gergedantoynagi2
profili

  • yaşlı kadınla alay eden hastanenin kapatılması

    doğru karar falan değildir. ben bu dönem kadar iki yüzlü bir adalet görmedim. hastane iş bankasının olduğu için kapatıldı. ama kırklareli'nde özel hastanede doktor başka bir doktora tecavüz etti hastane kapatılmadı. adana'da doktor hastaya uyku ilacı verip tecavüz etti hastane kapatılmadı. yanlış teşhis ve tedavi ile onlarca hasta öldü hastane kapatılmadı. sağlık bakanının hastanesinde ameliyathanede ışın kılıcı ile doktor dolaştı kapandı mı hayır. (ışın kılıcı sözlüğün en çok konuştuğu konulardan biriydi o şekilde hatırlanır diye yazdım. sözlükte arattığınızda karşınıza çıkacaktır. )

    anladığınız dilden yazayım nisa suresinin 58. ayeti “allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor." uydunuz mu? hayır.

    edit : yazar arkadaşım doğrudan doktorları hedef almanız hoş olmamış diyerek uyardı. öyle bir amacım kesinlikle yok. sağlık çalışanlarının rezilliği ile hastane kapanıyorsa bundan çok daha kötü olaylar vardı neden kapanmadı sorusunu sormaktı amacım.

  • 1999 depremi gizemleri

    ne gizeminden bahsediyorsunuz bilmiyorum. gizem yazının sonunda alın size gizem

    o gece gölcük'te ve uyanıktım. çocuk yaşta sabahın köründe çalışıyorduk. o anın tamamında deniz kenarında dehşet içinde tanık olduk. hadi benim yaşım çok gençti ama yanımızda yaşça büyük insanların bile çatırdayan seslerden, çığlıklardan korkudan ağladığına şahit oldum. 45 saniye güzellemesi yapıyorlar sorun bakalım canlı yaşayanlara kaç 45 yıl sürmüş o an. yıkılan binaların toz bulutunda ciğerlerinize dolan çimento ve kumun ağrısını anlatsınlar size. tecrübesizliği, bilgisizliği cehaleti anlatsınlar. kolundan tutup çektikleri insanların bedenlerinin eksik ellerine gelmesini anlatsınlar.

    gizem mizem yoktu. dehşetti, o bitmek bilmeyen ayakta duramadığınız. korkudan dizlerinizin titrediği herkesin ne yapacağını bilmediği kaostan başka bir şey değildi. dizlerimin üzerinde ellerimle yeri tutmaya çalıştığımı hatırlıyorum. o an bırak ufoyu tek boynuzlu at bile gördüğümü düşünecek kadar sonun bir öncesindeydim. yerin sallanmasından yarılıp içine gireceğim korkusu ile çimleri tutup beklediğimi hatırlıyorum. ayakta kusan insanları hatırlıyorum.

    sonrası karanlık, sonrası çığlıklar, yardım feryatları. annesini babasını arayanlar. çocuklarına koşanlar. korkudan olduğu yere çakılanlar. bakın o zamanın resimlerine ortak bir şey görürsünüz. tozdan beyazlamış yüzler ama göz altları ağlamaktan yıkanmış insanlar. daha da kötüsü ne biliyor musunuz ? bütün dünya yıkıldı sanıyorsunuz. iletişim yok telefon yok elektrik yok. acaba dedim tek burası değil tüm dünya yıkıldı mı ? bilmiyorsunuz saatlerce de bilme şansınız olmuyor.

    boş alanlarda korku ve dehşetle toplanmış insanlar. bir anne hatırlıyorum çocuklarını tutup tutup sayıyordu. dehşet içinde baka kalmıştım. ellerini bırakmıyorlardı. duruyor tekrar sayıyordu. isimlerini söylüyordu. sarılıyordu sonra sayıyordu. şükrediyor. sayıyordu. durmuyordu ya da durduramıyordu kendini.

    ilk şoku atlattığınızda yıkılan yerlere koşmaya başlıyorsunuz. kim niye neden koşuyor bilmiyordu. hayatta kalmış ve sağlam olduğuna şükretmek gibiydi bir başkasına yardım etmek. elleri ile kazanlar. kürek yok mu diyenler. arabaların bagajlarından kriko arayanlar. devlet... devlet yoktu. karmakarışık oturup dua edenler. kuran okuyanlar. ağlayanlar ve koşanlar.

    koşmak eziyetin en büyüğü. küçük yer herkes birbirini tanıyor. evi yıkılmamış olanlar sağ salim kurtulanlar. annesi babası bir akrabası ya da tanıdığının oturduğu yere koşuyor. yıkılmışın karşısında yıkılan insanlar görüyorsunuz. dizlerinin üzerine çökmüş. kim bilir o yolu koşarken ne dualar ederek koşuyor. kimileri şükrediyor bina ayaktaysa. kimileri binayla birlikte yıkılıyor.

    bana gizemli gelen tek şey. deprem olduktan sonra güneşin doğması arasında geçen kısacık süreydi. ne olduğunu ne yapacağımı anlamakla ve etrafımda olup biteni kavramak arasında geçen sürede güneş doğuvermişti.

    ben şanslıydım. yaşımız küçük olduğu için apar topar ilk araçlarla şirket istanbul'a göndermişti beni. akşama doğru yıkılan binaların, enkazların arasından aracın içinde dua edip allahım sen yardım et feryatları arasında çıktım o kabustan.

    ama kabusum bitmemişti. 6. gün bu seferde adapazarı'na gönderildik. bu sefer insani amaçlarla. gönüllüydük işte. su, gıda çadır. ne bulunduysa. adapazında eski elmas otelin orada bir yerde. ki yıkılmıştı elmas otel. enkazında hala insan aranıyordu. bilirdim o oteli. çatısında bir barı vardı ve canlı müzik olurdu. ama yerinde hiç bir şey kalmamıştı. az bir yığın.

    biz enkazlarda çalışan insanlara su yemek taşıyorduk. su mecburiyetten içiliyordu da yemek yemek mümkün değildi. koku.... ceset kokusu. kokuyu gidermek imkansız. üzerimiz başımız kokuyordu. nefes almaktan korkuyorduk. ağzımızı burnumuzu tülbentlerle sarıyor ve tülbente hani şu sporcuların kullandığı kremden sürüyorduk. biraz idare ediyordu sonra o koku tekrar gelmeye başlıyordu. bir süre sonra koku gitti. kokuya içinde kala kala alışmıştık. ya da artık beynimiz o kokuyu ayırt edemez hale gelmişti. iş makineleri çalışıyordu. koku artınca yada daha keskin bir koku etrafa yayılınca herkes duruyordu. ve o alana bakmaya başlıyorduk. bu kaldırdığın bir şeyin altından ceset çıktı demekti. ama her şey gri bir toz içindeydi. her yer gri her şey gri cesetler gri.

    insanlık griydi. yağmalayanlar. çalanlar. hırsızlık için araçlara doluşup gelenler. ve yıkılmış ya da yıkılmak üzere olan evlerinde eşyalarını korumaya çalışanlar. anılarını bulmaya çalışanlar. kaos her anında her şekilde devam ediyordu. öyle ki birine bir şey götürmek istediğimizde yaklaşmıyorduk. uzaktan soruyorduk çünkü bizi de hırsız ya da yağmacı sanmalarından korkuyorduk. hele gece hiç dolaşmıyorduk.

    şimdi buraya kadar okumuşlara. genç arkadaşlarıma. gizem falan yoktu insanlardan çok insanlığın öldüğü bir zamandı.

    oradan öğrendiğim iki şey beni çok korkutuyor. depremin sadece yıkılan binalar olduğunu sanıyorsunuz. deprem sonrası depremden daha korkunç. alın size gizem.

    1- depremde en çok yardım edenlerle en azından gece gündüz çalışanlar askerlerdi. hepiniz bilirsiniz eskiden eğer istanbullu isen istanbulda askerlik yapamazdın. sebebini o depremde anlamıştım. askerlerin aileleri depremden uzak yerlerde olduğu için ve kışlalar şehir merkezinde olduğu için onlar kendi kaygı ve endişelerinden uzak yardım edebiliyorlardı mesele sadece emir değildi. aynı zamanda koruyabiliyorlardı. o kışlalar nerede?

    2 - yüzbinlerce mülteci ile doldurduğunuz şehirlerde. kolluk kuvvetinin yüz katı mültecinin yada düzensiz göçmenin geldiği coğrafyayı düşünün. 99 depreminde sayıları az olmasına rağmen kendi insanımız ile kendi yağmacımız ve hırsızımız ile başa çıkamadık. istanbul'da olası bir depremde bunlarla nasıl baş edeceksiniz? gizem bunlarda buralarda.

    edit : mesajlar atılmış hiç mi bir olağanüstülük yoktu diye. hatırladığım tek şey sıcak bunaltıcı bir yaz akşamıydı. gökyüzü güzeldi saat ikiden sonra denizin durgunluğu aklımda kalan şey. deniz hareketsiz dümdüz parlıyordu. deprem olduğu tarihte yirmi milyon insanın yaşadığı alanda etkili oldu. bir gizem olsaydı yirmi milyon insan bir tek yıldızları mı anlatırdı. gördüğüm tek olağanüstülük insanların korkusu ve mücadelesiydi. o tarihte benim yaş grubumda olan insanların duyarlılığıydı. dünyanın her yerinden insanlar yardıma geldi. kimimiz tercüman olarak çalıştık. kimimiz yardım dağıttık. kimimiz istatistik çıkardık. yakınlarına ulaşamayanlar için listeler. ne yapabilirsek işte. üniversiteler ve gençlerin devletten daha hızlı organize olduğuna şahit oldum. depremden sonra ilk 10 12 saat insanların vahşiliğine ve çaresizliğine tanık oldum. köpekleri hatırlıyorum hatta ne oluyor diye dönüp bakmıştık ama depremden çok kısa süre önce belki 50 saniye belki bir dakika. köpekler yattıkları yerden kalkıp sağa sola koşmaya ve havlamaya başladılar. biz onlara bakarken sallanmaya başladık. hepsi bu