stateless3
profili

  • kızılcık şerbeti (dizi)

    an itibari ile senaristlerinin giderek iğrençleştiği, tamamen ideolojik ve aşağılık bir senaryoya imza attığı, potansiyeli olan bir hikayeyi piç ettiği berbat bir dizi olmuştur.

    gerçekten soruyorum; küçücük bir kız çocuğunu öküz kadar adama ikinci eş yapmakla (bunu yazmak bile tüylerimi diken diken ediyor) ve pat diye türbana sokmakla ne mesaj veriliyor bu topluma?

    ve bunu hiç utanmadan 8 mart gibi bir günde yapmak bu mesaja nasıl bir güç katıyor?

    seküler, eğitimli, güçlü, karakterli ve bilinçli kadınlardan oluşan bir ailenin yetiştirdiği çocuklar bu kadar aptal ve kişiliksiz öyle mi?
    gerçekten ahlaksızlığınızın bir dibi var mı ve bu aşağılık senaryoyla kimden neyin intikamını alıyorsunuz?

  • ilköğretim öğrencilerini iftara götüren öğretmen

    iftar bir “ibadet” olmasa da “dini” bir aktivitedir.

    reşit olmayan çocuklar ailelerinin rızası dışında “dini” bir aktiviteye zorlanamazlar.

    öğretmenler “reşit” olmayan öğrencilerini “dini” bir aktiviteye dahil edemezler. çocukları dini bir aktiviteye dahil etmek öğretmenin vazifesi ya da haddi değildir, “misyonu” hiç değildir.

    iş yerinizde arkadaşlarınızla ya da komşularınızla iftar yapmanız siz “reşit” olduğunuz ve o insanlarla ilişkiniz “eşit” düzlemde olduğu için sorun değildir, bu durum küçücük çocuklar üzerinde bir iktidarı ve otoritesi olan öğretmenin çocukları “dini” bir etkinliğe zorunlu bırakması örneğinde anlatılan olayla eşitleyebileceğiniz bir örnek değildir.

    ve yine çocuğunuzun bir komşunuzun ya da bir arkadaşının evinde iftara gitmesi sorun değildir, çünkü burada eşit bir ilişki vardır ve yatay ve resmî olmayan bir ilişki söz konusudur.

    ancak öğretmen öğrenci ilişkisi doğal olarak “eşit” bir ilişki değildir, “iktidar” içerir yani dikey bir ilişkidir.

    ibadet olmayan ancak “dini” bir etkinlik olan iftar etkinliğine öğretmen “reşit olmayan” öğrencilerini götüremez,
    hele veli rızası olmadan hiç götüremez,

    eğer söz konusu okul dini eğitim veren bir okul değilse ve bütün inanç sistemlerinin ritüelleri eşit bağlamda çocuklara öğretilmiyor, örneklendirilmiyorsa böyle bir eylem öğretmenin üstüne vazife değildir.

    bir veli çocuğunun bu türden bir etkinliğe öğretmen tarafından zorunlu bırakılmasından rahatsız olabilir ve bunu ifade edebilir, bu rahatsızlığı “duyar kasmak” olarak tarif etmek kimsenin haddine değildir,

    sizin “normaliniz” ve “doğalınız” herkesin “normali” ve “doğalı” olmak zorunda değildir, bu sizden farklı olanı “anormal” kılmaz.

    ve aman diyeyim sakın bu #151091045 numaralı entryi yazan şahıs gibi asla kimseye dinini, inancını öğretme hadsizliğinde, hele inancını adlandırma hadsizliğinde bulunmayasınız,

    nasıl ki örneğin bir ateist ya da bir katolik kalkıp da her hangi bir sünni müslümana “bakin falanca islami grup günde üç vakit namaz kılıyor, siz yanlış biliyorsunuz gerçek müslümanlar günde üç vakit namaz kılar, çocuğuna doğruyu öğret” deme hadsizliğinde bulunamazsa ortalama bir sünni müslüman da bir alevi’ye “alevilik” öğretmeye kalkma hadsizliğinde bulunamaz,
    herkesin inancı ya da inançsızlığı kendinedir. tek bir sünnilik olmadığı gibi tek bir alevilik de yoktur. hangi aleviliğin doğru olduğunu hiç kimse hele de bir sünni asla tayin edemez.

    başlığı açan arkadaşa önerim; çocuğuna kendi inanç ve ritüellerini doğru düzgün öğretmesi ve çocuğun aklında soru kalmayacak şekilde çocuğunun inancına, yoluna dair sorularını yanıtlaması.

    bu ülkede öğretmenler dahil herkes haddini bilse yani üstüne neyin vazife olup olmadığını bilse zaten hiç sorun olmaz, hep birlikte gül gibi yaşar gideriz.

  • tsk seferber edilseydi değişebilecekler

    ailemde eski ve yeni nesil çok sayıda asker yakın akrabam var.
    bu süreçte onlarla da iletişimdeyim ve tabii ki deprem sonrasında tsk neden seferber edilmedi, edilse neler değişirdi üzerine de hayli konuştuk, konuşuyoruz.

    onların anlattıklarından sözlüğe de bir şeyler yazmayı düşünüyor ve istiyordum zaten.
    ama bugün aytunç erkinin köşe yazısını okuyunca ve erkin'in yazdıklarının aşağı yukarı onların anlattıklarıyla denk düştüğünü görünce onun yazısını paylaşmak istiyorum. gayet doğru düzgün ve açık anlatılmış.

    gerçekten de tsk'nın deprem sürecinde bu kadar uzun süre ve bu oranda devre dışı bırakılmasının ne büyük ahmaklık ve kötülük olduğunu herkes anlamalı.

    ordu bütün ülkelerde en disiplinli ve bu türden kriz anlarında en hızlı aksiyon alabilen kurumdur. hele bizimki gibi büyük ordular en rasyonel ve efektif plana göre hareket etme yetkinliğine sahiptir. yani ordu böylesi büyük krizlerde genel ülke güvenliğini zaafa uğratmadan büyük ölçekli müdaheleleri örgütleme kabiliyetine de sahiptir.

    tabii ki bir takım şahısların değil halkın yararını düşünen ülkelerde ordudan böyle yararlanılabilir.
    edit: aşağıda laga luga yapanlara, meseleyi çarpıtanlara cevaben demek isterim ki;

    koskoca komutanların, ülkenin askeri ve sivil güvenlik güçlerinin hiç aklı, fikri, mesleki donanımı ve yetkinliği yokmuş gibi, sanki onca komutanın ve güvenlik uzmanının ülke için geçerli olabilecek her tür tehlikeyi ve riski hesaplama ve planlama becerisi yokmuş gibi ve sanki “ordu daha etkin kullanılsaydı” diye süreci eleştiren insanlar bütün orduyu tam tekmil deprem bölgesine sokun demiş gibi salak salak bahaneler üretenlere, hele de soktuğumun boktan komplo teorilerini ortaya saçanlara ne diyeceğimi bilmiyorum. oğlum sizin gibi mallar varken bu halkın başka düşmana ihtiyacı yok be, vicdansızlar.

    reklamlardan dolayı sözcü linkine tıklamak istemeyenler için yazı;

    --- spoiler ---

    17 ağustos 1999 büyük marmara depremi

    03.02'de oldu tsk, sabah 06.00'da 5 merkez oluşturdu tarih 17 ağustos 1999… saat 03.02…

    büyük marmara depreminde binlerce insan hayatını kaybetti, yaralandı, öksüz-yetim çocuklar kaldı geride ve toparlanamayan bir ekonomi…

    o geceye dönelim ve kara kuvvetleri komutanlığı brifinginden saat saat, dakika dakika türk silahlı kuvvetleri'nin (tsk) ne yaptığını görelim: dönemin kara kuvvetleri komutanı (kkk) orgeneral atilla ateş, 1. ordu komutanı org. çevik bir'le temasa geçti. bölgedeki 3. ve 15. kolordu komutanlıklarıyla ilişki kuruldu. afetlerde kullanılmak üzere onaylı planların yürürlüğe konulması emri verildi. kocaeli'de 15. kolordu komutanlığı saat 03.20'de, sakarya bölgesinden 1. tugay komutanlığı saat 03.20'de ve istanbul'da 3. kolordu komutanlığı saat 03.30'da harekete geçti. bölgelerindeki ilk hasar durumunu kara kuvvetleri'ne ulaştırmaya başladılar.

    sabah 05.00'te de kkk'nda personel harekete geçti ve “tabii afet koordinasyon ve değerlendirme merkezi” kuruldu. aynı dakikalarda pilotlar kışlalarına çağrıldı. askeri hastane personeline celp emri verildi.

    sabah 06.00'da, kara kuvvetleri istihkam dairesi başkanlığı komutasındaki bir heyet, deprem bölgesine gönderildi. çünkü; durum tespiti yapılması gerekiyordu.

    sabah 06.30'da, org. çevik bir ve 1. ordu hava alay komutanı kurmay albay tamer büyükkantarcıoğlu helikopterle bölgeyi dolaştı. helikopter gölcük'e indi.

    bu arada bir not: tüm haberleşme sistemi çökmüştü.

    donanma komutanlığı'na bağlı bir savaş gemisinden kkk'na bilgiler verildi. önceden bir plan yapılmıştı ama depremin büyüklüğü yeni önlemler alınmasına neden oldu. yapılacak kurtarma faaliyetleri için çok sayıda iş makinesi ihtiyacı belirlendi.

    dört istihkam bölüğü hemen deprem bölgesine intikal etti. büyük marmara depreminin ilk günü, tsk'ya bağlı 37 helikopter saat 08.00'den itibaren çalışmalara başladı.

    mevki hastanesi acil yardım ekibi ve malzemeler bu helikopterlerle sakarya, gölcük, yalova ve düzce'ye gönderildi. aynı güne devam edelim…

    15 general ve 33 bin 199 erbaş ve er 18 ağustos 1999 sabahı… yaralılar bölgeden çıkarılmaya başlandı. o gün 270 saat uçuş yapıldı. iki bin yaralı tahliye edildi. bölgedeki görevli birliklere destek olarak bir tugay, iki sahra hizmet bölüğü, iki seyyar cerrahi hastane deprem bölgesine gönderildi.

    askeri helikopterler, 41 doktor, 24 hemşire ve 7 sağlık astsubayını o gün bölgeye taşıdı. bitmedi… 480 büyük çadır, 4 seyyar fırın, 4 seyyar mutfak, 22 su tankeri, 7 jeneratör, 2 bin 900 battaniye, 40 bin ekmek, köpek timi, kan, plazma ve serum deprem bölgesine o gün gönderildi.

    depremin ilk günü özel telefon hatları yoktu! tsk, saat 13.00'te bölgeye üç iridyum uydu cep telefonu ve iki adet uydu yer terminali gönderdi. bitmedi… istanbul, izmit, adapazarı, gölcük ve yalova'da beş lojistik destek koordinasyon merkezi açıldı.

    illerdeki tüm yardım faaliyetleri, tabii afet bölge komutanlıkları ile kriz yönetim merkezleri tarafından koordine edildi. çünkü; sivil otoritenin yardım istekleri hemen giderilmeliydi! kkk brifinginde yer alan bilgilere göre: deprem bölgesinde kkk bünyesinde 15 general, 1392 subay, 1896 astsubay ve 33 bin 199 erbaş ve er görev yaptı.

    bir bilgi daha: genelkurmay başkanlığı tabii afetler direktifi'ne göre türkiye, 17 bölgeye ayrılmıştı. bu brifingi neden sizlerle paylaştım? askeri tasfiye edenler “asker nerede” dedi 17 ağustos 1999 depremini avcılar'da yaşadım üç gün sonra ise memleketim, sakarya'ya gittim. şehir yerle bir olmuştu, dostlarım nefessiz kalmış, sevdiklerimi kaybetmiştim. muhabirdim ve yaklaşık dört ay çadırda yaşadım, enkaz kaldırdım, temizlik yaptım, haber yaptım ve yaşananları tüm çıplaklığıyla gördüm.

    türk silahlı kuvvetleri'nin müdahaleleri, içişleri bakanlığı'nın (sadettin tantan o dönem içişleri bakanıydı) üstün gayretiyle toparlanmalar başlamıştı… çadır kentler kurulmaya başlandığında ilk gördüğüm askerin disipliniydi ve halkın da güvendiği kuruma yakınlığıydı…

    resmen şehir inşa ediyordu subaylar ve erler! yağmurdan etkilenilmemesi için ilk önce çakıl taşlarıyla alan kaplanıyor sonra da askeri çadırlar yerleştiriliyordu. hatta… çadır kentlerde mahalleler oluşturulmuş ve isimler bile verilmişti! “papatya sokak”, “karanfil sokak” vs… kimse kaybolmasın diye özellikle çocuklar.

    bugün “asker nerede” diye bağıranlara bakıyorum ve şaşırıyorum! siz değil misiniz o askerin tasfiye edilmesini sağlayan? emniyet-asayiş-yardımlaşma ifadelerinin kısaltılmışı olan ve 7 temmuz 1997'de imzalanan emasya protokolü kaldırılsın diye “bağıran”! 4 şubat 2010'da kaldırmayı başaran. ne oldu? bugün “devlet” diyenler tsk'nın da devlet kurumu olduğunu unuttu ve ergenekon, balyoz, askeri casusluk, sözde şike, odatv gibi davalarla yurtsever subay-sivili tasfiye etti.

    sonuç: sivil toplumculuk (sivil toplum değil) bir kez daha yenildi. kahramanmaraş merkezli yüzyılın felaketinde kazanan planlamacılar ve disiplini savunanlar oldu. üç saate merkez kuran devletten üç günde plan yapan devlete dönüşmek acı verici. umarım buradan ders alınır.

    ha bir not daha: tsk'nın görev alanı bellidir ve sivil otoritenin emrindedir. bunu kimse reddedemez. ancak… iktidar da emrindeki en güçlü kurumu harekete geçirmek için günler beklememelidir
    --- spoiler ---

    https://www.sozcu.com.tr/…ampaign=anasayfa_yazarlar