muhammed yeniyil4
profili

  • engelli öğretmene akıl vermeye çalışan cahil adam

    - la bırak anayasayı gardaşş
    - la get simit sat olüm
    - la bırak laikliği biz müslümanız gardaş

    gibi cümlelerin geçtiği diyalogdur.

    her cümle kan donduruyor âdeta. neresini düzelteceksin bu cehaletin, neresinden başlayacaksın? çaresizlikten susma geliyor adama yemin ederim. ya küfredeceksin ya susacaksın. küfretsen terbiyesiz derler, o da sen olursun. sikine takmasan, bok muamelesi yapsan kibirli derler, gene o da sen olursun. seçenek bırakmıyor adama bu cehalet, hep kendisi kazanıyor.

  • özlenen dönemi bir şarkıyla anlatmak

    seksendört - ölürüm hasretinle
    belki bir gün özlersin
    cem adrian - yağmur
    kerim - yanıldım
    ozan - arkadaş
    dalgalandım da duruldum
    ayna - anlatmalıymış meğer
    berksan - unutamam
    berksan - ağlarken seni özlüyorum
    badem - kalpsiz
    badem - sen ağlama
    badem - geceyedir küsmelerim
    zeynep casalini - duvar
    oğuzhan koç - al ahını
    sebepsiz aşk
    gül ki sevgilim
    kalp kalbe karşı derler
    ekrem düzgünoğlu - berduş
    olmuyor
    e. düzgünoğlu - bir fırtına
    cranberries - ode to my family
    cranberries - when you're gone
    evanescence - my immortal
    uçacaksın
    nereye böyle
    yalın - zalim
    meleklerin sözü var
    alışmak zorundayım
    pinhani - bir anda
    beni al
    haftanın sonu
    dön bak dünyaya
    gözler anlatır
    aşığın şiiri
    grup vitamin - istanbul'dan
    dj akman - seninle ilk defa
    elveda deme bana
    muse - hysteria
    zakkum - hipokondriyak
    gizli özne - kör kuyu
    manga - üryan geldim
    manga - bir kadın çizeceksin
    bir derdim var
    tan - asla
    kalbime gömüyorum
    tabii ki senin o gözlerin var ya
    eklemezsem olmaz hak etmedim seni
    kalbime gömerim o zaman bu neydi öyle ya
    onur koç - kurşun
    her rüyada şiir gibi gözlerin
    nara - gitme (diğer versiyonu -> https://youtu.be/y486gbxkn4g)
    özgür kurum - senden başka
    gözlerimi kapatsam
    toygar ışıklı - ninni (menekşe ile halil'den)
    aşk oyunu dizi müzikleri
    keremcem - son bir kez
    chop suey
    lonely day
    haggard - herr mannelig
    hayko cepkin - fırtınam
    bertaraf et
    sago kolera - soğuk küvet
    monotonluk maratonu
    kolaysa anlat
    rafet el roman - ömrümün sahibi
    yalancı şahidim
    rafet el roman burcu güneş - son mektup
    seksendört - son mektup
    unutmak o kadar kolay mı sandın
    frapan - aşk yakar
    neslihan - hiç sevmedim
    neslihan - esma
    yüksek sadaka - döneceksin diye söz ver
    yüksek sadakat - kaybettim seni
    ceza - medcezir -> doğrusu metcezirdir bu arada.
    sago ceza - neyim var ki
    eminem - lose yourself
    50 cent - candy shop
    in da clup
    ahahah dale don dale tabbii ki.
    papi chulo
    speedy - sentello
    hey sexy lady
    sean paul - get busy
    satisfaction
    sie liegt in meinen armen

    gibi... daha bir sürü eklemek istiyorum ama neyse başkalarına da kalsın.

    edit: olum duramıyorum lan. valla sondu.
    edit: özür dilerim yine duramadım. düşünmemeye çalıştıkça aklıma geliyor.
    pembe fili düşünme deneyi gibi oldu. `:(bkz: #130834488)`
    edit: yemin ediyorum bu sefer kesin sondu.

  • ekşi itiraf

    geçenlerde bir ihtiyar yanındaki bir gence "merak etme geçiyor" dedi.
    yanlarına gidip "geçmiyor" diyesim geldi.

    şimdi anlatacaklarımı öyle "vah vaaah bak gördün mü ne acılar çekmiş" diye anlatmıyorum. her zamanki gibi içimi dökmek için yazacam o kadar.

    çünkü bir tek burası var gizlilerimi, yaralarımı gösterdiğim, kustuğum. burası annemin küçükken midem her bulandığında, kusmalarım geldiğinde başucuma bıraktığı mavi tasım gibi ya, o yüzden burada da kusmazsam, burada da içimde tutarsam ölürüm ben. yazıcam. ne derlerse desinler, ne düşünürlerse düşünsünler yazıcam onun için. bazen üçüncü bir elim varmış gibi hissediyorum. bu el taşak muhabbeti, karı kız muhabbeti, annesine-kardeşine sataşan, el şakaları yapıp yılışık davranan, türlü şebeleklikler yapan, küfürler savuran, boş muhabbetlerle günü dolduran, varoş biri değil de içime attıklarımı kusan biri sanki. zaten kim kusmasını tutabilmiş ki? kusman gelir ve kusarsın. hadise bu kadar basittir aslında. ve aslında bu üçüncü el herkeste vardır. zamanı gelir, gizlendiği yerden çıkar ve kalemi eline alır, her gün dalıp giden gözlerinin ne gördüğünü, bu karışık kafanın neleri düşündüğünü yazar. engelleyemezsin bu durumu. "hop dur bakalım bunları yazamazsın, onlar benim sırrım, napıyorsun sen" diyemezsin. herkesin herkeslerden sakladığı, tenhalarda ağladığı bir köşesi, bir içi, içine düştüğü ve çıkamadığı, merdivensiz bir kuyuda hapis kaldığı dakikaları vardır. ki içidir insanın o merdiveni olmayan kuyusu. kafasını her çıkardığında türlü müraîlikleri görünce bilerek atladığı bir kuyudur insanın içi. şarkıda da diyor ya hani:

    kim bilebilir kimin halini
    dil söylemez yüreğin harbini
    iç hisseder hakikat sırrını
    ağırdan al yargını yar aman

    onun için evet, ağırdan almalı yargıları bu üçüncü elin diğer iki ele kelepçeyi geçirip kalemi alıp cebren biriktirdiklerini yazdıklarına, kustuklarına karşı.

    hayatımda bazı sahneler var ki onları hiç unutamadım:

    • eskaza bir özel okulda okuduydum. ben ve annemin o okulun kapısından ilk girdiğimiz günü ve karnımda hissettiğim o şeyi hiç unutmadım.

    • bir gün sınıf güzellik ve yakışıklılık yarışması yaptıydı.(yemin ederim)
    hazal geldi, dedi ki: bu kağıda sınıfta en güzel gördüğün kızın ismini yaz. kızlar da en yakışıklısını yazacak.
    yarışma bitti. tartışılan konu şuydu: ziya mı daha çirkin yoksa ben mi?

    "- olum bi şuna baksana ziya hiç olmazsa giyinmesini biliyo.....
    - evet abi haklı" gibi cümleler vardı bu tartışmada. mesela bunu hiç unutmadım. kendimi bir böcek gibi hissettiğim bu dakikaları... yıllar geçti, hiç unutmadım.

    • bu sınıfta çirkin giyimli, utangaç, çekingen iki kişi vardı. biri ben biri cemre. upuzuun eteğiyle cemre'yi hiç unutmadım.

    • bir köpeğin başını okşarken çocuğun arkadaşına söylediği "şu köpeği sevdirme şu mahalledekilere şuna bak pislenecek köpek" cümlesini ve elimi yavaşça geri çektiğim bu sahneyi hiç unutmadım.

    • kocaman kırmızı kramponlarımı ve kırmızı formamı da unutmadım.

    • yırtık bir ayakkabıyla çekilmiş bir fotoğrafım var. annem, babam, ben ve kardeşim beraberiz. saçlarım yamuk. o günü de unutmadım.

    • kokmuş ayakkabılarını "bunu annem gönderdi giyersin" diye kapıya gelen çocukla "yok sağ ol" diyerek kapıda bakıştığımız günü de hiç unutmadım.

    • okulda yılbaşı çekilişi yapıldıydı. üzerinde isimlerin yazılı olduğu kağıtlar çekilmişti. hangi isim kime çıktıysa ona hediye alınacaktı. gün geldi. hediyemle okula gelmiştim. hediyeleşmeler başladı. hazal, selin'e; bertan, özgür'e hediyelerini veriyordu. ben de hediyemi uzattığımda karşılığında duyduğum "ben buna hediye almam" cümlesini ve yere eğilen bakışlarımı hiç unutmadım.

    • üç kardeş aynı okuldaydık. henüz birinci sınıftayken bile en küçük kardeşimin kıyafetlerinden utanan bakışlarını hiç unutmadım.

    • bir gün bir şiir yarışması düzenlendi ilçede. bir nuri pakdil şiirini çaldım(uzun sürdü). ortanca kardeşim "bana da yaz, nolur" dediydi. hayatımın en çalakalem şiirini yaklaşık beş dakika içerisinde aklıma ilk gelen kelimelerle yazıp "al" dediydim kardeşime. okulda kardeşimin şiirinin ilçede birinci olduğu anonsunu yapan müdür yardımcısını ve ağır ağır sahneye çıkan kardeşimin bana üzülerek bakışını hiç unutmadım. o gün aslında bana bir şey öğretti: kendine güven, kendi şiirlerine güven, bırak başkalarınınkini.
    o gün öğrendiğimi hiç unutmadım.

    • kardeşimin şiirinin birinci olduğu gün "kardeşin her şeyde birinci, dersleri de senden iyi, haha gerizekalı" diyen arkadaşlarıma "o şiir benim" demediğim dakikaları da unutmadım.

    • geceleri sobanın başında sobamızın karanlığa çizdiği resimleri izler hayaller kurardım. kimsenin hayallerimden haberinin olmadığı o geceleri hiç unutmadım. kalabalık sofralarda anlatamadığım o hayalleri tek başıma kurdum ve hiç unutmadım.

    • hemen hemen aynı yıllarda bir internet kafemiz olduydu. dondurma, ciğer, tost satardı babam. kendisi aslında öğretmen. ama nedense hiç arabamız olmadı. her neyse konu bu değil. o kafeye gelip sucukları çalan müjdat'ın babama küstah küstah dalga geçercesine "gören gözün hakkı var hocam" deyişini hiç unutmadım. aynı müjdat'ın annemin aldığı eşofmanlara bakıp "başka pijama gey artık hep aynı şeyi giyyon" dediği günü ve diğerlerinin buna kahkahalarla gülüşünü hiç unutmadım. aynı müjdat'ın "kardeşini bana ayarlasana" dediğinde üzerine atladığım günü ve 4 5 kişiden yediğim dayağı unutmadım. o köyün bütün insanlarının akrabaları da dahil tümünün bir gün büyük adam olduğumda bile yüzlerine baktığımda altlarındaki çirkin yüze bakıp tükürdüm içimden. o sahte iltifatlarını, küçük hesaplarını, asıl niyetlerini............ o basit, çirkin, ufacık, ucuz, sıradan, pespaye, zavallı dünyalarını... hiç unutmadım.

    • yıllar geçti. aşık olduk. sevdik. o da sevdi, çok sevdi. masmavi gözleri vardı. kavuşamadık. tek sevdiğimi, hümeyra'mı hiç unutmadım.

    • yıllar geçti. içli hikayelerin, içli sevdaların çeşmesinden su içtik. susatan çeşmelerden su içtik. susatan çeşmelerde su içtikçe susadık. daha da çok içtik. ay dururken uzak yıldızlara gönül indirdik. unutamadık. hiç unutamadık.

    • yıllar geçti. bir gün yine kötü zamanlar yaşadık. büyüdük. gülmeyi, "yok bir şey" demeyi, umursamamayı, mış gibi yapmayı öğrendik. ben ve babam sırt sırta verdik, omuz omuza. iki yumurtayla günü geçirdik bazen. beraber yürüdük kaldırımlardan. birbirimize hikayeler anlattık. babam ve ben tutunduk hayata.

    • çok gülerdik babam, ben ve kardeşim. birbirimizle dalga geçer, ukalalıklar yapar, birbirimizi bozardık. hatta çoğu kişinin "yok artık insan babasına-annesine bunu der mi" diyeceği şekilde konuşur ve anlatamam -accayip- gülerdik(hala güleriz); yoldaki bilmem neye, küpesi komik teyzeye, nasılsın sorusunu daima "şukur mevlaya" diye komik bir şiveyle cevaplayan çorumlu dayıya, her kelimeye, her hata ve sürçmeye, kronik bir krize yakalanmışçasına (belki de kahkahayla ağlayan demek daha doğru olur, zira kahkaha bazen ağlamanın bir türüdür), vara yoğa, ota bota gülmekten ‘yarılıyor’, hep gülmek istiyorduk, gülemediğimizde can sıkıntısı yumağında boğuluyorduk.*
    bi gün de bu "aha sıçtık" gülüşü olur ya. ama nasıl gülüyoruz, baya gözümüzden yaş geliyor. buna bile gülüyoruz.
    bir ismi varmış bunun, artık biliyorum ismini: karşıt tepki geliştirme. hep gülüyorduk. iyi olacak diyorduk. en çok babam ümit ediyordu.
    olmadığı günler oldu yine...
    bir gün elektriği kesmişler. faturayı yatıramıyoruz. beş gece karanlıkta hiçbir şey konuşmadan uyuyoruz. altıncı gecesinde ben, babam; buz gibi odada; battaniyesi, yorganı dünden kalma karşılıklı iki kanepede.. karanlıkta yatıyoruz. altıncı günü deviriyoruz böyle. artık bu durumu gururuna yediremeyen, bulutları dolup taşan babam arkasını dönmüş gözlerini saklayıp sessiz sessiz ağlıyor. ben de artık dayanamayıp dişlerimi sıkıyor, yastığı ıslatıyorum. buz kesiği bir yalnızlıkta, buz kesiği bir sessizlikte, ellerimiz buz kesmiş, yorgana sarılıp hiç konuşmadan yağmuru dinliyor, uyumayı bekliyoruz. hiç unutmadım işte bunu da.

    • olmadığı günler oldu yine. tek kelime yazdım o günlerde günlüğüme: olmuyor...

    olmuyor...

    örneğin yine babamın (çok sonra anlattı, demek ki o da unutmamış) işsiz kaldığı yıllarda bir gün elinde ürünlerini anlattığı cd'lerle alelacele eve döndüğü, hem de neden, çiş. evet çiş. çişini yapacak para kalmamış cebinde. tuvalete girip kaç paraysa verememiş yani. bunu unutmadık.

    bir şerrefsiz dershane müdürünün matematik öğretmeni olan babamın zayıf öğrenciler için ekstra çaba sarf ettiğini görünce "hoca napıyosun onlar hafta içi" demesini ve babamın bunu anlamayıp "efendim? ney?" diye sorunca "hafta içi hafta içi. hoca açık açık söyletme şimdi, onlara çok anlatma her şeyi seneye tekrar hafta içi gelecek öğrenciler onlar" demesini ve böyle kansız olamadığı için bu ve bunun gibi şimdi anlatamadığım bir sürü orospu çocukluğundan dolayı hep ama hep yaraklara gelmesini unutmadık.

    babam ki hayatının 1 senesini sırf güzel gördüğü birtakım şeyler için feda etmiş, üniversitesini dondurmuş biri. babam ki yıllar yıllar sonra gelen hamza diye bir öğretmenin babama mektubunu getirip gösterirken "hocam, bunu hatırlıyor musunuz? siz bu mektubu babama yazmasaydınız ben bugün dağda olurdum" dediği biri. insanların daima hayatlarına dokunmayı tercih eden, iyiyi düşleyen bu adamın bir gün hapse bile girecek duruma düşmesini..... unutamadık lan. hala durur bu mektup ama yine bir gece ümidini mi kestiğindendir artık nedir babamın durduk yere "gün gün yorulduğumu hissediyorum. hayattan yoruldum diyorum. ve arzu ediyorum ki öbür dünyaya göçeyim." dediği günü hiç unutmadım.

    abdullah abi geldi bir gün. anlamış meğerse. anlaşılıyormuş şen kahkahalar atsan da.

    muhammed, dedi; şu montu, ceketi ne olur al, kabul et; şuraya da domates, biber bıraktım, yumurta da var... "abi yaa" dedim, cümlem yarıda kaldı, şurama bir şey çöktü, daima gülüştüğümüz bu adamdan utanarak dolu gözlerimi kaçırdığım o dakika çok feci bir sarılmak geldi içimden. sarılamadım. boğazıma bir yumru oturunca hiç unutmadım işte abdullah abi'yi o zaman ben. o şehri terk ederken döktüğü gözyaşlarını da... babamın "dostum..." diye sarılışını da... hiç unutmadım... giderken o çantanın fotoğrafını çektim. hiç unutmadım o kapının önündeki o çantayı.

    bir de şeker portakalını ve "yoksulluğun cılız parmakları" cümlesini unutmadım.

    yıllar geçti. her insanın aslında "eline imkan geçmemiş bir orospu çocuğu" olduğunu öğretti bize zaman. zaman aktı gitti, daha bir hüzünlere saldı bizi.
    büyüdük. ömür geçti.
    yakışıklı dedikleri kıyafetmiş meğer, bir gün jeton düştü.
    az biraz yakışıklı olduk, az biraz güldü yüzümüz, yolumuz kitaplara düştü, olduğu günler de oldu, olmadığı günler de. iyileri de yazdık, kötüleri de. gülümseten detayları da yazdık, iç burkanlarını da. iyileri de unutmadım. kötüleri de.
    ama kötüleri, yani gerçekleri hiç unutmadım... hiç unutmadım. o şehre, o köye her gidişimde yüzüme gülenlerin gerçek yüzlerini hiç unutmadım, unutmayacağım da o yüzden, unuttu sansalar bile hiç unutmayacağım. (bkz: ressentiment)

    • üç kardeştik. biz üç kardeş o okulu, orospu çocuğu karakterli şu köyün insanlarını, yaşadığımız bu hayatın küçük hesap adamlarını, yüzümüze gülüp arkamızdan konuştuğuna adımız gibi emin olduğumuz necla teyzeye "teyze hadi senin istediğin olsun lan biz yemiş gibi yapalım sen de eğlen bakalım biraz" dercesine güldük geçtik bir süre sonra. ama hiç unutmadık. bu evin kocaman taş gibi beş hikayesi var ve hiç anlatmadık ama 90 km öteden tanırız orospu çocuklarını. çok sonra itiraf ettik birbirimize. çok sonra güldük o okulda yaşananlara. mesela kardeşimin sırf asortik gözükmek için sınıfta öğretmenin önderliğinde renkler konuşulurken turuncu rengine "turanjj" demesine kahkahalarla güldük çok sonra. (artık nasıl bir kafadaysa bu tiplerin turuncusu herhalde böyle söylenen bir şeydir diyerek rengi değiştirmiş lan kız)

    "- o yalnız bir adam. yalnız bırakılmış veya...

    gün ışığı kuşkonmazın minicik dalları arasından süzülerek uzanıyor, birkaç masa ve sandalyeyi beyaza boyadıktan sonra camlı dolaba ulaşıyordu.

    bir demet gün ışığı..."

    (bkz: #90572534)

    edit: lütfen öğüt vermeyin. insanın yazarken bir sağ eli vardır bir de sol eli. insan bazen hiç kullanmadığı elini kullanır yazarken.
    "tanrının rüzgârlara, yağmurlara
    ve yalnızlara öğrettiği kelimelerle" kurar cümlelerini. buna sol elle yazılanlar diyor cahit koytak. ara sıra içine yalnızlığımı sakladığım kelimeleri tutan bu elimle yazıyorum işte. vermeyin öğüt onun için. iyiyim ben.

    edit:

    biri şöyle bir mesaj göndermiş cok hoşuma gitti vallahi paylaşacam, birisi iltifat edince çok hoşuma gidiyo ya:)))
    altına da cevabımı yazacam:

    "yok artik arkadas. seni gunlerdir takip ediyorum gördüğüm en melankolik hayatı yaşıyorsun. ama bu yazınla sarstın beni. sonra meral edip nickini google'de arattım. instagram profilini buldum. profilin açık profil. inceledim

    1. gayet boylu poslu gideri olan bir adamsın
    2. gördüğüm kadarıyla temiz yüzlü ve temiz konuşma yetisine sahip bir insansın nasıl arkadaşın olmaz ya
    3. çirkinlik konusuna gelince instagramda gördüğüm fotolardaki adam çirkinse türkiye'nin yüzde 80'i çirkin yahu.

    amacım öğüt vermek vs değil nacizane fikrimi söylüyorum o kadar da iğrenç bir hayatın olmaması gerek. yanliş nerede çözemedim"

    demiş.

    cevabım:

    dostum vallaha haklisin su hayatta en cozemedigim konulardan biri bu, yani: "niye boyle oluyo la? yanlis olan ne?" sorusu.:)

    bu arada o iltifatlarin vallahi iyi geldi. yani inanarak mi soyledin bilmiyorum ama.

    simdi bu hayatin sametleri vardir bilirsin. sametler insanin hayatinin en kritik doneminin aminakoyarsa sanirim boyle oluyor. tipki dogum aninda kafasi ayiptir soylemesi amin icinde sikisan cocugun bikac saniyelik nefes alamamasiyla butun hayatini sakat olarak gecirmesi gibi.

    elbette farkindayim cirkin degilim, yani kendimi begeniyorum, cirkin bulunmam sametlerle alakali.

    astigim konular oldu bunlar zamanla, gerci yalan soylemiyim bir iki elestiriyle kendimi de yiyorum bunun da sebebi tabi ki eskiler, iste dedim ya zayif karakterli birisi yapti beni cocukken yasadiklarim, yani senin deyiminle melankolik.

    hic psikologa falan gitmedim ama biliyorum var bir rahatsizligim. hatta birkac tahminim var; bipolar cok yakin geliyo bana mesela. azcik dengesiz oluyolar ya ondan galiba.

    bir de bu yalnizlik meselesi.

    o da sametler galiba lan. hay sikeyim su sametleri zaten ben bi ya."

    not: melankolik değilim. arada geliyo o kadar.:)
    her neyse. uzattım.

    ve daha bir sürü şey işte.

  • kadın yolcuyla 6 saat kaybolan metro muavini

    "muavin ölünce sikini ayrı gömün amk.

    6 saatlik sikiş molası.

    keban barajı bir buçuk saatte boşalıyor."

    hayır işleri: (bkz: #83110936)