ahsapcilasi1
profili

  • mimarlık bölümünü seçmemek için geçerli sebep

    hayaller ve hayatların tamamen farklı olması.

    bu başlığı gözlerinde kalplerle bölüme girmiş, mezun olduktan sonra kazın ayağını görmüş bir 'sözde mimar' olarak açmak istedim.

    meslek seçerken genellikle bir sarhoşluk hali oluyor. insan bir anda bir çok seçeneğin ortasında kalınca afallıyor. açık büfede yemek seçmek gibi. aranızda hala kalpli gözlerle mimarlık seçmek isteyen varsa onları ayıltmak istedim.

    uzun ve karamsar bir yazı olacak. ama dört yıl sonra siz de böyle döşenmek istemiyorsanız okuyun derim.

    özet olarak, mimarlık maalesef maddi getiri ve çalışma şartları olarak hiç beklediğiniz gibi bir meslek değil. hayaller ve hayatlar çok farklı. ilerleyen kısımlarda da genel olarak bu konular üzerinde duracağım.

    başlayalım o zaman;

    dışarıdan baktığınızda mimarlık, yapmak isteyeceğiniz bir meslek. wikipedia'ya göre "fiziksel çevreyi uygun ölçülerde tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimi" mesela. 'sanat ve bilim'. mimar dediğinizde aklınızda oluşan resmi tahmin edebiliyorum. hayran hayran baktığınız yapıların orkestra şefi. küçük bir hareketiyle yer yerinden oynuyor.
    tamam ne gerekiyor bunun için diyorsunuz, mimarlık diploması, diyorlar. puanınıza bakıyorsunuz, tutuyor, oldu o zaman bu iş. yazdınız, geldi. hayırlı uğurlu olsun. "eh, mezun olunca en az 2 asgari ücret maaşım olur heralde" diye düşünüyorsunuz. (burada müzik bir anda yavaşlasın) arkadaşlar acı tabloyu gösteriyorum:

    bölümü dereceyle bitirdiniz diyelim. okulda da bayağı aktiftiniz. bekliyorsunuz ki 4.000-5.000 başlangıç maaşım olur, tam maaştan yatan sigortam, yan haklar, bir ton güzellik vs. değil mi?

    değil.

    (fonda 'neredesin ay yüzlüm' girsin)
    etiketi olan bir mimarlık bürosunda işe başlarsınız, sizi iki aylık deneme süresi diyerek maaşsız çalıştırırlar, deneme süresi bitince de asgari ücretin bir tık üstünü teklif ederler. günlük 10 saat mesai, haftasonu yarım veya tam gün çalışma, yemek yok. (dikkat: buradaki kişi ve kurumlar tamamen gerçektir) yalnız, işe girmeniz derece yapmanız durumunda biraz daha kolay. tabi her büro maaşsız çalıştırmıyor ama 'gidersen, gelmek isteyen zibilyon tane adam var, kapı orada' lüksleri var. yedeğiniz çok. kıymetiniz az. fazla mesailerden, kuramadığınız iş-hayat dengesinden bahsetmiyorum.

    bakın maddi getirisi tatmin etse çalışma şartlarını "zaten sevdiğim işi yapıyorum" diyerek gözardı edebilirsiniz. çalışma şartları iyi olsa yine "sevdiğim işi yapıyorum, para da ileride gelir artık" diye avunabilirsiniz. ama üç ayaktan ikisi olmayınca tek ayakla en ufak bir rüzgar yıkıyor.

    sizinle aynı üniversiteden mezun olan bilgisayar mühendisi bir arkadaşınızı ele alalım. bir de derece yapmış olsun. arkadaşlar bu kişi, mezun olmadan (muhtemelen savunma sanayiinden) iş teklifi alır ve en az, mimara teklif edilenin iki veya üç katını havada kazanır. daha da fazlasını kazansın, gözümüz yok, yalnız dört yıl önce aynı çizgide başladığınız arkadaşınızın dört yıl sonunda size tur bindirmesi ağırınıza gider.

    direk "mezuniyet sonrası maddiyat" diye başladım. bölümde okuması rüya gibi geçiyor çünkü. hem keyifli, hem de çok hızlı. zaten sizi okul hayatınızla ilgili uyarmak için yazmıyorum. serengeti düzlüklerinde hayat nasıl, onu göstermek istiyorum.

    bölüme girerken isteyerek tercih eden herkes büyük hayallerle giriyor. (hababam sınıfı film müziğinin hızlı bölümü) kendi tasarladığınız bir binanın içinde dolaşmak, insanlara tasarımlarınızla dokunmak, dikili bir eser bırakma ihtimali... bu hayaller şimdi bile düşündüğümde bana heyecan veriyor. ama karın doyurmuyor. (yavaş bölümü) bu acı gerçekle mezun olduktan sonra karşılaştım. tokat gibi çarptı.
    üstüne bir de inşaat sektörü patladı. mesela yüksek lisansı biten arkadaşım iş bulamıyor. (belki iki yıl olmuştur) başka bir arkadaşım geçen sene çalıştığı büroda bir kaç aylık maaşının içeride kaldığını söylemişti. sonradan alabildi mi bilmiyorum. 10+ yıllık tecrübesi olan bir tanıdık aylarca işsiz kaldı. geçenlerde bir yerle anlaşmıştı, işe başladı mı bilmiyorum. ben şu anda çalıştığım yerden çıksam iş bulmam bayağı zor. maaşımı hiç sormayın, dışı sizi içi beni yakar.

    maddi boyutun bu olduğunu gördükten sonra hayal dünyasından gerçek dünyaya inerek devlete gireyim dediniz. bu sefer acı bir şekilde görüyorsunuz ki devlet diğer bölümlerden kiloyla alım yaparken sizin bölümden hassas teraziyle alıyor. hal böyle olunca devlette mimar olarak çalışmak altın kıymetine biniyor. kpss'den 90 ve üstü alabilirseniz, bir de mülakat iyi geçerse bir ihtimal atanabilirsiniz. yalnız özelde öyle canınız yanıyor ki bu ihtimale dört elle sarılıyorsunuz. kaldı ki, devlete girdiğinizde bahsettiğim hayallerinizi buzdolabına kaldırmanız gerekiyor. maalesef hayaller yine karın doyurmuyor. öte yandan; madem devlete girip mimarlık yapamayacaktınız, niye mimarlık okudunuz? bu da ayrı bir çarpıyor işte.

    peki derece yaptınız ve o etiketli büroda işe başladınız diyelim. hayal ettiğiniz mimarlığı yapabilecek misiniz? maalesef hayır. işvereninin müteahhite verdiği sözü tutması için bir aracısınız sadece. işveren şöyle çiz diyor, çiziyorsunuz. şurası şöyle olacak diyor, peki diyorsunuz. ileride o hayali yaşayabilir misiniz peki? ihtimal.

    nasıl bir ihtimal?
    şu anda türkiye'deki oyuncuları ele alalım. kaç kişiler? konservatuar öğrencileri, tiyatro toplulukları, devlet tiyatroları, sanat okulları, bu işe gönül verenler, amatörler vs. epey bir topluluk oluştu. bununla ev geçindirebilenler? bayağı daraldı. iyi para kazananlar? daha da daraldı. ünlüler? işte hayal ettiğiniz mimarlığı gerçekleştirebilenlerin oranı bu tüm oyuncu camiasındaki ünlülerin oranıyla aynı.
    ünlülere bir çok iş gelir, arasından seçerler. bazı işler olur, sadece onlar için yazılmıştır, yapımcılar-yönetmenler "şöyle oynayacaksın" diyemez onlara. çünkü adamlar ağzının içine bakıyor. tamamen arz talep meselesi.

    bu tarafta da müteahhitler var. mesela bir bina yapılacak. bu binayı işini görecek halde yapabilecek yığınla mimarlık bürosu var şu anda. bu müteahhit onlardan herhangi birine gidip "şöyle şöyle istiyorum, şöyle olacak, ncık beğenmedim, değiştirelim" vs. diyebilir. bu büro sahibi mimar, işi kaçırmamak için adamın isteklerine son raddeye kadar uyar. bu ne demek? o işi alan mimarın bürosunda çalışan mimar (ki bu durumda biz oluyoruz) müteahhitin habire değiştirdiği fikirleriyle geçirir vaktini.

    bu durumu şöyle tarif edeyim; birisi geldi size, dedi ki 'kağıttan bir gemi istiyorum, çalıştığın dakika başı para vereceğim'. peki dediniz, gemisini yapıp verdiniz. ama o da ne? adam öğrenmiş ki gemiler uçamıyor? aldı sizin gemiyi, sağını solunu yırtarak, katlayarak size öğrendiği uçağı tarif etti, böyle olacak dedi, ve özene bezene yaptığınız geminizi de buruşturup çöpe attı. şimdi sakince 'olur tabi' diyerek sıfırdan uçak yapıyorsunuz. niye? e zaten dakika başına paranızı alıyorsunuz? adam için önemli olan o. mantık olarak da doğru. sonuçta siz çalışan olarak yaptığınız işin karşılığını alıyorsunuz. e ama emek verdiğiniz gemi çöpte?
    evet, mimarlık dünyasına hoşgeldiniz. beton dökmüyorsunuz ya, çiziverin tekrar?
    maddi olarak doyuruyor olsa bu durum bile başlı başına insanı yoruyor.

    yanlış anlaşılma olmasın. ben işi süper bildiğimi iddia etmiyorum. yani "ben çok iyi bir mimarım da kıymetim bilinmiyor" gibi anlaşılmasın. meslek erbaplarına göre yolun başındayım. bu yoldaki sürecin bu olduğunu da okulda benimsedim zaten. ama aynı dönem mezun olduğum arkadaş benim iki veya üç katım maaş alıyor. öyle olunca da n'oluyor diye sormadan edemiyorum.

    mimarın; müteahhitin isteklerine son raddeye kadar uyması gerekiyor dedik, çünkü kendi gibi yüzlerce büro var. eve ekmek götürmesi gerekiyor. 'olmaz arkadaşım' dese anında rakibe gidebilir. kaldı ki, işi teslim etti diyelim, peki parasını tahsil edebilecek mi?
    patronun bazen telefon konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. koskoca kalantor adamlardan hak ettiği paranın sadece bir kısmını alabilmek için uzun uzun dil döküyor. alabiliyor mu peki? bilmiyorum. (banka hesaplarına mı bakayım takdir edersiniz.)

    ha ama müteahhit isim yapmış biriyle çalışmak istiyor. işte o isim yapmış mimar hayalini kurduğunuz mimarlığı yapabilen, sayıları ünlü oyuncular kadar olan azınlık. kalanı maalesef müteahhitle kazanacağı para arasındaki bir engel.

    mimarlığı saltanata benzetebiliriz. babadan oğula geçiyor. o azınlık mimarlar sultan. kalanların azınlığı yeniçeri, kazasker, kalan %95' lik bölüm de bizim gibi köylüler.

    gerçi ben de öyle süper bir öğrencilik geçirmedim, ama 'bu söylediklerim sadece benim başımdan geçenler' de diyemiyorum. hatta buyrun size canlı iki örnek :

    https://m.youtube.com/watch?v=ncczvtaoa-m

    https://m.youtube.com/watch?v=d9cbryvjkyw

    bölüme girdiğimde inşaat sektöründe çark dönüyordu. öyle olunca mimarlar da iş bulabiliyordu. ama şu anda bina yaptırmak bir risk yatırımcı için. elinde patlayabilir. bu sefer de yedeği çok olan mimarlık bürolarına iş gelmiyor. gelmeyince onlar da eleman çıkarıyor. e iş yapamayan mimar tecrübe kazanamıyor. tecrübesiz mimarı da maalesef kimse istemiyor.

    kendimi şu anda yıllarca ürün ekmiş, biçmiş depolamış ve hasadını umduğunun yarısına bile satamayan bir çiftçi gibi hissediyorum. kendi açımdan durum bu şekilde.

    peki mezun oldunuz, çarkların arasına girdiniz, büküle büküle kaytan oldunuz, iş yapabilen bir büro sahibisiniz. artık o hayalinizdeki mimarlığı hayata geçirebilin değil mi?

    değil.

    geçirebilme ihtimalinizi şöyle açıklayım; dolaşmaktan keyif aldığınız bir bölgede bir saat kadar dolaşın, gördüğünüz yapılara alıcı gözle bakın, kaçta kaçı sizde bir heyecan uyandırdı? işte o kadarı hayata geçirebiliyor. müteahhit diyelim ki sizi serbest bıraktı, uçup kaçmak istiyorsunuz, bu sefer belediyelerin inşaat yönetmeliği tuttuğu gibi sizi yere çekiyor, ondan kurtardınız, uygulamak istediğiniz şeyi yapabilecek, hakkını verebilecek, size beddua ettirmeyecek bir usta bulup ona tasarımınızı uygulatabilecek misiniz? ihtimal..
    inşaat mühendisiyle atışmalar var daha. mimar ister ki tavan havada dursun, mühendis de gelir en güzel yere kolonu diker. al birimizi vur ötekine.

    bu arada 'iş yapabilen bir büro sahibi olma' gereklerini açayım biraz;
    esnaf olmanız gerekiyor arkadaşlar. iş alabilmek, müşteriyi hoş tutabilmek, işi teslim edip ücretinizi tahsil edebilmek ve bu çarkı döndürebilmek için esnaf olmanız gerekir. esnaflık zordur. çekirdekten yetişmediyseniz okulda veya stajda öğretmezler. devleti, belediyeyi, müşteriyi ve elemanlarınızı aynı anda hoşnut tutmanız, en önemlisi çevre oluşturmanız ve çevrenizi sürekli genişletmeniz gerek. eleman çalıştırmak, insan yönetmek bambaşka bir konu zaten. müşteriyi hoş tutmaksa tam bir sabır işi.

    ünlü bir mimarın (emre arolat olması lazım kaynağım yok ama) şöyle bir sözü var: "mimarlık başkasının parasıyla kendi hayalini gerçekleştirebilmektir." şimdi para müşterinin olduğu için insiyatif de büyük oranda onun oluyor. siz o ünlü oyuncu değilseniz, projede o kadar da söz hakkınız olmuyor. mesela geçen sene bir müşteri geldi. patron 'adama projesi için üç tane öneri hazırlayalım, arasından seçsin' dedi. ben de 'uygulanmış projelerden örnek gösterelim ki önce kafasından geçeni öğrenelim, ne tarz bir şey istediğini netleştirip ona göre bir tasarım yapalım' dedim. 'olsun, önerileri de o arazi için özel tasarlayalım', dedi. şimdi ideal bir dünyada böyle olması gerekiyor aslında ama, bir de ama'sı var işte... peki dedim, (biraz daha renkli geçen konuşmaların özeti) üç tane ön proje hazırladık. yani mekanlar binanın içinde nasıl yerleşiyor, bina neye benziyor, araziye nasıl oturuyor bunları tasarladık. diğer arkadaş modelledi. patron da müşteriye sundu. sonuç? adam örnek bir proje gösteriyor, "ben böyle bir şey istiyordum" diyor. n'oldu? iki günlük emek ve heves adamın bir sözüyle rafa kalktı. patrona da bir şey diyemiyorsunuz, kriz zamanı müşterinin gönlünü hoş tutmak istiyor, müşteriye de bir şey diyemiyorsunuz, adamın parası. işin güzel tarafı bu işin "doğası" bu. insan genelde ne istediğini gözüyle görmeden bilemiyor. ama doğasının bu olması acınızı dindirmiyor. suyun dibinden yüzeye kadar çıkıp nefes almaya çalışıyorsunuz, bir tokmakla tekrar suyun dibine giriyorsunuz. başınızın acısı bir yana, nefessiz kalmaya devam etmek bir yana. seçin beğenin..

    diyelim ki bir büroda sebat gösterdiniz, yükseldiniz, patron iş alıyor, siz de proje müdürüsünüz. işler tıkırında. hala mı umut yok?
    okulda bir gün dersteyiz. tam bu bahsettiğim rütbede bir hocamız var. içeri girdi, sinirden sesi titriyor. "arkadaşlar bir dakika bakar mısınız" diyerek konuşmaya başladı. söylediklerini kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama müşterinin bir sözüyle projesi takla atmıştı. yani emeğinin büyük bir kısmı çöpe gitmişti. onunla ilgili bize içini döküyordu. o serzenişleri bana ne kadar uzak gelmişti halbuki. onun başına gelmişti ama benim başıma gelemezdi...
    bahsettiğim hoca da en az 20-25 yıllık mimar, bir yandan okulda bize kritik veriyor (kritik vermek: projenizin gelişmesi için eleştirmek veya tavsiye vermek) bir yandan da büyük bir büroda proje müdürü gibi bir konumda. sinirden sesi titriyor, ama elinden de bir şey gelmiyor.

    proje bürolarından sıtkınız sıyrıldı, şantiye dediniz,
    öncelikle şantiye için inşaat yapılabiliyor olması gerek. diyelim ki var, ve girebildiniz.
    kaba inşaat bitene kadar geceniz gündüzünüz karışır. iki haftada bir gün tatiliniz olur.
    proje bürosuna göre artı yanı maaşınız daha iyi olur, eve iş getirmezsiniz, bir de uyku probleminiz olmaz. iflahınız yeterince kesildiği için yatar yatmaz bebekler gibi uyursunuz.
    tabi mimarlık yapmıyorsunuz burada, yapılmış olanı gerçek hayata geçiriyorsunuz. ama artık umurunuzda bile olmuyor. çalışabiliyorsunuz sonuçta.

    mimarlığın, hem işimi sevebileceğim, hem de para kazanabileceğim bir meslek olduğunu zannettim. ama para kazanamayınca o kadar da sevemediğimi farkettim. maalesef mimarlık artık para sıkıntısı olmasa iştigal edilecek mesleklerden biri benim için. kendi kendime bir şeyler tasarlayıp kendimi avutabileceğim bir hobi.

    hobi demişken; arkadaşlar bir işi hobi olarak seviyor olabilirsiniz. yeteneğiniz vardır, güzel resim yapıyor olabilirsiniz. evde hobi olarak bir şeyler tasarlıyor olabilirsiniz. bunlar güzel şeyler. ama bunu meslek olarak yapmak çok farklı bir şey.
    yine kendimden örnek vereyim; resim derslerini severdim ben. angarya değildi benim için . o derslerde çöp adam çizenlerden değildim.arkadaşlarım ve resim öğretmenlerim de beğenirlerdi. tasarıma ve yapılara da ilgim vardı. heyecanlanırdım hatta. demek ki ben mimar olmalıydım değil mi? (değilmiş) yine de tercih yapmadan gidip mimarlık fakültelerindeki hocalarla konuştum. (çok bilinçliyim) büro işleten bir mimarla sohbet ettim. hepsi de gazı verdi. sonuçta güzel bir okul hayatı geçirdim ve diplomayı aldım. eee? nerede iş? nerede o güzel apple'larla dolu rengarenk büroda güleryüzle gösterdiğim çalışmam, patronun onaylayan ifadesi ? nerdesin yıllar yılı dost bildiğim haftasonu? arkadaşlar hobisini meslek edinenlere gıpta ile bakıyorum, 'yok öyle bir dünya' demek fazla cüretkâr olur, ama mimarlıkta ben bunu pek göremedim. sizden rica ediyorum, "onda olmamış, bende olur, ben çok farklıyım" diye atlaya atlaya gelmeyin.

    üzülürsünüz.

    başkasının parasıyla kendi hayallerimizi gerçekleştirmek dedik. yalnız şöyle bir durum var; para sahipleri, onlara daha fazla para kazandırmanız için size geliyor. hayallerinizi gerçekleştiresiniz diye değil. artık gerçek dünyadasınız. öyle olunca hobiyken geniş geniş tadına vararak yaptığınız şeyler bir anda teslim tarihi olan, müteahhitin isteklerini ve belediyenin yönetmeliklerini aynı anda sağlayan, sürekli acelesi olan bir telaşeye çevriliyor. geniş zaman isteyen ve zaten sancılı olan 'tasarım' sürecinin bir de sınırlı zamana sıkıştırılması bile başlı başına bir mesele. bakın estetik kaygılarınıza, kullanıcı dostu düşüncelerinize, sizi heyecanlandıran inceliklere gelemedik bile. halbuki size keyif veren şeyler bunlar değil miydi?

    bu arada hocalarla ve büro sahibiyle konuştum dedim ya, sonraları dank etti: o hocalar devlet memuru ve memleket şartlarına göre iyi bir maaşları var, diğeri büro sahibi, işleri tıkırında. bu insanlar mimarlık mesleğinden maddi doyum alabilen insanlar. tabii ki tavsiye edecekler. gidip bir de asgari ücrete çalışan birini bulsaydım? çok mu nadirdi asgari ücretin altında çalışan bir mimar? ama duymak istemiyordum ki? vazgeçip tekrar bir belirsizliğe düşme ihtimali beni terletiyordu. lütfen siz terleyin. o zamanki akmayan ter şimdi gözyaşı oldu.

    böyle demek yanlış gerçi ama, belki yazılımcı olup sevmeden para kazansam ileride sevebilirdim bile.(lütfen yazılımcılar "sevmeden olmaz, çok zor, herkes yapamaz" vs. gibi tetiklenmesin, yazılım sektörü inşaattan kat kat iyi durumda, sadece onu kastediyorum) kendimi tanıyorum , yapamayacağım bölümler var, ama yazılımla ilgili bir bölüm okuyabilirdim. belki 6 senede biterdi ama biterdi. yani para kazandıracak herhangi bir bölümü okumak gerekli demiyorum. fakat, okuyabileceklerimin arasında maddi getirisi yüksek olan bir tane varsa, kalkıp az olanı daha çok seviyorum diye onda inat etmezdim. kaldı ki yazılımla da insanlara dokunabilirim. parçası olduğum yazılımı insanların kullanması da hoş bir düşünce. yani karnımı doyurursa bir şekilde sevilecek taraflarını da bulabiliyorum gördüğünüz gibi.

    tüm bunlara rağmen mimarlık okuyup babadan kalma çevresi olmadan tırnaklarıyla kazıyarak bir yere gelebilen yok mudur? olabilir. belki ben yeterince tırmalamamış olabilirim, belki çevrem böyle olumsuz örneklerle dolu olabilir. yani bunların bir kısmı kişisel görüşüm olsa da türkiye'de inşaat sektörünün şu anda bir darboğazda olduğundan haberiniz vardır. en basit haliyle, demir ithal ediliyor. ve dövizin durumu ortada. demir olmadan inşaat olmuyor. ileride sektör açılır da mimarlara ihtiyaç olur mu? bilmiyorum. ihtiyaç olsa nasıl bir iş ortamı ve maaş sizi bekliyor, onları da anlattım.

    "ben akademide yükselmek istiyorum" derseniz onu pek bilmiyorum. kendimde o ışığı göremiyorum, o yüzden onu da pek araştırmadım. piyasanın içinde olmak istiyordum ben, piyasanın durumundan haberdar değilken tabi. ama ha deyince de akademisyen olunmuyor. her şeyden önce kadro açılması gerekiyor. açılmadı mı orası da tıkandı. yani yüz kişinin girdiği bölümde bir veya iki tane akademisyen belki çıkar.
    kalanı yine yukarıda bahsettiğim deryada boğulur. o gemiyi bekleyen ismail abi gibi bekler durursunuz. tabi türkiye'de akademi de maddi rahatlığı dışında zorlu bir yol. o konuda merakınız varsa işini sevmeyen bir akademisyenden yardım alabilirsiniz. işini seven zorluklarını görmez genelde.

    hala ikna olmamış olabilirsiniz. sizden ricam, 3 tane iş arayan yeni mezun veya asgari ücretle çalışan, 3 tane de iş yapamayan büro sahibi mimar bulun, oturun yüzyüze konuşun. (maalesef bulmakta pek zorlanmazsınız.) "yüzyüze" kısmı önemli yalnız. lütfen youtube'a "yeni mezun mimar" veya google'a "mimar maaşı" yazmayın. konuşun, sorun, içlerindeki yangını hissedin. ileride onlardan biri olmanız maalesef ihtimal dahilinde. buna rağmen istiyorsanız, yolunuz açık olsun.

    aynı durum başka bölümlerde de var diyebilirsiniz. yazılımcı olup işsiz kalanlar da var muhakkak. bölüm kalmadı o zaman? burası tamamen farklı bir konu aslında. sonuçta her bölümün benim durumumda olan mezunu da var, yükselen mezunu da var. ben gördüklerimi anlatabiliyorum ancak. onlar da kendi gördüklerini anlatsın.

    evet, aşağı yukarı hayatlar bu şekilde.
    söylediklerimi yanlışlayan birileri çıkarsa memnun olurum. bana 'mimarlık böyle bir meslek değil, bu söylediklerin sadece sana özel' deyin, 'on mezundan dokuzu bir ay içinde iş bulabiliyor' deyin, sevinirim. umut ışığı varmış demek ki derim. kaç yıllık emeğin bu kadar değersiz olmadığını görmek isterim.

    kapanışı da merhum orhan veli yapsın o zaman:

    küçüktüm, küçücüktüm,
    oltayı attım denize;
    bir üşüşüverdi balıklar,
    denizi gördüm.
    bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
    kuyruğu ebemkuşağı renginde;
    bir salıverdim gökyüzüne;
    gökyüzünü gördüm.
    büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
    para kazanmak gerekti;
    girdim insanların içine,
    insanları gördüm.
    ne yârdan geçerim, ne serden;
    ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
    bırakmıyor son gördüğüm,
    bırakmıyor geçim derdi.
    oymuş, diyorum, zavallı 'mimar'ın
    görüp göreceği.