seenon24
profili

  • ekşi itiraf

    bir insanın diğerini terk etmesi zor mudur? aslına bakarsak o kadar kolay ki… yeter ki, terk edecekleri insanın yerine koyacak birini bulsunlar.

    bir başkasını bulsa sizden ayrılacak sevgili,

    daha iyi bir eş adayı bulamadığı için boşanmayan eş,

    başka bir ortam bulsa sizi bir daha arayıp sormayacak arkadaş.

    sevgilisiz kalmamak için sevgilisini bırakmayanlar, bir türlü yapılmayan resmi işlemler yüzünden eşinden ayrılmayanlar, yalnız kalmamak için mecburiyetten arkadaşlığını sürdürenler…

    aslında terk etmek, insanlığın tarihinde o kadar çok yere sahip ki…daha iyi bir hayat için yurdunu terk eden de insanlar, savaşıp kazandığı toprağı bırakıp göçenler de.

    mesela insanlık tarihi terk edilmiş tanrılarla doludur. tarih boyunca bir sürü tanrıya taptı insanlar. bir diğerine tapması için öncekini terk etmesi gerekti hep. kutsal dedi, tanrımız dedi ama sonra unutup terk etti.

    bu günlerde dünyayı bile terk edip gitme planlarımız var değil mi? bizi besleyebildiği sürece buradayız.

    çok değil daha elli yıl öncesinde, kim önce ayak basacak diye neredeyse savaşacağımız ay’a, şuan gitmek isteyen kaldı mı? ay’a gittik, işe yarar hiçbir şey bulamadık ve terk ettik karanlık gecenin gökyüzüne.

    her terk edilişin öteki tarafında bir de terk edilen var. yine de asıl acı verici olan, henüz terk edilmemiş ama ilk fırsatta terk edilecek olanların halidir. düşünsenize, sevgiliniz başkasını bulsa sizi terk edecek. eşiniz size nikah memurunun bastığı soğuk mühür yüzünden katlanıyor. arkadaşınız sizi sırf yalnız kalmamak için etrafında tutuyor. terk edileceğinizi hissettiğiniz anda ki hislerinizi düşünün…

    terk edildiğinizde en azından gerçekleşmiş bir şey vardır. karşı taraf size karşı hislerini ortaya dökmüştür artık. bir ölçüde samimiyet vardır. ama fırsat bekleyen terk edilmeler samimiyetsiz ve sinsidir.

    muhtemelen önce “neden?” diye sorarsınız. kendinizde hata, yanlış, eksik ararsınız. ama boş verin bunu yapmayı.

    tanrıların hatası neydi de terk edildiler? insanların sorularına cevap verememek mi? ama başta veriyordu ki taptılar.

    dünyanın, ay’ın veya galaksinin hatası nedir ki terk edilme planlarına dahil edildiler? insan ihtiyaçlarını karşılayamamak mı? başta karşılayabiliyorlardı ama. kim tüketti veya tüketecek kaynakları?

    bunları terk etmek için hazırda bekleyenler, sizi hatanızdan, eksiğinizden değil kendi doyumsuz tabiatlarından dolayı terk ederler.

    bu yüzden, terk edilirseniz bir gün boş verin. boş vermek hayatın ağrı kesicisidir. başınız ağrıdığında içtiğiniz ağrı kesiciler, ağrıyan yeri iyileştirmezler. sadece ağrı hissini yok ederler. boş vermek de böyledir. sorunu çözmez ama acısını yok eder. sorun; insanların tabiatında “terk etmenin” var olmasıdır. haklı terk edişler de vardır elbette. ama ellerinden gelse, en ufak çıkar için her şeyi terk edebilir insanlar. etrafınızda vardır örnekleri mutlaka. belki de bizzat sizsinizdir bunu yapan. terk edenler hep bahaneler bulurlar. elbette haklı görürler kendilerini. ama terk edişlerin kaynağı terk ettikleri değil, bizzat kendileridir çoğu zaman. siz terk edilen tarafsanız bu sorunun çözümü yok. insanları daha iyi tanımanın tecrübesini cebinize koyun ve bir ağrı kesici içer gibi boş verin…

  • ekşi itiraf

    birden fazla sevgiliye söylediğiniz “bitanem”leriniz samimi mi? birden fazla kişiye “bitanem” demiş birinin “seni seviyorum”larına güvenilir mi ?

    fotoğraflarınızda ki gülen yüzleriniz samimi mi? çekildikten sonra da yüzünüzde kalıyor mu o gülümseme?

    menüdeki fiyatlara rağmen, restoranda girdiğinizde size “hoş geldiniz” diye kapıyı açan şef garson samimi mi ? bizi yürüyen adisyon fişi olarak görmediğine emin olalım mı ?

    gün içinde kaç kişinin yüzüne gerçekten düşündüklerinizi söylemiyorsunuz ? mesela patronunuz hakkında düşündüklerinizi yüzüne söylediniz mi ? sevgilinize ? annenize ? kardeşinize ? pardon ama gerçekten düşündüklerinizi söylemiyorsanız, gün boyu ne konuşuyorsunuz ?

    reklamlar bizim için firmaların yaptığı indirimden, fırsatlardan, cazip tekliflerden bahsediyor hep. gerçekten bizi düşünen firma var mıdır? eğer samimiyetsizse reklamlar, gözümüzü çevirdiğimiz her yerdeler. farkında mısınız ?

    “başka zaman geliriz ya” diye kaç tanıdığınızı kandırdınız ? o anı kurtarmak için söylenen, belirsiz zaman kipinde çekilmiş, kibarlık samimiyetsizliği değil mi bu ?

    çocuk yetiştirmek nedir ? okula gönderdiğiniz, televizyon izlettiğiniz, akıllı telefon hediye ettiğiniz çocuğunuzu yetiştiren siz misiniz yoksa öğretmen veya müfredat, tv dizileri ve reklam senaristleri, internet servis sağlayıcıları ve uygulama sahipleri mi? çocuk sevgisi nedir peki? sadece kendi çocuğunuzu sevmek mi? dünya, ülke ülke ağlayan çocuklarla doluyken, çocukları çok seven ebeveynler dolu her yer değil mi?

    teselli nedir? en son kimi teselli ettiniz ? bir gerçek yüzünden acı çeken birine teselli vermek samimiyet midir? ortada gerçek bir acı varken, teselli sadece yalan olabilir değil mi? boş kelimeleri arka arkaya dizmektir teselli.

    “hayallerinin peşinden koş”, “kendin ol”, “istemek başarmanın yarısıdır” gibi sözler neden bahsediyor? mesela asgari ücretli babanın çocuğu hayallerinin peşinden ne kadar koşabilir ? samimiyetsizlikten sonraki kapı vicdansızlık olabilir mi ?

    acaba beyaz gelinliğin beyazı samimi mi?

    satılan malda, onu üreten emekçinin emeğini hiç anlatmayan, fiyat etiketi samimi mi?

    samimiyet mi yani yüzünüzü olduğundan güzel gösteren tüm makyaj malzemeleriniz ?

    gıda boyalı pastalar, market raflarında göz hizasına konulsun diye ekstra para verilmiş çikolatalar, domates satan pazarcının kırmızı renkli büyük şemsiyesi…samimiyet mi?

    herkesin kendi çıkarını düşündüğü bir dünyada, bir insanın diğerine “nasılsın ?” diye sorması bile sorgulanmalı sanki.

    kadın cinayetine kurban giden kadınlara da beyaz gelinlik giydirilip samimi bir düğün yapılmıştı! nikah şahitleri aslında bir cinayete şahit oluyorlarmış demek ki.

    tartışarak ya da aldatarak ayrılan sevgililer bir zamanlar birbirlerine “hayatımın anlamısın” diye sevgi sözcükleri fısıldamıştı! hayatları ancak bu kadar anlamlıymış demek ki.

    işinden kovulanlar bir zamanlar onları kovanlara “işveren” diyorlardı! birine işveren demek iyimser bir bakış açısıymış demek ki.

    rekabetin olduğu bir sınavda herkese “başarılar” dilemek, yoksulluğun ve yalnızlığın olduğu bir ülkede ana haber bültenini “herkese iyi akşamlar” diye bitirmek, nükleer silah koleksiyonu yapan ülkelerin amacının barış olduğunu iddia etmek, acıdığınız için birine yardım etmek, eğitimin parayla satılmasına rağmen “eğitim şart”, sağlık hizmetinin paralı verilmesine rağmen “sağlık her şeyin başı” demek… hep samimiyetten!

    çoktan yok olup gittiği halde, hala oradaymış gibi gökyüzümüzü süsleyen yıldızı, bir ağacı kandırıp çiçek goncalarını açmasına sebep olan yalancı ilkbaharı, güzelliğiyle insanları büyüleyip asla kendine yaklaştırmayan gökkuşağını ve başımıza ne işler açacağını hiç belli etmeden akıp duran zamanı da unutmayalım.

    bir anlığına dünyanın, her şeyi ile samimi insanlarla dolu olduğunu düşünün. duygular, hisler, düşünceler hatta evrenin kendisi bile samimi olsun. bu hayali dünyada siz de herkese samimi olun mesela korkmadan…

    neler perdeleniyor hayatta değil mi? neler kaçıyor ? kim bilir nelere yazık oluyor gizlilerde, saklılarda, susulanlarda. ve sürekli yalanlar dolanıyor aramızda. sizce “yaşamak harika” veya “hayat güzeldir“ demek samimi midir? böyle bir dünyada?

  • ekşi itiraf

    neredesin diye sorar mısınız bana?

    tam doğum gününde ölen birinin, mutlu yıllar yazan yaş pastasının hala üflenmemiş mumundaki alevdeyim,

    yeni mezun olmuş işsiz üniversiteliye, tecrübeden lafı açan patronun küçük dilindeyim,

    fotoğrafını filtrelemeden güzel olmadığını sanan kızın profilindeki, farkedildiğinde anında silinecek doğal fotoğrafının piksellerindeyim,

    toprağa bereket olacağını sanan yağmur damlasının, şehirli birinin şemsiyesine düştüğünde gözyaşı gibi süzüldüğü asfalttayım,

    asgari ücretiyle zor geçinen bir aileye, sağlıklı yaşam nasıl olur diye anlatan, güya iyiniyetli televizyon programının reklam arasındayım,

    kaybedenlerin, bir kez daha kaybettiklerinde artık tepki vermeyen gözyaşlarındayım,

    aşık veysel'in zaten kapalı olan gözlerini, bu dünyaya da kapamasından sonra suspus olmuş sazının, akorda hevesi kalmamış teliyim,

    herkesin anneler günü kutladığı günde, annesi ölmüş gencin sustuğu yerdeyim,

    yanlış kişiyle evlendiğini geç anlamış bir kadına, boşanırsan elalem ne der? diye hatırlatan düşman beyin nöronundayım,

    oturduğu gecekondudan hallice apartman dairesinde izlediği televizyonunda, lüks konut fırsatından bahseden reklamın son saniyesindeyim,

    geleceğin tamamen belirsiz olduğunu bilmesine rağmen, düşüne düşüne şans oynu oynayan işsiz gencin yatan son kuponundayım,

    bir yazıyı yazarken, kağıdın beyazından umut almak yerine, yazının siyahına odaklanan kalemin ucundayım,

    neredeyim biliyo musunuz?

    kahrolmalardan mahvolmalara terfi etmek üzere bekleyen bir aşkın hüznündeyim...

  • ekşi itiraf

    en basit hediyeye bile karşılık vermemenin ayıp karşılandığı ama aşka karşılık vermemenin o kadar da önemsenmediği dünyada,

    cahillerin cahillikleriyle değil de, cesaretleriyle nam saldıkları dünyada,

    kazansan bile hayatındaki hiç birşeyi netleştirmeyen sınavlara girdiğin dünyada,

    başağrılarının, sevdiceğin doğal merhem olan avuçlarıyla ovmasından değil, içtiğin ağrı kesicilerle yatıştığı dünyada,

    yıkılan şehirleri ve ölen çocukları televizyonda, yapılan avm'leri ve boş çocuk parklarını yanı başında gördüğün dünyada,

    affedilmeyecek hatamız, hoşgörülmeyecek kusurumuz olmamasına rağmen; koz olarak kullanılan hatalarımızın, alay edilen kusurlarımızın önümüze serildiği dünyada...

    olduğundan daha güzel fotoğraflarını sosyal medyada gördüklerinin, bir insanın olabileceğinden daha çirkin haliyle karşında durduğu dünyada,

    erkeklere tavır, kadınlara edep öğretmeye kalkan basit toplum kurallarının olduğu dünyada,

    bankaları ortak etmeden alamadığımız için, tam olarak bize ait olmayan evlerde, tam olarak bize ait olmayan arabalarda tam olarak bize ait olan hayatı sürdürdüğümüz dünyada,

    şirketler için sayfalarca hukuki düzenleme varken insanlar için broşür seviyesinde yasal belgenin olduğu dünyada,

    kadına parazit gibi bağlı yaşadığı için boşanma talebine kurşunla cevap veren alçak...

    küfür etmeye başlamadan bitireyim.

    bir yazar arkadaş sormuştu "sen hiç küfür eder misin diye" mümkün mü etmemek?

    küfür söyleyecek çok sözü olup da ifade edemeyenlerin acizliği diyorlar. olabilir.

    hatta feodal gelenek bence. ama ne önemi var ki bunun.

    küfür dediğimiz şey; alçağın, vefasızın, yanlışın, haksızın, çıkarcının... üzerine en çok yakışan elbise. bunları giydirmek lazım gelmez mi sizce de?