utq2
profili

  • 11 mayıs 2013 reyhanlı bombalı saldırısı

    bugün üzerinden 3 sene geçti. birkaç kez esad'a bağlı deli saçması örgütlerin yaptığına insanları inandırma çalışması dışında ne olduğunu, kimin yaptığını bilemeden üzeri örtüldü, unutuldu.

    o zamanlar türkiye bu kadar da alışkın değildi canlı bombalara, her hafta burnumuzun dibinde birileri kendini patlatmıyordu. belki o gün ölen 52 sivilin hesabını sormak için sokağa çıkabilseydik, geçtiğimiz üç yılda şu aşağıdakileri yaşayıp kanıksamak zorunda kalmazdık:

    6 ocak 2015 - sultanahmet - 1 ölü
    20 temmuz 2015 - suruç - 34 ölü
    10 ekim 2015 - ankara garı - 103 ölü
    12 ocak 2016 - sultanahmet - 11 ölü
    17 şubat 2016 - ankara kızılay - 28 ölü
    19 mart 2016 - istiklal caddesi - 5 ölü
    28 nisan 2016 - bursa - 13 yaralı
    1 mayıs 2016 - gaziantep - 4 ölü

  • gss prim borcu

    bu nasıl bir vatan borcu bu ödeye ödeye bitmiyor! aksine çoğalarak büyüyor, para pul yetmiyor kapatmaya... insanların hayat enerjisiyle besleniyor, hatta o da yetmiyor bizzat hayat alıyor lan bu devlet tahsilat için! neyin bekası bu arkadaş? karşılığında ne alıyoruz, neyi yaşatıcaz diye her şeyimizi veriyoruz bu kadar?

    oysa ben, 2013 yazına kadar (bkz: gezi parkı direnişi) bembeyaz yakalarımla sistemle oldukça uyumlu, vergisini ödeyen, hayvan gibi tüketen, kredi çeken, tok kapı sesli araba alan, faiz ödeyen, kenara üç kuruş para atamadan benzin, alkol-sigara, restoran, elektronik vs. harcamalarımla devleti ve bilimum haysiyetsiz güç odaklarını zengin eden bir vatandaştım kendi halimde. bordromu incelediğimde korkunç bir miktarda parama el koyuyordu devlet benim emeğim üzerinden. bu durum bana da koyuyordu tabii ama olsun diyordum. emekli olunca çok maaş verirler... üstüne bir de dolaylı vergileri ekleyince, benim alışveriş sepetimde de çoğunlukla en hayvani vergilerin bulunduğu ürünler olduğu için cebime girmesi gereken paranın %60-70'i hooop devlete transfer oluyordu. elde kalanı da istanbul plaza hayatı saçmalığında ve bankaların kıskacında heba olup gidiyordu.

    sonra isyan ettim. şehriniz de, avmleriniz de, bes planlarınız, emeklilikleriniz, sigortalarınız da yerin dibine batsın diyip istifa ettim ve ciddi ciddi gittim bir güney köyüne yerleştim. ufak bir arazi aldım ve kendim ekip biçip, hatta elektriğimi kendim üretip, gereksiz tüketmeden, atık yaratmadan 'sürdürülebilir' yaşamaya adım attım.

    sonra bir gün bir baktım ki karşımda yıllardır semiren kol gibi gss prim borcu! 4000 lira ne ulan allah belanızı versin!! üstelik taa 2012'de ben baya baya ülkenin en büyük bankalarından birinde bordrolu çalışıp maaşın yarısını devlete bırakırken borç işlemeye başlamış. askerlikte vatan borcumu insanlık onuruna aykırı binbir türlü rezilliğe katlanarak öderken devam etmiş, ardından işkur'dan işsizlik maaşı alırken bile büyümüş, serpilmiş... o kadar mal bir yapı ki, ben borcu her halükarda geçireyim, vatandaş itiraz eder de haklı çıkarsa nasıl olsa sileriz mentalitesi. hem silah altına alıyor, özgürlüğümden men ediyor, sonra lutfedip ben bunu işinden ettim o kadar diyerek 10 ay maaş bağlıyor, sağlık hizmeti alabileceğimi söylüyor. ama aynı süreçte de zaten asla gitmediğim devlet hastanelerinden yararlanmam gerektiğini düşündüğü için borç üstüne borç yazıyor. ulan ben zaten daha iki işi bir arada yapamayan bu kolpa devlet organizasyonunun 35 yıl sonra yer yarılsa bana asla emekli maaşı ödeyemeyeceğini bildiğim için çıktım zaten bu saçma sistemden!

    neden 'gerizekalı gibi' prim ödememeyi seçtiğimi biraz detaylı açıklamak istiyorum. belki okuyan da hak verir. boş bir hayalin peşinden koşan milyonlardan bir kişide bari bir soru işareti oluşur ben napıyorum diye...

    ***

    istifa ettiğimde yaşım 28'di ve en erken 35 yıl sonra emekli aylığı almaya hak kazanacaktım 63 yaşımda. yani sistem 2050 yılına kadar tüm vaktimi, sağlığımı, duygularımı ve yeteneklerimi 'iş hayatı' kisvesi altında alıp, buna karşılık fırsat maliyeti olarak içinde yaşlılığımı geçireceğim iyisinden bir ev, araba ve bir emeklilik planı verip, ardından artık senden bi cacık olmaz git köşede yaşamaya çalış diye dışarı atacaktı. hadi buna katlandım diyelim. hep sistemin emrinde, devletinin bekası için çalışan cici bir çocuk oldum ve emekli olacağım.

    peki ben veteran bir türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak 2050'de nasıl bir ülkede emekli olmayı planlıyordum? (tüik & tüsiad verileri kullanıyorum)

    - toplam nüfus 100 milyona dayanmış (savaş ve iklim mültecileri nedeniyle çok daha fazla olması kuvvetle muhtemel ama neyse).

    - 65 yaş üzeri nüfusun oranı %20'yi aşmış. ortalama yaş 40. (bildiğin yaşlı bir ülke olacağız ve bu tarihten sonra da çok daha hızlı yaşlanacağız. yani çok daha fazla sayıda insan (20 milyon yaşlı+dul+yetim) çalışmadan devletten sosyal transfer bekleyecek)

    - çalışma çağındaki (15-65) nüfus %65. (ab'ye göre çok iyi oran, ancak nüfusun çoğunluğu niteliksiz eğitim sonucu niteliksiz iş gücü)

    - beklenen yaşam süresi 78 yıl. (devlet daha çok kişiye, daha uzun süre emekli maaşı ödeyip sağlık hizmeti vermek zorunda. 13 yıl emekliliğin keyfini sürebileceğim. heyoo!)

    - işgücüne katılım %50 (ab'yle kıyaslayınca çok düşük. kadınlarımız evlerinde börek yapmakla meşgul hala.)

    - işsizlik %20+ (kendi öngörüm. bugünkü çağdışı eğitim zihniyetinin, post-endüstriyel devrimi yakalayamamanın, post-kapitalist ekonomi modelini öngöremenin ve devlet teşkilatını verimli kullanamamanın olağan sonucu. teknolojik gelişimle birlikte üretim ve hizmet faktörlerinin değişmesi niteliksiz işgücüne ihtiyacı tamamiyle ortadan kaldıracak. ayrıca %5 altındaki her büyüme rakamı artan işsizlik demektir. global ve yerel ölçekteki mevcut verilerin ışığında geleceğe bakınca, sadece türkiye için değil, tüm g20 için önümüzdeki onyıllarda bu rakamlarda ve üzerinde gsyh büyümesi beklemek ise en irrasyonel davranış olur.)

    - istihdamda tarımın payı %10'dan aşağıya düşmüş. tüm istihdam hizmet ve sanayi üzerinde yoğunlaşmış. (bugün 5 milyon çiftçimiz var. yani istihdam edilen nüfusun %20'si, toplam nüfusun %7'si. köyden kente göç, çiftçinin sefaleti, verimli tarım alanlarının hunharca yok edilişi uzunca bir süre şu an olduğu gibi devam edecek. 2050'de ülkede yaşayan 100 milyon insan içinde topraktan gıda üretecek 3 milyon kişi bulursanız öpün başınıza koyun. yani nüfusun en az %97'si kıt kaynaklarla sayılı insanın üretiminden beslenmek zorunda)

    - büyük istanbul depremi gerçekleşmiş. onbinlerce, hatta belki yüzbinlerce ölü var, milyonlarca kişi evsiz ve işsiz kalmış. istanbul kısmen terkedilmiş harap bir şehir kimliğine bürünmüş. milyonlarca depremzedenin hayatta kalabilmek için tek şansı devletin sağlayacağı sosyal transferler sonucu sağlayacağı yardımlar. (konuyla ilgili ibretlik çalışma için: (bkz: #44885300))

    yani sonuç olarak torunumuzu kucağımıza alıp, aksi bir yaşlı olarak gençlere hayatı zindan etmeye niyetlendiğimiz zaman diliminde ortaya çıkan tabloda, ülkedeki her on kişiden ikisi yaşlı, ikisi çocuk, altısı çalışabilir yetişkin fakat bu yetişkinlerin 3'ü prensip olarak işgücüne hiç katılmıyor. katılan diğer 3 kişiden birine de iş sağlayamıyoruz. yani tüm yük geriye kalan 2 kişi üzerinde. onlar çalışacak ve kalan 8 kişiyi besleyecek. üstelik dünya tarihinin gördüğü en korkunç deprem felaketine maruz kalmış, global rekabetçiliği çok az, eğitimi kalitesiz, doğal kaynakları yetersiz, doğası tahrip edilmiş, halkı mutsuz ve birbirine güvensiz bir ülkede!

    bu durumun sürdürülebilirliği mümkün mü? kesinlikle hayır!

    peki ülkeyi geçelim, daha büyük ölçekte düşünelim. 2050'de nasıl bir dünyada emekli olmayı planlıyoruz?

    - nüfus 10 milyara dayanmış.

    - 2015'te gezegen rekorlarının kırılmasıyla kendini tamamen hissettiren küresel ısınma deniz seviyesini 4 metre yükseltmiş. hollanda, bangladeş, miami ve irili ufaklı pek çok ülke sular altında kalmış.

    - doğal afetler ve iklim değişikliği nedeniyle tarım alanlarının çoğu yok olmuş. aşırı ilaçlama ve monokültür tarım faaliyetleri yüzünden toprak verimliliği aşırı şekilde düşmüş. türkiye'de olduğu gibi dünyada da çiftçi nüfusu çok azalmış. bir kaç büyük şirketin gdo'lu hibrit tohumlarıyla yaptığı topraksız tarım uygulamalarına bel bağlamışız. devam eden bir gıda krizinin içinde yaşıyoruz!

    - sular altında kalan ada ve kıyı ülkelerinin yüz milyonlarca vatandaşı mülteci olarak gelişmiş ülkelere hücum etmiş.

    - gıda, su ve enerji krizleri bir sürü ülkeyi birbirine düşürmüş. merkezi otorite boşluğu yeni terörist oluşumlar ortaya çıkarmış. savaşlar yeni mülteciler yaratmış. globalizm süreci tersine dönmüş, sınır ve gümrük anlaşmaları kalkmış. katı kontroller, korumacı politikalar devreye girmiş.

    - hiper androposen çağıyla birlikte fosil yakıtlar tükenmeye yüz tutmuş. alışılan uygarlık ve refah seviyesini sürdürmeye yetecek enerji üretimi imkansız hale gelmiş. kapitalizmin büyük global krizleriyle birlikte artık sistem yerini daha devletçi bir post-kapitalizm anlayışına bırakmış. endüstriler için 'kirleten öder' mentalitesi, iklim değişikliğinin inkar edilemez boyutlara erişmesinden itibaren çok daha katı önlemlerle değiştirilmiş ve uygarlıkla doğanın çelişkisi 'doğa' lehine işlemek zorunda kalınca şirketlerin üretim maliyetleri yükselmiş. yüksek teknoloji yüksek işsizlik getirmiş. üretim faktörlerindeki geçiş süreci yüzmilyonlarca işsiz yaratmış. her ülkede sosyal patlama riski mevcut.

    - doğa feedback loop'a girmiş. artık insan etkisi sıfırlansa bile küresel ısınma, gıda, su ve enerji krizi durdurulamıyor. tahribatın bir yıllık marjinal etkisi, geçmişin 15 yılına bedel bir hal almış. atmosferi yeniden dengeye sokmak için yüzlerce milyar dolar kaynak ayrılıyor. yüzleşmekten korktuğumuz son, beklenenden erken kendini hissettirmeye başlamış.

    ***

    peki bunların hepsi meczup bir pesimistin kıyamet senaryosu mu? maalesef değiller. mevcut sistem bir anda mucizevi şekilde değişip, kar maksimizasyonunu, büyümeyi, sürekli tüketmeyi düstur edinen anlayış yok olmayacağına göre şu anki gidişata göre bilim insanlarının oldukça nesnel verilere dayanan öngörüleri bunlar. fazlası yok, eksiği var.

    o zaman sorumuzu tekrar soralım. ben her ay devlete gelirimin %60-70'lik kısmını, 35 yıl sonra mümkün olması mucizelere bağlı bir emeklilik hayali için aktaracağım. üstelik bu hayal uğruna beni sağlığımdan, yeteneklerimden, hayallerimden, sevdiklerimden edecek bir iş için monitör ardında ömür geçireceğim. saçlarımı döküp, gözlerimi bozacağım. sinir ve stresten belki kanser olacağım. bana almam emredilen ürünleri tüketip, pozisyonumun gerektirdiği arabaları kullanacağım. mortgage çekip daha büyük evlere yerleşmenin hayalini kuracağım. olmadı bir yazlık, bir de çiftlik evi alacağım. sonuçta iyi kazanan, sonu en tepeye kadar çıkabilecek bir kariyer yarışındayım. gelgelelim hepsinin ardından sümüklü mendil gibi işe yaramaz bir yaşlı olarak, elimde hayatta kalmama yardım edecek hiçbir yeteneğim olmadan, fiziksel yetilerininin çoğunu kaybetmiş muhtaç biri olarak cehennemin ortasına atılacağım! üstelik tek güvencem varlığını sürdürmesi mümkün olmayan finansal sistemde dijital bir veri olarak var olan bir birikimim ve devletin boktan hastanelerinin bana sağlayacağı hizmet olacak!

    çok afedersiniz ama, yani çok üzülerek söylüyorum: ben öyle hayatı çok net sikerim arkadaş!

    şimdi en aşağılık mafyadan daha aşağı bu devlet bana gelmiş diyor ki:
    ''o işler öyle kolay değil. öyle yok ben düzen karşıtıyım, yok ben off-grid yaşamcıyım falan ben anlamam! her ay haracını aksatmadan ödeyeceksin! üstelik en üst limitten ödeyeceksin çünkü senin bir de utanmadan yan gelirin varmış. gel hele yamacıma şöyle! bak burda ne varmış? taa dedenin on yıllar önce çalışırken gelir vergisi kesilmiş maaşıyla aldığı, ardından babana geçerken veraset ve intikal vergisinin ödendiği, aynı verginin baban ölüp senin üzerine geçerken tekrar yinelendiği, alındığı tarihten itibaren emlak vergisinin aksatılmadan ödendiği, elde edilen kira gelirinin de beyan edilip üzerinden vergi alındığı, yetmiyormuş gibi yerel belediyenin de üzerinden çevre vergisi, asfalt parası, aydınlatma katılım payı aldığı aldığı bir konut görünüyor sistemde! aa bi de annenle mi yaşıyorsun? onun da emekli maaşı var! valla iyiymişin haa keranecii seniii. paraya para demiyondur sen! yazıyorum en üst limitten gss prim borcunu. hadi bakiym şimdi offgrid mi yaşıycan ne sikim yapıcaksan yap....

    yahu aklıma zor mukayyet oluyorum bu ülkede. ulan napiym ben? zorla mülteci olup türkiye'den siktirolup gideyim mi? borcu ödemeyeyim de ufacık bir iş yapmaya kalktığımda ömür boyu üstümde hacizle, tedbirle, blokeyle mi yaşayayım. tek zevkim ara sıra şu ülkeden siktirolup gitmekken havaalanında rehin mi alınayım borç var diye? lanet olsun devletinize! ya hakkaten helak olalım artık ülkece çok bile yaşadık bu bok çukurunda. böyle her şey sikinin ucuyla insanla dalga geçer gibi olacaksa hiç olmasın daha iyi! üçüncü dünya ülkesi vatandaşıyız, onun bile tadını çıkaramıyoruz şurda.

    bakıyorum, suriyeli mültecilerin bile onca zorluğun içinde hayalleri var. ona koşuyorlar hepsi ölümü bile göze alıp. dans edeceğim, şarkı söyleyeceğim, bisiklete bineceğim, bilim insanı olacağım, insan gibi yaşayacağım diyor çocuklar. izlerken gözlerim doluyor harbiden. onlara değil, kendi çaresizliğimize, arada kalmışlığımıza üzülüyorum. ne kadar lafını etsek de bardağın dolup taştığı, tüm gemileri yakacak noktaya gelemiyoruz çünkü sik ucuyla da olsa birşeyler hala yürüyormuş gibi. ama insanca yaşamaktan da fersah fersah uzağız ve daha da uzaklaşıyoruz! bizim koşabilecek, kaçabilecek bir yerimiz de yok. kuracak hayal bırakmadı şerefsiz evlatları anca oturup hayatımız bok yoluna gitmesin diye önlem almaya çalışıyoruz kendimizce.

    ha bi de ayrıca ben bu kadim coğrafyayı, bu iklim kuşağını, bu damak kültürünü terk etmek istemiyorum ulan. burada doğdum, buna alıştım, burada yaşamak istiyorum çok mu bunu istemek?? olması gerekeni istemek lüks oldu resmen! çomar-egemen kültürden azıcık farklı düşünüp, farklı hayat yaşamak istiyorsan sıçtın.

    kafamdaki fikirlerin bir kısmını, ya da sadece oy verdiğim partinin ismini uluorta bir yerde beyan etsem 2 saate kalmaz linç edilirim. hem de egenin güzide bir sahil kentinde olur bu... üstelik anayasaya uygun maddelerle yapılır linç. çoğunluğun kabul ettiği dini değerleri aşağılamak diye suç var lan! devlet büyüğüne hakaret diye suç var ve bu suçları işleyen insanlar şanslıysa tutuklanıyor, değilse dövülerek öldürülüyor. niye ben gidiyorum, ben dayak yiyorum, ben tutuklanıyorum, ben ölüyorum da bu çomar sürüsü kalıyor ulan bu ülkede?

    usandım. yeminle usandım! şu dünya üstünde bir toprak parçası verin bari benim gibi köksüzlere! kendi yiyeceğimizi yetiştirelim, kendi bilimimizi yapalım, doğayla dost yaşayalım, ırk-din-mezhep-renk kavramlarını yok edelim, sanatla anlaşalım, toplanıp kendi içimizde tüm devletlere ve dinlere ağız dolusu rahat rahat sövelim. insanlara tembellik hakkı tanıyalım. aşık olalım. başkan lazımsa elon musk reis'i koyalım tepeye. küçücük bir yer verin yeter siktir olup gidelim lan. öldürülmeden, içeriye atılmadan, sakat bırakılmadan gidelim. gss prim borcu tebligatını da kıvırıp gönderelim götünüze sokun diye. olmaz mı? oluversin hadi be...

    bi rahat verin gözünüzü seveyim. bi huzur verin!