trt 2'nin yayın hayatına başladığı günü hatırlıyorum.
orko 88 profili
-
30 yaş üstü olduğunu tek cümleyle anlatmak
-
teşkilat (dizi)
senaryo, yönetmenlik, kurgu vs her açıdan perperişan bir yapım.
"o kadar kötü bir dizi olsun ki bir daha kimse bizi dizi, film falan için darlayamasın" denmiş olabilir. -
uçak gemisi yapacağız
ulusal güç, askeri, ekonomik, kültürel, siyasi gücün bileşimidir. tek başına askeri güç bir anlam ifade etmez: sonuç alıcı olamaz, alsa bile o sonucu koruyup geliştiremez.
gücü bir bölgeye / noktaya aktarmak veya "projekte etmek" (bkz: force projection), sadece askeri vasıtaların menzil, büyüklük vb performansları ile sağlanabilecek bir kabiliyet değildir. askerinizin ya da diplomatınızın ya da işadamınızın operasyonunu kesintisiz, sorunsuz şekilde yürütmesini sağlayabileceği en uzak mesafe, ulusal gücünüzün sınırıdır.
* * *
1995 bosna harekatına türkiye, hava kuvvetleri ile katılmıştı. türk hava kuvvetleri'nin hassas güdümlü silah sistemleri ile donatılmış ve belkemiğini oluşturan uçağı olan f-16'lar bu harekatta yer hedeflerini bombalamışlardı. f-16, tek motorlu, nispeten küçük ve dolayısıyla menzili sınırlı bir uçak. türkiye'den kalkan bir f-16'nın, harp yükü ile bosna'ya gidip görev yapıp geri gelmesi mümkün değil. o dönem türk hava kuvvetleri'nin elinde tanker uçaklar da bulunmuyordu, daha doğrusu yeni hizmete girmeye başlamışlardı. bosna ve daha geniş olarak balkanlar'ın da türkiye'nin ulusal çıkarları açısından yakın çevre; tarihi, siyasi ve ekonomik olarak büyük önem taşıyan bir coğrafya olması nedeniyle kriz vb durumlara müdahale kabiliyeti göz önüne serilmiş oldu.
türkiye'de uçak gemisi ile ilgili ilk fikrî tartışmalar o dönemde başlamıştır.
abd, rusya, ingiltere, fransa, çin gibi ülkelerin kullandıkları uçak gemileri, kelimenin gerçek anlamınyla uçak gemisidir: farklı yöntemlerle iniş kalkış yapan uçaklar ve helikopterler taşırlar. boyut olarak en büyükleri abd'ninkiler. her bir tanesi birkaç milyar dolara mal oluyor ve bu gemiler asla tek başlarına görev yapmıyorlar: birkaç destroyer, ikmal gemisi ve denizaltıdan oluşan bir grupla beraber geziyorlar. böyle bir kabiliyeti sadece "satın almak" bile onlarca milyar dolara mal oluyor. öte yandan bunları kullanacak, bakımını yapacak binlerce personelin yetiştirilmesi ve tabi ki bu görev grubunun işletme ve bakım masrafları. hiç bir ülkenin kolay kolay altından kalkabileceği bir şey değil.
çin mesela, meşhur varyag hurdasını satın aldı, iyice elden geçirdi ve liaoning adı ile tekrar hizmete soktu. bu gemi uzun süredir eğitim amaçlı kullanılıyor. çin bir yandan da uçak gemisi operasyonlarına yönelik olarak çok büyük kıyı tesisleri kurdu. kaç yıldır tecrübe havuzu oluşturmaya çalışıyor. beri yandan kendi tasarladığı uçak gemisini inşa etmekte.
bu tür gemileri yapmak, kullanmak, bakım - tutumlarını sağlamak 1'nci lig donanmalarının, okyanuslarla cebelleşen ülkelerin işidir.
türkiye gibi ülkelerin donanmaları bir alt ligdedir. 2'nci lig diyelim. hatta türkiye, 3'ncü ligden yükselmeye çalışmaktadır. 2'nci lig donanmalarına "blue water navy" de denebilir, yani açık denizlerde uzun süre bağımsız olarak görev yapabilecek donanmalar. onları "brown water navy", yani kıyı sularında* görev yapabilen donanmalar takip eder.
türkiye bir süredir görev grupları ile bazı tecrübeler edinmeye çalışıyor. barbaros türk görev gücü ile mesela iddialı bir sefer yapıldı. asya'ya uzun seferlere çıkıldı. aden körfezi'ndeki korsanlarla mücadele görev gücüne aktif katılım sağlanıyor vb. bunların hepsi, donanmanın erişim kabiliyetini uzatmak için yapılan hazırlıklar. bunlar sadece askeri hamleler değil: hepsi diplomasi ve ticaret / ekonomi girişimleri ile desteklenmek durumunda.
konuyu dağıtmayalım.
bosna tecrübesinden sonra ekonomi, akıl ve mantığın da altını çizdiği gibi, yukarıda bahsettiğim tipte klasik manada uçak gemilerini inşa etmenin, satın almanın, satın alınsa bile kullanabilmenin imkansız olduğu görüldü. ama bu gemiler, "kuvvet aktarımı" kabiliyetinin tek unsuru değil. amfibi birliklerin çıkarma harekatı yapmalarında kullanılan, helikopter ve/veya uçak taşıyabilen büyük çıkarma gemileri de var. bunların farklı tipleri var: çıkarma aracı taşıyıp aynı zamanda helikopterler birlikleri karaya gönderen gemiler var. ingiltere, hindistan, tayvan, italya, ispanya gibi ülkelerin kullandıkları gibi mini uçak gemileri var (harrier jetlerini taşıyan). farklı opsiyonlar mevcut yani. bunların hepsi, sizin stratejinize göre tedariği planlanması gereken büyük, karmaşık yatırımlar.
türkiye ise, belli bir plan dahilinde iki gemi için bir yol haritası çizdi kendine: önce daha mütevazi bir doklu çıkarma gemisi, daha uzun vadede ise dikey iniş kalkış yapabilen uçak da taşıyabilen bir çıkarma gemisi.
ilki, başlangıçta oldukça mütevazi bir gemiydi. bu gemi ile tecrübe kazanılacaktı. bu güzel bir plandı, zira türk donanması bugüne kadar herhangi bir gemiye aynı anda iki tane helikopter indirip kaldırmış değil. savaş gemilerinin helikopter pisti ve hangarı var ancak bırakın birden fazla hava aracının operasyonunu planlayıp yönetmeyi, bir tabur büyüklüğünde askeri, tüm teçhizat, araç, ikmal ve iaşesi ile bir iki hafta denizde gezdirebilecek bir felsefi, zihnî, lojistik, stratejik kültür ve tecrübeye sahip değil. bu nedenle bu ilk çıkarma gemisi projesi bir nevi ara aşama olarak kurgulandı.
hah, işte o ilk gemi için belirlenen ihtiyaçlar, isterler zaman içinde arttı, arttı, tcg anadolu'ya dönüştü. 25 bin tonluk bu gemi, ispanyol navantia tarafından tasarlanmış, benzerleri ispanya ve avustralya donanmaları için inşa edilmiş bir gemi. türkiye'de lisans altında inşa ediliyor.
ilk başta ihalede istenen gemi, arkasında uzatılmış bir helikopter pistinde aynı anda iki helikopter taşıyabilecek, hangarında dört tanesini depolayabilecek bir lpd idi; yani doklu helikopter çıkarma gemisi. süreç içinde bu gemi, kısa kalkış - dikey iniş yapabilen uçak taşıyabilen, bir tabur askeri tüm araçları ile barındırabilen bir mini uçak gemisine dönüştü. bu tür gemilere literatürde lhd deniyor. bu arada abd'nin kullandığı tipteki klasik uçak gemileri de cvn olarak sınıflandırılır (carrier vessel, nuclear)
anadolu'nun basında ve kamuoyunda sıklıkla uçak gemisi diye adlandırılması biraz da görünümünden: düz uçuş güvertesi var, uçak taşıyabiliyor. bunlara uçak gemisi demek çok doğru değil teknik olarak ama süper yanlış da değil. şişinmek istiyorsak diyebiliriz çok sorun değil ama askeri gücümüzün erişim sınırlarını fırat kalkanı ile epey bir zorladığımızı da hatırda tutmakta fayda var.
daha uzun vadede planlanan ikinci gemi için henüz somut bir şey yok. bir olasılık, tcg anadolu'nun aynısından olması. bir diğer olasılık daha büyük bir türevi olması. anadolu, proje sürecinde nasıl "büyüdüyse", bu gemi de öyle büyüyebilir.
türkiye'nin ankara'dan azami kaç km mesafede askeri, siyasi, ticari, kültürel, psikolojik operasyon yapabildiğini, aradaki mesafe boyunca kesintisiz iletişim ve ulaşım sağlama kabiliyeti belirleyecektir. klasik manada uçak gemisi** türkiye ölçeğindeki bir ülke için imkansızdır. ancak daha küçüük boyutlardaki uçak gemileri ya da lhd, lha tipindeki gemiler mantıklıdır. bu tip gemileri kullanma, bakımlarını yapma, bunlarla görev planlama vb bunlar bizi uzun, çok uzun, çok çok uzun süre meşgul edecek konular olacak. bunları öğrenmek için epey bir debeleneceğiz. bu arada ekonomik, ticari, siyasi ve kültürel erişim menzilini de artırabilirsek ne ala. yoksa pahalı oyuncaklar olurlar.
dip not: katar'daki üssümüze asker ve zırhlı araçlarımızı, katar hava kuvvetleri'ne ait c-17 stratejik nakliye uçakları ile gönderiyoruz. -
motorsuz kalan altay tankı
şimdi şöyle:
ana muharebe tankı çoğu bileşeni itibariyle (motor, yürür aksam başta olmak üzere) otomotiv sanayii ile iç içedir. almanya, rusya, ingiltere, fransa, abd falan hepsi kendi metalurji, ağır sanayi ve otomotiv sanayii sektörlerindeki tecrübeler üzerine tank tasarımlarını, teknolojilerini geliştirmişlerdir.
türkiye'nin, altay'dan önce askeri kara araçlarına yönelik tecrübesi, tekerlekli zırhlı araç (otokar gibi) tasarımı ve paletli zırhlı araçların lisans altında montajı (fnss) ile sınırlıydı. herhangi bir tank tasarımı, üretimi tecrübesi yoktu. israil'in yaptığı tank modernizasyonu işi de aslında yerli tank geliştirme kabiliyeti yolunda tecrübe kazanılması için başlatılmıştı ancak araya giren ekonomik kriz ve tank geliştirme projesinin gecikmesi nedeniyle kopukluk oldu, kurgu tutmadı.
hikayeyi kısa keselim.
altay (ilk adı mimtü, bazen mitüp olarak da geçer: milli imkanlarla tank tasarımı projesi gibi bir şeydi) projesinde kurgu, yabancı bir teknik destek sağlayıcının danışmanlığı, desteği ve teknoloji / bilgi transferi ile türkiye'de tank tasarımı. yani türk mühendis bilgisayar başında oturacak, onun arkasında omzunun gerisinde bir yabancı da "şurayı böyle yap, orayı şöyle yap, bak biz bunu bunu böyle yapmıştık, olmamıştı, dikkat et" falan diyecek.
işte o omzumuzun gerisinde duracak danışman olarak güney kore'yi seçtik. süreç içinde koreliler bazı konularda tam olarak o işi yaptılar, bazı konularda zır cahil olduklarını gördük, kendi işimizi kendimiz yaptık, hatta rivayet odur ki bazı konularda da onlar bizden öğrendiler. neyse, geçelim.
motor ve transmisyon, üzerine ciltler dolusu yazılabilecek konular. elimde olsa türkiye'de sadece motor üzerine çalışan üç beş üniversite kurarım, motor projelerinde çalışana ev araba veririm, o derece. çünkü elektronik, metalurji, makina mühendisliği gibi alanların en ileri seviyesini oluşturuyor ve eğer motor konusuna hakim değilseniz askeri olsun sivil olsun projelerinizin bir anlamı kalmıyor.
bugün çin, milyarlarca dolar dökmesine rağmen özellikle havacılık motorları konusunda hala daha konuyu çözemedi, rusya'ya bağımlı.
bugün rusya, gaz türbini konusunda ukrayna bağımlı olduğu, oradan da artık türbin gelmediği için pek çok askeri gemi inşa projesinde sıkıntıya düştü; bazı projeleri rafa kaldırdı. yerine kendisi motor geliştirmeye başladı.
bugün hindistan, rusya ve fransa'nın yoğun teknik desteği, milyarlarca dolar akıtmış olmasına rağmen kendi milli jet motor projesini* iptal etti, abd'den motor ithal etmeye başladı.
genel olarak bilim, teknoloji ve inovasyonda kaidedir: bunlar sosyal süreçlerdir. türkçesi şu: binlerce makina mühendisini ay üssü alfa kıvamında tesislere doldurup ayda 15bin tl maaş da verseniz, oradan bir şey çıkması garanti değildir. çünkü arge, belli bir çevre koşulu ve altyapı üzerine inşa edilir. bu yüzden bugün dünyada silikon vadisi'nden bir tane var.
neyse, güney kore'de kalmıştık...
güney kore, kendi ordusu için iki tane tank geliştirip ürettiler. birincisi k-1 ikincisi de k-2. k-1'i amerikalılar tasarladı aslında. meşhur m1 abrams tankının tıpkısının aynısı. kore'nin kayda değer bir tasarım ve mühendislik girdisi olmadı o projede. biraz biraz tank işini öğrendiler. altay tankında bizim durumumuzu gibi aşağı yukarı. k-2 ise, kendi projeleri büyük ölçüde. geliştirmesi ve testleri kolay olmadı o tankın. işte altay da, k-2'nin kuzeni denebilecek bir tank. çoğu özelliği itibariyle k-2'ye epey benziyor. bu normal, bu gayet normal. (önemli farklılıları da var elbet, mesela yol tekeri sayısı ya da otomatik doldurucu olmaması gibi; bunlar bizim ordunun istekleri sonucu şekillendi).
kore de tank motoru ve transmisyonu konusunda henüz tam olarak kendine yeten bir ülke değil. onlar k-2'de alman mtu motorunu ve renk transmisyonunu seçmişler. bir yandan da kendi motor geliştirme projelerini başlatmışlar. almanlar zaten bu konuda dünyanın en ileri milleti. motor olunca, transmisyon olunca alman ürünleri çoğu yerde açık ara rakipsiz. dünyanın düzeni bu. biz de doğal olarak altay'da mtu motorunu ve renk transmisyonunu seçtik. tasarım buna göre yapıldı. almanya'dan bunları tedarik etmede bir sorun yok(tu).
ama burada çok önemli bir konu var: son kullanıcı belgesi. ihracat izni.
bu şu demek. savunma alanında bir ürün üretiyorsunuz ve belli parçaları yurtdışından almanız gerekiyor. bu parçaları üreten ülkenin hükümetinden bir son kullanıcı belgesi almanız gerekiyor. bu belgede o parçayı neden aldığınız, kaç tane ihtiyacınız olduğu, hangi projede kullanacağınız ve nihai ürünün kullanıcısının kim olduğunu falan belirtiyorsunuz. bunun mevzuatı, prosedürü ülkeden ülkeye değişiyor. almanya, isveç, isviçre, abd gibi ülkeler çok katı mesela, fransa daha gevşektir falan. bir de parçanın kritiklik derecesine göre bu mevzuatın zorluğu da değişiyor: motor mesela önemli konu ama bir civata (mübalağa ediyorum) için çok sorun çıkmıyor.
altay'ın prototipleri için de bir sorun çıkmadı. mesele değil zaten. ama iş seri üretime gelince öyle mi olacak(tı)? almanya dünyanın en önemli tank üreticilerinden (bkz: leopard 2). ayrıca almanya bizi kıskanıyor, değil mi? havalimanı falan.
şey, neyse, karıştırmayalım o mevzuları.
tam zamanını hatırlamıyorum ama altay devam ediyordu galiba, enteresan bir şey oldu. bizim hani fırtına diye bir obüsümüz var ya? ona azerbaycan talip oldu. el sıkışıldı, tam hüseyin usta kaynak makinasının başına geçecek, bir şey oldu.
fırtına'nın motoru almanya'dan geliyor! ve almanya motorlar için ihracat izni vermedi. iş yattı. zaten azerbaycan da israil'le kanka oldu sonradan. biz alternatif motor için ukrayna falan kapısını çaldık ama ne çare.
sonradan da aklımız başımıza geldi. "tank yapıyorsak motoru da yerlileştirelim" dedik ve "güç grubu projesi" başlatıldı, teklifler toplandı, iş tümosan'a verildi.
tabi tümosan bugüne kadar tank motoru geliştirmiş, üretmiş değil. zaten türkiye'de bugüne kadar doğru dürüst motor geliştirilip seri üretime ne derece geçildi, ne kadar güçlüydü o ayrı mesele. modern tanklar en az 1,500 beygir gücünde motorlara sahiptirler bu arada. dayanıklılık, performans vb konularında son derece zorlayıcı şartları vardı.
güney kore'nin tuzu kuru. zaten hatırı sayılır bir otomotiv sanayileri var. arge konusundaki performanslarını, altyapılarını saymaya gerek yok. o tecrübenin ve ortamın üzerine tank motoru geliştirmek, zor olsa da mümkün koreliler için. ancak türkiye'de otomotiv sanayii, montaj ağırlıklı. parça geliştirme, tasarım ve üretimi ise alt bileşenlere odaklı ve üretimde çok ciddi oranda yabancı parça kullanımı var. yani ara mamul ve teçhizatta yurtdışına bağımlılık ciddi seviyelerde.
hal böyle iken, motor geliştirmede de yabancı teknik desteğe ihtiyaç hasıl oldu. bu işte de omzumuzun gerisinde duracak birine ihtiyaç duyduk. üç aday çıktı meydana:
almanya
avusturya
ingiltere.
alman hükümeti dedi ki, "ben şirketimin teknik destek vermesine izin veririm, ama bu destekle üretilecek motoru çatışma bölgesinde kullanamazsın, ihracat yaparken de bana soracaksın, şu şu ülkelere satamazsın" (küfür gibi)
avusturya hükümeti dedi ki "ben şirketimin teknik destek vermesine sorun çıkarmam, ihracatı falan da kafana takma" dedi. ne güzel. hemen görüşmeler başladı. ama sonradan avusturya hükümeti, almanya'nın kanişi olduğundan kelli, tutum değiştirdi.
"şirketimin danışmanlık vermesine izin veririm ama ortaya çıkacak motoru ve ondan türeteceğin hiç bir motoru kendi sınırların içindeki ya da sınır ötesindeki çatışma bölgelerinde kullanamazsın, şu şu şu ülkelere satamazsın (o listede de bir tek patagonya eksik)" demeye başladı. görüşmeler yattı. tümosan en son ingiliz firması ile görüşüyordu ancak sözleşmesi imzalanmış, avans alacak ki kadro kursun, tesis kursun çalışmaya başlasın, e avans alabilmesi için de bir proje planı çıkarması, çizim mizim bir şeyleri savunma sanayii müsteşarlığı'na sunması gerekiyor. kısır döngüye girdi yani.
tabi bu arada biz almanya ile kanlı bıçaklı olduk, bir tık ötesi topyekün savaş. abartmıyorum.
bu durumda altay'ın seri üretiminde kullanılmak üzere almanya'dan motor tedariki de en hafif deyimiyle zor.
başka ülkeden motor alıp takmak da öyle ha deyince olabilecek şeyler değil. haydi motoru buldun, aracın tüm tasarımı mtu motora göre yapılmış. tümosan da eğer becerebilseydi o motorun benzerini yapacaktı zaten. başka motor bulsak bile aracın tasarımı değişecek, tüm performans parametreleri değişeceğinden atış kontrol sistemi falan değişecek. bugün paketten yeni motoru çıkarsak, 2020'yi bulur en erken, o da seri üretimin başlaması - ki hayal.
tabi bu arada suriye, ırak, iran, fırat kalkanı falan bir save etmek zorundayız.
tabi bu arada bu tankın üretilmeye başlaması ve anlamlı sayılarda envantere girmesi 2020'ler, 2025'ler falan bulabilecek. o arada ışid'in tanksavar olarak lazer mazer kullanmaya başlaması hiç de absürt bir olasılık değil.
çok uzattım, kısa (!) keseyim,
hodor. -
aselsan'ın hava savunma sistemini kaybetmesi
keşke sadece kaybetmiş olsa ama malum, 50 karakter sınırı.
doğrusu, "aselsan'ın savaş gemileri için geliştirdiği hava savunma sistemi prototipini yunanistan'a kaptırması"dır.
olay birkaç gün önce, 26 aralık 2016'da gerçekleşiyor.
alcatras isimli balıkçı takasından bozma bir tekne, tuzla'da yükünü alıp antalya'ya doğru yola çıkıyor.
takanın yükü, korkut isimli uçaksavar topu sisteminin, savaş gemilerine takılmak üzere geliştirilmiş bir türevi. bu sistemler genel olarak close in weapon system* olarak adlandırılıyor. küçük ve hızlı suüstü hedeflerine*, kara hedeflerine ve en önemlisi gemiye gelen güdümlü füzelere karşı savunmada kullanılıyorlar.
bu sistemlerin alamet-i farikası, çok yüksek atım hızları ve yüksek performanslı atış kontrol radarları. radar, küçük ve hızlı uçan / kaçan hedefi takip etmek ve onu vurmak için doğru namlu açısını hesaplamak ve bunların hepsini neredeyse milisaniyeler bazında yapmak zorunda. zor iş yani. bu nedenle de dünyada çok fazla ciws modeli ve üreticisi yok.
korkut, yine aselsan'ın geliştirmiş olduğu bir uçaksavar topçu sistemi. prototipleri halen suriye sınırında görevde; seri üretiminin ise bu aralar başlamış olması lazım.
neyse, olaya geri dönelim.
kaptanın ifadesine göre takanın dümeni, istanköy* açıklarında kilitleniyor ve tekne sahile vuruyor.
olay anında yunan medyasına düşüyor tabi. görüntülerde branda altında bariz bir şekilde hedef arama ve atış kontrol radarı ile birlikte korkut görülüyor. yanında iki tane de konteyner görülüyor. sistemin antalya'ya test için gidiyor olması muhtemel.
bu satırların yazıldığı an itibariyle teknenin kurtarılması işlemi, olumsuz hava şartları altında devam etmekte.
kafamda deli sorular
1. kendini dünyanın en büyük 100 savunma sanayii şirketi arasında gösteren firma, böylesine kritik bir sistemin nakli için neden balıkçı takasını seçmiştir?
2. sevkiyatla doğrudan ilgili personelin, başta takanın kaptanı olmak üzere, güvenlik soruşturmaları yapılmış mıdır?
3. bu sistemin son kullanıcısı olan türk deniz kuvvetleri'nden bir allah'ın kulu "bu ne iştir" dememiş midir?
4. böyle sistemlerin testleri için
- teste hazırlık
- altyapı
- test kaleminin* hazırlanması, sevkiyatı
- testin ve test hazırlıklarının risk analizi
- meteoroloji bilgileri (yahu ben işten eve giderken dahi yol durumuna bakıyorum)
falan fişman konularında iki satır bilgi sahibi olan bir allah'ın kulu yok mudur?
5. sadece korkut değil, hava, kara ve deniz kuvvetleri için pek çok farklı tipte hava savunma sistemi geliştiren ülkenin, bu sistemlerin bilgilerinin korunması, testleri, gizlilikleri falan konularında allah rızası için bir şeyler yapabilecek bir tane dahi evladı yok mudur?
içim karardı yemin ediyorum.
olayla ilgili olarak
(bkz: https://turkishnavy.net/…aground-on-a-greek-island/)
(bkz: http://hcg.gr/node/14114)
(bkz: http://www.thetoc.gr/…o-tin-prosaraksi-tou-alcatras)
(bkz: http://www.ptisidiastima.com/korkutd-alcatras/) -
21 aralık 2016 ışid saldırısı
hürriyet gazetesinden uğur ergan'ın aktardıkları doğru ise, söz konusu saldırının vuku bulduğu çatışmanın seyri şu şekilde gerçekleşmiştir:
el bab yakınlarındaki şeyh akil tepesi'nde bulunan bir hastane binasını ışid karargah ve cephanelik olarak kullanıyor. buranın ele geçirilmesi şart. özel kuvvetler ve komando birlikleri buraya gece karanlığında baskın düzenliyor. çok sert, zaman zaman göğüs göğüse çarpışmalar oluyor ve örgüt üyeleri geri çekiliyor.
bu sırada çevredeki ışid mevzilerine de türk hava kuvvetleri uçakları yoğun bombardıman düzenliyor. yani özel kuvvetler ve komandolar, hava desteği altında ilerliyor.
sonra öğle saatlerinde bölgede yoğun sis bastırıyor. hedef belirlemede sıkıntılar yaşanıyor.
sis bastırdığı için hedef belirlemede sıkıntılar yaşanıyor.
sis bastırdığı için operasyon aksıyor.*
bu durumdan faydalanan örgüt, vbied yani araca monteli el yapımı patlayıcılarla saldırılar düzenliyor. çok sayıda şehit veriliyor.
yani düşman sisi avantajına kullanıyor.
sis açıldıktan sonra hava desteği kaldığı yerden devam ediyor.
çok benzer bir durumu, askeri tarih meraklıları bir yerlerde okumuştu: (bkz: battle of the bulge), sene 1944, yer ardenler.
yetmişiki sene öncesi yani.
amerikan ordusu, ağır sis koşullarında hava desteğinden mahrum kaldığı bir sırada alman ordusu şiddetli bir saldırı başlatmıştı. amerikan cephesi tam çözülecekken sis dağıldı, savaşın seyri tersine döndü.
siste, pusta baskın yemek modern ordular için geçmiş yüzyılda kalmıştı halbuki.
kritik askeri operasyonlardan önce meteoroloji istihbaratı düzenlemek en temel talimnamelerde yazar halbuki (bkz: muharebe istihbaratı)**
harekattan önce bu tür durumlara karşı hazırlıklı olmak bir yana teknolojik olarak da önlem almak mümkün. swir teknolojili gece görüş kameraları ve sar radarları bulut, sis, pus durumlarından etkilenmiyor. çarpıcı örnekleri var (bkz: https://twitter.com/…ko_8/status/812263779216068608)
ben, bir vatandaş olarak öbür dünyada o nur yüzlü şehitlerin, bu dünyada çoluk çocuklarının yüzlerine nasıl bakacağımı bilemiyorum. -
19 nisan 2016 musul'da vurulan türk tankı
vurulan tank m-60t (israil'in modernize ettiklerinden), vuran ise rus yapımı kornet güdümlü füzesi.
işin trajik tarafı, vurulan tankın 5m yanında otokar cobra 4x4 araca monteli keşif gözetleme sistemi görülüyor. füze ateşlendiği anda kameralarının başka yöne baktığı seçiliyor.
füze, tankı taretinin üst kısmında vurmuş gibi görünüyor. klasik m-60, dökme çelik zırha sahip. kornet çok güçlü bir füze. normalde o tareti delip içindeki mermileri patlatması gerekirdi.
israil modernizasyonunda m-60'lara ek zırh blokları* eklenmişti. videodaki patlamanın boyutuna bakılacak olursa tank delinmemiş olabilir. umarım şehit yoktur.
uzun bir süredir bilfiil savaş halindeyiz. bu video da bunun hatırlatıcısı oldu. -
6 ekim 2015 rus mig 29'ların türk f 16'ları tacizi
savaş uçakları barış zamanında mecbur kalmadıkça radarlarını açmazlar. bunun sebebi şudur: radar açıldığı anda elektromanyetik yayın yapar. bu yayının kendisi, temel özellikleri, radarın kapasitesi ve performansı hakkında bilgiler sunar.
eğer elektronik istihbarat* sistemleriniz ile bu yayını tespit edip kaydeder ve bunlardan bir kütüphane oluşturursanız, söz konusu radarı kör etmek ya da yanıltmak için teknik, taktik ve sistemler geliştirebilirsiniz.
5 ekim günü 5 dakika 40 saniye, 6 ekim günü ise 4 dakika 30 saniye radar kilidinin muhafaza edilmesi demek, türk f-16'larının üzerine bu sürelerde söz gelimi el fenerinin tutulmuş olması demektir. bu süre içinde de muhtemelen bölgedeki türk ve nato elint sistemleri gözlerini kulaklarını açmış olmalılar.
eğer bu kilitleri atan suriye mig-29'ları ise bu, suriye pilotunun şapşallığını gösterir. dahası ruslar da suriyeliler'e güvenip daha büyük maceralara atılmamaları gerektiğini anlamış olmalılar. zira böyle bir zamanda böyle bir acemilik yapan kuvvetten bir cacık olmaz.
eğer bu kilidi atan rus su-30'u ise, ki bu uçak şu anda rus hava kuvvetlerinin en yeni ve en modern jetidir, bölgedeki rus pilotların gerçekten gerizekalı olduğunu gösterir. bir şey yapmamıza gerek yok, kendi kendilerine takılsınlar.
4 dakika, 5 dakika, bunlar hava muharebesi için olağanüstü uzun süreler. su-30'daki aesa radar için bile bu sürelerde f-16 gibi görece küçük bir hedefte kilit tutmak çok zordur. burada esas alkışı hakeden, bu kadar uzun süre üstünde kilidi muhafaza ettirtmeyi başarmış, son derece sinir bozucu bu süreçte soğukkanlı biçimde yem rolünü başarıyla oynamış türk pilotlarıdır.
bu "taciz"lerden mesajı alması gerekenler almıştır muhtemelen...