu benim kadar kötü değildi, ben farklı ülkelerden toplamda 5-10 kişi tanırken onun polonyalı arkadaşları da dahil olmak üzere daha geniş çevresi vardı en azından. o gün baya muhabbet ettik, bana telefonunu verdi. günlerce muhabbeti baya ilerlettikten ve 3-5 kez buluştuktan sonra sevgili olduk. o günden sonra hasbelkader başlayan erasmus maceram su gibi akıp geçti.
daha sonrasında türkiye'ye döndüm, polonya'dan çok kız arkadaşımı özlemiştim. polonya ortak buluşma noktamız olmuştu, oradaki arkadaşlarımızla da iletişimi koparmamak adına bir fırsattı hem bu. yıl içerisinde polonya'ya git gel yaptım defalarca. her gidişimizde o arkadaş ortamımızı toparlamaya çalışıyorduk. orada yaşayan polonyalı arkadaşların olduğu ortamlarda konu her zaman bu ırkçılık mevzularına geliyordu bir şekilde. ben türkiye'de yaşadığım için hiçbir şekilde ağzımı açamıyordum. kız arkadaşım norveç'te yaşadığı için benim yerime de polonya'yı tertemiz gömebiliyordu, kimse gıkını çıkartamıyordu sıkıysa çıkartsınlar! o norveç'ten gelmişti boru mu? tabi bu durum karşısında kıza acayip hırslanıyordu polonyalılar ama bir şey diyemiyorlardı. hepsi şu türk keko konuşsa da bi ağzına sıçsak diye gözümün içine bakıyordu ama asla ketenpereye gelmiyordum. şimdilerde kız arkadaşım agnette ile bergen'de yaşıyoruz, yakında evleneceğiz. polonya da fena bir yer değildi ama ben 10%'luk hakkımı kullanarak norveç vatandaşlığını seçtim, pişman değilim. norveç vatandaşlığına geçtikten sonra polonya buluşmalarımızda iki kelam etme hakkına kavuşacağım kısmetse, artık başım dik.