dick laurent10
profili

  • ayılmak için yapılacaklar

    (bkz: kokain)

  • star wars episode viii the last jedi

    --- spoiler ---

    kylo ren arc: karanlık tarafa geçtim, ruhum paramparça oldu ve babamı öldürdüm çünkü luke beni uykumda öldürmek istedi. blaster ışınını havada durduruyor, tek parmakla supreme leader ikiye bölüyorum ama her nasılsa combat eğitimi olmayan rey'den ve ağzında kırmızı topu eksik sex animal tipli zincirli kırbaçlı muhafızlar tarafından madara ediliyorum.

    rey arc: ailemin kim olduğunu bilmiyorum ve bunu iki film boyunca merak edip babayı almanız gerekiyor.

    snoke arc: galaksinin öbür ucundaki adamı dövüp iki force user'dan hive mind yapabiliyorum ama gel gör ki bir parmak hareketiyle remote olarak ortadan ikiye bölündüm. iki film boyunca nereden geldiğimi ve ne olduğumu öğrenmek istediniz ve babayı aldınız.

    luke arc: öğrencim karanlık tarafa geçince her şeyi geride bırakarak her gün taze uzaylı sütü içmek üzere inzivaya çekildim. sevdiğim insanların ve galaksinin akıbeti umrumda değil. öğrencimin karanlık tarafa geçmesi konusundaki sorumluluğumun bu hikayede hiçbir yeri yokmuşçasına yaşıyorum. yine de fikrimi değiştirmem için r2d2'nun yanıma gelip eski bir videoyu izletmesi yeterli.

    general hux arc: iki filmdir beni izliyorsunuz ama neden, inanın ben de bilmiyorum. hikayeye ve senaryonun ilerlemesine en ufak bir katkım yok. ilginç değilim. heyecan vermiyorum. güldürmüyorum. toplam 3 sahnede görünmüş amiral piett kadar bile orijinal veya akılcı değilim. bomboş bir adamım.

    captain phasma arc: tek bünyeyle hem girl power kasalım hem oyuncak satalım mini çakallığı üzerine bina edilmiş bir karakter olduğumdan dolayı benden fazla şey beklememeniz gerekiyordu ama iki filmdir ısrarla gözünüze sokulduğum için bu kaçınılmaz oldu. ince metal bir sopam var. ha bir de, görevi yerleri silmek olan bir eleman tarafından marizlendim.

    --- spoiler ---

  • 500 days of summer

    ne summer orospudur, ne tom maldır.

    tom, ileri kapitalist bir toplumda asıl mesleği olan mimarlık yerine dandik bir firmada metin yazarlığı yapan, burada küçük burjuvaya yönelik ürettiği new age sevgi zırvalarıyla yabancılaşan ve bu dengesiz ruh halinin vücudunda yarattığı kimyasal değişimlerden dolayı birazcık eli yüzü düzgün, ortak paydaşım kurabileceği (the smiths dinleyen vs.) ilk insana aşık olan bahtsız bir adamdır.

    evet, summer daha makul biridir, şartlarını da peşinen öne sürmüştür. fakat tom gerek psikolojisi, gerek bozuk kimyasıyla ne yapacağını bilememiş ve summer'a yönelttiği otantik sevginin jüstifikasyonuyla dibe vurana dek, sonuna kadar gitmekten imtina etmemiştir. hikayenin sonunda da babayı almıştır tabii.

    çoğu günümüz kent toplumundaki tüm ümitsiz aşkların benzer şekilde tezahür etmesi, elbette, tesadüf değildir. katı olan her şeyin buharlaştığı maddeci bir toplumda, maddi sıkıntısı olmayan, comfort zone'unun yağında kavrulup giden her bireyin en az bir summer'ı olur hayatında. heyhat, bu yazlar çabuk geçer. bilahare anlamlı bir sonbahar da getirmez çoğu zaman.

  • samwell tarly

    kitaplarda 3-5 satırda yer verildiğini iddia eden arkadaşlar kitap diye dede korkut hikayelerini okudu sanırım. serinin pov karakterlerden biridir ve 10 adet chapter'ı vardır. kıyaslamak isteyenler için bu sayı cersei için 12, theon için 13, jaime için 17'dir.

  • erkeklerin bekarete takma sebepleri

    meşhur fıkrada dile gelen fantazmik korkudan ileri gelir.

    ***

    oğlan köyden kız alır. evlenirler.

    gerdek gecesi büllüğünü çıkarıp gösterir. "bak kınalım, bu gördüğünden dünyada sadece bende var" der.

    mutlu mesut yaşayıp giderler. lakin oğlan için askerlik vazifesi gelir çatar. gitmeden evvel, en yakın arkadaşı mahmut'a emanet eder karısını.

    döndüğünde karısının yüzü beş karıştır. sorunun ne olduğunu anlamaya çalışır. bizim kınalı bir süre sonra ağzındaki baklayı çıkarır.

    "hani dünyada bir tek sende vardı ondan? mahmut'ta da varmış"

    oğlan şok olur. ama yalanı ortaya çıkmasın diye bozuntuya vermemeye çalışır. "bende iki tane vardı, yıllar önce birini mahmut'a vermiştim"

    bu noktada kınalı kahrolur ve ağlamaya başlar. hıçkırıklarının arasından şunu cümle duyulur:

    "neden büyüğünü ona verdin?"

  • fen lisesi + hacettepe tıp + cerrahi branş

    kazanılması ve bitirilmesi halinde, bir çay ocağı sahibinden daha az kazanma ihtimalinin en fazla olduğu okullar kombinasyonu.

  • ankara metrosu

    planlama faciası.

    merkezinden başlayıp batı yakasına doğru şehri enine kesen bir ana arter düşünün (bkz: eskişehir yolu)

    bir takım üst akıl, bundan aşağı yukarı 20 sene evvel, o arterin yirminci kilometresinde yer alan, o zamanın şartlarıyla şehir merkezinden epey izole olan ümitköy-çayyolu yerleşimine ulaşımı kolaylaştırmak için bir metro hattı planlıyor. taşıt yol üzerinde de odtü, beytepe, söğütözü gibi önemli noktalara uğrayacak. en nihayetinde ümitköy yerleşimine penetre edip içerlerde bir yerlerde istikamet bitecek. olay bu.

    bakın bu önemli, o dönemde bu ana arter şimdiki gibi onlarca yapıyla, bilmemkaç bakanlık binasıyla, devasa avm'lerle çevrili değildi. üniversiteler ve belli başlı bir kaç yapı dışında son derece nefes alan bir yapısı vardı. ayrıca, dümdüz ilerleyen, e5 gibi bir karayolundan bahsediyoruz. tümseği çukuru da pek az. yanı yöresi de epey boş. işte o karayoluna paralel ilerleyen, iç yerleşimlerle muhatap olmayan bir raylı sistem yapacaksınız. ne yaparsınız?

    o dönem subway olarak bilinen, yerin altından giden raylı sistem ülkeye yeni yeni girdiği için pek bir gözde, pek bir moda. kullanışlılığı, eşyanın fitratini filan düşünen yok. yahu kardeşim, ecnebi niye icat etmiş bu meredi? her yeri iskan edilmiş şehirlerin altını fare gibi oyup demir ağlarla örsünler de, ulaşım kolaylaşsın diye. sen ne yapıyorsun?

    nerden baksan 20-25 kilometrelik, dümdüz, bir tane karayoluna paralel giden raylı sistemi subway olarak tasarlıyorsun. yerleşim yerlerini dolaşa dolaşa ulaşım sağlayacak, odtü'nün kampüsünden girip beytepe'den çıkacak, oradan bilkent'e uğrayıp, çayyoluna geçecek bir sistem değil bakın. eskişehir karayolunun 5-10 metre paralelinden tıngır mıngır gidecek bir raylı sistem tahayyülü. ama yerin altına.

    hal böyle olunca bu proje bir çeşit atlantik projesi olarak tahayyül edildi. "vay amsjke adamlara bak, 20 kilometre metro yapacaklar yerin altına, istanbul'da bile yok" dendi. sonra da öyle kaldı.

    ankara'nın gülü, şehrimizin güneşi de bu metro hattının her yerel seçimden sonra tamamlanacaği palavrasını utanmadan, sıkılmadan 15 yıl boyunca pazarladı. 15 yılın ardından "paramız bitti gücümüz yetmiyor ehe mehe" diyerek projeyi ulaştırma bakanlığına devretti. ulaştırma bakanlığı da kabası bitmiş bu projeyi 2014 yılında tamamlayıp yarım yamalak da olsa hizmete hazır hale getirdi.

    tamam işte hiç yoktan iyidir, daha ne şikayet ediyorsun, sonuçta bitmiş diyenler olacak. doğru. geç de olsa bitti. ama dediğim gibi. bu metro baştan başa bir planlama faciasıdır. hayatında kendi köyü ve üç beş türkiye şehri dışında yer görmemiş, şehircilik nedir, planlama nedir, kamu yararı nedir, sosyal hizmet nedir bilmeyen adamların elinde iyice rezil edilmiştir. bu adamların eline paris metrosunu versen, 3-5 yıla kalmaz sapasağlam hatlar işlemez olur. "bu hat gereksiz yahu zaten orada otobüs hattı da var, ek sefer koyar metroyu da kapatır yüzde 32 tasarruf ederiz" diyip anasını sikerler güzelim ulaşım ağının. çünkü dünyanın en akıllı insanları bunlar. bunlardan başka herkes gerizekalı.

    kardeşim, amerika'yı baştan keşfetmenin mantığı ne? bir boktan anlamıyorsan 150 yıldır bu işi yapan ecnebiden örnek al. senin memleketinin modernliği, milliyetçiliği, anayasası komple batıdan devşirmeyken, ulaşım sistemini milli bir kafada, bilmeden etmeden, planlayıp programlamadan yapmandaki motivasyonun nedir? bana açıklayabilir misin bunu? açıklayamazsın.

    2014 başı gibi metro açıldı demiştik. cicilerimizi giydik, parfümlerimizi sıktık gittik.

    -platformlar 6 vagonluk trenler için standart olarak tasarlanmışken, üç vagonluk araba bizi karşıladı. bu deneme içindir, prototiptir, bir süre sonra 6 vagona dönüş yaparlar dedik. metro açılalı 2 yıla yakın bir süre oldu. elbette hiçbir şey değişmedi.

    -yani şöyle, onbeşe yakın durak inşa edilmiş. hepsi de 6 vagonluk istasyonlar. ama bu götüm gibi 3 vagonlu trenler sayesinde istasyonların yarısı boş ve işlevsiz. boş duran kısımlara şerit çekmişler. sik gibi direkler ve aralarına gerilmiş naylon şeritler duruyor. bütün istasyonlar boyunca. inanılmaz bir şey.

    -trene gelince. çin üretimi uyduruk bir taşıt. batıkent hattındaki kanada üretimi bombardier'in, ankaray'ın, istanbul'daki hiçbir metronun yanına yaklaşamaz. muhtemelen ihalenin en ucuz seçeneği değerlendirilmiş. iki kapı arası enlemesine 7 oturak var. çinli kardeşlerimiz bu oturaklara eminim çok rahat sığıyordur ama, ortalama türk insanının bu oturaklara oturabilmesi mümkün değil.

    -o zamanlar batıkent metrosunun son seferi 00.00'deydi. çayyolu ve sincan hatları açılınca sinyalizasyon çalışmaları bahanesiyle en geç sefer 23.00'e çekildi. yani kızılay yönünden çayyolu'a giden son tren 23.00'te, çayyolu'ndan kızılay'a giden son tren ise 22.30 olarak belirlendi ve bir yıl boyunca bu şekilde devam edeceği tüm ankara halkına ilanlarla duyuruldu.

    -bu palavrayı ben ve tanıdığım ankaralıların hiçbirisi yemedi elbette. sebebini biliyorsunuz. nitekim ilk sene doldu, ikinci seneyi devriye yaklaşıyor ama seferler halen ilk günkü gibi.

    ne sefer sayısında gözle görülür bir artış
    ne seferlerin hızında gözle görülür bir artış
    ne sefer saatlerinde halkın ihtiyaçları doğrultusunda bir düzenleme
    ne de istasyonlarda bir sonraki trenin ne zaman geleceğine dair zaman bilgisi

    -ikinci yılın sonuna geldiğimiz şu günlerde- halen mevcut değil.

    evet yanlış duymadınız. yok.

    ilk gün bindiğim sefer ile, dün eve giderken bindiğim sefer arasında sayabileceğim elle tutulur hiçbir iyileştirme mevcut değil.

    durun, daha bitmedi.

    -çayyolu metrosundan önce, çayyolu ve ümitköy'ün çeşitli yerleşimlerine kızılay'dan doğrudan gerçekleştirilen otobüs seferleri, metronun açılmasıyla birlikte tek tek iptal edildi. bütün otobüs hatları, son istasyona entegre edilmiş ring seferleri haline getirildi. gerekçe olarak da "eskişehir yolu trafiğinin rahatlatılması" gösterildi.

    -yani eskiden kızılay'dan otobüse atlayıp yaşamkent'e tek vesayit gidebilen şevket amca, artık bunu yapması için önce çayyolu metrosuna binmek, son durakta indikten sonra yarım saatte bir hareket eden ring otobüsüne binmek zorunda. bakın bu seferler azaltılmadı, değiştirilmedi, başka yerlere uyarlanmadı. hepsi bir iki ay içerisinde ortadan kaldırılıp ring otobüsü haline getirildi. çift gidiş-geliş hatlar ring oldu. bu ring seferlerinin mantığından dolayı metroya ulaşmak isteyen insanlar otobüsle haybeye fazladan yolculuk etmek zorunda bırakıldı.

    -çayyolu ve ümitköy'e haritada bir nokta koyun. bu nokta yakın tüm yerleşim yerlerinde yaşayan ve toplu taşıma kullanan insanların tamamı, üç vagonlu, on dakikada bir hareket eden metro imtihanından geçmek zorunda. bundan sonra da minimum yarım saatte bir hareket eden ring seferlerine adapte olmak ve yaz kış demeden beklemek zorundalar.

    paris'te, şehir merkezinde metroyla ulaşamadığınız neredeyse tek bir nokta yoktur. buna rağmen trafikte vızır vızır otobüsler görürsünüz. neden? çünkü o da bir ihtiyaçtır. montmartre'den trocadero'ya sadece iki metro aktarması yaparak gidebilirim ama doğrudan otobüs de vardır. kimse de çıkıp "ya zaten metro var, otobüsü kaldıralım ne gerek var" diyerek insan aklına hakaret etmez. edemez.

    -mevzuyu sadece çayyolu özelinde sandıysanız yanılıyorsunuz, yanılıyoruz. nasıl mı? dünyanın en zeki, pratik çözüm uzmanı, "hallederiiiiiiiz" kafasındaki muhteşem yöneticilerin müthiş kıvrak zekaları bizimle. çok şaşırmayın ve kemerlerinizi bağlayın.

    hattın sondan üçüncü durağı olan ümitköy durağı da bir çeşit otobüs hub'ı haline getirildi. kulağa normal geliyor. ama sisteme dikkatinizi çekerim: buradaki otobüsler bu bölgeyle alakası olmayan sincan, etimesgut, elvankent gibi bölgelere gidiyor. yani ümitköy ve çayyolu sakinlerinin yanında, bu saydığım yerleşimlerin hacmi de tamamen çayyolu metrosuna ihale edilmiş durumda. yok yahu, kalabalığı geçtim. halk sahile akın etti, vatandaş denize giremiyor elitizmi yapacak değilim. sincan, elvankent bölgesinde oturan insanlar bu müthiş dahiyane planlama sayesinde evlerine 1.5 saatten evvel ulaşamıyorlar. çünkü evlerine ulaşabilmek için şehrin alakasız bir noktasına gidip oradan otobüs aktarması yapmak mecburiyetindeler. kazulet gibi beş şeritli ankara-eskişehir karayolunun kenarında otobüs bekleyen yüzlerce insan. oraya yanaşan otobüslerin zaten ümitköy köprüsü sayesinde felç olan trafik akışını neredeyse tek şeride indirmesi de işin tuzu biberi. hatırlarsanız birileri eskişehir yolu trafiğini rahatlatıyordu. arkadaşlar konuşmuş geçen, gerçekten acayip rahatmış. herkese selamı var.

    bir seferde aklımdan geçenleri pek de üzerine düşünmeden aktarınca bunlar çıktı. aklıma gelen diğer skandalları zamanla eklerim. ama şunu bilin ki, insanlar çayyolu metrosundan hiç memnun değil. bütün bunların yaında, vagonlara yerleştirilmiş ekranlardan bağlum'a yapılmış çocuk parkının, kazan meydanına konulmuş saat kulesinin reklamlarına maruz kalıyorlar.

    insanların hayatını gerçekten kolaylaştırmak için çalışmak yerine, yalnızca icraat yapmış olmak için bir şeyler yapan her bir makam sahibinin allah bin belasını versin. 2016 yılında hala "asfaltınız hayırlı olsun" pankartı asmaktan gocunmayan adamların kafasında metronun nasıl planlanıp uygulandığına dair bir zihin mesaisi beklemek kadar büyük bir hayalperestlik yok ama, insan bekliyor işte. dümdüz bir şehirde, 3 tane kıytırık metro hattını 15 senede yarım yamalak yapan, bir türlü tamamlayamayan bir belediyecilik anlayışının 20 yıldır koltuğunu kaybetmemesi de bir başka tartışmanın konusu. onu da sonra konuşuruz.

    (bkz: türkiye'de yaşamaktan nefret etme sebepleri)

  • hiç dişi ork olmaması

    ork diye bir ırk olmamasındandır. bugün ork diye tanıdığımız ırk aslında dağ elfleridir. dağlarda yürürken taşların çıkardığı 'ork ork ork' sesinden dolayı bu ismi almışlardır.

  • keanu reeves

    metro kullanır
    parkta tek başına oturup öğlen yemeği yer
    mütevazi bir flat'te yaşar.
    aracıyla yolda kalan insanlara yardım eder vs.

    tasavvuf ve uzakdoğu öğretileriyle içli dışlı olduğunu düşünüyorum. ününe, servetine ve yakışıklılığına rağmen paraya pula metelik vermemesi, mütevazi bir hayat tarzı benimsemesi az iş değil açıkcası.

    the matrix'den aldığı ücretle kamera arkası ekibe bir kamyon harley davidson ısmarlamıştı mesela, hiç unutmam. buna rağmen eski model bir motosiklete biniyor. gösteriş budalası ve ne oldum delisi insanlara ders niteliğinde bir hayat.

    edit : the matrix reloaded için aldığı 70 milyon doların 50 milyonunu da filmin görsel efekt ve makyaj departmanında çalışan insanlara bağışlamış ayrıca. üzerine de şöyle buyurmuş:

    “money is the last thing i think about. i could live on what i have already made for the next few centuries.”

    "para umrumda olan son şey. şu ana kadar kazandıklarımla bile bir kaç yüzyıl boyunca yaşayabilirim."

    celebritynetworth.com'a göre 350 milyon dolar serveti var.

    edit2 : şu bağış olayı tam olarak doğru değilmiş. kendisinin yaptığı şey, görsel efekt ve diğer departmanların projede kalabilmeleri için alacağının bir kısmını prodüksiyona katmasıymış. doğrudan bir para dağıtma olayı olmamış yani.

    bugün bütün mesaimi keanu'nun ne kadar mükemmel bir insan olduğunun ıspatına harcadım sevgili arkadaşlar. ama sizin de gördüğünüz gibi, şehir efsanelerini ayıkladığımızda bile adamın cömertliğinden bir şey eksiltemiyoruz.

    sevgiler.

  • halen türkiye'de konser vermemiş sanatçılar

    an itibariyle

    (bkz: coldplay)
    (bkz: radiohead)
    (bkz: keane)