meslekte yeni olduğum bir dönemde, ismini vermek istemediğim bir ilçede, defalarca tecavüz edilmiş bir koyunu sahibi gece 01-02:00 sularında hastanenin acil servisine getirmişti. odamdan çıktığımda sahibi ve kucağında ki koyunla burun buruna geldim aramızda belki 20 cm vardı. koyunun sadece vajinasından değil anüsünden de tecavüz edilmiş, rektumunda hasar vardı. hastanenin içine ben ne yapıyorum dedim dışarı çıkardım buz gibi havada stur setiyle dikiş attım, kamponladım, antibiyotikle yıkadım, yağlı bulduğum dokusundan antibiyotik enjeksiyonu yaptım.
köylü amcada öyle oturmuş beni üzgün gözlerle izliyordu. üzülme amca iyileşir baytar değilim hekimim ama insanları iyileştiriyoruz merak etme iyileşir dedim bir kaç güne. amca bana artık mundar oldu kesilmez dedi. bir beş saniye yüzüne bakıp hayvanın dikişlerini kontrol ettim spontan olsun dedim yavrularını alırsın adını da kader koy dedim(şok haliyle söylenmiş sözler) ve o amca gerçekten dediğimi yaptı sonradan düşündüm acaba kuzulara da "piç" muamelesi yapıyor muydu?
üç ay sonra amca eşini hastaneye getirdi o zaman karşılaştık koyunu kesmeyeceğini ya da hiç satmayacağını dürüst biri olduğunu tecavüze( amca kirlenmiş kelimesini kullanmıştı aslında) uğramış bir koyunu insanları kandırarak satamayacağını söyledi.
küçücük ilçede böyle tecavüz vakaları çok oluyor tecavüz edeni düşünün, amcayı düşünün "kirlenmiş" koyunu ölmeden önce kesmeyecek hastaneye kadar getirecek ya da iyileştikten sonra başkasına satmayacak kadar "dürüst". ioanna kuçuradi'nin dediği gibi "etik değerler göreli değildir, göreli olanlar değer yargılarıdır. iyi-kötü sayılanlar".
en azından koyun diğer tüm koyunlardan uzun yaşadı.
bununla birlikte diğer bir durumda o gece ben koyuna hastanenin önünde müdahale ederken hastanenin güvenlik kamerası bizi çekmiş o bölge doğumlu olup tıp fakültesini bitirip tekrar doğduğu şehirde görev yapmaya başlamış biri o kayıtları almış videoyu hemşirelere gösterip gülüyor dehşet verici olanda hemşirelerinde gülmesi herkese çok komik geliyor bu durum. önce güvenlik kamerası kaydını sildim sonra o elemanı odaya çekip telefonundan o görüntüleri sildim. belki o görüntüler sızsa milyonlar izleyip gülecekti. tecavüz edeni, amcayı, o görüntülere gülen doktoru ve hemşireleri düşünün sonra internetten gülen milyonları düşünün. tanım yapayım hadi o küçük ilçede imkanı olan insanlarla aynı değer yargılarına sahip imkanı olmayan milyonlar var.
taharetibrigi2 profili
-
hollanda'da ineği istismar eden gurbetçi
-
orta asya'dan geldiysek neden çekik gözlü değiliz
çayınızı kahvenizi alın kafanız rahatsa başlıyoruz bu konu burada noktalanacak.
esasında sebebi oldukça mantıklı fakat anlatımı pek basit değil.
bugüne kadar kimse konuyla alakalı detaylı bir bilimsel araştırma yapmamıştır.
konu 10-20 bin yıl öteye gittiği için tarihçilerin hipotezleri bu noktada birincil olarak dikkate alınmamalı.
konuya açıklama getirmeye çalışanların yaptığı bir kaç hatadan ya da konuyu anlamak için kalıp şeklinde oturmuş yanlış bakış açılarından başlayalım:
1. oğuz türkleri mavereünnehir bölgesinden "çıkma" değildir. oğuz-kıpçak ayrımı çok yakın dönemde yapılan bir ayrım olup. tüm ilk türkler altaylarında kuzeyinden sibirya steplerinde ve botai kültür bölgesinde doğmuştur.
2. %10 ortaasya bağı bilimsel verilerin manipülasyonuyla ortaya atılmış geçersiz bir iddiadır. söz konusu çalışmalar başka konular üzerine dizayn edilmiş olup materyal-metod açısından örneklemi yetersiz bilgi ile tekrar değerlendirmek bilimsel değildir. bu düzmece iddia üzerine %10 iddiasını kıpçaklarla ilişkilendirmek yanlış önermeye yanlış cevaptır.
3. kıpçaklar şayet "safka" değilse ki safkan çok yersiz bir niteleme mevraünnehirden "çıkma" oğuzlarında kıpçaklar tarafından "farslarla" karışmış "safkan" değil bu oğuzlar deme hakkı saklı olabilir mi acaba.
4. batıgöktürkler içinde yer alan oğuzları tasvir eden ermeni-fars-arap kaynaklarından oğuzların oldukça farklı tasvir edildiğini öğrenebilirsiniz fakat konumuz bu değil on binlerce yıl öteye gitmemiz gerekiyor bir kaç bin yılın konusu değil türklerin dış görünüşü.
5. "gerçek türkler" sarı saçlı-mavi gözlüdür. kısmen doğru kısmen yanlış bir önerme demeyeceğim alakasız bir önermedir. mavi göz bir mutasyondur 8 bin yıl önce karadenize yakın olduğunuz kadar vardır fakat d vitamini sentezi için açık ten şarttır hele ki kuzeyde güneş ışınları dik açıyla gelmiyorsa.
6. çekik göz nedir neden gelişmiştir. buzul çağına gitmeliyiz. kaldı ki orta asya'da ki türkler çekik gözlüde değildir. düşündüğünüz gibi değildir en azından. japonlar, koreliler, çinlerden daha çok tatarlar volga almanlarına benzer.
maddeleri uzatmadan başlıyoruz,
öncelikle şu çalışmayı dikkatlice dinleyin: https://www.youtube.com/watch?v=2g2hinu28nm
dünya üzerinde hiç bir milletin ulaşamadığı kadar geniş topraklara yayılmış olan türkler. sibirya'nın soğuk tayga ormanlarından sahra çölünün sıcak kumlarına yenisey, ganj, sarı nehirlerden tuna, nil, dinyeper boylarına uzanan yaklaşık 45 milyon kilometre karelik uçsuz bucaksız topraklarda 100'ün üzerinde devlet kuran türkler kimdir? gerçek türklerin fiziksel özellikleri günümüze değin bazen ideolojik bazen psikolojik bazense multidisipliner bilimsel yaklaşımdan uzak hatta tamamen hamasi yorumlara konu olmuştur. peki türklerin fiziksel özellikleri nelerdir ve modern bilimin ışığında türk milleti nasıl şekillenmiştir. genetik, antropoloji ve tarih bilimlerinin bu soruya cevabı sizi oldukça şaşırtacak.
20.yüzyılın başlarında türklerin fiziki özellikleri ile ilgili gerek dünyada gerekse türkiye'de bir çok makale ve tebliğ hazırlanmıştır. fakat bu çalışmalar gerek dönemin bilimsel yetersizliği gerekse avrupalıların 19.yüzyılda avrupa haricinde yaşayan insanlara ırkçı yaklaşımı buna karşılık olarak bazı türk tarihçilerinin avrupalıların yanlış hipotezlerini baz alarak savunma noktasını aşıp hamasi yaklaşımları sonucu herhangi bir tutarlılığa sahip değildir. afet inan'ın ön ayak olmasıyla 1930 yılında hazırlanan araştırma türklerine kökenine dair yanlış avrupalı yorumuna büyük oranda yanlış bir cevap vermiştir. elbette dönemin bilimsel yetersizliği ve dna'nın henüz keşfedilmemiş olması türklerin dış görünüşü ve kökenine dair yorumların hipotez aşamasına dahi ulaşamamasının sebeplerinden biridir. türk tarih tezi olarak yayınlanan bu çalışmaya döneminin dünya çapında önemli bilim adamlarından olan türkolog zeki velidi togan ve akademik geleceği oldukça parlak olan fuad köprülünün öğrencisi hüseyin nihal atsız gibi isimler karşı çıksa da zeki velidi togan akademik camiada geri plana itilmiş nihal atsız ise üniversiteden atılmıştır. günümüzde halen dönemine göre bilimsel olan fakat şuan geçerliliğini yitmiş olan bir çok veri kabul görmekte ve türklerin dış görünüşü ile ilgili yorumlar bu veriler üzerinden yapılmaktadır. avrupalıların âri ırk teorisine bir cevap olarak hazırlanmış olsa da belli noktalarda ari ırk teorisiyle türk tarih tezi kesişmektedir. öyle ki ari ırk teorisinin kurucularından olan kont arthur de gobineau ârilerin anavatanını sogdiana (günümüz özbekistanı) olduğunu savunmuş ve orta asya’yı tüm medeniyetin beşiği olarak kabul etmiştir. aynı teoriye göre ari ırk mensupları ilk metali işleyen ve atı evcilleştiren insanlardır. orta asya'dan göç etme sebepleri ise kuraklıktır. bu teoriye göre ari ırkın insanlık tarihinin öncülleri olmasının sebebi ise diğer insanlara göre zeki ve üstün olmaları ile bağdaştırır. ayrıca türkler aynı önermeye göre ari ırka mensup değildir türkler daha aşağıda olan mongoloid sarı ırka mensuptur. 1. türk tarih kongresi sonrası hazırlanmaya başlanan türk tarih tezi ile ilgili çalışmalar her ne kadar avrupa'nın ırkçı tarih tezlerine bir tepki olarak ortaya çıkmış olsa da herhangi bir ırkın biyolojik üstünlüğünü kabul etmemektedir.aynı dönemde, döneminin ilerisinde çalışmalara imza atan dünyaca ünlü antropolog eugène pittard, ırkların renklerden ziyade kafataslarına göre sınıflandırılmasını savunan bir bilim adamıydı ayrıca türk tarih tezinin savunduğu gibi dünya üzerinde herhangi bir saf ırk olmadığı ve göçler ile ırkların karıştığını öne sürmekteydi. ünlü antropolog ilerleyen yıllarda afet inan'ın hocası olacak ve türkiye'de 64 bin insan üzerinde yapılacak olan antropolojik çalışmalara ön ayak olacaktı.
aynı dönemde özellikle avrupa'da fiziki antropoloji oldukça önem kazanmıştı ve genel düşünce “medeniyetin brakisefal kafa yapısıyla yakın bir bağının olduğuydu. bir diğer deyişle ve kaba bir ifadeyle, brakisefal olmak uygarlık sembolüydü. dolikosefaller ise ancak brakisefallerle melezleşerek ileri toplumlara açılım sağlayabiliyorlardı. anadolu insanının kafa ölçüleri türklerin uygarlık kıstası olarak algılanıyordu. bu amaçla atatürk’ün direktifleriyle, 1937 yılında o güne kadar dünyanın en büyük antropolojik çalışması 64.000 kadın ve erkek üzerinde başlatılmıştır. bu kapsamlı çalışmasının sonuçlarına göre;boy ortalaması: erkeklerde 1 metre 652, kadınlarda 1 metre 522 (cins farkı 13 santim) idi. doğu bölgelerimizde boy daha uzun, batıda ise daha kısaydı. iskelik karinesi erkekler (93,91) makroskel, kadınlar ise (87,86) mesatikseldi. baş karinesi erkeklerde 83,33, kadınlarda 83,78 idi. bu sonuca göre türkiye sekenesi aşağı yukarı % 75 brakisefaldi. bölgelere göre brakisefallik oranı değişiyordu: orta anadolu’da % 93,16, doğu anadolu’da % 62,61, batı vilâyetlerinde % 76,69 idi. burun karinesi erkeklerde 65,04, kadınlarda 64,05 idi. türkler bilhassa kadınlar dar ve küçük (leptorriniyen) burunluydu. göz şekli düzgündü; genel olarak mongoloit vasıf yoktu. nüfusun ancak % 5’inde mongoloit vasıf görülmekteydi. bu moğol akınının bir sonucu olsa gerekti. burun şekli düzdü; kartal burun nadirdi. çıkıntılı burun kadınlarda biraz vardı. baş arkası ekseri düzdü. bu dinarik’lerin tesiri olsa gerekti. cilt rengi nadiren yanıktı. göz ekseri açık, bazen da mavi veya çakır renkti. türkiye’de doğu vilayetleri müstesna, koyu kahve renginde göze hemen hemen rastlanmıyordu. saç rengi zannedildiği oranda siyah değildi. az miktarda sarışın, çoğunlukla da orta kestane rengindeydi. afet inan, kitabının son sayfalarında, eski orta asyalı beyaz ırkın yüksek kültürüne dikkat çekiyor, bu insanların ön asya ile avrupa’ya yaptıkları göçleri, oralarda yaydıkları maden, bilhassa demir kültürünü vurguluyordu. uygarlığı simgeleyen bu kültürün ön asya’daki merkezi anadolu idi ve avrupa’nın medenileşmesinde ve yükselmesinde anadolu’nun göz ardı edilemeyecek bir önemi vardı.
afet inan'ın yürüttüğü çalışmalar ve tarih kongrelerinde sunulan daha bir çok çalışma döneminde bilimsel açıdan tatmin ediciydi hele ki o dönemde ırk olarak bilinen farklı fenotiplerde ki insan topluluklarını sınıflandırma noktasında renklerin ötesinde yeni bir antropolojik yaklaşım disiplini doğurmuştu.
fakat yıllar içerisinde biyokimya, fizyoloji gibi bilimler gelişirken 21 şubat 1953'te james watson ve francis crick insanların ve tüm canlıların kodlarını saklayan mucizevi yapıyı dna'yı keşfedecekti. bilimin gelişmesi ile geçmişte bilimsel olarak kabul edilen verilerin anlamsız hale gelmesi yeni bir olay değildir. dna ile birlikte yeni neolitik ve kalkolitik çağ yerleşim bölgelerinin keşfi ile insanoğlunun kökeni ve göç yolları ile ilgili sis bulutu dağılmaya başlamıştır.
uzun yıllar modern insanın günümüzden 160 bin yıl önce etiyopya'da ortaya çıktığı düşünülse de afrika'nın farklı bölgelerinde saptanan yeni fosiller modern insanın doğumunu 350 bin yıl öncesine kadar götürmektedir. insanoğlu ilk defa günümüzden 125 bin yıl önce süveyş kıstağı üzerinden afrika'dan çıkmış olmasına karşın bu insanların soyu fazla uzun sürmemiş ve yok olmuştur. fakat günümüzden 85 bin yıl önce ilk defa kızıl deniz üzerinden bir grup arabistan'a ayak basmış ve bu insanların torunları afrika haricinde kalan dünyayı keşfetmeye başlamıştır. bu noktada günümüzde afrika haricinde yaşayan tüm insanların ortak atası 85 bin yıl önce arabistan'a ayak basan bu insanlardır. öyle ki günümüzde kullanılan genetik testlerin ve afrika haricinde kalan haplogrup piramitlerinin zirvesi her zaman bu insanlara bağlanır. bu sebeple afrika dışında yaşayan insanların genetik havuzu afrikalılarla mukayese edilemeyecek kadar yenidir.
elbette 85 bin yıl önce dünya coğrafyası günümüzden biraz farklıydı somali ile yemen arasında henüz deniz yoktu ve bu iki coğrafyayı birbirine bağlayan dar bir kara bağlantısı su üstündeydi. 85 bin yıl önce afrika'dan çıkan insanlar günümüzden 45 ila 40 bin yıl önce ilk defa iran, hindistan ve çin üzerinden orta asya'ya göç etmeye başlamıştır. 40 bin ile 25 bin yıl öncesine kadar ise orta asya'da çoğalan insanların bir kısmı daha kuzeye sibirya'ya bir kısmı daha doğuya kore üzerinden japon'ya ve bering boğazına bir kısmı ise batıya hazar denizinin kuzeyinden doğu avrupa'ya göç etmiştir. ön türklerin genetik atalarının 45 bin yıl önce orta asya'ya geldiğini söylerken unutmamak gerekir ki on binlerce yıl boyunca insanoğlu küçük gruplar halinde taş ve hayvan kemiklerinden yaptıkları silahlarla avcı-toplayıcılar olarak hayatını sürdürecek ve modern milletlerin atalarını oluşturan insanlar günümüzden sadece bir kaç bin yıl önce belli sosyoekonomik şartların etkisiyle siyasal birlikler kurarak ortaya çıkacaktır. insanlık tarihi ile modern milletlerin tarihi arasında ki farkı anlamak açısından şöyle bir mukayese yapılabilir. şayet insanoğlunun tüm tarih serüveninin 24 saat olarak düşünürsek 23 saat 30 dakika boyunca insanlar sadece av hayvanlarının peşinde koşmuş ve hayatta kalmak için daha elverişli topraklar aramıştır son yarım saatte tarım yapılmaya-at evcilleştirilmeye, madenler işlenmeye, yazı yazılmaya, sanat eserleri- devasa binalar yapılmaya başlanmıştır. aynı 24 saatin son bir kaç dakikasında insanoğlu atomu, hücreyi, dnayı keşfederken uzaya ulaşmıştır.
farklı milletlerin dış görünüşleri son bir kaç bin yıl içinde farklılaşmamıştır daha doğrusu farklı coğrafyalarda yaşayan farklı dış görünüşlere sahip insanlar farklı uluslar kurmuşlardır. ancak farklı ulusların kurulmasındaki en önemli etmen coğrafya ve bu insanların karnını doyurmak için gerçekleştirdiği ekonomik faaliyetlerdir. gelecekte türk milletini oluşturacak olan insan topluluklarını birleştiren en önemli etkende orta asya ve güney sibirya coğrafyasının genellikle tarıma elverişli olmayan fakat bazı yerlerde insan boyuna ulaşan otları ile alabildiğine uzanan çayırlarıydı. günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce sonlanmaya başlayan buzul çağında gelecekte türklerin atalarını oluşturacak olan 10-15 kişilik gruplarla avlanan insan toplulukları öncelikle geyiği evcilleştirmiş sonrasında ise geyikten çok daha güçlü ve dirençli bir hayvan olan atı yaklaşık 5500 yıl önce dünyada ilk defa evcilleştirmişlerdir. atın ilk defa evcilleştiği dönemde dünyada henüz millet kavramı bulunmamakla birlikte ortadoğuda ve indus vadisinde küçük yerleşim alanları kuran insanlar tarım yaparak karnını doyurmaktaydı. atın evcilleşmesi sonrasında orta asya'nın kuzeyi ve sibirya'nın güneyinde yaşayan bu insanlar için uzun mesafeler kat ve kat kısalırken çoğalan nüfusla birlikte çoğalan küçük baş hayvan ve at sürüleri için yeni topraklar bulmak kaçınılmaz olmuştur. at ilk defa günümüz kuzey kazakistanında bulunan botai topraklarında evcilleştirilirken botai topraklarının doğusunda kalan altay dağlarında madenler işlenmiş daha kuzeyde yenisey vadilerinde ise ilkel bir iletişim aracı bir nevi yazı olan türk tamgaları taşlara kazınmaya başlanmıştır. güneyde ise günümüzde kurumaya yüz tutan aral gölü civarında evler kurarak yerleşik hayata geçen insanlar balıkçılıkla karınlarını doyuruyordu. 4000 yıl önce gelişmeye başlayan ve hazarın kuzeyinden altaylara uzanan toprakları kapsayan andronova kültürü ise gelecekte sakalara ve hunlara can verecek kültürün beşiğiydi. aynı döneme kadar ve sonrasında hiçbir kültür bölgesi bu denli geniş bir coğrafya üzerinde etkili olmayacaktı. peki türklerin ilk ataları neye benziyordu dış görünüşleri nasıldı?
geçtiğimiz yüzyılın başında bilim çevrelerince, sıcak yerlerde yaşayan insanların yetişkinliğe erken gireceği için boyunun kısa olacağı görece serin yerlerde yaşayan insanların ise uzun boylu olacağı düşünülmüştür. bu önerme sonucu güney bölgelerde yaşayan oğuz türklerinin orta boylu kuzey bölgelerde yaşayan kıpçak türklerinin ise görece uzun boylu yada kısa boylu olduğu ileri sürülmüştür fakat güncel çalışmalar ekvatora yakın olan bölgelerde vücut sıcaklığını dengede tutmak için insanların daha zayıf ve kiloya göre uzun boylu olduğunu, kuzeye gidildikçe ısı kaybını önlemek için insanların daha iri fakat kiloya oranla kısa boylu olduğunu göstermiştir. iklimsel farklılıklar sonucu doğal seçilime uğramış insanların boyları arasında belirgin bir fark olmamasına karşın vücut kitle indeksleri arasında belirgin bir fark bulunmaktaydı. fakat insan boyuna en ciddi etki eden faktörün kültürlerin beslenme rejimleriyle alakalı olduğu bugün su götürmez bir gerçektir. öyle ki sanayi devrimi sonrası iyi beslenen avrupalıların boyu belirgin şekilde uzarken 2.dünya savaşı sonrası okullarda beslenme rejimlerini değiştiren japonların boy ortalaması kısa sürede 10 cm civarında bir artış göstermiştir. sadece 70 yıldır iki farklı ülkede yaşayan korelilerin boy ortalaması dahi yaklaşık 8 cm farklıdır. soğuk iklimde ön türk kültürü şekillenirken ön türk vücut yapısı çeşitli coğrafyalarda farklılık arz edebilmekteydi. besinin bol olduğu bölgelerde görece uzun az olduğu bölgelerde ise görece kısaydı fakat tarihsel olarak dirençli ve boyuna göre kilosu fazla olan soğuk iklimde hayatta kalma şansı yüksek bireyler ön türklerin atalarıydı diyebiliriz. binlerce yıl boyunca soğuk iklimde yaşayan bu insanlar arasında soğuğa karşı en dirençli vücut yapısına sahip bireyler yaşarken genellikle uzun boylu ve düşük kiloya sahip bireyler gen havuzundan temizlenmiştir.
göz rengi ile ten rengi belirleyen genlerde birbiriyle ilişkili olduğu düşünülmekle birlikte. mavi göz rengi geçtiğimiz yüzyılın başlarında yetersiz bilimsel veriler ile hazırlanmış hipotezler de olduğu gibi kuzeyde yaşayan insanlarla yada ışığın az olması sonucu gözlerin loş ışığa adapte olması ile ilişkili değildir. renkli gözlü insanların ortaya çıkmasını anlamak için 85 bin yıl önceye gitmek gerekir. 85 bin yıl önce güneşin her zaman tepede olduğu ve insanoğlunu kavurduğu afrika kıtasından çıkanlar 10 binlerce yıl boyunca asya ve avrupa kıtalarına yayılırken yeni doğan nesillerde giderek açık ten rengine sahip bireylerin yaşama şansı artmıştır. insanoğlu, güneş ışınlarının dik açıyla geldiği afrika kıtasında deriye rengini veren melanin pigmenti sayesinde folat diğer adıyla b9 vitaminin güneş ışınlarının etkisiyle vücutta bozulmasını önlenirken çeşitli deri kanserlerinin ortaya çıkmasını engellemiştir. elbette derisi yeterince siyah olmayan bebeklerde günümüzden 10 binlerce yıl önce afrika kıtasında dünyaya gözlerini açmıştır fakat bu bebekler pek uzun yaşayamamıştır yada yaşayan az sayıda birey deri rengini gelecek nesillere aktarabileceği tıpkı kendisi gibi bireylerle yeteri kadar uzun nesiller boyunca üreyememiştir. günümüzden 100 bin yıl önce afrika'da doğan açık deri rengine sahip bir çocuk çeşitli deri kanserleri yada ağır folat eksikliği kaynaklı zayıf bağışıklık sistemi sebebiyle hayatını genç yaşlarda kaybetmezse yine folat eksikliğinin bir sonucu olarak erişkin çağında üreme fonksiyonları zayıflamış yada kısır bir birey olacaktır. yine folat eksikliğinden ötürü kolay yorulacak henüz halen avcı-toplayıcı olan insan kabilelerinde zayıf bir birey görülürken üreme şansı oldukça düşecektir.
fakat 85 bin yıl önce afrikadan ayrılarak kızıl denizin öteki tarafına yemen'e ilk adımı atan siyah tenli insan kendisi için küçük o güne kadar zayıf ucubeler olarak görülen beyaz tenli bireyler için büyük bir adım atmıştır. insanoğlu afrika'dan daha doğrusu ekvator çizgisinden uzaklaştıkça güneş ışınlarının tahrip edici etkisinden kurtulmuş ve doğan açık ten rengine sahip bebeklerin yaşama ihtimali artmıştır. ayrıca açık ten rengine sahip bireyler afrika'da ki gibi folat eksikliğinden ötürü hastalıklara karşı zayıf, çabuk yorulan kabileye faydası olmayan dolayısıyla üremek için eş bulamayan eş bulsa dahi genellikle kısır olan bireyler değildi. hatta açık tenli bireyler daha da güçlenirken afrika'da güçlü avcılar olan koyu tenli bireyler kuzeye gittikçe zayıflamaya, çabuk yorulmaya, enfeksiyonlara karşı dirençsiz olmaya başlamıştır. hatta afrika'nın öncelikli üreme hakkına sahip siyah tenli avcıları asya ve avrupa kıtasında travmalar sonrası düzelmeyen kemik kırıkları sebebiyle hayatlarının geri kalanında bir daha hiç avlanamama tehlikesiyle yüz yüzeydi. artık afrika'nın ucube beyaz tenli bireyleri asya'nın kudretli avcıları ve kabile şefleriydi. bu avcılar için afrika'da lanet olarak görülen açık ten renkleri asya'da şanslarıydı. siyah ten rengine sahip bireyle 10 binlerce yıl önce beyaz ten rengine sahip bireylerle aynı kaderi yaşıyordu. güneş ışınları, ekvator çizgisinden uzaklaştıkça zayıflıyor ve daha eğik açıyla gelirken melanin pigmentinden zengin siyah derilerin içine gerektiği kadar nüfuz ederek hayat için vazgeçilmez d vitaminini aktive edemiyordu. d vitamini eksikliğinde kalsiyum ve fosfor yeterince emilemediği için siyah tenli doğan bebekler zayıf bağışıklık sistemlerine rağmen yaşasalar dahi erişkin yaşlarında zayıf ve güçsüz muhtemelen erken yaşta hayatını kaybedecek bireyler oluyorlardı. 10 binlerce yıl boyunca asya'da dolaşan bu avcı grupları içinde ki açık tenliler daha sağlıklı, güçlü ve yaşama şansları yüksek bireylerdi. dolayısıyla bu bireylerin üreme şansı koyu ten rengine sahip bireylerden daha yüksekti. beyaz tenli bireyler eş seçiminde de çocuklarının daha sağlıklı olması için beyaz tenli bireyleri tercih ederken insan topluluklarında ki siyah ten rengine sahip bireylerin sayısı giderek azalmış ve gen havuzunda açık ten rengine yol açan genler giderek artmıştır. mavi yada yeşil göz renginin hikayesi ise çok daha yakın bir gelecekte günümüzden 10 bin yıl önce karadeniz havzasında başlamıştır. göz renginin ışığın şiddeti ile yada adaptasyonla bir ilgisi yoktur öyle ki kuzey kutup dairesine yakın yaşayan laponlar, iskandinavyalılar, yakut türkleri, eskimolar gibi birbirinden farklı fakat benzer coğrafyalarda yaşayan insan topluluğunda kahverengiden maviye farklı göz renklerine rastlanabilirken ekvatora yakın akdeniz havzasında hatta hindistanın belli bölgelerinde mavi göze rengine daha yaygın rastlanabilmektedir. 10 bin yıl önce göz rengine etki eden herc2 gen mutasyonu sonucu mavi göz rengi ortaya çıkmış ve karadeniz havzası merkez olmak üzere dünyaya yayılmıştır. örneğin kıpçak türklerinde mavi göz renginin yaygın olmasının sebebi kuzeyde olmalarından ötürü değil dünya üzerinde milletlerin ortaya çıkmasından binlerce yıl önceki atalarının bu gen mutasyonundan etkilenmesi sebebiyledir. unutmamak gerekir ki medeniyetin başlangıcı olarak görülen sümer medeniyeti günümüzden en fazla 6000 yıl önce filizlenmiş olup modern milletlerin ilk kökleri sadece bir kaç bin yıl öteye uzanır. diğer milletler gibi ön türklerde küçük kabilelerin belli amaçlar doğrultusunda kültürel etkileşimi ile doğmuştur. mavi gözlü ön türklerin atalarının bir kısmının türk milletini oluşturan tarih öncesi kültür bölgelerinden biri olan karadeniz havzasına yakın andronova kültür bölgesi kökenli olması muhtemeldir yada beyaz tenli fakat kahverengi göz rengine sahip yakut türklerinin ataları yenisey boylarında karasuk kültür bölgesinde yaşarken beyaz tenli yeşil gözlü ön türklerin ataları kuzey kazakistan'da botai kültür bölgesinde veya ten rengi görece esmer ön türklerin ataları yine ön türklerin bileşenlerin biri olan günümüz türkmenistan coğrafyasında ki anav kültür bölgesinde yaşamış olabilir. unutmamak gerekir ki dünya üzerinde ki hiç bir milletin soyu tek bir çiftten yada kabileden çoğalarak ortaya çıkmamıştır. bu görüş gerek arkeolojik verilerle gerekse genetik bilimiyle çelişir öyle ki tek bir ailenin yada kabilenin kendi kabilesi içinde ki bireylerle çoğalması sonucu bir kaç nesil yada on nesil sonra gen havuzu yetersiz kalacak, çekinik sağlıksız genlerin ortaya çıkması dahada kolaylaşacak ve yeni bireyler ya ölü yada genetik hastalıklarla birlikte doğacaktır. belkide bu gerçeği geniş bir coğrafyada yaşayan ön türk toplulukları fark etmiş olacak ki tanrısal bir lanet olarak yorumlayarak ataları aynı olan insanların evlenmesini yasaklamıştır günümüzde halen yakut türklerinde 9 atası aynı olanlar evlenemezken kıpçak mirasını taşıyan kazak türklerinde 7 atası aynı olan bireyler töreye göre evlenememektedir. öyle ki komşu topluluklardan kız alıp verme geleneği göçebe kültürüyle yaşayan türklerde genetik havuzun çeşitlenerek sağlıklı ve güçlü nesillerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. tarım toplumlarında ise farklı bir gerçek ortaya çıkacaktır. mülkiyet gerçeği ve mülkiyetin şekillendirdiği toplumsal statü. akraba evliliklerinin tarım toplumlarında yaygın olmasının yegane sebebi mülkiyetin ve toprağı işleyecek insan gücünün geniş aile dışına çıkartılmak istenmemesidir.
bazı türk gruplarının yanlış bir ifade olarak gözlerinin çekik olması geçtiğimiz yüzyılın ortalarına kadar iki farklı önerme ile ele alınıyordu ilki orta asya'nın çölleşmesinden ötürü kum fırtınalarına karşı insanların gözlerinin çekik bir hal aldığı diğeri ise moğol istilası sonrası moğollarla karışan türklerin çekik göze sahip olduğuydu. kum fırtınaları hipotezine göre orta asya'da kalan türklerin gözlerinin çekik olması türklerin anadolu'ya en yoğun göçünün yaklaşık 1000 sene önce gerçekleştiği göz önüne alındığında modern bilimsel yaklaşıma göre imkansızdır. öyle ki 1000 yıl doğal seçilim ve dna mutasyonlarının gerçekleşmesi için imkansız bir süredir. diğer taraftan bu yaklaşım kuzey kutup dairesi boyunca yayılmış laponlar yada eskimolar gibi halkların neden çekik gözlü olduğunu yada aynı derecede kısa bir sürede çöl ikliminin hakim olduğu kuzey afrika halklarının neden çekik gözlere sahip olduğunu açıklayamaz. dna'nın keşfi sonrasında spesifik gen serileri olan haplogruplar keşfedilmesiyle insan topluluklarının 10 binlerce yıl önceki göç yolları aydınlatılmaya başlanırken enteresan sonuçlarla karşılaşılmıştır. çekik gözlü olarak tanımlanan insan topluluklarının gözleri esasında çekik değildir küçük bir anatomik farklılık gözlerin görüntüsünü değiştirmeye yetmektedir öyle ki bu halklarda göz kapağının ikinci kıvrımı göz bebeğinin üstüne doğru daha fazla inmiştir. esasında çekik gözlü demek yerine göz kapağının ikinci kıvrımı düşük demek daha doğrudur elbette bu insanların diğer insanlar için göz kapağının ikinci kıvrımı daha yukarda olan insanlar deme hakkı da saklıdır öyle ki bu insanların gözlerinde herhangi bir anatomik farklılık yoktur anatomik farklılık göz kapaklarındadır. geçtiğimiz yüzyılın başlarında bu küçük anatomik farklılıktan ötürü tüm aynı göz yapısına sahip insanlar yanlış ve günümüzde bilimsel geçerliliğini yitirmiş şekilde mongoloid yada sarı ırka mensup gibi nitelendirmelerle sınıflandırılmıştır.
günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce asya ve avrupa kıtalarının orta ve kuzey bölgelerinde hissedilen buzul çağı son bulmaya başlarken 10 bin yıl öncesinde asya ve avrupa kıtalarının güney bölgeleri haricinde kalan coğrafyada hava oldukça soğuktu. kuzeye gidildikçe bitmeyen bir kış kendini gösteriyordu. günümüzden 25 bin yıl önce buz devri etkisini fazlasıyla göstermeye başlarken avrupa'nın kuzey toprakları buzlarla kaplanırken orta asya'nın ve çin'in önemli bir kısmı ile sibirya'nın iç kesimlerinde kuzey doğudan güney batıya genişleyerek uzanan bir hat boyunca iklim görece daha yaşanabilirdi. ayrıca bu hat tarih öncesi türk kültür bölgelerinin bulunduğu coğrafyayı da kapsamaktadır. aynı dönemde anadolu'nun güneyininden hindistan'a uzanan hat boyunca buzul çağının etkilerinin pek fazla hissedilmemiştir. güney çin'in kıyı kesimlerinde ve çinhindi olarak anılan coğrafyada yine buzul çağı fazla etkili değilken çin ile hindistan coğrafyalarını ayıran günümüz myammarında ise buzul çağı etkiliydi. yeni bilimsel veriler, göz kapakların alt kıvrımlarının daha aşağıda olmasının yada çekik gözlerin sebebinin buzul çağı ile ilişkili olduğunu göstermiştir. bu küçük anatomik farklılığa sahip insanlar yoğun kar tabakasının güneş ışınlarını yansıtan etkisinden korunarak diğer insanlara göre daha etkili avcılara dönüşüyordu. doğal bir kar gözlüğü olan bu göz yapısına sahip insanlar böylelikle aynı coğrafyada yaşayan diğer insanlara göre yaşama ve çoğalma şanslarını arttırmıştır. bu sürecin 10 binlerce yıl sürdüğünü yüzlerce nesil boyunca daha iyi avlanan ve besin bulan insanların hayatta kaldığını belirtmemiz gerekir. 10 binlerce yıl süren bu süreç sonunda genetik havuzda göz kapağının alt kıvrımı daha aşağıda olan insanların genleri baskın hale gelirken bu özelliğe sahip olmayan insanların soyları yok olmuştur. ayrıca tarih öncesi çağlarda doğan insanların büyük çoğunluğu erişkinliğe ulaşamamakta ve sadece şanslı olanlar 30'lu yaşlarını görebilmekteydi dolayısıyla küçük avantajlar büyük değişim potansiyelleri barındırmıştır.
benzer şekilde burunla ilgili genetik mirasın cömert davrandığı insanlar hayatta daha başarılı olarak yaşarken şanssız insanların soyu devam etmemiştir. ön türk kültürünün kurucuları olan güney sibirya ve kuzey orta asya'da yaşayan insanların içinde şanslı olanlar dar ve küçük burunlara sahip insanlardır öyle ki dar burun delikleri sayesinde soğuk hava ciğerlere ulaşmadan önce iyice ısıtılıyor ve hastalıkların önü alınıyordu. geniş burun deliklerine sahip insanlar ise o toplumda hastalıklı ve güçsüz bireyler olarak görülürken üremeleri ve genetik miraslarını torunlarına aktarmaları oldukça zorlaşıyordu. göre sıcak bölgelerde yaşayan insanlarda ise geniş yada dar burun delikleri soğuk iklimdeki kadar belirgin ve bariz bir fark yaratmıyordu. elbette bu değişim coğrafyadan ötürü bir anda büyülü bir şekilde gerçekleşmemiş 10 binlerce yıl içinde geniş burunlu insanların soylarını devam ettirememesi sonucu ortaya çıkmıştır. esasında temel etken gen havuzundaki çeşitliliktir zamanla gen havuzundan geniş burunlu insanların genleri temizlenmiştir. insan dna'sı üzerinde yapılan çalışmalar geleceği değiştirirken diğer taraftan insanoğlunun geçmişini de gün yüzüne çıkartmaktadır. insanoğlunun yüz binlerce yıl süren göçünde günümüzde yaşayan insanların on binlerce yıl önceki ataları haplogruplarla tespit edilmektedir.haplogruplar, aynı tek nükleotid polimorfizmi (snp) mutasyonuna sahip gen serilerinin oluşturduğu gruplara verilen attır. y-dna haplogrubuna bakarak bir insanın baba tarafından nereden geldiği mitokondriyal dna'ya bakarak ise bir insanın anne tarafından nereden geldiği aydınlatılabilmektedir.
ftdna projesinde saptanan sonuçlara göre türkiye'de haplogrupların dağılımı j2 %26, n %17, r1b %12, r1a %8, j1 %8, g2 %8 şeklindedir. türkiye'de en sık görülen haplogrup j2'yi taşıyan insanlar 19.000 ile 24.0000 yıl önce ortak bir ataya sahip oldukları düşünülmektedir. j2 haplogrubu ayrıca italyanlarda, yunanlarda, lübnan, israil ve kıbrıs coğrafyasında da oldukça yoğun bulunmaktadır. öyle ki medyada rastladığınız "türkiye'de yaşayan türkler aslında romalıların torunlarıdır" şeklinde ki söylemlerin ileri sürülmesine sebep olan haplogrupların en önemlisi j2dir. fakat türkiye'de yaşayan insanların aslında türkleşmiş romalılar olduğu ön kabülüyle hareket eden insanlar ancak bu sonuca varabilir. j2 haplogrubuna sahip insanların en yoğun olduğu coğrafya anadoluya türk göçünün ilk merkezi ve karagahı olarak nitelendirilen azerbaycan coğrafyasıdır. azerbaycan coğrafyasının yunanlarla, yahudilerle, italyanlarla ve roma tarihi ile herhangi bir ilişkisi yoktur daha doğuya gittiğimizde ise karluk türkçesi konuşan özbek ve uygur türklerinde de j2'nin en yoğun görülen haplogrup olduğunu görmekteyiz. geçmişe gittiğimizde ise göktürk, hun ve hazar döneminden kalma kurganlardan alınan örneklerde yine j2a haplogrubuna rastlanılmıştır. 19.000 ile 24.000 yıl önce henüz dünya üzerinde milletlerin var olmadığını ve roma imparatorluğunun orta asya'yı yada azerbaycan'ı egemenliği altına almadığını düşündüğümüzde anadolu türkleri ile yunanların yada romalıların genetik yapısı uyuşuyor bu sebepten türkiyeli türkler aslında türkleşmiş yunandır önermesinin ne saf ifade ile yanlış ve maksatlı olduğunu anlayabiliriz. aynı önermenin aynı hamasi yaklaşımla yanlış karşı önermesi ise yunanların ve italyanların aslında türk olduğudur. yapılmış dna çalışmlarında değişik oranlarda da olsa tüm türk halklarında görülen haplogrup n kuzey doğu asya'da yaklaşık 19.400 yıl önce ortaya çıkmış ve buzul çağının en şiddetli olduğu dönemde kuzey avrasya'da bu insanlar çoğalmıştır. daha sonrasında ise bu insanlar buzul çağının etkisi azaldıkça çin, sibirya ve orta asya coğrafyasına yayılmıştır. farklı çalışmalarda değişiklik arz etse de türkiye'de haplogrup n oranının %16 ile %4 arasında değiştiği düşünülmektedir. fakat en düşük sonuçlar bile türkiye türklerinin komşularında yapılmış çalışmalardan kat kat yüksektir. haplogrup n'nin bir özelliğide türkçenin en kadim dialektlerinden birini konuşan türk coğrafyasının en kuzeyindeki yakut türklerinde bu haplogrubun yaklaşık %80'lik bir oranla fazlasıyla baskın olmasıdır. öyle ki dünya üzerinde yaşayan halklar arasında tek bir haplogrubun bu derece homojen olması oldukça nadir rastlanan bir durumdur. belkide bu sebepten ötürü lena boylarında yaşayan bu insanlar 9 atalarını biliyor ve 9 atalarından biri aynı olan insanları kendilerine eş olarak seçmiyorlardı. böylelikle sınırlı bir genetik havuza sahip oldukları halde olabildiğince genetik hastalıkların çocuklarında ortaya çıkmasına engel oluyorlardı. haplogrup n'nin bir diğer özelliğide saka medeniyetinin merkezi olarak kabul edilen pazırık kültür bölgesinde permafrost tabakası sayesinde bozulmadan günümüze ulaşmış iki soylu erkek mumyasından alınan örneklerde saptanmış olmasıdır. 2015 yılında aleksanr sergeyeviç philipenko tarafından yayınlanan makale saka medeniyetinin iran kökenli bir medeniyet olduğuna dair batılı ön kabulünü değiştirecek mi bilemeyiz fakat haplogrup n günümüz farsi halklarında neredeyse yok denecek düzeydedir. avrupa'da ise bu haplogrubun en yoğun olarak macaristan ve finlandiya gibi ural bölgesinde yaşayan halklarda görülmesi de tesadüf değildir. haplogrup n için özellikle ural-altay halkları için sensitivitesi yüksek bir genetik koddur diyebiliriz. türkiye'de yapılmış olan genetik çalışmalarda en sık tespit edilen haplogruplar arasında yer alan r1b1a haplogrubu yaklaşık 16.000 yıl önce ortaya çıkmış olup atası olan r1b haplogrubunun geçmişi 22.000 yıl önceye kadar gittiği düşünülmektedir. r1b'nin alt gruplarından olan ve tıpkı r1b1a gibi yaklaşık 16.000 yıl önce ortaya çıkmış olan r1b1b ve r1b1c günümüzde, r1b1a ile birlikte batı avrupalı insanlarda en sık görülen haplogruptur tek istisna olarak afrika'da çad bölgesinde ve başkurt türkleri ile kumadin türkleri arasında baskındır. r1b1a'nın m73 ve l23 gibi alt dalları türk topluluklarında yaygın olarak görülmekte olup l23 hem orta asya'da hem anadolu'da hemde batı avrupa'da yaygın olarak görülmektedir. l23 dalının yaklaşık 6000 yıl önce pontik stepleri denilen karadenizin kuzeydoğusu ile hazar denizin kuzeyindeki bölgede ortaya çıktığı düşünülmektedir bu bölge gelecekte deşti kıpçak yada kıpçak ülkesi olarak anılacak olan coğrafyada yer almaktadır. l23 alt grubu ayrıca ermeniler arasında yapılan genetik çalışmalarda da sık rastlanan bir alt gruptur. öyle ki ermenilerin atalarının antik dönemlerde pontik steplerinden daha güneye inerek doğu anadoluya ve günümüz ermenistan'ına yerleştiğine dair hipotezler genetik verilerle uyuşmaktadır. fakat l23 alt grubunun iki halkta da görülmesi bilimsel verileri ideolojik maksatlara alet etmek isteyenlerce türkleşmiş ermeniler olarak sunulmuştur. günümüz ermenilerinin bir kısmı ile bir kısım türkiye türkü yaklaşık 6000 yıl önce karadeniz ile ural dağları arasında yaşamış ortak atalara sahipti tıpkı bir kısım özbek türkü ile bir kısım isviçrelinin de aynı l23 alt grubuna sahip olması gibi. r1b1a ile ilgili asıl türklerin kökenine dair veriler ise kuzey kazakistan'da otaya çıkartılmıştır.
belki bir gün detaylandırırım konuyu.
kaynak istiyorsanız:
dulik, mc; zhadanov, sı; osipova, lp; askapuli, a; gau, l; gokcumen, o; rubinstein, s; schurr, tg (2012). "mitochondrial dna and y chromosome variation provides evidence for a recent common ancestry between native americans and ındigenous altaians". am. j. hum. genet. 90 (2): 229–46.
eugène pittard ,ırklar ve tarih: antropoloji tarihine giriş, paris ; la renaissance du livre, 1924.
http://cujhss.cankaya.edu.tr/…/01_c_makale_aray.pdf http://akademiye.org/tr/?p=653
lewontin, richard c. "confusions about human races." ıs race “real 2006
cavalli-sforza, luigi luca, et al. the history and geography of human genes. princeton university press, 1994.
birinci türk tarih kongresi-konferanslar, münakaşalar,1932, devlet matbaası. istanbul inan, afet, 1939,“atatürk ve tarih tezi” belleten cilt ııı sayı.10. ankara liseler için tarih ı ,2003, kaynak yayınları. istanbul (ilk baskı 1931)
afet inan, türkiye halkının antropolojik karakterleri ve türkiye tarihi – türk ırkının vatanı anadolu (64.000 kişi üzerinde anket), ankara; türk tarih kurumu basımevi, 1947. ( ilk basım afet inanın henüz evli olmaması sebebi ile afet uzmay adı ile 1939 yılında yapılmıştır)
jeong et al., characterizing the genetic history of admixture across inner eurasia, posted may 23, 2018, doi: https://doi.org/10.1101/327122
yunusbayev, b., metspalu, m., metspalu, e., valeev, a., litvinov, s., valiev, r., akhmetova, v., 631 balanovska, e., balanovsky, o., turdikulova, s., et al. (2015). the genetic legacy of the expansion of turkic-speaking nomads across eurasia. plos genet. 11
https://www.haplogruplar.com/…tik-akrabaligi/arthur thomson and l. h. dudley buxtonthe journal of the royal anthropological ınstitute of great britain and ırelandvol. 53 (jan. - jun., 1923), pp. 92-122allentoft et al (2015), population genomics of bronze age eurasia, nature 522, 167–172
keyser et al (2003), nuclear and mitochondrial dna analysis of a 2,000-year-old necropolis in the egyin gol valley of mongolia, am j hum genet. 2003 aug; 73(2): 247–260.shou et al (2010), y-chromosome distributions among populations in northwest china identify significant contribution from central asian pastoralists and lesser influence of western eurasians, journal of human genetics 55, 314-322pilipenko, a. s., trapezov, r. o., & polosmak, n. v. (2015). a paleogenetic study of pazyryk people buried at ak-alakha-1, the altai mountains. archaeology, ethnology and anthropology of eurasia, 43(4), 144-150.
shou wh, qiao ef, wei cy, dong yl, tan sj, shi h, et al. (2010). "y-chromosome distributions among populations in northwest china identify significant contribution from central asian pastoralists and lesser influence of western eurasians". journal of human genetics. 55 (5): 314–22. https://www.theapricity.com/…-dynasty-haplogroup-j2 ????????? (2015), ????????? ??????????? ? ???????? ???? (???????????????, ????????????????? ? ???????????? ???????
derenko, m., malyarchuk, b., denisova, g., wozniak, m., grzybowski, t., dambueva, ı., & zakharov, ı. (2007). y-chromosome haplogroup n dispersals from south siberia to europe. journal of human genetics, 52(9), 763. myres, natalie m., et al. "a major y-chromosome haplogroup r1b holocene era founder effect in central and western europe." european journal of human genetics 19.1 (2011): 95. raghavan, m. et al. 2014. upper palaeolithic siberian genome reveals dual ancestry of native americans, nature, 505, 87–91. raghavan, maanasa; pontus skoglund; kelly e. graf; mait metspalu; anders albrechtsen; ıda moltke; simon rasmussen; thomas w. stafford jr; ludovic orlando; ene metspalu; monika karmin; kristiina tambets; siiri rootsi; reedik mägi; paula f. campos; elena balanovska; oleg balanovsky; elza khusnutdinova; sergey litvinov; ludmila p. osipova; sardana a. fedorova; mikhail ı. voevoda; michael degiorgio; thomas sicheritz-ponten; søren brunak; et al. (2 january 2014). "upper palaeolithic siberian genome reveals dual ancestry of native americans". nature. 505 (7481): 87–91.
karafet, tatiana; mendez, fernando; sudoyo, herawati (2014). "ımproved phylogenetic resolution and rapid diversification of y-chromosome haplogroup k-m526 in southeast asia". nature. 23: 369–373. underhill, peter a. (2014), "the phylogenetic and geographic structure of y-chromosome haplogroup r1a" , european journal of human genetics, 23 (1): 124–131
zerjal et al (2002), a genetic landscape reshaped by recent events: y-chromosomal ınsights into central asia, volume 71, ıssue 3, p466–482, ????????, ?. ?. (2013). ?????????? ????? ????????, ??????????? ????????? ? ?????????? ????? ?? ?????????? ??????? ???????, ????????, ? ????? ?????? ??????, ???? ? ???????? ??????? (????????? ?????? ?? ?????????: ????????/????????-?????-???-????-???????/????????). proceedings of the academy of dna genealogy. boston-moscow-tsukuba, 6(2), 267-374.allentoft, morten e.; sikora, martin; et al. (2015). "population genomics of bronze age eurasia". nature. 522 (7555): 167–172.reich, david; pinhasi, ron; frachetti, michael; kennett, douglas; thangaraj, kumarasmy; boivin, nicole; anthony, david; meyer, matthias; lalueza-fox, carles "the genomic formation of south and central asia". biorxiv: 10.http://dergiler.ankara.edu.tr/…er/26/1517/16715.pdf
not: çalışma benimdir. esasında esas çalışmanın özetidir.
edit:bu gece ekleme yapacağım