alman zdf kanalında bugünkü belçika-slovakya maçının spikeri ve yorumcusu tarafından ikinci yarıda sürekli övgülere maruz kalan süperlig hakemi. yaptıkları yorumlar şöyle:
- verdiği her sarı kart kararı doğru ve tartışmaya kapalı
- ilk golün iptali kesinlikle doğru. hakemin maç içinde bu ince ofsaytı kaçırması kabul edilebilir. var bunun için var.
- ikinci golün iptali ağır ama anlaşılır bir karar. hakemin akan oyunda eli görmemesi bulunduğu açı sebebiyle mümkün değil ve var uyarısının gelmesi normal. var görüntülerinde elle oynamada kasıt görünmese de kol vücuttan çok açık bir pozisyonda. var incelemesinden sonra golün iptal edilmesi normal.
- genel olarak türk hakem şu ana kadar oynanan maçlar içinde en yüksek gerilimli olan maçı çok başarılı yönetti.
- hakem atamasını doğru yapan uefa da doğru yolda olduğunu gösterdi.
bu olumlu yorumları buraya aktarmak için geldim ve gördüm ki futbolu çok iyi bilen ekşi yazarları tarafından gömülmüş halil umut meler.
edit: maç sonunda diğer alman yorumcular da iptal edilen ikinci golde karar vermenin zor olduğunu, aslında kasıt olmadığını ancak var'a gidilmesi gerektiğini söylediler. var incelemesi için çağırılan hakemin de her ne kadar futbolun adaletine %100 uygun olmasa da eldeki görüntülerle devam kararı vermesinin pek mümkün olmadığında mutabık kaldılar.
bir yorumcu da durumu şöyle özetledi: "%50.1 elle oynama, %49.9 nizami gol. hakem %50.1'i seçti."
potin5 profili
-
halil umut meler
-
izmir'i domuzların basması
çoğu kişinin iddia ettiği gibi yaşam alanlarını daralttığımız için değil, tam aksine kolay besin temin ettiğimiz için iniyorlar şehirlere. şehirlerde kendilerine rakip yok, doğal avcılar yok, günlerce ormanda dolaşarak toplayacakları besini iki çöp kutusu karıştırarak elde ediyorlar. bu sayede hızlı ürüyorlar. şehir kenarında doğan yavrular insanlara alışıyor ve her yeni nesil şehirleri ormana daha da çok tercih eder hale geliyor.
kediler, köpekler de bu şekilde evcilleşmişlerdi.
ekolojik süreçleri her zaman insanın doğaya karşı işlediği suçlarla ilişkilendirmek sebep-sonuç ilişkisinin yanlış kurulmasına yol açabilir. -
z kuşağının en büyük sorunu
dünyaya gelinebilecek en kötü zamanda geldiklerine ciddi ciddi inanmaları. babaları güneydoğu'da zorunlu askerlik yapıp hergün teröristle çatışıyordu. dedeleri iç savaşa dönmüş sağ-sol çatışmalarının ardından bir de askeri darbe gördü. ondan önceki nesil ikinci dünya savaşının getirdiği yokluk ve sefalet içinde yaşadı. daha öncesi birinci dünya savaşı sırasında tüm gençliğini cephede harcadı. daha geriye gittikçe daha da zor yaşam şartlarından bahsedilebilir.
şimdi bu arkadaşlar zannediyor ki onlardan önce herkes gülüp eğleniyor, vur patlasın çal oynasın gününü gün ediyordu. eskiler avrupalı akranlarından eksik kalmıyordu. yok öyle birşey gençler! bakmayın sizi imrendirmek için 90ları 80leri övüp bitiremeyenlere. bu ülkede bir tek siz değil, hiç kimse gençliğini yaşayamadı. bu gerçeği bilmek dertlerinizi çözmeyecek belki ama suni bir şekilde yüreğinize işlemiş adaletsizlik duygusunu söküp atarak az da olsa rahatlatacak. -
kore'de flört yok ilişki yok evlilik yok çocuk yok
biz de büyük bir erkek grubu olarak aynısını yapıyoruz ama bize aktivist değil sap diyorlar.
pazarlamayı bilmek lazım aga! -
almanların beceremediği şey
doğaçlama ve acil durumda inisiyatif almak.
alman insanın yaşamı kısa ve uzun vadeli planlar silsilesi üzerine kurulmuştur. ola ki, bir plan umulmadık bir anda umulmadık bir sebepten aksasın, alman resmen gözüne far tutulmuş tavşan gibi donar kalır. yeniden harekete geçebilmesi için tekrar oturup düşünmeli, etraflıca bir plan yapmalı, bu planı kafasında birkaç kez senaryolaştırıp oynatmalı ve kendini planın doğruluğuna ikna etmelidir. planlanmadan atılan her adım felaketle eşdeğerdir.
takım sporlarında almanları sadece oyun içinde taktiğini birkaç kez değiştirebilen ve almanları gafil avlayan rakiplerin geçebildiğine sanırım dikkat etmişsinizdir. lakin alman voleybol takımının koçundan da zamanında böyle bir itiraf gelmişti.
alman, temposu kendi içinde değişiklik gösteren müzikte bile dans edemez. halk müziklerinin baştan sona marş gibi tek bir tempoda ilerlemesi, şarkının sonuna kadar bir sürpriz yaşamak istemeyen alman halkının geleneksel hassasiyetlerini yansıtır.
bir kavşakta sinyalizasyon sistemi bozulursa oturun curcunayı izleyin. tüm benliğiyle kırmızıda dur-yeşilde geç talimatına biat etmiş alman şöför o ilahi yol gösterici ışık yanmazsa önce freni kökler, ardından direksiyona sıkıca sarılıp küfürler yağdırır. zira bu alışılmadık durumda bir otorite olaya el atmadan o kavşaktan nasıl çıkacağını, düzeni nasıl sağlayacağını bilemez.
otorite demişken, bir olağanüstü durumun ortasında kalan alman, sahada takımın 10 numarasını arayan kazma futbolcu gibi kurtarıcı olarak resmî otoriteyi arar. zira kendisi kolay kolay insiyatif alamaz, o konuda eğitim almadıysa yaratıcı çözüm getiremeyeceğine inan(dırıl)mıştır. üstüne üstlük alman yasalarının da dayattığı prensiplere sahiptir: hiçbirşey yapmamak, yanlış birşey yapmaktan daha iyidir.
alman kişisi iki işi ayna anda yapamaz. bu özellik kaosu engellediği gibi olası bir kaos durumundan pratik bir şekilde çıkabilmeyi de çoğu zaman engeller. bir alman bir iş yaparken ikinci bir iş hakkında konuşursanız yüzde bir milyon "eins nach dem anderen" yani "teker teker, sırayla" söz kalıbını işitirsiniz. bugüne kadar aynı anda iki işe yönelttiğim istisnasız her almandan aynı tepkiyi aldım. söz konusu iki iş atom parçalarken dna klonlanmak da olabilir, yürürken sakız çiğnemek de. hiç farketmez. iki iş bir arada yapılmaz.
acil durumlarda doğaçlama bir şekilde organize olabilmek ve inisiyatif alabilmek, iyi bir sosyal iletişim, strese karşı direnç, inisiyatif alanın kendini yasal olarak tehdit altında hissetmeyeceği bir ortam ve pek tabii bu tip kriz durumlarını sık yaşayarak edinilmiş derin bir tecrübe gerektirir. bu hasletler de disiplin, plan-proje aşığı almanlarda yoktur.