herkesin aklına en az benim kadar çocukluğu geliyor biliyorum.
8.15 vapuru geliyor, bandıra bandıra geliyor, çılgın bediş- oktay ve hatta travma yaratan final sahnesi geliyor.
fakat benim için çok daha fazlası sanırım. bostancı'da denizi gören bir evde büyüdüm ben. mahallemiz çok güzeldi ve tam bir apartman çocuğuydum. o kadar aşıktım ki sokağımıza ve evimize. üç ablasından sekiz yıl sonra dünyaya gelen ben, onların oyuncağı gibi büyüdüm. her hafta biri kaset alıyordu o zamanlar. sadece kaset almakla kalmıyor eski kasetlerin üzerine de sesimizi kaydediyorlardı. üç yaşındayken kaydetmiş oldukları bir ses kaydı vardı. önce ağlıyor, sonra ablalarımın sevgi seline maruz kalıyor, en son da yonca evcimik'in aboneyim şarkısını söylüyordum.
o kadar mutluydum ki.
yıllar o evde doğum günlerimizde vs o kaseti dinleyerek geçti. ta ki babamın iflasına kadar. haciz konulan evimizi bakmaya gelenlerden kaçmak için uyuma numarası yapan bir gençtim artık. evimiz gitti. taşınırken o çok sevdiğim kasetleri de kaybettiler. yonca evcimik de gitti aboneyim de.
bazen önemsemediğimiz çoğu insan birilerinin hayatına nasıl da dokunmuş oluyor böyle değil mi?
huzun kovan kusu3 profili
-
yonca evcimik denince akla gelenler
-
yalnız yaşarken başa gelebilecek en kötü şey
(bkz: ölüm)
anneannem otuz sekiz yaşında mide kanamasından ölünce dedem annemleri evlendirirken arada kendini de baş göz etmiş.
dedem öldüğünde ben yeni doğmuşum. o yüzden ne dedemi ne de öz anneannemi görmedim haliyle.
bildiğim tek anneannem vardı o da dünyanın en pamuk insanıydı. masmavi boncuk gibi gözleri, önceden sapsarı olduğu belli ipek gibi beyaz saçları vardı. yanakları öyle kırmızıydı ki elma yanaklı tabirini her duyduğunuzda aklınıza ondan başkası gelmezdi. işin güzel yanı kalbi kendinden bile güzeldi.
hikaye bu ya dedem ölünce memleketine döndü. ama annemler hiç bırakmadı onu. kışın gelip sırayla annelik ettiği çocuklarında kalıyordu.
bir kış gelmek istemedi. ısrar ettiler, yalvardılar yakardılar gelmedi. dayılarım gidip ziyaret etti almak için gelmedi. kimseyle de bir sorunu yoktu. yüreğim darlanıyor istanbul'da derdi.
karların istanbul'u bile esir aldığı bir gün haberini aldık. evde yalnız başına ölüp gidivermiş pamuk anneannem.
haberi alır almaz koştular memlekete.
canım pamuğumun kalbi sıkışmış da ayağa kalkar kalkmaz eli telefona gidemeden oracıkta yığılmış.
günlerce helak oldum düşünmekten o halini. hani yanımızda olsaydı da öyle ölseydi böyle acımazdı dedik. yandık kavrulduk o haline.
içimizin sızısı geçmiyor seneler oldu da.
o yüzdendir ki yalnızken başa gelebilecek en kötü şey ölümdür benim için. -
18 mart 1915 çanakkale zaferi
“karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak.
birinci siperdekilerin hiçbirisi, kurtulmamacasına hepsi düşüyor. ikinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?
bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. sarsılma yok. okuma bilenler kur’an-ı kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor.
bilmeyenler ise kelime-i şehadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyor. sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor.
ölüyor, öldürüyor. işte bu türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. emin olmalısınız ki çanakkale muharebeleri’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.”
- 19. tümen komutanı mustafa kemal