bir arkadaşım da 6 yıllık ilişkisine telefon şifresini vermişti beraber çalıştıkları için. dallama artık kız grubuna girip yazışmayı okuyup onun yerine cevaplıyordu "ben x" bu arada diye.
hadi senin eşin eşin. sen duygusalsın ve güvene dayalı ilişkini böyle göstermeye çalışıyorsun. senin annen, baban, kardeşin, kuzenin, yakın arkadaşın sadece seninle paylaşmak istediği özel durumları bakalım eşinle paylaşmak istiyor mu?
örnek vereyim, bu dallama öyle bir dallamaydı ki, daha önce hoşlandığım birini kıza bahsetmişim, bu muhabbeti görmüş aradan 6 yıl geçmiş soruyor "o tipe ne olmuştu" diye.
sonunda biz rahatsız olduğumuzu kızın yanında onunla beraber söyledik de çok sağolsun bakmayı bıraktı.
gerçekten yapmayın böyle şeyler. ilişki, güven böyle bir şey değildir. kişisel veri diye, mahremiyet diye bir şey var. gün gelir yeğenin adetinden bahseder fotoğrafını atar, gün gelir arkadaşın cinsel bir sorunundan bahseder. sadece evlisiniz veya birliktesiniz "aman bana güvensin" diye bu bilgileri olduğu gibi paylaşmayın, diğer yakınlarınızın güvenini kaybedersiniz.
kinge dorduncu2 profili
-
eş ya da sevgiliye telefon şifresi verilir mi
-
ekşi itiraf
hayatın adil olmadığını şu yaşımda öğrenmiş olmanın verdiği bir husursuzluk duygusu içindeyim. şu anda bir sebeple freud bu işe ne derdi isimli kitabı okuyorum ve kitabın bence en etkili kısmı, ilahi adalet denilen kavramın sadece kendimizi rahatlatmak için geliştirdiğimiz bir savunma mekanizması olduğunu suratıma çarpan kısmıydı.
mesela 60'lı yıllarda yapılan bir deneyde bir kadına sorulan sorulara cevap vermezse elektrik veriliyor ve bu sorgunun videosu deneklere izletiliyor. deneklere elektrik verilme işlemini isterlerse durdurabilecekleri söylendiğinde, hepsi bunu yapıyor. ama ellerinden gelen hiçbir şey olamayacağı söylendiği zaman ise kadının kesin kötü bir şey yaptığını ve bunu hak etmiş olabileceğini söyleyerek elektrik verilmesi eylemini kendi kafalarını rahatlatmak için meşrulaştırıyorlar. aklıma berkin elvan geliyor ve daha da sinirim bozulmasın diye başka bir kitaba geçiyorum.
geçen gün kuzenlerle bir araya geldiğimizde, 5 yıldır kaybettiğimi düşündüğüm notaların kuzenim tarafından alınmış olduğunu görüyorum ve sinirleniyorum. söz konusu şarkının notası belki internette var ama o sayfalar benim için ayrı bir değer taşıyor.
2004 yılında ben piyano dersi alırken annem de tesadüfen tanıştığı iran'daki rejimden kaçmış olan hüseyin isimli 30 yaşlarında bir ressamdan resim dersi almaya başlıyor. çok tatlı bir adam ve benim piyano dersi almam hoşuna gidiyor, "çok sevdiğim bir şarkı var memleketimden, sana notasını getireceğim, benim için çalarsın" diyor hatta. annem resim dersi alırken bir gün eşini de getiriyor hüseyin. ismi leyla. muhteşem güzel bir kadın ve ressamımızın gözünün içi gülüyor ona baktığında.
türk vatandaşlığı alabilmek için türk galerici bir arkadaşı leyla'yla kağıt üstünde resmi bir nikah kıyabileceğini, leyla vatandaş olduğunda da hüseyin'le evleneceğinden vatandaşlığı alabileceğini söylüyor. hüseyin de çaresiz razı geliyor ve çok sevdiği karısının başka bir adamla evlenmesine izin veriyor. tabii ki bizim türk'ün gözü kaldığı için leyla'da, "bu evlilik artık gerçek bir evlilik leyla da istiyor" diye kadını tam himayesine alıyor. hüseyin bu duruma çok üzülüyor ama leyla'nın da rızası olduğu için elinden bir şey gelmiyor.
bir gün dalgın dalgın caddebostan sahilinde yürürken denize düşen bir çocuk görüyor ve çok iyi yüzme bilmemesine rağmen çocuğu kurtarmak için suya atlıyor. neyse çocuk bir şekilde kurtuluyor ama o esnada olayın şokuyla hüseyin kafasını bir taşa çarptığının farkında değil. olaydan bir gün sonra iç kanamadan ölüyor.
aradan bir yıl geçiyor, babam email hesabına gelen mailleri düzenlemeye çalışırken bir maile dikkat ediyor ve ölümünden bir sene sonra hüseyin'in benim çalmamı istediği şarkının notalarını yolladığını fark ediyor. deşifre ettikten sonra şarkının farsça "altın rüyalar" anlamına gelen hüzünlü bir şarkı olduğunu keşfediyoruz. ve o güzel insan öldükten sonra şarkıyı dinleyebildiğimiz için ayrı bir hüzünleniyoruz.
hüseyin'i küçük yaşta tanımış olsam da çok iyi bir insan olduğunu biliyordum. ayrıca aşırı yetenekli ve potansiyel sahibi bir ressamdı. ve bunların hiçbirinin başına gelmesini hak edecek bir şey yaptığını düşünmüyorum. geçen gün notalar elime geçince parçayı tekrar çaldım ve istemsiz gözlerim doldu. bu insanın bu şekilde kazık yiyip üzerine hayat kurtarmak gibi yüce bir amaçla yaptığı hareket sonucu pisi pisine ölmesi hayatın içinde adil bir düzen aramanın nasıl boş olduğunun tek başına kanıtı.
ama bir insan onu tanıyan son kişi öldüğünde ölür diye bir söz vardır. ben hüseyin'in ölmesini istemiyorum. bu nedenle dijital bir ortamda da olsa, hikayesini sizinle paylaşmak istedim. en azından kendi içimi bir nebze rahatlatmak için.