merhaba, ben kaan kural.
yaklaşık 20 yıldır medyadayım. çeşitli yazı ve programlarda bildiğim hemen her şeyi anlattım. keza burada da hakkımda sayfalarca bilgi yorum vs. var. şimdi de birebir öğrenmek istediklerinizi yanıtlamak için karşınızdayım.
kanıt
edit: soru-cevap etkinliğini burada bitirmemi istiyorlar. ama eve gidince mümkün olan birkaç tanesini daha yanıtlamaya çalışacağım. geç gelenlere haksızlık olmasın.
sorularınıza verilmiş yanıtları görmek için şu bağlantıyı kullanabilirsiniz: (bkz: merhaba ben kaan kural sorularınızı bekliyorum/@kaan kural)
not: soru cevap etkinliğini mobil ve web tarayıcınızdan takip edebilirsiniz.
Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.
Sozlock Ekibi
Ekşi Sözlük Debe Listesi
-
1. merhaba ben kaan kural sorularınızı bekliyorum
-
2. selda bağcan'ın hunharca kendisini övmesi
söylediklerine yalan diyemeyiz, selda bağcan muhteşem sesi olan bir kadındır. yorumu da muhteşemdir.
bunları söylemesi sanatının değerini düşürmez.
ama,
konserde ceketini çıkarmak için seyirciden izin isteyen,
elini öpmek isteyen adama 'aynı el sizde de var efendim' diyen neşet ertaş nireee, bu videodaki selda bağcan nire? dedirtir. -
3. jeremain lens
devre arası kap bildirimi gelip sözleşmesinin feshedildiği ilan edilse, 10 milyon euro da tazminat ödeneceği belirtilse gram üzülmem.
-
4. volkan demirel
dünyanın en büyük kulüplerinden olan juventus’un kalesini 40 yaşında biri koruyor vizyona bak.
-
5. türklerin öğrenemediği şeyler
noktalama işaretleri ve imla kuralları.
-
6. 1 mart 2018 putin'in açıklamaları
--- spoiler ---
rusya devlet başkanı vladimir putin, dünyanın her yanını vurabilecek büyük bir nükleer füze hazırladıklarını ve dünyadaki hava savunma sistemlerinin buna karşı koyamayacağını söyledi.
--- spoiler ---
(bkz: amme hizmeti) -
7. ejderhayı yarı canlı bırakmayacaksın
doğru demiş erdoğan. sonra mavi gözlü, mavi alev çıkaran acayip bir şeye dönüşüyor çünkü. allah muhafaza duvarı yıkar böylesi.
-
8. ricardo quaresma
baktı rakipte aptalca kırmızı gören biri var; “hayır” dedi “bu ligde benden daha salakça kart gören başkası olamaz”
şanına yakışır bir şekilde rakibin yüzüne vurup kırmızısını gördü. karakterini s*m senin allah’ın öküzü. -
9. börü
cüneyt arkın'ın sülalesine savaşçılığın çok yakıştığını kanıtlayan dizi.
adamın gerçek soyadının cüreklibatur (yürekli savaşçı) olmasının bir nedeni var demek, babadan oğula nesil bunlar. -
10. bankaların paranıza göre muamele yapması
kendinden 10 yaş küçük kardeşin dahi cepteki paraya göre abi deyişindeki ses tınısı frekansı tonlaması rengi değişirken bankaların hesaptaki 0 sayısına göre muamele etmesi gayet yerinde bir olaydır.
-
11. hamburgerle içilebilecek kola harici içecek
bira. koladan da daha çok yakıştığı kanaatindeyim.
-
12. kamel daoud'un erdoğan'a yazdığı açık mektup
recep tayyip erdoğan’ın cezayir ziyareti öncesi cezayirli edebiyatçı kamel daoud'un huffington post üzerinden erdoğan’a yazdığı açık mektup:
"tüm hapsettikleriniz, öldürdükleriniz ve işkence ettikleriniz adına söylüyorum erdoğan. ülkemize hoş gelmediniz.
hayır erdoğan, cezayir’de istenmiyorsunuz.
biz daha önce ülkemize halifeliklerini dayatmak isteyenler yüzünden kan ve gözyaşı döktük. kendi fikirlerini bizim canlarımızdan daha değerli gören, çocuklarımızı esir alan, ruhlarımızı ve gelecek ümidimizi bizden çalanlara bedel ödedik.
sizin geçim kaynağınız olan islamcılık bizim hüznümüz oldu. siz bize o günleri hatırlatıyorsunuz. sizin “babıali”nizde diz çökmemizi isteyenlere sadece kanat germiyorsunuz. ayrıca milletimizin bütün değerlerinin tam zıttını simgeliyorsunuz. özgürlükten nefret ediyorsunuz. bağımsız düşünceden nefret ediyorsunuz. mitingleri ve yürüyüşleri seviyorsunuz. din tacirliği yaparak bizim sırtımızdan bir halifelik hayal ediyorsunuz.
bugün ülkemizdeki islamcı partileri destekleyerek, onlara emrinizdeki şirketlerden hediyeler alarak, dernekler kurarak, camilerimizi kontrol ederek bu arzunuzu yavaşça gerçekleştiriyorsunuz. bir taraftan tabutlarımız için mezar kazarken, öbür taraftan bize cenneti gösteren “müslüman kardeşler” örgütünün bildik, eski yöntemleri.
hayır sayın erdoğan, bir taraftan kürtlere ve muhaliflerinize ölüm saçarken sizin bize yardımcı olmak istemediğinizi, özerklik hakkımızı savunmadığınızı çok iyi biliyoruz.
ortadoğu’da mağdurla ağlayıp cellatlarıyla iş antlaşmaları imzalıyorsunuz. bizim haysiyetimizi değil kendi halifeliğinizi savunuyorsunuz. zulümlerinizi, tasfiye listelerinizi, her gün daha fazla dolan korkunç hapishanelerinizi, sarayınızın emrindeki yargınızı, küstahlığınızı ve palavralarınızı unutmayacağız.
siz paylaşacağımız bir insanlık değil osmanlı’nın kötü ve kanlı bir taklidini gerçekleştirmeyi hayal ediyorsunuz. islam sizin için sadece bir basamak. tanrı bir ticari ürün. modernlik bir düşman. filistin sadece bir vitrin. islamcılar ise şaşkın dalkavuklarınız.
tarih sizi iktidara tutunmak için yaptığınız hilelerle, kurmaca darbelerinizle, farklı fikirlere ve halkınıza yürüttüğünüz cadı avıyla, öldürdükleriniz ve işkence ettiklerinizle hatırlayacak.
tarih sizi bombalarınızla, savaşlarınızla, diyalog kurma acziyetinizle, kendiniz ve kendi kişisel hikayeniz dışında kimseye hayat hakkı tanımamanızla hatırlayacak. bm’deki kudüs oylamasını kendi ticari ürününüze çevirdiniz. filistinlilerle birlikte size gülmemize müsaade edin. filistin davası sizin için ticaretini yaptığınız bir ürün. tıpkı diğerleri için olduğu gibi. diz çökmüşlerin sırtına binmeyi çok iyi biliyorsunuz.
biz cezayir’de kendini tanrı gören ve istediğine hayat hakkı verip istemediğine vermeyenlerden* çok çektik. onlar sizin ziyaretinizden mutlu. biz değiliz. cezayirli islamcıların ve popülistlerin idolüsünüz. onlar halifeliğinizle evlilik yapmadan iktidara gelmeyi hayal edemiyorlar.
biz ülkemizi bir özgürlük ülkesi olarak hayal ediyoruz. daha önce elimizden alınmış olsa da onurlu bir ülke hayal ediyoruz. bunlar ne sizin hayaliniz, ne de sizin değerleriniz.
‘siz sadece bir illüzyonsunuz’
güzel türkiye’yi kendi yandaşlarınız, yakınlarınız ve hanedanınız için bir pazara ve muhalifleriniz için bir hapishaneye çevirdiniz. ümit ediyoruz ki bu güzel millet sizin elinizden sağ kalarak kurtulacak. mahkumları, işkence mağdurları, bombalanan çocukları bunu da atlatacak. siz sadece bir illüzyonsunuz. sizde biliyorsunuz. biz de.
aşağılanmışlık duygumuza, sevdiğimiz değerlere, inançlara yatırım yapıyorsunuz. kendinizi bir kurtarıcı olarak sunabilmek için. oysa tam tersine bir mezar kazıcısınız. ilk önce kendi ülkeniz ve sonra komşu ülkeleriniz için. türkiye, size hiç bir vefa borcu olmayan bir mucize. bu mucizeyi bu ulusun rönesansını sağlayan ve itibar kazandıran özgür ruhlu kadınlara ve erkeklere borçlu. tıpkı ömür boyu hapise mahkum ettiğiniz ahmet altan gibilere.
tıpkı diğer islamcılar gibi başkalarının zaferlerini çalmayı seviyorsunuz. devrimlerin olgunlaşmasını bekliyorsunuz ve vakti geldiğinde kendiniz tanrı’nın atadığı halife olarak tayin ediyorsunuz. sizin popülizminiz bu güzel ülkeye çok şey kaybettirecek ve vaazlarınız suçlarınızı örtmeye yetmeyecek. bizim islamcılarımız ve popülistlerimiz vahhabi para babalarını kaybettikten sonra sizi yeni bir cüzdan olarak görüyor. bilin ki, onlar bizden değiller. sadece sizin ideolojik hareminizin mensupları.
‘dostlara ihtiyacımız var, elini kana bulamışlara değil’
tarih sizin sebeb olduğunuz ölümleri ve mahkumları, tasfiyelerinizi, yolsuzluklarınızı, savaş uçaklarınızı, sarayınızın emrindeki adalet saraylarınızı hatırlayacak. buraya osmanlı fatihi gibi, kurtarıcı barbaros gibi gelmiyorsunuz. kurtarıcı gibi gelen korsanların hikâyelerini iyi biliyoruz.
biz güçlü, bağımsız ve ecdadınla gurur duyan bir ülke hayal ediyoruz. farklılıklarını kabul eden, farklı din ve inançlara saygılı, çoğulcu ve herkesin mutluluk arama hakkına saygı duyan bir cezayir hayal ediyoruz.
dostlara ve müttefiklere ihtiyacımız var. sizin gibi elini kana bulamışlara değil. hilelerinize burada yer yok. bu ülkedeki ajanlarınızın da uzun bir geleceği yok.
fethedilmiş topraklarda değilsiniz. sadece bir fetih yanılsaması yaşayacaksınız. tıpkı eski sömürgeciler gibi." -
13. ekşi itiraf
mahallemizdeki iki arabanın geçeceği yol parklar sebepli daralmış. karşıdan otobüs geldiğini görünce park halinde iki arabanın arasına girip yol verdim. fakat arkamdan gelen araba yol vermeyince otobüsle burun buruna kaldılar. sen geç ben geçeyim diye de başladılar ağız dalaşına camdan cama. ben kaldım ortalarında. 2 dakika 3 dakika 5 dakika herifçioğullarının kavgası bitemedi. korna çaldım ettim yok. sonunda hışımla arabadan indim. hayatım boyunca bu anı beklemiş gibiydim. yüksek ve sert bir sesle “ağalar münakaşanız bittiyse biriniz yol verin de evimizi bulalım. ayıp oluyor!” dedim. ama yeminle tam böyle. nasıl kabadayıyım nasıl gururluyum. lan diyorum adamlar yerin dibine girecek, mahalleden gören varsa “ne yürekli kadın helal olsun” diyecek. bi kere mevzuya “ağalar” diye dalmışım anam babam boru mu?
ulan bunlar yüzüme bile bakmadı ya? o kadar ağalar!! diye lafa girdim atar yaptım, sanki ben hayaletmişim gibi kavgaya devam ettiler. bir süre farkedilmeyi beklesem de sonuç nafileydi. arabaya geri döndüm kuzu gibi. kavgaları bitince de eve gittim. neyse ya.. -
14. fırat aydınus
bu maçta bu hakeme kabahat bulan bjk ve fb taraftarları biz nerede yanlış yapıyoruz diye düşünsünler. fultbolcularınız futbolcu değil anasını satayım. çevik kuvvet girse sahadaki herkes cop yer lan bunlar nasıl tavırlar hareketler?
-
15. en iyi votka
küçük, ücra bir rus köyünde, köyün meydanındaki salaş lokantamsı mekanda, öğle sıcağında, etiketsiz bir şişeye doldurulmuş, ne idüğü belirsiz votkamsı sıvı. yanında da kızarmış kuzu eti, etten çok löp löp yağlı, kuzu yağı. kuzu eti ama, at eti, domuz eti, dana eti ve nihayet azcık da kuzu eti kokuyor; zira bütün etler aynı ızgarada/tavada pişiyor. votka bedavaydı, ya da ihmal edilebilir derecede ucuzdu. bizde masaya su koyarlar ya, bunlar bildiğin votka koyuyor masaya. o şişe ki belki aylardır doldur boşalt yapılmış, besbelli. votka çeşmesi olsa gerek mutfaklarında.
bütün bu salaşlığa, bayağılığa ve atmosfere rağmen bir şişe votka bir şekilde içilip bitiyor yemek süresince ve o sıcağa, o ağır havaya, yağlı yemeğe rağmen hiç dokunmuyor, sendeletmiyor. belki de tam aksine o hayatı daha çekilir kılıyor. -
16. sömürgeci olsaydık bu soruyu türkçe sorardınız
haber metnine bak "bir gazeteciye verdiği röportaj"
kimmiş hacı o gazeteci, hangi gazetede yayınlanmış bu röportaj, kaydı nerdeymiş?
sallama haberdir. -
17. 1 mart 2018 istanbul kar yağışı
mecidiyeköyde karın bile trafiği var arkadaş. daha varamadılar yere.
-
18. sabire meltem banko
bilinmeyen bir nedenle, keyfi olarak sürekli başlık sildirip duran kişi.
sabahları
aniden gelen
bencillik hissi
inatla
rahatlatıyordu bedenimi
en sonunda
merdivende
ellerim cebimde
lay lay lom in çık yaparken
temelli giden
empatim
mükemmeliğe kapıyı araladı
bundan sonra
artan şiddetli
nal toplama isteğimi
kapıda durup
osurarak gidereceğim. -
19. osmanlı'yı sahiplenmeyen türk
(bkz: osmanlı'yı siklemeyen türk)
(bkz: ben)
(bkz: osmanlı'yı sikleyeni siklemeyen türk)
(bkz: yine ben)
ayrıca
(bkz: siktirme osmanlı'yı akşam akşam) -
20. aykut kocaman
aykut hocamız dört gün önceki beşiktaş fenerbahçe maçının tekrarını izleyerek teknik direktörlük nedir ne değildir biraz olsun anlayabilmiştir umarım. teknik direktörlük sadece inadından kenarda oturttuğun adamı 80. dakikada oyuna almak olmasa gerek.
maçın ilk 25-30 dakikasında pozisyona dahi giremeyen tutuk beşiktaş ne oldu da bir anda aynı oyuncu grubu ile bambaşka bir oyun oynamaya başlayıp oyunu domine etti? beşiktaş'ın oyun diziliminin değişip başta babel olmak üzere birçok futbolcunun pozisyon değiştirip farklı roller üstlenmesi kendi kendine mi oldu acaba? beşiktaş'ın kısa paslarla önündeki savunmayı aşamadığını fark edip oyun yapısını değiştirmesi de mi tesadüf? futbolcular aralarında konuşup da mı karar verdi buna?
demek ki teknik direktörlük sadece bir gol atıp üzerine 80 dakika yatarak izleyenlerin gözlerini kanatmakla olmuyormuş. senin o insanı futboldan soğutan oyun düzenin her düzene ayak uyduramıyormuş. rakibin değişen oyun sistemini analiz edip ona uygun gerekli müdahaleler yapılması gerekiyormuş.
hala daha kadro kalitesi falan diye söylenenler osmanlı, konya, akhisar, antalya maçlarını ne ile açıklıyorlar. son dakikalarda yenilen goller olmasa diyen arkadaşlar acaba bir takım neden son dakikalarda bu kadar çok gol yer diye düşündü mü acaba? neden son dakikalarda galip gelen takımdan son dakikalarda maçı veren takıma dönüştü bu fenerbahçe futbol takımı?
aykut kocaman bu oyun sistemi ile yine de başarılı olabilir. olamaz diyemiyorum. belki şampiyon bile olur. oyuncu grupları, fizik gücü falan derken ligimizin yapısı buna müsait. ama sayın aykut seviciler acaba en son ne zaman keyifle maç izleyebildiğinizi hatırlıyor musunuz? en son ne zaman takımım takır takır oynuyor gideyim de statta maç izleyeyim diye içinizden geçirdiniz?
eskiden insanlar maçtan önceki gece stadın önünde neden sabahlardı hiç mi düşünmüyorsunuz? şimdi bakıyorsun adam başarı ya da puan durumu üzerinden teknik direktör analizi yapıyor. böyle adamlar futbolsever falan değildir. kendisine 34 maç sonunda şampiyonluk vaadinde bulunsan tek maç izlememeyi göze alır. izlemeyin de zaten. sizin gibiler puan durumunu takip etse kafi. -
21. taktığı altını geri isteyen teyze
kadın haklı filan değil.
evlenene takı takmanın amacı yeni evlenene destek olmaktır. bu iş yatırım değildir. karşılık beklenerek yapılmaz. "ben ona bunu takayım; o bana onu taksın" denmez. herkes gücü yettiğince yeni evlenene yardım edebilmek, evlerini kurmasına katkı sağlamak için yapmalıdır bunu.
boşuna dememişler "selam verdim rüşvet değil diye almadılar" diye.
bu kadın görgüsüz, çıkarcı, ve karşılıksız bir iş yapmayı düşünemeyecek kadar bencildir. -
22. 1 mart 2018 afrin çatışması
yoksul anadolu çocuklarının gazi ya da şehit olacağı, zengin ve torpillilerin ise sosyal medya üzerinden kınadıktan sonra hayatlarına aynen devam edeceği çatışmadır.
-
23. pudra şekeri ile yapılan acımasız şaka
-
24. makarna yiyen erkekler homoseksüelleşiyor
1.5 milyarlık çin nüfusunun götüyle güldüğü araştırma.
demek sertleşseler ne olacak. -
25. sözlük yazarlarının ses tonu
değiştirmek istediğimdir.
banka arayıp telefonu annene ver diyor. -
26. gorillerin vücut çalışmamasına rağmen kaslı olması
bilim adamlarına gerek yoktur. sen starbucks'da yaban mersinli muffin sipariş ederken bu goril kardeş bir öğünü yemek bulmak için dag, tepe, orman demeden kosturuyor. herseyi birakip belgrad ormanlarina ikamet edersen sen de bir gun goril olabilirsin.
-
27. ekşi sözlük'ün yazılı olmayan kuralları
asla ve asla nickini paylaşma. bu en önemli kural.
-
28. apple'ın yapıp da diğerlerinin yapamadığı şey
işletim sistemi güncellemelerine eski modellerin performansını düşürecek kodları eklemek
-
29. türk hava yolları
ucusunuz iptal olunca insani baya bi ugrastiran sirket. 3 ay once bi ucusum sisten dolayi iptal oldu. bana ilk aradigimda dediler ki yurt ici herhangi bir noktaya ucabilirsiniz bir yil icinde. ben de tamam dedim sonra iptal olan ucusum yerine varacagim noktaya nasil giderim diye kendi derdime dustum.
bi 5 gun sonra tekrar aradim, aramizda gecen konusma soyle:
ben: boyle boyle ucusum iptal oldu, acik bilete cevirebilir misiniz.
o: bu ucus 5 gun onceymis.
ben: ee evet??
o: o zaman siz ucusu kullanmamissiniz, yapacak bi sey yok.
ben: (saskinliklar icerisinde) ee siz iptal ettiniz ucusu, ben kacirmadim.
o: kontrol edeyim. (on dakika surdu kontrol etmesi, halbuki ben bilgisayardan flightradar24'ten goruyorum ucusun iptal oldugunu.) tamam gordum ucusun iptal oldugunu, ayni parkurda kullanabilirsiniz ucusu.
ben: o parkur benim normalde kullandigim bi parkur degil, oyle denk gelmisti bi kereligine, o parkurda kullanmak istemiyorum.
o: yapabilecek bi sey yok.
ben: ee ilk iptal edildigi gun aradigimda boyle dememislerdi musteri hizmetlerinde.
o: yanlis bilgi vermisler.
ben: sizin yanlis bilgi vermediginiz ne malum?
o: beyefendi thy musteri hizmetlerini aradiniz.
ben: diger aradigim da pegasus degildi, o da thy musteri hizmetleriydi.
o once mavi ekran verdi, sonra: o zaman internet sitesinden sikayet kaydi olusturun.
sonra ben sikayet kaydi olusturdum bununla alakali. baya bi zaman sonra dediler ki tamam, 1 yil icerisinde yurt icinde istediginiz bi parkurda kullanabilirsiniz.
uzerinden bikac ay gecti, benim bir ucus almam gerekti. bu hakkimi kullanayim diye internet sitesine girdim, boyle bir odeme secenegi goremedim. aradim yine musteri hizmetlerini, diyo ki bu sekilde olan biletler sadece subelerimizden alinabilir. haydaaaa... yani her turlu halt yapiliyor internetten ve telefonla, bi tek bu mu yapilamiyor yani? dedim ben yurt disinda yasiyorum, nerde var subeniz. dedi amsterdam havaalaninda. ee dedim ben taa amsterdam havaalanina mi gideyim 70 liralik bileti alabilmek icin? dedi yapacak bi sey yok. hay sizin musteri hizmetleri anlayisiniza dedim, kapattim telefonu.
sonrasinda bu kez turkiye'deyim, memleketteyim. dedim alayim su bileti. o sirada da memlekette kar kis var, ucuslar iptal olmus. ama benim ayirt etmek istedigim ucus zaten bikac gun sonra, o zamana havalar duzelecek gozukuyor. yine aradim musteri hizmetlerini, dedim nerde sivas'in subesi? dedi havalaninda. yahu dedim sehir merkezinde bir suru yer var sizin biletinizi satan, neden oralardan olmuyor? yok diyor sadece resmi subemizden. ee dedim siz ucuslari bile iptal etmissiniz, kar kis kiyamet ortalik, nasi gidicem ben havaalanina? dedi yapabilecegimiz bi sey yok. yine dedim hay sizin musteri hizmetlerinize, telefonu kapattim.
yine bikac ay sonra ablamin yanina elazig'a gitmistim. yine aradim sordum musteri hizmetlerini nerde var ofisiniz var diye, yine dediler sadece havaalaninda. ehh iyi dedik gittik esniteyle taa havaalanina. once benden yazismalarin kodunu istedi hava alanindaki kadin. taa ne zamanki emaillerden aradim buldum. sonra bunu kontrol etmesi yaklasik 20 dakika surdu. sonrasinda yarim agizla tamam dedi yapalim isleminizi. benim yurt ici aktarmali gitmem gereken bi yer vardi. dedim beni bu kadar ugrastiktirdiktan sonra bari bu ucusun tamamini karsilayin. tabii ki kabul etmedi, ki etmesin tamam buna bi sey demiyorum, istedigim ekstra bi durum. sonra neyse dedim o zaman bari onceki biletin ucretini toplam ucretten dusun, gerisini ben odeyeyim. sonra ben bakiyorum ucusun toplam ucretine internetten, 130 lira gibi bi sey, benim iptal ettigim ucusun ucreti 70 lira, bana diyo ki sizin indiriminizi yaptigimda 110 lira odemeniz gerekiyo. ee dedim hani matematik?
neyse bu kez para iadesi yapmayi teklif etti. peki dedim oyle yapalim, benim bileti satin aldigim kredi kartina parayi iade edin. kredi kartiniz yaninizda mi diye sordu, yok dedim yanimda degil. o zaman olmaz dedi. yav dedim nasi olmaz, ne yapacaz? baska kredi karti yok mu diye sordu. dedim dur bi enistemi arayim. tamam dedi, aradim ben enisteyi, geldi benim yanima, cikardi kredi kartini verdi. kadin bu kez de demesin mi "kredi kartinin sizin adiniza olmasi lazim"!!! yahu kadin, enistemin benim kredi kartimi getirmesini mi bekliyodun? para iadesi yapmayi teklif etti. yav madem yapabiliyodun bastan niye eni ugrastiriyosun? bu kez de 70 lirasi varmis, benim bilet 69 liraymis, 1 liram yok muymus. ee yok dedim. sonra 10 dakka da yandaki arkadasinin isinin bitip bana parayi vermesini bekledim. isim bitti ve icimden kufrederek ayrildim.
simdiiii. bana bunlari yapan thy, diger suser kardese kendi hatasiyla aldigi cifte biletin 250 euro olan tutarini, uzerinden 1-2 ay gecmis olmasina ragmen tak diye cikarip yatirmis oyle mi? oglum sozlukte reklam yaptiriyosunuz, bari bu kadar belli etmeyin!
not: bu entry'i ne zamandir yazmayi planliyodum, bugun su reklam kokan hareketi gorunce bitirip de gondereyim dedim. o sebeple okunurlugu baya kotu oldu sanirim, kusura bakmayin. -
30. öldükten sonra gömülmek yerine yakılmayı istemek
bu ülkede öldükten sonra başıma bir şey gelir mi, sapığın birinin tecavüzüne uğrar mıyım düşüncesi yaptırır ancak.
-
31. kadınlar olarak kıllarımızı almak zorunda değiliz
03.04.2016 tarihinde sözlüğe dahil olmuş bir cümle. sırf erkekler yazıyor. ve sanki bugün bir kadın kıllarını almak zorunda olmadıkları konusunda buraya bir şey yazmış gibi durduk yere cevap niteliğinde yazmaya devam ediyorlar ve sonra şuursuzun biri de çıkıp "yine hortladılar" gibi bir şey diyor.
olm siz mal mısınız lan? kendi kendinize konuşup, kendi kendinize laf sokuyorsunuz. şizofren ezik dümbelekler, bir siktirin gidin, işiniz gücünüz yok mu yahu? -
32. zeynep kılıçdaroğlu'nun evini satın alan gazete
malum havuz ya da benim zihnimde lağım medyasının g.t olduğu satıştır. onurlu bir gazete bunu haber yapar ve özür yayınlar. ama maalesef bu tür insanlarda ne onur vardır ne haysiyet. ancak haysiyet cellatlığı yaparlar.
-
33. kitap okumanın yaratıcılığı öldürdüğü gerçeği
katılamadığım önerme zira yeşil içinde belirtilen yazarların hepsinin psikolojik sorunları, toplumla uyuşmazlıkları var. bununla ilgili en yakın zamanda sözlükte bir şeyler yazmak istiyordum, bu da üstüne geldi.
insanlar zamanında girdiği buhranlardan, sanrı nöbetlerinden kurtulabilmek için gerçeklikle bağlarını koparıp kendi comfort zone'larını dile getirmişler. bir nevi kendi alternatif dünyalarını tasvir edip, arkadaş olmak istedikleri, esasında parçası olmak istedikleri hayatları aktarmışlar. tolstoy o kitapları kendinden yıllar sonra bir tane liseli amcık ağızlı "gılgamış destanı mübarek, oku oku bitmiyor" desin diye yazmadı. new york times bestseller'de 1 numara olmak için yazmadı. yazması gerekiyordu, bir şekilde içinde bulunduğu gerçeklikten kopup kendi gerçekliğini oluşturmak istiyordu.
tıpkı instagram'da verilen sahte pozlar, fake gülüşler gibi. günümüzde gerçeklikten kopmak çok kolay. bir iphone aracılığıyla istediğin kişi olabiliyorsun. bir yıl boyu köpek gibi çalışıp, bir haftalık yaz tatilinde çektiğin video/resimlerle kendini istediğin gibi pazarlayabiliyorsun. üzgünsen "ahahahaha" içerikli bir tweet atıp üstesinden gelebiliyorsun ama eskiden öyle değilmiş işte, eskiden insanlar bende sizdenim demiyormuş. ben farklıyım ve bakın bu da kendimi ait hissettiğim yer yani "suç ve ceza" diyorlarmış. sen ise dahil olup, kim tarafından belirlendiği belli olmayan standartlara erişmeye, erişemiyorsan bile erişmiş gibi görünmeye çalışıyorsun. burada da devreye self marketing giriyor.
mevzu çok derin. kafka, nietzche, paulo coelho, dostoyevski derken uzar gider hikaye. ama ana tema aynı.
yoğun istek üzerine edit : konuyu en başından ele alacak olursak, yazmak eylemi başlı başına bir kaçıştır. yazabilmek için bir şeylerden kaçmanız gerekir; insanlardan, toplumdan, aşktan, kendinizden kaçmanız kopmanız gerekir. topluma entegre olmuş, kaçtığı şeyler olmayan, rutine sadık hiçbir birey "yazmak" denen belaya bulaşmamıştır. belki de başındadır bu bela kitabının ama tam anlamıyla eline kalemi alıp bir şeyler anlatmaya çalışmamıştır. içeriğinden bağımsız olarak pembe kapaklı kitabı aşk ismiyle piyasaya sürmek, esasında "aşk" her zaman satar klişesiyle girişilmiş "yazmak" eylemiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir pazarlama tekniğidir. kişisel gelişim adı altında, çok özel deneyimler sonucunda elde edilmiş gibi sunulan verilerin saman kağıtlarını zehirlemesi olayına hiç girmiyorum.
yazmak, sadece yazar ve mürekkep vasıtasıyla yaktığı ağıtının kağıtlarda bırakabildiği iz kadar kurtulmaktır. yazabilmek için çok kitap okumuş olmanız gerekmez, dünya klasiklerini ezbere bilmeniz gerekmez, sadece yakabileceğiniz bir ağıt ve bu ağıtı yaktığınızda iz bırakabilecek bir kağıt her şeye yetecektir.
sorun yazmak eylemine girişmeden önce bütün yolların denenmiş olmasıyla ilgilidir biraz da, yazma evresine gelene kadar bütün kitaplar okunmuş, bütün hikayeler dinlenmiş, bütün filmler izlenmiş ve kaçış sonlandırılamamıştır. yazma fikri, yazarın kendinden ve fikirlerinden kaçmaya çalıştığını anlamasıyla belirir. dile getirilemeyen arzular, atlatılamayan travmalar, özlenenler, unutulanlar, hiç bir lisanda karşılığı olmayan hisler bir şekilde kağıtlara izler bırakmaya başlar. attığı kazık unutulamayan eski bir dost, hırsız olarak belirir sayfalarda ve sonunda idamla cezalandırılır. eski sevgili, aynı hikayede müptezel bir fahişedir. yani bütün hayat birkiminin akla sığmayan bir kompozisyonudur yazılanlar.
neden mi yazamıyoruz ? çünkü kaybetmek istemiyoruz. çünkü yazmanın aslında ne kadar acınası bir eylem olduğu gerçeğini iliklerimize kadar biliyoruz. kaybetmiş olma gerçekliğiyle yüzleşemeyip kazanan pozlara bürünüp, kazanmış gibi davranıyoruz. bir nevi standartlara oynuyoruz, aynı maskeyi takıp, aynı telden çalışıyoruz, farklıysak bile dışlanma korkusuyla bunu dile getiremiyoruz, elimize tutuşturulan akıllı olduğu iddia edilen bir cihaz ve içindeki sahtelikle kendimizi uyuşturuyoruz. öyle bir kaybetmişiz ki, gerçeklerden kaçıp kendi dünyamızı bile dile getiremiyoruz, öyle bir ezilmişiz ki dayatılanlar karşısında değil sesimizi çıkarmak daha fazlasına sahip olabilmek için birbirimizi yiyoruz. bu şartlar altında orjinal eserler çıkmaması çok doğal, bunun sebebi geçmişte yazılan eserlerin okunması değil. geleceğe dair fikirler üretmesi gereken beyinlerin uyuşturulmuş olmasıdır. giydiklerimiz bile aynıyken nasıl farklı şeylerden bahsedebiliriz ki ?
yaktıkları ağıtlarla zihinlere kazınan "farklı" olanların, yazmak eylemini bir kaçış olarak görenlerin, iz bırakanların, en iyi yazanların, en güzel kaybedenlerin hikayeleri.
fyodor dostoyevski : epilepsi hastasıydı. hayatının çok büyük bir dönemi depresyonla geçti, kumar bağımlılığıyla mücadele etti.
friedrich nietzsche : hayatı boyunca çok şiddetli depresyon ve ihtihar eğilimiyle yaşadı. frengiye yakalandıktan sonra akli dengesini tamamen kaybetti.
willieam blake : psikozlar geçirip gerçeklikle bağları koptuğunda şiir yazmaya başladı, gördüğü halüsinasyonlar en büyük ilham kaynağı oldu.
mark twain : bütün ömrü boyunca kronik depresyonla mücadele etti. girdiği melankoli nöbetlerini eğlenceli eserleriyle bastırdı.
franz kafka : hayatı boyunca sağlık sorunlarıyla mücadele eden kafka, sosyal anksiyete ve depresyon hastasıydı. imsomniayla mücadele etti, stressiz bir gün geçirmedi. eserleri ölümünden sonra yayınlandı, hayattayken hiç bir eserini yayınlamadı.
lev nikolayeviç tolstoy : varlıklı bir aileden gelip maddi durumu iyi olmasına rağmen inzivaya çekilip, münzevi bir hayatı tercih etti. depresyonun pençesindeydi. sık sık evden kaçtı. intihar etmeye cesareti olmadığı için kendinden nefret etti. bir tren istasyonunun görevlikulübesinde öldü.
sylvia plath : hayatı boyunca mental sancılar çekti ve antidepresan kullandı. ileri derece bipolar bozukluk hastasıydı. 1952'de intihar girişiminde bulundu ve akıl hastanesine yatırıldı. 1963'te kafasını fırının içine sokarak intihar etti.
paulo coelho : gençken ailesi tarafından üç kez akıl hastanesine yatırıldı. sorunlu bir çocukluk geçirdi. eserlerinde bu yanını sergilemekten hiç çekinmedi. veronika ölmek istiyor kitabını bu süreci özetlemek niyetiyle yazdı.
jack london : gelmiş geçmiş ilk milyone yazar olan jack london, bipolar bozukluk yaşıyordu, intihar girişimlerinde bulunsu. hastalığını tedavi etmek için kendince geliştirdiği bir karışımı kullandı. karışım civa, eroin, afyon gibi kimyasal maddeleri içeryordu, bir süre sonra böbrekleri iflas etti.
virginia woolf : son romanını yazdıktan sonra majör depresyona girdi. 1941 yılında ceplerini taşlarla doldurup nehre atlayarak intihar etti.
ezra pound : 13 yıl akıl hastanesinde yattı, ilerleyen yıllarda şizofreni teşhisi konuldu.
ernest hemingway : hayatı boyunca paranoya, depresyon ve alkolizmle mücadele etti. av tüfeğiyle intihar ederek sancılı hayatına son verdi.
charles baudelaire : sistemin çarkları arasında ezilen baudelaire bohem yapısıyla dikkat çekti. bipolar bozukluk ve frengiyle boğuştu.
(bkz: beşir fuad)
(bkz: nilgün marmara)
(bkz: metin kaçan)
(bkz: yavuz çetin)
(bkz: ilhami çiçek)
(bkz: kaan ince)
(bkz: david foster wallace)
ve elbet, yaşananlar yazılanlardan daha gerçektir. -
34. rafael nadal'ı asfalt zeminde kevgire çeviririm
-
35. en muhteşem seks pozisyonu
laptop’u yatağın üzerine koyup, sırtüstü uzanıp, peçeteyi 30-35cm uzunluğunda, 2-3 kat olacak şekilde adonis üzerinde penisin başladığı yerden gögüs kafesinin başladığı yerin tam ortasına serip, video’nun en sevdiğiniz dakikasına alıp işe koyulmaktır. dikkatli olunması gereken bir pozisyondur, 1-2 kere dikkat dağınıklığı sonucu çeneme, sakalıma zımbalamışlığım vardır.
-
36. sabah kalkınca ilk düşünülenler
kendim dahil herkesin ve herşeyin ne kadar çok nefret edilesi olduğudur.
-
37. galatasaray müzesi vs beşiktaş müzesi
ne oldu da 1984'te galatasaray'in muzesi bir anda digerlerini sollamaya basladi? bunu merak ediyorsaniz sizi suraya alalim : (bkz: jupp derwall)
-
38. 1 mart 2018 sözlük kadınlarına tarihi çağrı
(bkz: başlıklarını engelle)
-
39. ayhan sicimoğlu
sürekli seks yapiyor sanırım, nasil bu kadar mutlu olabilir bir canlı amk
-
40. klasik müziğin bir halta yaramadığı gerçeği
-herhangi bir toplumun halk muziginin teksesli olmasi kesinlikle o toplumun muziginin yetersiz oldugunu gostermez, lutfen bunu unutmayalim.
-bati muziginin gittikce daha polifonik bir yapiya kavusmasinda kullandiklari "tampere sistem"in etkisi buyuktur.
-bati muzigi herhangi bir sesin olusturdugu doguskan dizisinde cesitli ayarlamalar yaparak, oktavlari birbirlerine esitlemistir. (detayli ogrenmek isteyene anlatabilirim) dogada doguskan dizileri arasinda orantisizlik varken, erken barok donem diyebilecegimiz (1620-30) donemlerden itibaren tonaliteye, yeni sisteme dogru evrilme baslamistir.
-j.s.bach bu yeni sistemin nasil da guzel calistigini anlatmak ve kanitlamak icin iki kitaplik 24 prelud&fug serisini, birbirine esit araliklara sahip her tonalitede bestelemistir.
-asyadaki bir cok toplumun, iran'in, hindistan'in, turkiye'nin muzikleri coksesli degildir. turk muzigi, tam olarak dogru calabilen icracilar ile dogru calgilarla calindigi her an aslinda pisagor un olusturdugu o cook eski sisteme hala yakin bir sistem kullanir. anadolu'da 15. yuzyil gibi erken donemlerde bile besteciler turk muzigi nazariyatlari yazmistir, hatta onsozunde pisagor'a tesekkur bile etmistir.
-her turlu muzigin degerini vermeyi bilmek gerekir, bilinmiyorsa da konusmamak. muziksever arkadaslara tahrik olmamasi ve dogu veya amerika toplumlarinin muziklerini yabana atmamasi gerektigini hatirlatirim. o muziklerin de felsefesi vardir. japonya nin gagakusu, endonezya nin gamalan, benim icin fethiyeli ramazan in uc telli baglama ile yaptiklari, yine guneydogu asya daki inanilmaz "monkey chant"lar, alaska'daki inuit sarkilari, bati afrika muzikleri hepsi buyuk sanat eserleridir.
-klasik muzikle sikintisi olan tipleri ciddiye almaya gerek olmadigini dusunuyorum. ben 10 yasimdan beri klasik muzikle ugrasiyorum, egitimim de bunun uzerine ve turkiye de yeterince muzisyenin (cogu issiz) ve yeterince klasik muzikseverin oldugunu biliyorum. yani bir gun opera yikilacak olsa bile biliyorum. ustune ustluk klasik muzikten beklentisi allah rizasi icin biraz "zeka" olan dingillerin dinledigi muzikleri bile ondan daha iyi biliyorum, evet onlari da dinliyorum, merak ediyorum.
-mesele de zaten bu, ankara'da okurken hep dolu tiyatrolardan birine gittigimizde muthis bir performans sonrasi insanlarin eli ayagi titremisti, bunu resmen hissetmistim, insanlar disarda tanimadigi kisilerle oyunun ne de iyi oldugundan bahsetmisti, herkes deli gibi heyecanliydi, sanirim bin kere oynanmis yeraltindan notlar in ilk temsillerinden biriydi. iste boyle insanlar var bu ulkede, hem de yiginla, bir araya gelen, konusan, tartisan, heyecanlanan, "su nasi calisiyormus" diye videolar izleyen, saatlerce bilimden bahseden, kafasi guzel olup turgut uyar'dan "geyikli gece"yi okuyan... geyikli gece'yi, turgut uyar'i ulan bi sait faik'in naifligini bilir misiniz siz? iste hep bu yuzden kaybedeceksiniz, secim kazanacaksiniz, ama sabahina yine icinizdeki tecavuz etme, yikma, ota boka deli olma, baskalarinin ozel hayati hakkinda delirme isteginiz baki kalacak. deli olacaksiniz, "niye onlardan biri olamiyorum"diye, cunku insan iliskilerini bilmiyorsunuz, ruyanizda kuzeninizi elliyorsunuz, klasik muzigin nesinden anlayacaksiniz lan siz? -
41. evi soyulan polat holding ceo'su
dikkatinizi çekerim haberin devamında hırsızları izmaritteki dna dan bulmuşlar.
zamanında benim de evime hırsız girdi, polis siklemedi bile. illa araya hatırlı birilerini sokmak mı lazım. bence haberin bu kısmı daha önemli. -
42. james harden'ın nba ruhuna aykırı hareketi
rakibinin hala hayatta olduğundan emin olana kadar beklemiş üçlük için. iyi kalpli, düşünceli adam.
-
43. alper potuk
bugün kesinlikle kart görecektir. sarı ya da kırmızı bilemem.
-
44. 6385 akademisyenin işten atılması
verilen hakların geri alınması açısından yanlış, geriye kalan hangi açıdan bakarsanız bakın doğru olay. keşke olay öyp falan ayrılmadan doçent,profesör alayına uygulansa.
avrupada onlarca, türkiye'de de 20 tane falan "iyi" üniversiteyi yakinen biliyorum zira ben de eski bir akademisyen adayıydım. hatta bölümümde türkiye'nin en iyisi olan okulundaydım. dayanamadım ayrılıp özel sektöre geçtim.
işe ilk girdiğimde devletin doktorasını bitiren herkese neden iş vermediğini anlamadim. devleti suçladım. hakkaten eleştirecek o kadar çok şey var bir de burdan eleştirdim. daha bir kaç ay çalışınca bunun ülkeye ne kadar faydalı bir şey olduğunu anladım. size de anlatacağım.
birincisi öyp ile torpil morpil engellnemiyor. onu bir geç. adam sikmeyin hiç. torpil aynen devam. üniversiteler kendi ilanıyla araştırma görevlisi alırken nasıl torpil oluyorsa öypde de var.
bu ön bilgiden sonra akademisyenliğin amacına gelelim. akademisyenliğin amacı bilimdir,araştırmadır. akademisyenin görevi bilime, teknolojiye, insanlığa katkı yapmasıdır. bunun aksini iddia edecek kadar cahil ve yobazsanız siktirin gidin gerisini okumayın bile. peki şu anda üniversitelerde durum ne?abartmıyorum bak. bilkent ve koç'u çıkar. onlar garip şekilde türkiye ortalamasının üstünde. boğaziçi,odtü,istanbul, itü, marmara ne istersen git bak. bu okulların akademisyen kadrolarının %15'i yukarıdaki akademisyen tanımına anca uyar. sıradan anadolu okullarında %1 bile olmaz o.
e öypli kardeş. söyle bakalım şimdi. ben hakemli dergilerde 9 tane yayın yayınlatmışken ( 3 tanesi tek isim ve hepsi uluslararası ve index puanı yüksek dergiler) kendi doktora hocam bile benim 3 katım sürede benim yarım kadar yayın yapmamışken bana siyasi referansım olmadığı için kadro açılmazken siz 33lü paşalardınız ve o zaman her şey adaletliydi değil mi? iki tane yabancı dil puanım b seviyesi üzerinde iken kadro alamıyordum iki kelime ingilizce makale okuyamayan sen adaletli adaletli 33 ile götü yaymıştın değil mi paşam?
devlet bize kadro versin diye niye ağlıyorsun? biz zamanında dilekçeler topladık kadrolar (doçent ve prof dahil) kalıcı olmasın,tamamen bilimsel performansa göre sözleşmeler yapılsın diye hangisinde 1 tane öypli imzası var? götünüz tutsaydı sikko sınavda iki puan aldık diye devlet bize ömür boyu memuriyet versin diye değil,herkes sadece ve sadece bilimsel çalışma yaptığı sürece akademisyen olsun diye uğraşırdınız. ama götünüz yemiyor. 1 tanenizin bilimle yakından uzaktan ilişkisi yok. 1 tanenizin götü hayatını bilime adamaya yemiyor. içinizde merak yok. okumuyorsunuz,öğrenmiyorsunuz, gelişmiyorsunuz. ama devlet size ömür boyu memuriyet versin ha. oldu paşam.
bir de burada birileri bizi sikmeye çalışmış. avrupa demiş, amerika demiş. git bak bakalım o örnek aldığım amerika'ya ya da avrupa'ya. ya da japonya'ya ya da kore'ye. 5 yıl yayın yapmayan,bilimsel projesi olmayan adamı okulda tutarlar mi?
götü yiyen varsa, rektörler de dahil bütün akademisyenlerin bilimsel çalışmalarına göre belirli süreli sözleşmeler ile çalışması için sesini çıkarsın. götünüz yi-yor-sa. birinizin bile yemez.
edit: aşağıdaki girilerde de özel mesajlarda da sürekli taciz edildim. eğer bu kadar zekiysen öypnin sınavlarına sen girseydin diye.
cevap vereyim burda da mesaj da atmayın. olm mal mısınız alayınız?hepiniz mi embesilsiniz anlayamıyorum. ben zaten kadrolu akademisyen adayıydım üniversitede. ales notum 99 yds 94 ben zaten kadroya girmişim üniversitede,araştıtma görevlisi olmuşum, bir daha neden öypye başvurayım lan? öypye başvurma ihtiyacı duyacak ezik sensin. anadolunun sikko üniversitesinde 3.50 ortalama yaptin diye itüde benim 3.50 ortalamam ile bir tutuyorsun kendini. sonra öyp ile sikko üniversitede kadro alıp gelip itüde doktorada ezim ezim ediliyorsunuz. gelmiş bana merkezi sınav sistemiyle akademisyen alımını övüyorsun. ulan bilim adamı ales puanıyla övünür mü?varsa uluslararası dergilerde yayının onunla övün. varsa projen,patentin onunla övün. git odtüye bak oradaki öypliler de aynı. alayı çöp. götünüz yerse bilimsel çalışmalarınızı dökün.
akademi ve bilim adamların sikinde değil. bir sikko üniversiteden sikko hocalarla şişkin ortalama alınca ömür boyu bilim adamı kadrosunu kendine hak görüyor. neden? özel sektörde bir defa işe girince ömür boyu çalışmadan yayabiliyor musun?ağzını yüzünü sikerler hiç acımazlar. e devlet sana bir defa girdiğin ales ile niye ömür boyu bilim adamı kadrosu versin? bunun ülkeye ve bilime zararı yok mü? en başından buna itiraz etmemiz gerekmez mi ülkemizi düşünüyorsak? beleşçisiniz.
bir de demişler ki zaten akademik kadrolar şimdiye kadar çöptü. bu nedemek biliyor musunuz? zaten çöpler akademisyen olmuştu biz de çöpüz biz de akademisyen olalım ses etmeyin demek. götünüz yiyorsa,nüfuzunuz varsa bütün akademisyenlere performansa dayalı sınırlı süreli sözleşmeler getirilsin diye lobi yapmaya çalışsanıza? madem daha önceki kadroların da çöp olduğunun farkındasınız. bütün o twitter çalışmalarınızı, ekşi sözlük ağlamalarınızı bize ömür boyu memuriyet garantisi verilsin diye değil de herkese performansa dayalı sözleşme gelsin diye yapın. götünüz yiyorsa tabii -
45. en güzel bira
daha yeterince weihenstephaner yazilmamis olan baslik.
adamlar avrupa'da her markette 80 cent'e bulabileceginiz biralari tekrar tekrar yazmaya doyamadi.
her erasmus'a giden bira gurmesi memlekette. -
46. bir binayı 300 kilo dinamitle yıkamamak
benim merak ettiğim şey ilk denemeden sonra yıkılmayınca 2. deneme için dinamitleri yerleştirmeye kim gitti?
ben olsam hayatta yanına yaklaşmazdım o binanın. -
47. yeni neslin iş hayatından beklentileri
müdürlerin beklentileri kadar sorun teşkil etmez. şu istatistiğe göre türkiye, mesai saatleri konusunda dünyada rekora sahip.
dünyanın en acımasız müdürlerine sahip olduğunuzu bilin yani. ben demiyorum. -
48. ekşi sözlük dertleşecek insan veritabanı
ilk kez bu başlık altına entari giriyorum. canı sıkkın ya da morali bozuk olan 1 kişinin (yazar-çaylak fark etmez) derdini dinlemek, mümkünse ona yardımcı olmak isterim.
not: bu entry 02.03.2018 tarihinde kendini imha edecektir.
edit: o 1 kişilik kontenjanım doldu. teşekkürler. :) -
49. 2. dünya savaşına girmemenin bedeli
(bkz: ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım)
(bkz: ismet inönü)
paşanın bu sözünü dünyayı age of empires oyunu zannedenlerin değil, babasını yoğun bakımda iki eli başının üstünde bekleyenlerin, şehit tabutuna gözlü yaşlı sarılanların, ana haberlerde her duyulan şehit sonrası lokmaları boğazında kalanların anlayacağını düşünüyorum.
tanım: 1. dünya savaşında toprağımız olmayan galiçya'da bile savaştırılan askerlerin torunu olarak, iyi ki girmedik dediğim savaştır.