babamın adı celal. 82 yaşında, tapu kadastro emeklisi. ankara refik belendir sokakta 25 yıldır tek başına yaşıyor. allah'a şükür sağlık sorunu yok. aynı semtte yakın oturduğumuz için eşimle değişmeli olarak evine gider geliriz. eşim ve ben son yıllarda iş yoğunluğu nedeniyle kendisiyle ilgilenemiyoruz. hem refakat, hem de yaşının elvermediği beslenme ve ev işi konularında yardımcı olması için mahalle gruplarına ilan çıkmıştık. 2 referanslı görüşmemiz oldu ama anlaşamadık. nasıl yapalım, nereye başvuralım derken telefonum çaldı ve bakıcılık yaptığını söyleyen bir kadın görüşmek istedi. bir an önce çözüme ulaşmak adına kendisine babamın evinin adresini verip beklemeye başladık.
babam odasından "ben evde kimseyi istemiyorum, elli kere söyledim. rahat bırakın beni." diye söylenirken kapı çaldı. kapıyı açtım. karşıma 70 yaşlarında, başında yazması, yeşil bakan, kilolu, güleç, apartman demirlerine tutunmuş zar zor nefes alan bir teyze çıktı. yanlış geldi herhalde dedim; "merhaba teyze. kime bakmıştın?" eliyle bir dakika işareti yapıp nefesini topladı ve "sen reha mısın?" diye sordu. evet dedim, buyrun. "telefonda konuşmuştuk. mahallede söylediler. taa dışkapı'dan geldim." hoş geldin deyip hemen içeri aldım. su istedi, içti. bütün evin havasını uzun uzun çekip kendine geldi. eşim bana, ben eşime şaşkın şaşkın bakıyoruz. babam içeriden "kim o? yine başka suratsız bir karı mı getirdiniz?" diye bağırarak bütün sessizliği bozdu. teyzeden geriye kalan havayı utançtan ben çektim. eşimin suratı şaşkınlıktan korkuya geçti. teyzeye baktım ki gülüyor. benim açıklama yapmama fırsat vermeden "ben bu domuzlara alışkınım, bırakın söylensin." dedi. işte bu andan sonra evde kimseye yetecek nefes kalmadı. babam hiç tanımadığı bir kadının kendisine domuz dediğini duydu mu? duysa, çıkıp gelse ne olur? gibi şeyler düşünürken, eşim araya girdi:
"isminiz ne teyzecim?"
"aynur."
"aynur teyze siz bakıcı başvurusu için mi geldiniz yani?"
"taa dışkapı'dan hem de."
" kaç yaşındasınız?"
"76."
"yanlış anlamayın ama siz bakıcı olacak değil, bakılacak yaştasınız."
"keyfimden değil ya kızım. bu yaşta bu işe ya mecnun gelir, ya muhtaç."
eşim susup bana baktı; ben aynur teyzeye, aynur teyze de başını kaldırıp arkama. kafamı bir çevirdim ki babam da odasından çıkmış aynur teyzeye bakıyor. korkunç bir manzara; suratsız karı ve domuz herif nefretle birbirine bakıyor. hoş, aynur teyzeyi göremedim. şimdi bile düşününce eminim nefretle değil, muzır bir şekilde gülerek bakıyordu babama. babam tek söz etmeden odasına geri gitti.
"peki siz daha önce böyle bir iş yaptınız mı?"
"taa dışkapı'da hem de. yıllarca yaptım. ben kendimi bildim bileli bakıcıyım. anam beni bakmaya diye doğurmuş sanki; önce kardeşime, sonra babama en sonunda da o domuz herife. tam 35 yıldır da isteyerek, gülerek, sevgiyle baktığım tek kişi olan oğlum levent'e. ben bakıcı, oğlum da yatalak doğmuş. allahın işine karışılmaz, sanki her şeyi levent'e hazırlıklı olayım diye, oğluma iyi bakayım diye tertiplemiş. bazı bazı söylenir günaha girerim; ne gerek vardı bunca çileye? sade o domuz herif yetmez miydi? vallahi de billahi de o domuza bakan, bütün dünyaya bakar da, ah belim, vah başım demez."
bizim iş görüşmesi babamın odasından bağırmasıyla son buldu; ben aynur teyze babama nasıl bakacak, yapamaz gibi şeyler düşünürken, babam, "sor bakayım adama ne olmuş? yemiştir bu herifi, tek seferde mideye indirmiştir." diye aramıza girdi. panikle aynur teyzeye döndüm, gülüyor. babam kimseden cevap beklemeyerek devam etti, "patlıcan yemeğini güzel yapabiliyor muymuş? geçen seneki patlıcan diye getirip çamur koyardı önüme." bütün bu olanlar aynur teyzenin işe alındığı anlamına geliyordu. çünkü eski çalışanlar, babamın kendileriyle hiç konuşmadığını söylerdi.
kendimi bildim bileli babam sert mizacını, inadını hiç bırakmadı. annem anlatırdı, bir gün pursaklar'da sahada çalışırken o bölgenin muhtarı babama "pafta suratlı!" demiş. itiş kakış derken, dönmüş daireye. muhtara gülen bütün mesai arkadaşlarıyla sohbeti muhabbeti kesmiş. annem öldü öleli de bu özelliklerinin yanına huysuzluğu eklendi. zaten zar zor gülen adam, hiç gülmemeye başladı. eşim ve ben aynur teyze ve babam arasındaki ilişkinin çok kısa süreceğini düşünürken, aynur teyzenin birinci ayı doldu. babam bu süre içinde hiç bizi arayıp bir şey demedi. biz aradığımızda da her şeyin yolunda gittiğini söyler kapatırdı.
işten erken çıktığım bir perşembe akşamı eve uğradım. anahtarı çevirip girdim içeri. ev buram buram yemek kokuyor. aynur teyze iş başında dedim. mutfağa bir girdim ki babam ocağın başında tencereyi karıştırıyor. "baba ne yapıyorsun?" dedim. şaşkınlıktan sesimi ayarlayamadım ve babam panikle arkasını döndü. döner dönmez de konuşmaya devam etme ihtimalime karşı eliyle sus işareti yapıp "sessiz ol aynur uyuyor." dedi.
aynur teyze uyuyor, babam da mutfakta akşam yemeğine patlıcan hazırlıyor. tablo gibi bir manzara. salona geçtik.
"baba neler oluyor?"
"bir şey olduğu yok. patlıcan nasıl yapılırmış onu gösteriyorum suratsız karıya." diye cevapladı. der demez misafir odasından aynur teyze "duydum seni." dedi. babam çocuk gibi, elini dizine vura vura gülmeye başladı. tamı tamına 25 yıl gibi suratına bakıp, ben de koyuverdim kendimi. aynur teyze kalkıp yanımıza geldi ve o da bize katıldı. babam, ben ve aynur teyze salonda kahkahalarla gülüyoruz. "yıllar sonra babamla ilk defa.." diye başlayan bir cümlem oldu: yıllar sonra babamla ilk defa karşılıklı gülüyorduk. bu dostluk üç ay sürdü. bu süre içerisinde babamı inanılmaz bir canlılık sardı. hayatına renk, derisine tazelik geldi. bundan sonraki süreçte aynur teyze üç ay sabahları taa dışkapı'dan geldi, akşamları da benimle evine geri döndü.
babam 2 hafta önce beni arayıp aynur teyzenin rahatsızlandığını ve artık eve gelemeyeceğini söyledi. "yarın işe geçerken beni de al" deyip kapattı telefonu. sabah buluştuk. nereye dedim, "taa dışkapı'ya" dedi, güldü. hiçbir şey sormadım, tamam dedim. arabadan indi, "bundan sonra her sabah beni de alacaksın." diye kapattı kapıyı, gitti.
2 haftadır her sabah babamı götürüp getiriyorum. yani aynur teyze arabadan indi, babam arabaya bindi. 82 yaşındaki babam -kendisinin tabiriyle- refikine, en yakın dostuna gidip geliyor her gün. eşim ve ben bu durumdan oldukça memnunuz.
kababil2 profili
-
82 yaşındaki babanın bakıcılık yapmaya başlaması
-
sahiplendiğimiz kedinin hayatımızı karartması
aşağıda fotoğrafını paylaştığım dostumuz 7 aydır bizimle. evimize ve diğer kedilerimize çok kısa sürede uyum sağladı. biz sahiplendiğimizde, sahiplendiren arkadaş 2 yaşında olduğunu söyledi. adını çeçil koymuşlar. biz de alışkın olduğu ismi değiştirmedik ve öyle devam ettik. neyse, ilk zamanlar dikkatimizi çekmese de, sonradan fark ettik ki çeçil çok az hareket ediyor, oynamıyor, bir köşeye çekilip etrafı gözetliyor, sık sık da uyuyor. yeni ev, yeni arkadaş, yeni insanlar, yani kısacası "alışamadı" diyerek üstüne gitmediğimiz bu durum ve daha pek çok ayrıntı- meğer hiç aklımıza gelmeyecek bir şeyin olağan sonucuymuş. şimdi geriye dönüp bakınca yaşananlara, halimize tavrımıza gülüyor olsak da içten içe kandırılmış olmamız, saflığımız ve çeçil'in önündeki tuhaf davranışlarımız bizi biraz utandırıyor. kedimizdeki hareketsizliği ve ağırbaşlılığı bir sorun olarak görünce, biz hareketlenme kararı aldık. ip aldık, ışıklı oyuncaklar, toplar, yılanlar... ne iplerle oynadı, ne topları kovaladı. bir iki kere oturduğu yerden patisiyle tutup -o da ip tam önünden geçtiği için- göz teması kurmuştu o kadar. pes etmedik, her hafta denedik. çeçil koş, çeçil muçmuç, gel çeçil, bak şimdi ne yapıyorum çeçil, pisi pisi, çeçil koş... çeçil aşağı, çeçil yukarı ama hiçbir hareket yok, nafile. yemesi içmesi de yerinde, hasta olabileceğini düşündürecek hiçbir şey yok. artık dayanamadık ve veterinere götürdük. anlattık durumu tek tek. çeçil'i evirdi, çevirdi, her yerine baktı ve "hiçbir şey yok gibi. yaşına göre de anlattıklarınız kedilerin olağan akışına uygun. ama isterseniz tahlillerini yapalım." dedi. 2 yaşında kedi hiç mi oynamaz ama? diye sorunca olanlar oldu. "2 yaş mı? bu kedi 10-12 yaşlarında" dedi. nasıl olurlar, emin misinizler ile bir iki dakika geçirdik ve veterinerden çıkıp eve döndük.
2 yaşında sahiplendiğimiz kedi 12 yaşında çıktı. "çeçil" deyince de pek oralı olmaz, nadiren bakardı. hala da öyle tabi. madem 2 yaşında değilmiş, adı da çeçil değildir, diye düşündük. evin içinde bağıra çağıra çeçil demelerim aklımdan çıkmıyor. o kadar bağırarak ne söylersem söyleyim bir süre sonra illa dönüp bakar her kedi. yapacak bir şeyimiz yok. 2 yaşında olmayan ve adını bile bilmediğimiz bir kediyle yeni bir hayat kuracağız dedik.
bütün bunlar olduktan sonra kediyi bize getiren arkadaşla konuşmak istedim. kayıtlı telefonunu aradım, kapalı. facebook grubu aracılığı ile iletişim kurmuştuk. girip baktım ama hesabı da kapalı. takip şartı değil ama arada sırada video ve fotoğraf atarsak memnun olacağını söyleyip whatsapp'tan ismiyle açılmış mail hesabını attığını hatırladım. uzantısını bilmiyorum. gmail, yahoo ve hotmail olarak her üçüne de sitem dolu mail attım.
aradan 2 gün geçti ve cevap geldi. maili olduğu gibi aşağıya kopyalıyorum:
"x bey merhaba. söylediklerinizde sonuna kadar haklısınız. azı var, çoğu yok. vesilesiyle iyi olduğunu, ona iyi baktığınızı öğrenmiş oldum. evet yalan söyledim. fakat, yine de özür dilemeyeceğim. cevat'ı size teslim etmeden 2 ay önce annemi kaybetmiştim. aile ilişkimizi uzun uzun anlatacak değilim ama bilmeniz gereken tek şey, annem ve kardeşlerim ile bu hayatta hiçbir zaman iyi olamadık. annemin vefatı sonrası apar topar ankara'ya geldim. defin işlemleri, gelen-giden misafir uğraşı derken, bizim çilehanede annemin bana bıraktığı mektubu geç fark ettim. özetle cevat'a (kedisi, aynı zamanda abimin adı) benim bakmamı isteyen bir ricada bulunmuş. etrafına da sitem dolu sözler.. ne derler, vasiyet işte. değil kediye bakmak, kimsenin yüzüne bakacak halim yoktu. annemin öldüğü haberini aldığım an hayatıma bir tazelik gelmişti. fakat mektubu okumamla sinirim ve öfkem at başı gidip cevat'ın gözlerinde durdu. arınacağım, temize çıkacağım, tek başına kalmış şu ana yadigarına göz kulak olup kucak açacağım yoktu. yani ne bu vasiyetten ben, ne de kedi etkilenmedi. dik dik birbirinizin suratına baktık dakikalarca. azıyla özüyle bu anlattıklarım size biraz aşırı gelebilir, bilemiyorum. neyse, sordum sorusturdum komşulara. 10 yıldır varmış bu kedi. sahiplendirmek gerek dedim. dedim ama bu yaşta bir kedinin de sahiplenilebileceğini düşünmüyordum. bu noktadan sonrasını zaten siz biliyorsunuz. ha 2, ha 10. öğrenmeyene kadar geçen süre size ne hissettirdiyse, doğrusu odur. söyleyecek daha da bir şeyim yok. iyi günler."
açıkçası bu mail ne beni, ne de eşimi hiç etkilemedi. samet denen bu p.ç, 10-12 yaşındaki, adı cevat olan kediyi çeçil diye millete veriyorsa, ne anası anadır, ne babası baba. yani bütün süreç, çöp, koca bir yalandır diye düşündük. kısa kısa bir iki mail daha attık birbirimize ama bir yerden sonra cevap vermemeye başladı. kafaya taktım. soy ismini bütün sosyal medyada arattım. sahip olan herkese mesaj atıp, ölen kadın ve kediye dair anlattıklarını yazdım. biri geri dönüş yapıp doğruladı: samet'in dayısı. o da bir sürü vefasızlık anlattıktan sonra oturduğu adresi verdi.
kalktım gittim verilen adrese. çaldım kapıyı. gayet kibar bir herif açtı kapıyı. bakıyorum bakıyorum, ama çıkartamıyorum. bi adama bakıyorum, bir de arkada, duvarda asılı seccadeye ve onun üstündemi maarif takvimine. daha dün gibi aklımda. neyse, kediyi bize getiren herif bu değil. samet? dedim. buyrun, siz kimsiniz? dedi. kapı önü anlattım tek tek bütün her seyi. hicbir şey demeden dinledi. en son kedinin fotoğrafına bakabilir miyim? dedi. telefonu açıp gösterdim. annesini kaybettiğini, evet kedisini de sahiplendiğini ama bu fotoğraftaki kedinin o olmadığını söyleyip ekledi, bu dedi, cevat'ın kedisi.
çeçil aslında cevat. cevat'ı getiren kişi samet değil, cevat. tam karşımda duran herifin adı samet. cevat da samet'in en yakın arkadaşı. saçma sapan bir durum. dedim içeri gelebilir miyim? buyur etti, seccadenin önünden salona varıp oturdum. samet uzun uzun anlattı cevat'ı. 3 yıldır görüşmüyorlarmış. lise arkadaşıymış. beraber iş yapıp, batmışlar. zaten o günden beri görüşmüyorlarmış. adam yıllar sonra bu mevzuda cevat ile yan yana gelmesine baya güldü. zaten hep gülerek anlattı.
çıktım eve döndüm. eşime anlattım her seyi. kandırıldık, garip bir yalanın içine girdik falan ama ben hala her gün düşünmeden duramıyorum bu olayı. kediye de nasıl seslenirsem sesleneyim bakmıyor; cevat, samet, çeçil, p.ç samet.. baya 2 haftadır cevatla aynı evde yaşıyorum. ne zaman kediyi görsem cevat'ı arıyorum internette. hala ısrarla mail atıyorum falan.
öyle ilginç bir saplantı oluştu.
görsel