akp liderliğine, atatürk'ü düşman belleyen, laik, demokratik, çağdaş türkiye'yi yıkıp, ülkemizi orta çağ karanlığına sürükleyecek dindar ve kindar bir nesil yetiştirmeyi hedefleyen bir zihniyet hakim; cumhurbaşkanı erdoğan'ın son yıllarda yaptığı açıklamalar dikkatle incelenirse, türkiye'nin temel kimliğini osmanlıcı-sünni-islam kimliğine dönüştürmek istediği ortaya çıkıyor. ancak bu doğrultuda atılacak adımlar, son derece olumsuz sonuç doğurur. önce laiklik ve çoğulculuk sistem dışına itilir. sonra da tek boyutlu bir inanç ve yaşam biçimi toplumun tümüne dayatılır. bu uygulamaların toplumun içini çürütüp, ayrıştırması ve mezhepsel çatışmalar ile sosyal patlamalara yol açması kaçınılmazdır. böyle bir gelişme türkiye'yi ortadoğu'da yaşanan tüm mezhepsel çatışmaların hedefi haline getirir ki, bu, felaket doğurur.
“hayır”cıların kimseyi rencide etmeden, inançlara saygılı yaklaşımlarla toplumu aydınlatması lazım. dinin siyaseti esir aldığı hiçbir ülke orta çağ karanlığından kurutulamamış, kalkınamamış, istikrar ve refaha kavuşamamıştır. mısır'da büyükelçilik yapmış olan bir meslektaşımın anlattığı 1995 yılında kahire'de cereyan eden ilginç bir olay, bu gerçeği çarpıcı biçimde kanıtlıyor. profesör nasr abu zayd, mısır'da tanınmış bir ilahiyatçı ve verimli bir yazardır. eşi ibdihal hanım da kahire üniversitesi'nde fransız edebiyatı öğretim görevlisidir. kuran-ı-kerim hakkında liberal tefsirler yapan profesör ab zayd, kuran'ın bir kültürel ürün olduğu ve 7. asrın kültürel ortamı dikkate alınarak okunması gerektiğini düşünen, fakat tefsirinin bugünün koşullarının ışığında yapılmasının önemini savunan liberal bir yaklaşıma sahiptir. yazdığı makaleler kahire şeriat mahkemesi'ne intikal eder ve mahkeme verdiği kararda profesör zayd'ı, savunduğu görüşlerin islam dininin reddi anlamına geldiği gerekçesiyle, “mürted” olarak ilan eder. “mürted” demek “irtidat” eden, yani dinden dönen, islamı reddeden demektir. şeriat'a göre mürtedlerin hayat hakkı yoktur. abu zayd ölüm korkusuyla hollanda büyükelçiliği'ne iltica eder, sonra da bir yolunu bulup mısır'dan kaçar. hikâye burada bitmiyor. şeriat'a göre müslüman bir kadın müslüman olmayan bir erkekle evlenemeyeceğinden şeriat mahkemesi bir sonraki celsesinde ibdihal hanım'ın da kocası profesör abu zayd'dan boşanmasına hükmediyor. o hafta türk büyükelçisi katıldığı diplomatik bir davette dostane ilişkiler sürdürdüğü el ahram gazetesi'nin başyazarına rastlıyor. görüşme abu zayd olayına intikal ediyor. büyükleçimiz, başyazara şu suali soruyor: nasıl oluyor da, mısır gibi arap ve islam dünyasının lideri ve büyük bir uygarlığın temsilcisi bir ülkede böyle kararlar alınabiliyor? başyazar biraz düşündükten sonra şu cevabı veriyor: “çünkü bizim bir atatürk'ümüz olmadı da ondan!”
bu olayı atatürk'ün yaratıcısı oluğu cumhuriyetimizin kurucu felsefesine iki elle sarılmamız gerektiğini vurgulamak için naklettim. din ve mezhep temelli yönetim zihniyeti bilimi boğar, laikliği dışlar, siyaseti de esir alarak ülkeyi ayrıştırır, toplumsal çatışmalara mezhep savaşlarına yol açar. mısır bu gerçeğin en çarpıcı örneğidir. devlet yönetiminde laiklik demek, toleranstır, eşitliktir, din ve vicdan özgürlüğüdür, çağdaş hukukun mayası ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. herkes inançlarını özgürce yaşar ve dini vecibelerini hiçbir kısıtlama olmaksızın özgürce yerine getirir. işte bu anlayış derecesine ulaşamadıkları için, dünyadaki 1,5 milyar insan, modern bilime ulaşamıyor, kalkınamıyor, sanayileşmiyor, çağdaş evrensel hukuku kabul edemiyor, halk iradesine dayalı istikrarlı bir devlet kuramıyor, kendi kendini yiyen kurt gibi hem sömürüyor, hem de sömürülüyor, inanç ve kimlik savaşlarıyla birbirini boğazlayıp kan içinde yüzüyor. türkiye'yi bu korkunç girdaptan kurtardığın için nur içinde yat atatürk!
şükrü elekdağ
yedi yuzuklu adam5 profili
-
16 nisan 2017 anayasa değişikliği referandumu
-
19 ocak 2017 yılmaz özdil köşe yazısı
hayır demeliyiz.
mutlaka hayır demeliyiz. neden derseniz
somut örnek vereyim.
venezuela'nin nüfusu 30 milyon kişi... suudi arabistan'in bile 265 milyar varil petrol rezervi varken, venezuela'nin 296 milyar varil petrol rezervi var. varilini 55 dolardan hesapla bak ne çıkıyor... venezuela halkının en az kanadalılar kadar refah olması gerekiyor.
venezuela'da başkanlık sistemi var.
hugo chavez 1998'de başkan seçildi. yoksul ve cahil ahali, onu çok seviyordu, gıda kolisi dağıtıyor, gariban mahallelere sağlık ocağı filan açıyor, devletin kaynaklarını sebil gibi kullanıyor, açlıktan nefesi kokan halkın kurtarıcısı olarak görülüyordu. şak... anayasayı değiştirdi, devletin yönetim şeklini değistirdi. artık onu sevip sevmemelerinin önemi yoktu, çünkü, artık onu başkanlıktan indirmek hukuken mümkün değildi. muhalefeti susturdu, basını susturdu. iş dünyasını sustalı maymuna çevirdi. onun yönetim şekli
yuzunden 1.5 milyon kişi ülkeden kaçtı. nufusun yüzde beşi ülkeden kaçarken...
twitter'dan kendisini takip eden üç milyonuncu takipçisine ev hediye ederek, kendisini alkışlatıyordu.
kansere yakalandı. halefi olarak, başkan yardımcısı maduro'yu seçti. bütçe dahil, tüm yetkilerini başkan yardimcisi maduro’ya devretti.
maduro otobüs şoföruydu, lise mezunuydu, sendikacılıktan tırmanmış, chavez'in sağkolu olmuştu.
"üniversite mezunu olmayan biri devlete başkan olabilir mi” diye eleştirildiğinde...
chavez "neden olmasın" diyordu, "iktidar halkındır elitler-seçkinciler istemese de otobus şoforu başkan olur" diyordu.
chavez öldü, otobüs şoföru maduro geçici olarak başkan oldu.
nisan 2013’te yeniden baskanlık seçimi yapıldı, başkanlık imkanlarını sonuna kadar kullanan maduro, yüzde 50.6 oyla kılpayı kazandı. rakibi yüzde 49,1 almıştı. seçimde şaibe olduğunu, oyların çalındığını elbette herkes biliyordu ama, itirazlardan netice alınamadı, çünkü, seçim kurulu, yargı, komple maduro'nun kontrolundeydi. toplum karpuz gibi ikiye bölündü.
protesto gösterileri başlayınca, halka ateş açıldı. harvard mezunu muhalefet lideri
tutuklandı. bizzat başkan maduro tarafmdan “kendisinin başkanlığını kabul etmeyenlere konusma yasağı" getiren yasa teklifi hazırlandı, meclis bu teklifi kabul etti iyi mi...
muhalefete kanunen konuşma yasağı getirildi. baskanlık yetkilerini daha da arttıran
yasalar çıkarttı, mesela, petrol ve madenler konusunda meclise sormadan karar verme yetkisini kendisine aldı!
yandaş medya oluşturdu, şu anda maduro haricinde hiçbir şey yazmıyorlar
televizyonlarda devamlı maduro konuşuyor. muhalif medyayı susturdu, yayınlarını begenmediği televizyon kanalları kablolu kanaldan çıkardı.
20 milyon kişiye 120 bin ton gıda kolisi dağıttı. temel ihtiyaç maddeleri karaborsaya
düşmeye baslayınca, başkanlık bünyesinde komisyon kurdu, kıtlığın sebebinin
araştırılmasını istedi. yalaka komisyon araştırdı. ne buldular biliyor musunuz? “halkımızın yüzde 95'i günde dört-beş öğün yemek yiyor, bu nedenle tüketim maddelerinde sıkıntı yasanıyor" sonucunu buldular! kıtlığın sebebi halkın çok yemesiydi yani... başkanın
sorumluluğu, kusuru yoktu!
2015'te parlamento seçimi yapıldı. maduro her türlü katakulliyi yaptı ama, hezimete
uğramaktan kurtulamadı. muhalefet ezici çoğunlukla kazandı. muhalefet parlamentoyu kazandı ama... başkan hala maduro’ydu. ordu, polis, yargı, onun elindeydi. hükümeti hala o kuruyordu.
meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefet 2019'da yapılması gereken başkanlık seçimlerinin öne çekilmesi için, erken seçim talebinde bulundu. başkan reddetti!
bunun üzerine, erken seçime gidilmesi konusunda referandum yapılması için anayasal süreç baslatıldı. anayasaya gore, referanduma gidilmesi için seçmenin yüzde 20’sinden imza toplanması gerekiyordu. dört milyon imza toplandi. nafile... başkanın emrindeki seçim kurulu, imzaları kabul etmedi, referandum meferandum yapamazsınız dedi, kesti attı!
muhalefet bir başka yol aradı, meclisten, maduro'nun başkanlıktan azledilmesini talep
eden karar çıkarıldı. gel gör ki... tüm üyeleri maduro tarafından seçilen anayasa
mahkemesi bu kararı reddetti. meclisin azil talebinin anayasaya aykırı olduğu açıklandı!
bunlar yetmezmiş gibi, aragua eyaletinin valisini, kendisine başkan yardımcısı yaptı. bu herif "uyuşturucu baronu” olarak tanınıyor! eğer maduro da chavez gibi ölürse, 2019’a kadar ülkeyi bu arkadaş yonetecek.
netice
şu anda venezuela’da enflasyon yüzde 700... bu sene yüzde 1600'e çıkması bekleniyor. alışverişlerde kredi kartı geçmiyor, mağazalar kabul etmiyor. hükümet devalüasyonla eriyen banknotlan tedavülden kaldırıp, yerine yenilerini sürmek istedi, para basmak için bile para bulamadı! asgari ücrete güya yüzde 50 zam yapıldı, 40 bin bolivar oldu, 40 bin bolivar ne ediyor biliyor musunuz, 15 dolar ediyor! et, un, şeker, pirinç, süt karaborsa satılıyor. ekmek için bile kuyruk var marketler saldırıya uğruyor, yağmalanıyor. hal
böyleyken, zengin daha da zengin oldu, bir hamburger 170 dolara satılıyor. alıcı buluyor eczane rafları boşaldı, ilaç sıkıntısı var, sağlık sistemi çöktü, ameliyat malzemesi yok,
yenidoğan bebek ölümleri rekor seviyeye ulaştı. ithalat bıçak gibi kesildi. alt tarafı diş macunu almak isteyen, normal fiyatının yüz misli ödemek zorunda kalıyor. günde 18 saate varan elektrik kesintileri yapılıyor, yeterli elektrik üretilemediği için, kamu
kurumları haftada beş gün tatil ediliyor, sadece pazartesi ve salı çalısıyor, özel sektör haftalık izin gününü üçe çıkardı. şehirlerde günde sekiz saat su kesintisi yapılıyor, her gün... fuhuş patladı. suç patladı, her 21 dakikada bir cinayet işleniyor, her sene 17 bin adam kaçırma olayı, fidye rapor ediliyor. gasp öyle hale geldi ki, insanlar cep telefonuyla anca evlerinde konuşuyor, sokağa çıkarken yanına almıyor. sosyal hayat durdu, sinema yok, tiyatro yok, konser yok, hava kararınca şehirler ıssızlasıyor. karayolları, limanlar ve havalimanları ordu kontrolünde tutuluyor.
memleketin içine etti.
başkan hala başkan.
kaynak -
15 temmuz 2016 darbe girişimi
"benim adım bahman nirumand. iranlı bir gazeteci-yazarım. şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım. ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.
evet, humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden
tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.
her şey 14 ocak 1979 tarihinde değişti. şah, iran’ı terk etti. ardından iran tarihinin en büyük yürüyüşü tahran’da yapıldı. sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.
ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına “islam mahkemesi” denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çarptırıldığı haberini okuduk.
haberi ciddiye almadık; “üç beş sapsızın işi” dedik.
bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. “ufak tefek şeylerin” toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.
biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.
“müslüman kadınların yanında fahişelerin yeri yoktur” denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.
bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk!
peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.
biz ise hâlâ büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! “ittifak”, “eylem birliği” gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.
humeyni, “bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. bunların kökünü kazımalıyız” diyor; genç mollalar terör estiriyordu.
kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu. şiraz’da “islam mahkemesi” eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. benzer olay tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.
şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..
oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. alınan her kararda “tamam bu sonuncusu” diyorduk. ama arkası hep geliyordu.
kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu. kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.
biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! abartmaya gerek yoktu.
üç ay önce humeyni, paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri islam düşmanı ilan etmişti.
mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.
referandum meselesini gündeme getirdiler. halka soracaklardı: “islam cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?” kuşkusuz bu bir oyundu... yapılan propaganda belliydi; dediler ki: “islam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?” biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: “önemli olan cumhuriyet’tir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. islam cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?” sonuçta, “evet” diyen 20 milyon, “hayır” diyen ise sadece 140 bindi. mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.
mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar. örneğin, tirajı bir milyon olan liberal ayendegan gazetesi’ni kapattırdılar. sıra keyhan gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.
özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik. sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı. örtünmek moda oldu!
tüm bunlara “gelip geçici bir fırtına” diye bakmak ne büyük yanılgıydı.
komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal islamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu. şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi. milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı. kaçanlardan biri de bendim.
umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır."
bahman nirumand / iran kitabından derleme
edit: derleme kaynaginda yapilan hata duzeltildi.
iran – soluyor çiçekler parmaklıklar ardında, mit belge yayınlar, istanbul 1988 -
2 nisan 2016 azerbaycan ermenistan savaşı
gece 04:00 itibarı ile top atışları başladı. başta tapkarakoyunlu bir çok azerbaycan köyünde halk evlerini boşaltmaya başladı.
edit: naftalan'da beş yıldızlı bir otelde yöneticilik yapıyorum ve başlığı bu şekilde açarken, ilgi çekmeye çalışmıyordum (sizinkinden farklı hayatlar da var gençler) buraya gelip lifeless gibi haysiyet yoksunu yakıştırma yapanlar umarım böyle şeyler yaşamazlar.
buraya azerbaycan ordusuna insansız hava araçlarının eğitimini vermek üzere gelen israilli eğitmenler tesisimizden erken ayrıldılar (29 oda) ve ayrılırken ısrarlı sorularımıza cevaben "bir sınır çatışmasından çok daha fazlası" şeklinde bir yorumda bulundular. tüm ermenistan sınırı boyunca devam eden çatışma hali söz konusu. an itibarı ile 14 saattir ağır top atışı devam ediyor. sınır dalaşına alışığız ancak bu 1994'ten bu yana yaşanmamış bir şey (gündüz ve kesintisiz) ayrıca hafif makinalı tüfeklerle donatılmış araçlarla azerbaycan köylerine tecavüzler yaşandığı yönünde otel personelinin köylülerinden alıp paylaştığı bilgiler mevcut. son durum çocukların da dahil olduğu sivil kayıpların olduğu yönünde, terter' ve berde'de durum çok kötü. -
kim kardashian'ın mutasyon geçirmesi
beklenen oldu, göt sonunda kadını ele geçirdi.