çok ağladım, çok üzüldüm.
bendeki muammer sun'u anlatmaya çalışacağım biraz.
1992'de istanbul devlet senfoni orkestrası çocuk korosuna girdim.
muammer sun solfej kitaplarını okuduk. repertuarımızda onlarca muammer sun şarkısı vardı. hepsini büyük zevkle ve coşkuyla söyledik.
daha sonra rahmetli hikmet şimşek ile dolmabahçe konserlerimiz başladı. ve trt stüdyolarında çekimlerimiz. kurtuluş dizi müziklerini seslendirdik o konserlerde, çekimlerde. nasıl bir his anlatamam, yaşamanız gerekiyor. ama şöyle söyliyim. o şarkıları söylerken gözü dolmayan bir korist veya seyirci hatırlamıyorum o konserlerde.
derken korolardan sonra profesyonel müzik hayatımız başladı. konservatuvarları kazandık o dönem arkadaşlarımla. konservatuvarda da hep muammer sun eserleriyle karşılaştık. oğlu ilteriş sun solfej hocamız oldu. torunu ilkim tongur ve eşi babür tongur da hocalarımız oldu. sun ailesinin harika müzisyenlerini tanımak ve onlarla aynı ortamda olmak çok özeldi. mezun olduk. hepimiz müziğin farklı branşlarında geliştik.
ben formasyon alıp müzik öğretmenliğini, daha sonrasında da koro şefliğini tercih ettim ve özel ekibimi kurdum. tabii ki repertuarımızda çok sayıda muammer sun şarkısı yer aldı. kurduğum koro ile özel videolar hazırladık ve muammer hocaya yolladık.
https://www.youtube.com/watch?v=aysdwhuyu10 (provadan)
daha sonra pandemi döneminde bunlardan annelere özel videolar hazırladık.
https://www.youtube.com/watch?v=rbpz2ao1ov4 (evden kayıt)
yıl 2020 oldu. ekibimin 4üncü senesiydi ve artık mutlaka muammer hoca ile tanışmaları gerekiyordu. ya biz istanbul'dan ankara'ya gidecektik, ya da muammer hocanın geldiği bir zamana denk gelecektik.
derken bir şey oldu. muammer hoca seninle görüşmek istiyor dediler. yaşadığım heyecanı anlatamam. ve ilk telefon geldi. o sırada lanet bir avm içerisindeydim. hem hocayı çok iyi duymak, hem de sesimi duyurabilmek için kuytu bir tuvalet köşesine gittiğimi hatırlıyorum.
ilk sesli konuşmamız ve daha sonraki günlerdeki konuşmalarımız.
istanbulda gerçekleştirmek istediği cd projesi için benim koromun ve ekibimin görev almasını istedi. ben tabii avm'de bildiğin havada uçuyorum.
daha sonra muammer hocadan kargolarla notalar geldi. ben deliriyorum tabii mutluluktan, bir yandan kargo poşetlerini saklıyorum, fotoğraflıyorum.
proje için 1 ayımız vardı. 24 adet çocuk şarkısı için sadece 1 ay.
olağanüstü hal ilan ettik. prova sayılarımızı ve saatlerimizi arttırdık.
proje bittiğinde hem cd'miz çıkacak, hem de bu eserin konserlerini yapacaktık.
ne mi oldu?
18-19 şarkımızın çalışmalarını tamamladığımız ve artık sona yaklaştığımızı hissettiğimiz hafta dünyada pandemi ilan edildi.
2020'de muammer hoca ile devamlı iletişimde olmaya mı sevineyim, pandemi çıktığına mı üzüleyim, ne yapacağımı şaşırdım.
koro provaları ülkemizde ve dünyamızda haliyle son buldu. zaten çocuklara çıkma yasakları başladı sonrasında. ve tüm proje durmak zorunda kaldı.
ama yine de ahter destan hocamın kendi korolarıyla geçmişte yaptığı kayıtlarla cd yapıldı ve türk çocuklarına armağan edildi.
2020'de muammer hoca ve değerli eşi sinemis hanım ile yaptığımız son telefon konuşmasında, hayırlısı böyleymiş ama hiçbirimiz üzülmeyelim, mutlaka pandemi sonrası hocanın da katılımıyla istanbul ve ankara'da bir muammer sun konseri gerçekleştiririz diye konuştuk.
ama bugün hocamızı kaybettik.
biz tabii ki yaşadığımız süre boyunca daha çok muammer sun konseri yapacak, şarkıları söyleyeceğiz. muammer sun ile tanışmayan çocukların ve koroların hep eksik kalacağını düşünüyoruz. bu yazıyı okuyan ailelerden ve öğretmenlerden ricam, mutlaka çocuklarına bu önemli türk bestecilerinin eserlerini dinletin, öğretin.
ülkemizin ve sun ailesinin başı sağolsun.
ek:
1995 yılında, henüz 15 yaşında bir çocukken hikmet şimşek ile çıktığımız bir konser. tabii ki muammer sun şarkıları söylüyoruz.
hikmet şimşek'in hizasındaki bonus kafalı turkuaz gömlekli çocuğum. dünyanın en güzel zamanlarıydı sanırım.
https://www.instagram.com/p/bkbqnlagody/
la traviata2 profili
-
muammer sun
-
kitaplıkta olması utanç veren kitaplar
329. kısa dönem. yıl 2009-2010 arası.
gaziantep - yamaçoba'da askerlik yapıyorum.
tonla kitap yollamış ailem. karakolumuzun kitaplığını zaten başka bir istanbullu arkadaşla (adı süer, okuysa selam olsun) evden yollanan kitaplarla oluşturmuşuz.
şiir, roman, mizah, ne ararsan var.
yanlız bir de ne alakaysa "hunger games"in bir kitabı var. (açlık oyunları)
ulan kitabı bi okudum, sorsalar hiçbişi anlatamazsın.
kitap boyu "mıntıka"larda yaşayan ve öldürülen insanlar falan var malum.
söylesen komutana, "napıcan lan sabah mıntıkasında asker mi vurucan" derler.
neyse ki karakoldaki 2 uzman ve 1 üstçavuşun pek kitaplarla ilgisi yok, sadece düzenine bakıyorlar.
yine de aslında utandığım kitap bu değil. sakıncalı gibi sadece.
ama kitaplıkta başka bir kitap daha var, birazdan o konuya gelicem.
neyse, o günlerde bir şey oluyor, jandarma tarihinde ender olan bir şey.
paşa bizim yoldan geçecek, bize uğrayabilir diye haber geliyor.
paşa..... paşaaaa...
ulan karakol tarihinde öyle bir şey olmamış bizim askerliğimize denk gelecek.
hiç unutmam 1 hafta boyunca 3 katlı karakolu her gün yıkadık.
niye her gün yıkıyorduk bilmiyorum sanki ertesi gün merdivenlere sıçıyormuşuz gibi.
bir yandan da gelmeyeceğine çok eminiz niyeyse.
ama geldi.. geldi ulan.
hani cem yılmaz'ın anlattığı orgeneral hikayesi ve düşen pırpırlar var ya.
yemin ediyorum bahçeye jandarma genel komutanı geldi ve bizim 3 komutanın (ki iki tanesi benden küçük amk) üstündeki pırpırların düşüşünü gördüm. onlar titriyordu. biz de gereksiz bir heyecana kapıldık bizi 1 haftadır doldurdukları için.
komutan arabadan indiği gibi parmağıyla askerleri gösterip:
-sen... mesleğin ne asker?
titreyerek cevap verenler, saçmalayanlar.
komutanlarımızın bile bir sürü şeye saçma cevap verip habire düzeltmeleri.
derken en son bana döndü.
-sen ne mezunusun asker?
-opera komutanım
-burdaki herkese operayı anlat öğret, dedi hafif gülümsemeyle.
-(içses: nası yani) emredersiniz komutanım
dışarıda titreyerek geçen bu özel ve büyük içtimadan sonra komutan doğrudan içeri girdi ve kütüphaneye yöneldi.
dedik heralde bizim süer ve bana yine cevaplanması gereken sorular gelecek, hazır olayım.
komutan kütüphaneden random bir kitap aldı.
eyvah dedim açlık oyunlarını seçerse ne cevap vericem. konusunu sorsa, söylesem ağzıma sıçacak. e yalan söylesem, bu sefer de biliyorsa yine ağzıma sıçacak.
ben içimden nolur klasiklerden birini seçmiş olsun diyorken eline bir kitabı aldı ve
-bu kitap kimin, kim okuyor?
dedi.
kitabın ismini seçmeye çalışıyorum,
bir de baktım ki "kendi kutup yıldızını bul" adlı kitap.
kişisel gelişim kitabı mıydı, yoksa öğretici hikayeler mi vardı içeriğini hatırlamıyorum, okumuş ve çok tırt bulmuştum.
yine de adama cevap vermek gerekiyor. tam elimi kaldıp ben okudum komutanım dicem, uzun dönemlerden kitap okumaktan çok uzak bir arkadaş elini kaldırdı ve "ben okudum komutanım" dedi.
karakoldaki 27 asker ve 3 komutan doğrudan çocuğa döndük "hassiktir nasıl yani? diyerek. ben tabii daha şaşkın.
-aferin sana. bu çocuğu ödüllendirin
dedi ve bir hışımla gitti adana yolundan.
herkes bir rahatlamıştı, günler süren gerginlik bitmişti.
benim ise şaşkınlığım gala geçmemişti
-olm sen kitap okuyo musun gerçekten?
-hayır ama bir gün o kitabı merak edip okudum.
-iyi de ulan kitap kimin dedi adam, bana gelen kitabı niye üstleniyosun : )
-ne bileyim abi. okudum, söyledim işte.
-hey allaaam neyse
aradan zaman geçti. çocuğa şilt geldi amk jandarma komutanlığından.
2010 ocak-şubat arası sanırım askerlik bitti.
karakolda kimse operanın ne olduğunu merak etmedi.
bir daha kimsenin kitap okuduğunu da görmedik.
4 istanbullu, terhis olduk.
şilt alan arkadaş ve diğerleri bize kapıdan el sallıyordu.
biz ise "aman arkamıza bile bakmayalım, geri çağırırlar falan evrak eksikliğinden" diyip hızlıca havaalanına doğru topuklamıştık.