gonulcuk7
profili

  • gibi (dizi)

    feyyaz yiğit ve aziz kedi'nin yarattığı mükemmel bir dizi. keşke 599 bölüm falan sürse.

    fakat s2b9'u izledikten sonra caesium ile ortak kanımız karakterlerin gelişiminin biraz can sıkıci olmaya başlaması.

    misal yılmaz komik-huysuz halinden kaba-sinirli bir personaya dönüyor gittikçe. aynı şekilde ilkkan da pasif ve salak olmaya başladı. ikisinin de birbirinin tam tersi mizaçta ama aynı mallık ve her şeyi felsefi irdeleme derdinde buluşabilen halerini görmek bence diziyi bize sevdiren en önemli unsur. olay ilkkan'ın mallıklarına kızan yılmaz boyutuna dönmemeli. yılmaz'ında dediği gibi "ikisinin sırt sırta verip sikemeyeceği insan yok" o halde ikisi birbirine denk olmaya devam etsin.

  • hababam sınıfının bir grup zorbadan ibaret olması

    yıllar boyunca yüzlerce kez izlediğim hababam sınıfı bazı öğrencileri hakkında vardığım kanıdır.

    bizim aman güdük necmi, yavrum damat ferit, canım inek şaban diye bağrımıza bastığımız karakterler aslında düpedüz insanlıktan nasiplenmemiş bir grup zorbadır.

    gariban öğrenciyi tokatlayıp sigarasını, parasını gasp etmek bunlarda, yeni gelen öksüz yetim öğrenciyi şaka adı altında dövmek, yatağını kırmak, aç bırakmak, hırsız iftirası atmak, kopya çekmeye zorlamak bunlarda, yaşlı hocalarının kusurlarıyla alay edip, gururunu beş paralık etmek bunlarda, genç öğretmenlerine adice aşk mektupları yazmak bunlardadır.

    herkesin iyi niyetini sömürür rahatlıkla yalan söylerler. hafize ana ve kapıcı veysel'i habire pisliklerine alet edip manipüle ederler.

    hocaları fakir çocuklar için kırtasiye desteği ister, bunlar o garibanları hor görüp, tuvalet kağıdı, playboy, çıplak kadın resmi falan gönderip alay etmeye kalkarlar.

    ha ben suçluyor muyum bu zorbaları? yok. bunları bu hale önce sorumsuz ana babaları, sonra her yedikleri haltı "pişman oldular" ayağına affeden başta mahmut hoca olmak üzere diğer öğretmenleri bu hale getirmiştir. çünkü dediğim gibi bu zorbaların en iyi oldukları konulardan biri manipülasyondur. bokları yiyip yiyip kahrolduk ayağına yatar düzeltmeye çalışırlar.

    akil hocayı dalga geçip okuldan kovdurur sonra pişman olup yine akil hocanın tanıdıklarını araya sokarak okula geri aldırırlar "akil de gelir bunlara altın kalplisiniz evlatlarım" der. ulan akil ne altın kalbi. bu terbiyesizler olmasa sen zaten kovulmayacaktın.

    mahmut'a habire kalp krizi geçirtirler, sonra hastaneye geldiler diye affedilirler.

    semra hoca'ya leş gibi aşk mektupları yazarlar, "aileleri ilgisizmiş yazık" denir yine affedilirler.

    köylü ahmet biraz omurgalı çıkacak gibi olur affetmeden gider, o da mahmut yüzünden iki torba çimento üç kiremite affeder bunları.

    yeter be kardeşim. siz şakacı ve haylaz bir grup öğrenci değil düpedüz zorbasınız ve ben sizi affetmiyorum!

    edit: sözlük yazarlarının bir kısmı "bu bir film, anısına saygısızlık, izlemeyelim mi yani falan demiş" arkadaşım siz ciddi misiniz ya? harbiden ciddi misiniz ve hayatı bu kadar ciddiye mi alıyorsunuz?

    zorunlu edit: arkadaş ortamında gülerek yaptığım bir tespitin burada ikinci bir entryi dahi alacağını düşünmeden yazdım. öncelikle belirteyim en sevdiğim filmlerdendir. bunun yüzlerce kez izledim dememden anlaşılacağını umdum. ikincisi hababam sınıfının rezalet bir eser olması değil başlık, eserdeki hayali karakterlere yapılan mizahi bir atıf ve ben bunu izah ettiğime inanamıyorum agsshsh. adam baya baya orospu falan diye yardırmış bana başlıkta. akıl fikir dilerim agshsh.

  • türklerde mesai sonrası bar kültürünün olmaması

    bir çok sebebi vardır.

    birincisi aşırı uzun mesai saatleri ve çok kurumsal yerler hariç genelde mesai bitiminde bile işten çıkamamak.

    ikincisi uzun saatler çalışmanın getirdiği yorgunlukla günün uyumadan elinde kalan 2-3 saatini evde dinlenerek geçirmek istemek.

    üçüncüsü trafik. mesai sonrası trafik yoğunluğu en az yüzde 50-60'larda seyreden bir ülkede yaşıyoruz. ilçe değiştirmek falan epey sorunlu işler o saatlerde.

    sonra efendim burası orta doğu. burada öyle her semtte nezih pub, bar falan bulamazsın. alkollü mekanlar genelde belli noktalarda yoğunlaşmıştır. ikitelli osb'den çıkıp bağcılar pubda iki shot atmak gibi mülteci istekleriniz varsa unutun onları.

    e alkol fiyatları zaten uçmuş gitmiş. biralarda kapı 35'lerden açılıyor. kokteyldi, shottu 80-90'dan aşağı yok.

    maaşlar desen insanın yüksek sesle söylemeye utanacağı cinsten. o maaşlarla haftada 1 kere iş çıkışı bar yapayım desen ikinci aya kredili mevduat hesabına selam çakarsın.

    bizim kendine orta direk diyen ama esası fakir türko napsın? türko hayatta kalmaya çalışıyor. türko bankaların girdabına kapılmamaya çalışıyor. türko kimseye muhtaç olmamak derdinde. türko kıçını rulosu 4 kaada gelen tuvalet kağıdına silerse neyden kesinti yapması gerekir onu hesaplıyor. işten sonra bar kültürü yokmuş. hah. her kuşu siktik bi leylek kaldı.

  • ekşi itiraf

    “biliyor musun abla bundan sonra senin kahveni hep ben pişireceğim.” demiştin.
    gizliden odana almıştı beni doktor arkadaşım. hayal kurmaca oynuyorduk. sen iyileşince benim yanıma yerleşecektin. üniversiteye gidecektin. bir de kendi deyiminle “bana bakacaktın” çok sevdiğim türk kahvelerini hep senin elinden içecektim. birlikte her yeri gezecektik. maceralar yaşayacaktık. birbirimizi hiç yalnız bırakmayacaktık.

    elinde leyla ile mecnun’un kitabı vardı. benimki de çantamdaydı. gülüştük. kireçburnu nasıldır anlattırırdın bana. ben de mahalleyi, çiçekçi deli fikret’i, balıkçı zaferi, limana dadanan pelikan hamdi’yi bolca abartarak anlatırdım. ama sarhoşların bir gece pelikanı kesip yediklerini hiç anlatmadım al sana korkunç bir itiraf. insanlar manyak küçüğüm..

    “o gemi gelecek di mi abla” dedin. “delisin sadece gelse iyi bizi alıp dünya turuna çıkaracak, biletleri aldım bile” dedim. inandın. kız kulesini çok merak ediyordun bir de kapadokya’yı. “uçağa binmek nasıldır” derdin bazen. “amerika biletlerimizi aldım şimdiden, disneyland’a gideceğiz” diyordum. “ah” diyordun incecik sesinle “korkudan bayılmasam uçağı görünce..”

    “senin gibi bir kızım olsa” derdim. utanırdın. hayallerimizden konuşurduk. türkçe öğretmeni olacaktın. maskeye uyuz olurdun. “iyileşince 2 saat birbirimizin yüzüne bakalım maskesizken” demiştin. sen uyurken ben izlemiştim seni o gece hem de iki saatten fazla. ben kazandım naaaber?

    sonra geri döndüm istanbul’a. çalışmak zorundaydım. bana kalsa bir saniye bırakmazdım seni. ama bilirsin. hiçbir zaman bize kalmaz karar verme hakkı.

    bir anda ağırlaştın. her gece telefonda saatlerce yazışıyorduk yahu. bir sabah telefonu açmadın. annem söyledi yoğun bakıma almışlar seni. hiç ağlamadım. gelemedim de. gerçek değil gibi davranırsam gerçek olmaz gibi geliyordu. doğum günümden bir gece evvel mucizevi bir şekilde uyandın. konuştuk uzun uzun. bitmişti kötü günler işte. doğum günümü kutlamadın, oysa biliyordun. biraz alındım ama üzerinde durmadım.
    meğer sürprizin bozulmasın diyeymiş. uyanır uyanmaz benim için bir lamba yaptırmışsın. sevgi lambasıymış adı. seni çok seviyorum iyi ki doğdun yazıyor üstünde. balonlar ve kalpler var renkli ışıklarla. bir de küçük mektup. şu an elimde.
    “annem, ablam, kardeşim, meleğim, sırdaşım seni çok seviyorum. kuzun(kızın)”

    böyle nasıl desem bir kızım olsa öyle kalbim cızlar mı bilmiyorum. küçük annen seçip onurlandırmışsın beni. canıma kanıma işlemişsin.

    sonra ben teşekkür edemeden yine derin uykulara dalmışsın. annen baban seni görebildiği zamanlarda “hadi dayan küçük annen seni bekliyor gideceksiniz buralardan gemiyle” diyormuş. senin gözlerinden yaş geliyormuş. gözyaşını sevdiğim. sonra geldiğin gibi tertemiz gitmişsin bu dünyadan. ah çoban yıldızım...

    teoman sanki sana yazmış o şarkıyı.

    yüzme bilmeden daha
    deniz görmeden
    hiç güneşte yanmadan
    şimdi ölmek istemem
    bir kalbi sarmadan..

    toprağından aldım öyle biraz. fesleğen ektim. bana hediye ettiğin kurbişe senin tişörtünü giydirdim. kolyen boynumda. kokun burnumda. acın ilk günkü gibi kalbimde.

    fesleğen senmişsin gibi, sabahları kahve içerken biraz da senin toprağına döküyorum. bazen en sevdiğin bisküviden ufalıyorum toprağa. ya saçmalıyorum işte serap. hala her gece sana mesaj atıyorum.

    hayallerimiz için sana söylediğim yalanlara ben de inanmışım farketmeden. çok acı çektin. şimdi huzur içindesindir umuyorum.

    sen belki de hiç anne olmayacak bir kadına annelik nedir bir tutam tattırdın. sana her şey için teşekkür ederim. seni çok özlediğimi hissediyorsundur umarım. yeniden buluşmak ümidiyle kuzum.. kızım..

  • ekşi itiraf

    mahallemizdeki iki arabanın geçeceği yol parklar sebepli daralmış. karşıdan otobüs geldiğini görünce park halinde iki arabanın arasına girip yol verdim. fakat arkamdan gelen araba yol vermeyince otobüsle burun buruna kaldılar. sen geç ben geçeyim diye de başladılar ağız dalaşına camdan cama. ben kaldım ortalarında. 2 dakika 3 dakika 5 dakika herifçioğullarının kavgası bitemedi. korna çaldım ettim yok. sonunda hışımla arabadan indim. hayatım boyunca bu anı beklemiş gibiydim. yüksek ve sert bir sesle “ağalar münakaşanız bittiyse biriniz yol verin de evimizi bulalım. ayıp oluyor!” dedim. ama yeminle tam böyle. nasıl kabadayıyım nasıl gururluyum. lan diyorum adamlar yerin dibine girecek, mahalleden gören varsa “ne yürekli kadın helal olsun” diyecek. bi kere mevzuya “ağalar” diye dalmışım anam babam boru mu?

    ulan bunlar yüzüme bile bakmadı ya? o kadar ağalar!! diye lafa girdim atar yaptım, sanki ben hayaletmişim gibi kavgaya devam ettiler. bir süre farkedilmeyi beklesem de sonuç nafileydi. arabaya geri döndüm kuzu gibi. kavgaları bitince de eve gittim. neyse ya..

  • gratis

    bugün özdilek mağazasında mağazayı çepeçevre 3 kez dolaşan ve asla tükenmeyen kasa kuyruğu olan kozmetik markası. bütün ürünlerde yüzde 50 indirim yapmışlar. iyi güzel de siz bunu yönetemiyorsunuz arkadaşım. mağazaya bir şey bakmak için girmek imkansız, eskaza girersen çıkman imkansız. millet koca sepetleri ağzına kadar doldurmuş sonra herhalde beklemeye üşenip bırakmış. içinde en az 70-80 parça ürün olan sepetlerin içindekileri adım atacak yer olmayan mağazada yerlerine yerleştirmeye çalışıyor elemanlar devamlı. o elemanlardan biri “yeter insaf edin ne olur” diye ağlıyordu. çok üzüldüm.

  • 30 yaşına gelip düzenli bir hayat kuramayan insan

    düzen dediğin evlenip çoluk çocuğa karışmaksa turrrrup sıkayım öyle düzene. kimse hayatını başkaları tarafından sınırları belirtilmiş şekilde yaşamak zorunda değildir.
    millet kendi kafasında belirlediği sınırları, rutinleri düzen diye yutturmaya kalkmasın kimseye.