sanıyorum ki türkiye’de siyasi muhalefetin en kritik yanlışı, sürekli olarak yanlış sorulara doğru cevaplar aramak. bu yüzden tünelin ucu hep bombok bir yere çıkıyor. bugünün popüler yanlış sorusu da, “referandumdaki oyu nasıl artıramadık?”
16 nisan referandumunda erdoğan, halka şunu sordu: “ülke benim olsun mu?” bu ağırlıkta bir soru karşısında kendisinin fanatikleri ve taraftarları, “olsun” derken sempatizanlarından bazıları ise, “olmasa daha iyi olur” dedi.
24 haziran’ın sorusu ise şuydu: “biz artık tek adam rejimine geçtik. ülke bir adamın olacak. bu adam kim olsun?” bu soruya kümülatif olarak erdoğan’dan başka bir cevap verileceğini beklemek, kesinlikle tarihe geçecek bir hayalcilikti.
muharrem ince’nin mağlubiyet konuşmasında söylediği, “35 bekliyordum, hedefime ulaşamadım” ifadesinin daha türkçesi şu oluyor: “sosyal demokratların tümünü mobilize etmişim; düşünsel hinterlandımdaki kitlenin onayını da almışım ama geri kalan kimseye dokunamamışım.” bu noktada ince’nin kendi kendine, “kazanmaya bir adım bile yaklaşamamışım” dediğini tahmin ediyorum. zira ikili bir yarışta, sol oyları firesiz almak bile bir anlam ifade etmiyor. yeni sistemde türkiye’nin kaderi tamamıyla bozkırda yazılıyor.
peki bozkır nasıl ikna edilecek? ne olacak da sağ seçmen saf değiştirecek. bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle karşımızdaki kitleyi ve ne istediklerini doğru anlamak, bu noktada erdoğan’ı da tebrik etmem lazım. kitlesinin isteklerini tercüme etmek konusunda gerçekten üstüne yok.
erdoğan’ın kitlesi hayatının çalışarak değişebileceğine inanmıyor. okumadık, böyle oldu diyor ve ömrü boyunca asgari ücret alacağını biliyor. farkında değilsiniz muhtemelen ama milyonlarca asgari ücretli, ömrü boyunca bir kez bile müdürüyle, patronuyla maaş pazarlığı yapamadan emekli oluyor. her sene maaşları, devlet ne kadar derse o kadar artıyor ve biliyorlar ki maaşları 5000 lira da olsa yine en az kazanan, en fakir onlar olacak. işte erdoğan da bu yüzden insanlara asgari ücret zammı değil, statü yükselişi vaat ediyor. kendisine biat edenleri kör göze sokacak şekilde yükselterek, “size de çıkabilir” psikolojisi yaratıyor. hayatta ekonomik yenilgiyi kabul etmiş insanlara, zenginlerin hayatına karışabilme şansı veriyor. türban, cahillik, fakirlik veya herhangi bir sebepten dışlanmışları kazanan tarafa çağırıyor; ülkenin ve hatta dünyanın kaderini çizdiklerine inandırıyor. kendine inancı kırılmış, hayattan beklentisi kalmamış insanlara da erdoğan’ın bu masalları çok tatlı geliyor. masal olduğunu bilseler bile.
erdoğan'ın adam kayırma konusunda olduğu gibi; devlet imkanlarıyla sahip olduğu lüksü, israf seviyesinde harcamaları sürekli göze sokması da boşuna değil. çünkü sağ seçmenin halk adamı sevmediğini, daha iktidarının ilk yıllarında anlamıştı. günümüz türk toplum yapısında halk adamının artık sadece sol seçmende karşılığı kaldı. sağ seçmen ise gücün etrafında toplanmak istiyor. yani ince'nin tek tek saydığı kışlık yazlık saraylar, sağ seçmende ancak, "helal olsun, hakkıdır, yakışır türkiye'nin cumhurbaşkanına" duygusu yaratıyor. o yüzden de "ana, gel sahneye" diyen ince'yi değil, diyanet işleri başkanının milyonluk mercedes'ine vatan toprağı gibi sahip çıkan erdoğan'ı seçiyor.
erdoğan’ın vaat etmeyerek kazandığı bir diğer şey de iş. bugün türkiye’de işsizlik sorunu, beyaz yakalının sorunudur. mavi yakalı olarak çalışmak isteyenin herhangi bir sanayi sitesinde yarım saat dolaşması yeterli olacaktır. işçi aramayan fabrika sayısı yok denecek kadar azdır. ne var ki şartlar ağırdır. çoğu fabrika çift vardiyalı sistemle çalışır. bir çoğu yılın ortalama yarısında cumartesiye de mesai yazar. yani erdoğan’ın kitlesi birçok kişinin bir saat çalışamayacağı ortamlarda haftada 72 saat çalışır. karşılığında ise asgari ücretin biraz üstünde bir para kazanır. 30 yaşına geldiğinde 40, 40 yaşına geldiğinde 60 gösterir.
bu insanlar artık çalışmak istemiyor, fabrika istemiyor. kek istiyor kek, oh deyip kıraathanede oturmak istiyor. sen de bu adama gidip, “fabrika yapacağım, çalışacağız, bölüşeceğiz” diyorsun. bu adam çalışmaz da bölüşmez de. yemez. kek yer. sosyal demokrasinin pembe vaatlerine kanacak bir adam yok karşında. topyekün toplumsal bir yükselişi umursayacak vakti yok bir kere. bir hafta gece, bir hafta gündüz, her hafta 72 saat çalışıyor bu adam. haftada 72 saat boyunca sinirleniyor, nalet ediyor, kinleniyor. yapamadığı, olamadığı her şeyden nefret ediyor, hırçınlaşıyor, yalnızlaşıyor, bencilleşiyor.
çalıştığım fabrikada geçen zam döneminde blok %10 zam açıkladığımızda ustalardan çok sert tepkiyle karşılaşmıştık. az zam aldıklarına değil, düz işçiyle kendilerinin aldığı zammın aynı olmasına kızmışlardı. maaşları daha yüksek olduğu için reel olarak onların zammı aslında daha yüksekti ama nominal olarak da fark olmasını istiyorlardı. peki dedik, “sizin zamlar %10 kalsa, geri kalanı %8’e çeksek kabul müsünüz?” cevap tereddütsüz, “kabulüz tabii abi” oldu. haydi alabiliyorsan al bakalım bu adamın oyunu sosyal demokrasi vaatleriyle.
bunlar yaklaşımların söylem bazındaki öne çıkan farkları. işin bir de fiiliyat tarafı var.
öncelikle akp kurumsal organizasyon açısından rakiplerine fark atmış durumda. içinde mutlaka aksaklıklar vardır ama dışarıdan görünen tıkır tıkır işleyen bir mekanizma. öte yandan chp ise hala bir aile şirketi görüntüsünde. 85 yıllık gelenek, ilk günkü amatör ruh... hiç karşısına çıkmayacak o büyük anlaşmayı yapsa kalite kontrole yatırım yapacak şirketler gibi. önce yatırım yapması gerektiğini bir türlü anlayamıyor.
chp bugün maalesef bir seçim partisine dönüşmüştür. günlük hayata dokunamayan, seçilirse her şeyin çok güzel olacağını vaat eden ama böyle bir gücün hiçbir ipucunu gösteremeyen bir parti. hizmet etmek, çözüm bulmak, insanların hayatına dokunmak için illaki iktidarda olmak gerekmiyor. mesela ince, bir mitingde mimar sinan tahliyesiyle ilgili olarak, ilk turda seçileceğini ima ederek “ben pazartesi o işi de hallederim” dedi. şimdilik ertelenen tahliye günü geldiğinde ince seçilemese de orada olacak mı; bunun dışında diğer tüm vaatlerinin takipçisi olmak, iktidarı bu vaatlere zorlamak için bir gölge kabine kurma zahmetine girecek mi göreceğiz.
kendi kitlesinin bile nadiren yanında olan, çoğunlukla yalnız hissettiren, bu sebeple en dinamik genç seçmenlerini ilk fırsatta hdp’ye kaptırmış bir yapı, karşı kitlenin hali hatırını ne sıklıkta soruyordur, tahmin etmek güç değil. bu noktada, karşımızda aralıksız her cuma buluşan bir kitle olduğunu hatırlatmaya acaba gerek var mı? haftada bir toplanıp biraz spor, bolca siyaset konuşan bir kitleyle seçimden seçime görüşürseniz ne kadar oy almayı bekliyorsunuz ki?
son olarak chp, ince veya başka bir isim; önümüzdeki dönemde solu sürüklemeye kim veya kimler talipse önceliklerinden biri de solun itibarını, güvenilirliğini geri kazandırmak olmalıdır. “bizdeki sayılar müthiş, kesin kazandık” gibi şaklabanlıkların, “5 milyon kişi toplandı” gibi asparagasların artık yok olması gerekiyor. erdoğan daha önce senin topladığının yarısına 2,5 milyon dedi diye sen ölçü birimini erdoğan’ın yalanına göre ayarlamak zorunda mısın? çık, “maltepe’de 1 milyon kişi toplandı. her konuda olduğu gibi, bu konuda da size yalan söyledi” de, vaat ettiğin dürüstlüğü, şeffaflığı önce kendin sergile.
twilo1 profili
-
muharrem ince'nin yaptığı en büyük yanlış