herkesin bildiği gibi bir neslin içinde uktedir pokemon. pokemon go ile birlikte tekrar şahlanan bu efsaneyi yeniden ekranlara taşıyacak isimlere ihtiyacımız var. buradan acun ılıcalı'ya sesleniyoruz. sen işini bilen adamsın. survivor'ın bittiği, yazlık yayın kısıtlılığı çekilen bu günlerde kanala ilaç gibi gelecek, sosyal medyayı hareketlendirecek bir önerimiz var. al yayın haklarını pokemon'un; bir nesil yeniden ekranlara kilitlenecek, yeni nesle de zorla izlettirecektir. pokemon yaşatılması gereken bir kültürdür. diğer ekşi sözlük yazarlarının desteğini de isteyerek ahan da başlatıyorum kampanyayı.
ahandayazaroldum5 profili
-
acun pokemon'u yayınlasın kampanyası
-
ösym'nin nisan tus 2016 sınav ücreti rezaleti
bugün açıklanan 2016 nisan tus klavuzuyla haberdar olduğumuz rezalet. çok değil daha 6 ay önce yapılan bir önceki sınav 100 lira iken pek sevgili kurumumuz 220 lira yapmışlar sınavı. neyin bedeli allahınızı severseniz bu aradaki 120 lira fark? her sınavda en az 5 tanesi hatalı çıkan sorularınızın mı? 2 ayda sonuç açıklayamamanızın mı? yanlış soruların iptali için açılan davaların paraları mı bunlar? neyin parasını bizlerden çıkarıyorsunuz? nerede görülmüş %120 zam yahu! sınav değil düpedüz soygun!
edit: hiç sevmem bu edit olayını ancak doktor olup 220 lirayı fazla bulan insanların varlığını gösteren vs. vs. demiş bazı yazar arkadaşlar. şimdi ortada bir rezalet var ve bu rezalet maaştan tamamen bağımsız. konumuz doktor maaşı değil ama madem konu buraya gelmiş benim de söyleyeceklerim var o vakit. yeni mezun oldum ben. 1 yıldır intörn doktordum. pek bilmezsin intörn doktorluğu anlatayım. ayda en az 6-7 gecemi hastanede geçirdim; birçok kez 36 saat boyunca hastanede kaldığım oldu; acilde, serviste, yoğun bakımda, ameliyathanede, poliklinikte her yerdeydim. çocuğun hastalandığında ben bakıyordum, reçetesini yazan bendim, kafanı yardığında dikişini atan da bendim, öykün alınırken sekreterlik yaparak bilgisayara geçiren de bendim. herhangi bir sektörde çalışan herhangi bir insandan daha az çalışmıyordum. hastanede etrafımda benden yaşça küçük hemşireler, personeller, teknikerler vardı. her biri maaşlarını alırken ben 340 lira harçlığımı alıyordum. 2 aydır mezun, işsiz, gelirsiz, sadece tus çalışan bir doktorum. benim gibi yüzlercesi binlercesi var inan bana. 25 yaşındayım babamdan para istemeye utanıyorum. ve sen gelmiş burada bana neden 220 lirayı, %120 zammı çok bulduğumu soruyorsun öyle mi?
edit 2: doktor olduğunu her yerde belirtme ihtiyacı! demiş bir yazar arkadaş. "tus"la ilgili bir konudan bahsederken benim ve başlıktaki diğer birçok yazar arkadaşın doktor olduğunu anlamasına sebebiyet verdiğimiz için ben şahsım adına bu naif, kırılgan arkadaştan özür diliyorum. -
saim bey'in aslında o kadar da haksız olmaması
yanlış anlaşılmasın, yaşar usta gibi dürüst, çalışkan, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş bir adama saygısızlık
etmek istemem. ancak kızını çeşitli açılardan yetersiz gördüğü bir insanla evlendirmek istememesi konusunda çok üstüne gidildiğini düşünüyorum saim bey'in. yani kendimi onun yerine koyuyorum da; yıllarca çalışmışım, didinmişim; çarçakal dolu şu sektörde ayakta kalmayı başarıp belli bir birikime sahip olmuşum; yıllardan sonra yanımda ne bir hayat arkadaşım ne de başka çocuklarım kalmış. sadece ve sadece biricik kızım var. hayatımı adadığım servetimi bırakacağım tek bir kızım. e tabi ki biraz ince eleyip sık dokuyacağım. elin ne idüğü belirsiz çulsuzu neden gelip benim servetime konsun ki? allahınızı severseniz -hadi koca serveti göz ardı ediyorum- hanginiz daha okulunu bitirmemiş, aklı bir karış havada kızınızı işi gücü olmayan, okulu bitmemiş bir adama ve onca kişinin yaşadığı bir eve gelin olarak verir? lütfen fakir edebiyatını, pulsuz romantizminizi bir kenara bırakarak bir cevap verin!
saim bey de aynen bu şekilde realist bir bakış açısıyla yaklaştı olaya aslında. sanki zengin piçi bulup başgöz etmek istiyormuş gibi bir algı yaratıldı. kesinlikle katılmıyorum. adamın istediği sadece kızının okulunu bitirip kendi ayakları üstünde durabilmesi ve kendi öldükten sonra maddi manevi emanet edebileceği bir damattı.
hoş kız da tam bir hayırsız. koca dağ gibi adam üzgün, perişan, tamam diyor; git hadi kızım o güzel insanların yanına diyor, mutlu ol diyor bir gece yarısı arabada. bizim kız napıyor? açıyor arabanın kapısını basıp gidiyor. bu mudur mutlu son? bu mudur lan onca senenin karşılığı? bi sarıl teşekkür et, gel babacım sen de, her şeye yeniden başlayalım de. 11. tabağı da senin için çıkarırlar bu güzel insanlar de. baban lan o senin. hayatındaki tek kişi sensin o adamın. yemin ediyorum benim kızım olsan ne halin varsa gör der fabrikayı mabrikayı satıp dünya turuna çıkıp karılarlan kızlarlan yerdim parayı. yelloz!
türlü adi, pislik, güvenilmez insan dolu şu dünyada tek varlığı kızı olan bu hassas adamın yıllarca çok üstüne gidildi. birazcık kendinizi onun yerine koyarak olaya bir de bu açıdan bakıp yıllar sonra bu koca yürekli ve yalnız adama iade-i itibar etmenizi istiyorum hepsi bu. -
otobüsten otobüse aktarılmanın verdiği eziklik
binmişsinizdir minibüsünüze/otobüsünüze akşamın bir vakti. gideceğiniz yere daha çok vardır. pek kalabalık değildir otobüs; herkes yorgun, herkes sessiz. yayıla yayıla oturmuşsunuzdur dakikalardır bütünleşip ısıttığınız koltuğunuzda. hop! o da nesi! "abiler, ablalar yandaki araca geçebilir miyiz acaba?"
birden bir hareketlilik, istemeye istemeye kendinizi oturacak koltuk kapma yarışında bulursunuz. çanta kucakta, otobüsün eski sakinlerinin acıyan gözlerle baktığı bir mülteci grubu ile birlikte girersiniz otobüse. artık o bir önceki otobüste 20 dakikada oluşan huzur dolu, sıcak ortam yerini soğuk ve rahatsız bir kalabalık yığına bırakmıştır. ezik büzük oturursunuz. artık ev sahibi değilsinizdir. demirspor deplasmanına gelmiş ürkek rakip takım taraftarısınızdır artık. etraftan "ah yazık, otobüsleri bozulmuş:(" bakışlarına "yok valla otobüs bozulmadı, şoförün piçliği:(" bakışlarıyla karşılık verirsiniz. "demek şoförünüz sizi yarı yolda bıraktı ha:(" bakışlarını "siz hiç otobüs değiştirmek zorunda kalmadınız mı allahsızlar" bakışlarıyla cevaplandırırsınız. muavinin "zaten bizim otobüse de para vermediniz" bakışlarını "git yiyosa öteki şoförden al lan bana ne" bakışlarıyla savuşturursunuz. "ay pek de çirozmuş şu ortadaki" bakışlarını "yeter amk sikecem ha abartmayın ne baktınız öyle" bakışlarınızla sonlandırırsınız. böyle bakışlar altında yolculuk uzar gider.
velhasılı kelam zordur otobüs değiştiren toplulukta olmak. lütfen onlara acıyan gözlerle bakmayın. unutmayın bir gün sizin de yolculuğunuz "yandaki araca geçebilir miyiz" cümleleriyle zehre dönebilir. cümlelerimi ünlü bir şairin sözleriyle noktalıyorum: "mağrur olma yolcum senin de otobüsünün şoförü götlük yapar elbet." -
stada girişte yemyeşil çimlerin görüldüğü ilk an
dakikalarca süren turnike sırası, turnikeye yaklaştıkça içeriden gelen tezahurat seslerinin de etkisiyle iyice artan heyecan; turnikeyi geçtikten hemen sonra sıkışıklıktan kurtulmanın verdiği güvenle, beraber gelinen babayı arkada bırakıp hızlıca çıkılan merdivenler; son basamaklarda artık yerinden çıkmak üzere olan bir kalbin güm güm sesleri ve işte o asla unutulamayacak manzara...
dört koca ışık kaynağının gün ışığını aratmayacak derecede aydınlattığı yemyeşil çimler; o zamanki çocuk hal ile devasa gelen, uçsuz bucaksız insan topluluğunun içini doldurduğu tribünler; 5-10 metre öteden gelen dum dum dıdı dum vuruşlarıyla taraftarı ateşleyen davul sesleri, kolkola girmiş bir tribün insanın müthiş bir senkronla zıplamalarıyla oluşan olağanüstü manzara ve tüm bunlardan hangisine bakacağını şaşırmış, gözleri parıl parıl bir çocuk. birisi mutluluğun resmini mi istemişti?