lan çok komik espriler ya yemin ediyorum altıma sıçıyordum.
arkadaşlar bu kadar komik esprileri nereden buluyorsunuz? yani daha az komiğini yapın yine gülücez, zorlamayın kendinizi bu kadar ya.
yani mesela ben yarın üzülücem bu esprilere bu gün güldüğüm için..
3.000 lira lira meyve kurutma makinesi alıp meyva kurutup satabilirsiniz.
elektriği çıkarınca güzel bir kar kalıyor.
3.000 liraya gerekli alet edevatı alıp, eskimiş bisikletleri alarak balkonda, apartmanın altında bisiklet tamir edip, boyayıp satabilirsiniz, ek gelir olur. el becerisi geliştirirsiniz.
wordpress üzerine biraz kasıp web sitesi yapmayı öğrenirseniz, bir broşür dağıtıp çevre esnafa web sitesi yapmaya başlayabilirsiniz. 3000 lira da gerekmez, broşür 300 lira desen, 300 de kitaplara eğitim videolarına harcasan geriye 2400 lira kalır. ona da dolar alınabilir.
uzun vadede hepsi iş yapar bunların. bir de işiniz varsa ek gelir olarak bir şeyler bırakır aylık. üstüne yeni insanlarla tanışmış, çevrenizi geliştirmiş olursunuz.
hepsini geçtim, buradaki ve çevrenizdeki memur olması için doğurulmuş, en büyük yatırımı 750 ay vadeyle ev almak olan, hayalindeki araba tok kapı sesli bir araba olan sığırları dinlemeyin.
bilemiyorumkibazen2 profili
-
3 bin tl'ye yapılacak en iyi yatırım
-
the red pill
açılın lan hayatımı anlatıcam.
saçma sapan bir kış gecesi, ankara'nın varoşlarından birinde doğdum. dedem, babasıyla beraber stalin'in yaptığı işkencelerden kaçan bir tatar. gelmiş ankara'ya. ankara akdere'de, az çok geniş sayılabilecek 3+1 bir ev yaptırmış. altında küçük bir dükkan, arkasında da kayısı ağaçları var. ben doğduğumda evin kapısı yokmuş, annem hala anlatır. ankara ayazından, kapısız bir ev. çatı niyetine koyulan ince sac üzerinde farelerin gezmesi hala rüyalarıma girer der, az çok anlatabildim sanırım. ben o evde doğdum sayılır. babaannem dedemin ikinci karısı, birbirlerinden nefret ederlerdi. günaydın yerine, allah senin belanı versin diyen bir çift. benim bütün çocukluğum onların kavgalarını dinlemekle geçti. kaç gece saç baş birbirlerine girdiler hatırlamıyorum. dedem tanıdığım en çapkın adam bu arada. ilk eşinden 4, ikinci eşi olan babaannemden 5 çocuğu var, gayrı meşru 1-2 çocuğu daha çıkıyor.
babam en büyük çocuklardan biri. babaannem zamanında kendisini yazılım kursuna yazdırmış, oradan yürümeye çalışıyor. ancak bir sıkıntı var, babam da, amcam da, bir evdeki iki erkek çocuk da alkolik. her gece eve sarhoş gelir, kavga çıkarırlar, birbirlerine saldırırlar. babaannemin bir erkek kardeşi var bir de, kendisi full time psikopat. geçen gün adamın gbt'sine baktım, cv gibi yemin ederim 4 sayfa, tecavüzden, cinayete, adam kaçırmadan, kundaklamaya her şey var. tck klavuzu gibi adam. arada o geliyor, evin pencerelerini falan indiriyor.
annem babamla evlendiğinde 18-19 yaşındaymış. babam hala anlatır, annemle mi diğer kadınla mı evleneceğine dair zar atmış. annem gelmiş. ben doğmuşum. babam evlenmeden önce askerliğini bile yapmamış, alkolik bir adam. askerdeyken, benim kundakta olduğum fotoğraflarımız var.
günün birinde, dedemin diğer çocuklarından biriyle konuşuyor, antalya'da bilgisayar kursları var. babama gel öğretmen ol diyorlar, o da kabul ediyor. annemi bir şekilde ikna ediyor, topluyorlar eşyaları, antalya'nın çallı'sına gidiyorlar.
ben o sıralar gökkuşağı diye bir kreşe gidiyorum, annem kapanan ansan'da el yapımı oymalı işlemeli bir şeyler yapıp satmaya çalışıyor ki eve bir 3-5 kuruş para girsin.
ondan sonra doğu garajına taşınıyoruz. babam antalya'da durmaması gerektiğine karar veriyor. atlıyor ankara'ya gidiyor. annem ve ben yalnızız. annem sigortacı olarak bir iş buluyor. o dönemin asgari ücretini alıyor işte, bir de mentollü meltem sigarası içiyor. her gün bana 1-2 lira harçlık veriyor, ev kirasını, elektriğini, suyunu ödüyor. bazen kira yetişmiyor, ev sahibi kapıya dayanıyor. annem ev sahibine, bu gün vereceğiz, yarın ayarlayacağız, maaş 2 gün sonra diye diye ayarlıyor. bazen haciz falan da geliyor. çoğunlukla işte olduğu için, beni 2 üst katımızda oturan ayşe teyzelere bırakıyor. ayşe teyze'nin iki tane kızı var, miray ve ablası. onun adını hatırlamıyorum. ben neredeyse her gün oradayım. annem benim onlarda kalmam için ayşe'lere yalan söylüyor. adliye'de çalışıyorum diyor. ayşe teyze'nin kocası bir iş kazasında ölmüş. sizin davayı da çözeceğim diyor. ayşe teyze'ler de bana katlanıyor işte, davamıza bakacak diye.
o sırada annem biriyle tanışıyor, babam kadar uzun, sarışın, dövmeli bir adam. konuşuyorlar, görüşüyorlar, tanışıyoruz. az çok anlaşıyoruz da, bir sıkıntı yok aslında. bir gün o adam yanında sarkık yanaklı, boxter cinsi bir köpekle geliyor yaşadığımız eve. hayatımda hiç köpeğim olmamış. tasdikli sokak çocuğu olduğumdan dolayı, evde bir köpek olması benim kafayı yemem için yeterli. hayatımda en çok anlaştığım canlı o köpektir. adı da aşkım. benim yanımda anneme rahat rahat aşkım diyebilmek için aşkım adını veriyorlar köpeğe. getirmeden önce, arabanın sürücü kolduğunda otururken, sahibinden kaçmış, gelmiş yan koltuğa oturmuş. en son ne yapacağını bilemeyen üvey babam, almış eve getirmiş.
aradan bir süre geçiyor, annem babama boşanma davası açıyor, anlaşmalı boşanıyorlar. o sırada biz durumları biraz daha düzeltiyoruz. osman'ların cami yeşili boyalı evine taşınıyoruz.
bir yaz tatilinde kütahya gediz'e gönderiyorlar beni. neden olduğunu anlayamıyorum çünkü anne tarafıyla kendimi bildim bileli anlaşamam. komple bi' garip o taraflar. bir şekilde kabul ettiriyorlar, gidiyorum. meğer o sırada benim sünnet olmam gerekiyormuş. kütahya gediz'de sünnet oluyorum. düğün falan yok, doktorun odasına giriyoruz, benim çükü kestiriyoruz, ben o sırada doktora saldırdığım için elime kesiyorum, sonra sargılı pansumanlı eve geri dönüyoruz.
ve bana diyorlar ki, sünnet olduğunu babana söylememen lazım. bu çok önemli. babanın bunu bilmemesi lazım. gerekirse yalan söyle, uydur bir şeyler diyorlar. bende uyduruyorum. yıllarca uydurdum, en son bir punduna getirip ben uyurken donumu indirmiş sanırım. yanıma bir çeyrek altın verdi, git annene götür diye.
ancak burada ilginç bir durum var. tanıştığımız uzun boylu, sarışın, üvey babam, babamın bir arkadaşı, baya bir tanışıyorlar yani. burada bana düşen görev ise, annem'in yeniden evlendiğini babamdan gizlemek oluyor. açık açık söylüyorlar bunu babama söyleyemeyeceğimi. malum babam alkolik. her an bir sıkıntı çıkabilir. yaşım kaç o sırada? 9 falan sanırım. emin değilim.
ilk bisikletimi o evde üvey babam alıyor bana. daha önce bisikletim olmuş ama babam kaza yaparım diye bisikleti almış parçalamış. yanımızda aşkım da var tabii ki, en yakın arkadaşım o. onu bırakamam. elimden geldiğince, o yaşta, her türlü bakımını yapmaya çalışıyorum. gezdiriyorum. ama ev sahibimiz kendisinden tiksiniyor. biz de kirayı geciktiriyoruz arada, evden çıkmak zorunda kalıyoruz.
cumartesi pazarı diye bir yere taşınıyoruz. ben okula gidiyorum, üvey babam işe gidiyor, annem hamile kalıyor. bana kardeş gelecek. yaş kaç o sırada? 12 falan sanırım. bebek doğuyor, ev sahipleri, komşular aşkım'dan hiç hoşlanmıyor. nefret ediyorlar ondan. o yaşımda komşularla birbirimize giriyoruz. siktirsinler gitsinler, köpeğime karışmak onlara mı kalmış?
gün geliyor, annemler aşkım'ı göndermek zorunda olduğumuzu, yoksa orada kalamayacağımızı, bebeğin de geldiğini ve aşkım'ı bir çiftliğe vereceklerini, orada mutlu olacağını söylüyorlar. aşkım'ı götürüyorlar. onu ziyaret edebileceğimi anlatıyorlar. aşkım'ı sonra bir daha hiç görmüyorum. söylediklerine göre akrep sokmuş, ölmüş.
bir kaç ev daha değiştiriyoruz bu arada. üvey babamla anlaşamıyorum. annemle anlaşamıyorum, babam yeniden antalya'ya taşınmış ama onunla da pek anlaşamıyorum.
bir sırt çantam var, bir gün annemde kalıyorum, bir gün babamda kalıyor, bir gün anneme babamda kalıyorum diye sokakta sabahlıyorum, bir gün arkadaşlarımda kalıyorum.
ortaokul bitiyor, ben ankara'ya gidiyorum, halamların yanına. aramız hep iyi olmuştur, neredeyse 7 yaşımdan beri yalnız otobüs yolculuğu yaparım. annem antalya'dan beni otobüse bindirirdi, ankara'da halamlar alırdı beni. aramız çok iyi halamlarla. birisi trt'de sesci, birisi köprü falan çizenlerden teknik ressam, diğeri ise gazeteci. okuma alışkanlığı kazanmamda neredeyse tek etki bu ekibin başarısıdır.
günlerden bir gün, annem beni arıyor, tercihlerin yapılması gerektiğini, müdür yardımcısına telefonu vermesi gerektiğini söylüyor ve telefonu müdür yardımcısına veriyor. ben bir kaç tercih yapıyorum, arada bir yerde de denizcilik yazıyorum, gidiyor o tutuyor.
artık liseye geçtim, normal bir lise de değil, denizcilik lisesine.
ilk sene 4 zayıfım var. birini bütünlemelerde geçip sınıfı atlıyorum.
lisenin ikinci sınıfında, babam annemin yeniden evlendiğini, hatta benim bir kardeşim olduğunu öğreniyor. benden öğrenmiyor ama yanlış olmasın, annem bir arkadaşına bir şeyler anlatırken ağzından kaçırıyor, o olayı fark ettiriyor.
bu arada bir zamanlar okuldan çıktıktan sonra yanlarında annemi beklediğim ayşe teyzeler, anneme dava açıyorlar. yalan söylediği, ıvır zıvır bir şeyler için. annem hapishaneye giriyor yaklaşık 45 gün dolandırıcıktan içeride yatıyor.
bende o sırada, çok ilginç ve beklenmedik bir şekilde, normalde indiğim kaleiçine daha fazla inmeye başlıyorum ve kendime çok havalı bir arkadaş grubu buluyorum.
inanılmaz havalılar ama öyle böyle değil. onlarla takılmaya başlıyorum. bir gün bir evde buluşacaklarını söylüyorlar, beni de çağırıyorlar. cigara içecekmişiz. ben ilk cigaramı o zaman içiyorum. yaş 15-16 falan.
o günden sonra beni tutabilen olmuyor zaten, o günden 6 ay sonra ilk evime çıkıyorum ve yalnız yaşamaya başlıyorum.
işin içerisine bir yığın şey giriyor. ex, acid, mushrooms, otun çeşitleri, kırmızı reçeteli ilaçlar, ritalin, concerta, xanax, soğutucu, tiner, bali, alkol, taş, cocain, ketamin, tantum ve adını sayamayacağım onlarca şey daha.
sabaha kadar kaleiçinde içiyorum, sıçıyorum, çöplük'te sevişiyorum, kavga ediyorum, sonra çantamdan okul kıyafetlerimi çıkarıp, ki bembeyaz denizcilik kıyafetleri, giyip okuluma gidiyorum. kafamı sıraya koyuyorum, arkadaşlarım okul bitişinde beni uyandırıyor, ben kalkıyorum ve kaleiçine gidiyorum.
bu sırada hayatıma o kadar çok kadın girip çıkıyor ki, inanamazsınız. her yaş grubundan kadınlarla takılıyorum, içiyorum, sıçıyorum, hayatıma devam ediyorum. normal zamanlarda bembeyaz denizcilik kıyafeti ile gezdiğimi ve kadınların üniformayı sevdiğini hatırlatırım. yazları denizcilerin çalışabileceği yerlerde çalışıyorum. yatlar, tekneler, pansiyonlar, masörlük, bulaşıkcılık, her türlü işi yapıyorum. teknede ve pansiyonda çalıştığım zamanlarda işimin ekmeğini yemeğe devam ediyorum. her milletten, her yaş aralığından kadınla birlikte oluyorum.
üçüncü sınıfta sınıfta kalıyorum. geçmemin imkanı yok aslında ama bilgisayarla ilgilendiğim ve ailemin beni çok yalnız bırakmama adına okula yardım falan yaptığı için, yardım dediysem de, okulun devletin karşılamadığı tabelalarını, yer baskılarını falan yapıyorlar işte reklamcı oldukları için, okulun web sitesini işini alıyorum ve web sitesini yaparak, müdürün öğretmenlere rica etmesi ile sınıfı geçiyorum.
yaptığım şeyleri tam gaz yapmaya devam ediyorum ki, o sırada hayatımın aşkıyla karşılaşıyorum.
ben hayatımda böyle bir şey görmedim. daha önce sol partilerde bulunmuştum. il yürütme kurullarına kadar girmiştim. orada tanıdığım arkadaşlarımdan facebook gönderilerinden birinin altında biriyle tanışıyoruz.
yivli kafe'de buluşmaya karar veriyoruz. buluşuyoruz da. ben hayatımda her hangi bir canlıdan, bir varlıktan, bir olaydan bu kadar etkilenmedim. nevrim dönüyor resmen.
ilk buluşmada masadan kalkıp tuvalete giderken, "nereye bakıyorsun sen?" diye soruyor.
götüne bakıyorum diyorum.
sırf o cümle yüzünden benimde birlikte olmaya karar verdiğini söylüyor, daha sonra söylediğine göre.
daha önce, resmen tüyü bitmemiş bir piç iken, çevremin verdiği yetkiye dayanarak katıldığım bdsm munchlarına oynayarak, hatunu benimle birlikte olmaya bir şekilde ikna ediyorum. fuckbuddy takılıyoruz ama ben köpek gibi aşığım. öyle böyle değil, kendimi sikesim var yanımda olmadığı anlarda. hatun ile anlaşıyoruz, olay benim ona bdsm öğretmem. lan ben öğretirim öğretmesine de, onun canı acısa benim canım iki acıyor. anlamıyorum bana ne olduğunu, durum çok garip.
gel zaman git zaman, öyle böyle, biz sevgili oluyoruz.
ilişkimiz 2 sene sürüyor. ben bir sürü dalyaraklık yapıyorum. elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum bir şeyler ama olmuyor. o sırada evim yok benim bu arada. lise son sınıfa geçmişim hatta yememiş bir de o sırada sınıfta kalmışım falan.
(arkadaşlar kusura bakmayın ben yazarken bir yandan içiyorum, arkada neşet ertaş ve yıldız tilbe çalıyor, atlamalar olabilir. benim bu bölümde hala canım yanıyor, o yüzden çok şey yapmayın.)
yanımda sevgilim, geceliği 25-30 lira olan pansiyonlarda kala kala okula gidiyorum. ben nereye, sevgilim oraya. seviyoruz birbirimizi. resmen beni liseden mezun etti hatun. yemin ediyorum hakkını ödeyemem.
o sırada ilginç bir olay oluyor. sevgilimin hesabında 100.000 lira var, annesi biriktirmiş. bazı sıkıntılardan dolayı kızının hesabına göndermiş. ben diyorum ki, işletelim bu parayı. dolar alalım, dolar satalım, hisse senedi alalım. ne kadar kazanırsak, yarısını sen al, yarısını ben alayım. kabul ediyor. ben ekonomi araştırmaya başlıyorum. yatırım hesapları açtırıyorum. yapıyorum işte bir şeyler. en son 3.0097 lira maliyetle dolar almaya karar veriyorum. sevgilime sormadan alıyorum da. çıkacağına o kadar eminim ki. biliyoruz lan, araştırdık herhalde o kadar. gidiyor düşüyor amınakoyduğumunçocuğu. en son çıkıyor ama çıkana kadar da 6 ay geçiyor. konu hakkında deneyimsiz olan ben, resmen sıçıp kalıyorum.
ben son seneye geçerken beraber bir hayal kuruyoruz. diyoruz ki odtü'ye gireceğiz. sevgilim zaten tanıdığım en zeki kadın, sbs'lerde falan birinci olmuş, istediğim her şeyi konuşabiliyoruz, birbirimize dokunmayı seviyoruz. saatlerce muhabbet ediyoruz, saatlerce sevişiyoruz. sevgilim o sırada mimarlıkta okuyor. ben lise sondayım hala.
beraber bir hayal kuruyoruz. diyoruz ki odtü'ye gireceğiz. olm ben ne anlarım ders çalışmaktan? bana yalan söyle de, gözümü kırpmadan söylerim. bana biri dolandırılacak de, allahına kadar. bana mal lazım de, amed'ten getirteyim. bana biri dövülecek de, anında elemanları bulayım. bende ne arar ders çalışmak? hayatımda romanlardan, edebiyattan, çıkardığım fanzinlerden, dersten kaçmak için katıldığım kitap okuma yarışmalarından başka kitap görmemişim ki? bir de test çözeceğim..
bu sırada aldığımız tekneyi kendim işletmeye başlıyorum. bu sırada derken, anlayın işte o sıralarda bir yerde. tekneye çıkıyorum, 1 hafta sabah bir tur, akşam bir tur olmak üzerine 14 kadar balık turu yapıp, geri iniyorum. eski entrylerden birinde anlatmıştım bu durumu, bu kafayla çükümü bulamıyorum, siksen bulmam o entryi.
sevgilim deli gibi ders çalışıyor. öyle böyle değil. zaten girdiği sınavlardan ilk 2000-3000'e girebilen birisi, daha da fazla çalışıyor.
o sırada ben odtü'ye giremeyeceğimi fark ediyorum. olmuyor abi. yapamıyorum. ders çalışmak bana göre değil. anlıyorum yani bunu.
annemlerle falan bir sürü preje geliştirip para kazanmıştım zaten, proje geliştirmeye başlıyorum. elimden geldiğince para kazanmak için ortaya gerçekleştirebilecek projeleri koymaya çalışıyorum.
çok güzel de projeler buluyorum da işte, denk gelmiyor.
o sırada annemden ilginç bir kontatak geliyor. annem bir yandan beni okula gönderirken, bir yandan da para biriktirmiş. zaten sigortacı olan annem, bireysel emeklilik sistemine kayıt olmuş ve her gün işe yürüyerek gidip gelmesine rağmen, oraya para atmış. annem parayı bankadan aldığını söylüyor. yaklaşık 45.000 lira. çok değil ama inanılmaz para lan?
o sırada annemin memleketinde birisi ölüyor. ananemin uzaktan bir akrabası. toplam 8-9 kişiye bir yığın ev kalıyor. kadın evlenmemiş, kendi kendine yaşayan bir hanım. mirası da bizimkilere kalıyor işte. ananem gel sana bu kadından kalan evlerden birini alalım diyor. annem bana soruyor çünkü benim üniversite okumam için biriktirmiş o parayı.
ben tamam diyorum. aylarca bürokrasi ile uğraşıyoruz. her hissedardan izin alıyoruz, ıvır zıvır. ilk gayrimenkul yatırımım.
o sırada dolar hala düşük ve benim ilişkim boktan durumlarda. ben ders çalışmayı bırakmışım ama ankara'da sevgilimle yaşayabileceğim bir ev ayarlamışım. ben her her şekilde ankara'ya gidiyorum yani, zaten sikimin dikine yaşayan biriyim, hiç sıkıntı yok.
üniversite sonuçları açıklanıyor, ben zaten her şekilde gidebiliyorum.
sevgilim benimle gelemiyor.
o izmir'e gitmeyi tercih ediyor.
zaten başımıza bin türlü şey gelmiş, bana da gel demiyor. ben gel diyorum, az çok paramız var, ayarlarız diyorum. o da gelmiyor.
babamın evinde, 6 kırmızı tuborg sonrası kaldırıp götümü izmir'e yanına gidiyorum. orada ayrılıyoruz.
bir daha görüşmüyoruz.
daha anlatmadığım, antamadığım, onlarca olay, durum, kişi var. tam olarak yansıtamadım aslında, üzgünüm. bu arada ben dalgıçlık yaptım, 2 yıldız aldım. yüzücülük yaptım, akdeniz'de derece yaptım. 2 kitap okuma yarışmasında derece yaptım.
annemlerin kurduğu şirket ile kendime bir tekne aldırdım, bende destek oldum. öyle bir durum oldu ki, annemlerin ailesini geçindiren o tekne şu an.
o günden sonra ben o bahsettiğim evi satın alabildim. şimdi satmayı bekliyorum. bu durumun da ayrıca amk. satamadım ya la evi. bir insan evi olup satamadığı için parasız kalır mı lan? kalıyor. bu sırada, bütün parayı oraya yatırdığım için asgari ücret ile bir barda barmen olarak çalışıyorum.
dışarıda bir bira, eve gelirken üç bira almak üzere, neredeyse bütün paramı harcadım. cebimde 6 lira kaldı.
şimdi ben bu kadar şeyi niye anlattım biliyor musunuz?
gelelim red pill'e,
hayat herkes için aynı değil.
bazı insanlar neler yapması gerektiğini, nasıl yaşaması gerektiğini bilemiyor. bunu ailesinden görmüyor, anlayamıyor.
bu gün ben eve saçma sapan maddeler değil de, bira alarak geldiysem, bu red pill'in sayesindedir.
ben bu gün kendimi geliştirirsem, ileride daha iyi bir hayatım olacağına inanıyorsam, bu red pill'in sayesindedir.
ben bu gün, kendimi geliştirmek için, camel almak yerine 4 liraya tütün alıp, artan paraya kitap alıyorsam, bu red pill sayesindedir.
ben bu gün, c# hoşuma gitmediği için bir yandan android programcılık, bir yandan ios programlama, bir yandan unreal engine 4 ve unity 3d öğrenmeye çalışıyorsam, bu red pill sayesindedir. (unity'nin kitabına param yetmedi, unreal engine'yi de bilgisayarım kaldırmadı ama sadece zaman meselesi, hehehe)
ben bu gün, en çok istediğim bölüm olan iktisat'a lys'ye param yetmediği için giremediğimde, ne olacak 2 üniversite mezunu olurum diye menkul kıymetler ve sermaye piyasaları bölümüne girip, bir yandan da yeniden üniversiteye hazırlanıyorsam, bu red pill sayesindedir.
ben bu gün, hala projelerimi geliştirmeye devam ediyorsam, kendimi kaybetmeden ilerlemeye çalışıyorsam bu red pill sayesindedir.
ben bu gün, saatlerce çalıştıktan sonra, cebimde kalan 3 kuruş parayla seğmenlerde uzanıp gökyüzünü izleyip, bu günlerin geçeceğine kendimi ikna etmeye çalışıp, eve gelip buraya kadar yazabilecek kadar ikna edebildiysem, bu red pill sayesindedir.
ben bu gün, yarın sabahın 7'sinde kalkıp işe gitmeye kendimi ikna edebiliyorsam bu red pill sayesindedir.
son bir yıldır, hiç bir arkadaşımla doğru düzgün oturup muhabbet etmeden, herhangi bir kadınla ilgilenmeden, yoluma devam ediyorsam; bunun beni çok yorduğunu hissetmeme rağmen, bir kadının omzunda ağlamamak için kendimi zor tuttuğum halde, güçlü durup, hayatın önüme getirdiklerinin üstesinden gelmek için kendimi hazırlıyorsam eğer, bu red pill sayesindedir.
şikayet etmek kolay. mızmızlanmak kolay. önemli olan önüne çıkanların karşısında durabilmek. kendimi bildim bileli bunu yapıyorum çünkü yapmak zorunda kaldım. red pill'den sonra ise bunu bilinçli bir şekilde yapmaya başladım.
yaşım 21 bu arada. evet, oldukça gencim. pek çoğunuzdan daha gencim. liseli diyecek arkadaşlar, bir daha okusun yukarıda yazdıklarımı.
bana şimdiye kadar kimse yapmam gerekenleri, neler yaparsam neler olacağını söylemedi. kendim denedim, kendim buldum.
çok dayak yedim, hem insanlar, hem hayat tarafından. düşe düşe öğrendim aslında.
bazı yazarlar bu süreç içerisinde kadın düşmanı olmuş olabilirler.
ben değilim.
ben red pill'in kendini geliştirme ile ilgili olduğuna inanıyorum ve bunu uyguluyorum.
erkeklerin veya insanların, ürettikleri kadar değer göreceğine, görmesi gerektiğine inanıyorum.
size de aynısını tavsiye ederim.