dünya çapındaki ödülleri, çığır açan araştırmaları, kurduğu/desteklediği stk’lar gibi, olağanüstü ama çiğdem hocayla ilgili her yerde okuyabileceğiniz yüzlerce başarısından bahsetmeyeceğim; ben sadece kendi anılarımı anlatacağım. yazdıklarımı, her saniyesini toplum için en verimli şekilde çalışmaya adamış bir insan olduğunu göz önünde bulundurarak okursanız daha anlamlı olur. hem psikolojiye hem de sivil topluma yönelmemin nedenidir kendisi. lisansta da yüksek lisansta da verdiği tüm dersleri almanın yanı sıra yüksek lisansım boyunca mutlulukla asistanlığını yapmıştım.
dünyaya faydalı olmakla ilgili bir ölçümleme olsa, üst nokta kendisi olurdu sanırım. hem akademik alanda hem de sivil toplum alanında... aslında empati ölçümlemesinde de aynı şekilde. asistanıyken “ben 65 yaşındayım ve her gece 1’e kadar çalışıyorum ama bu benim tercihim, herkesin benim gibi olmasını beklemiyorum” dediğini duymuşluğum var. bunun ne kadar olağandışı bir söylem olduğunu anlamak için üniversite hocası asistanlığı yapmış bir arkadaşınıza anlatınız. ister öğrencisi olun, ister asistanı; sadece kitaplarını okuyup ona mail atan herhangi bir insan ya da dünyanın herhangi bir yerindeki hiç tanımadığı biri; çiğdem hoca için herkes çok değerliydi.
koç üniversitesi sosyal psikoloji doktorası açtığında bir görüşmemizde bana "öykücüm sen yüksek lisans yaparken 'keşke sosyal psikoloji yüksek lisansı açmış olsaydınız hocam' demiştin, hatırlıyorum. bak doktorasını açtık" dedi. bu nasıl hafıza, bu nasıl önem verme (binlerce öğrencisi olmuş birinden bahsediyoruz); inanamamıştım.
yüksek lisansta evde yapılan sınavımız var (take-home exam). sınıfça teslim tarihinin ileri atılıp cumartesi gününe alınmasını istiyoruz; benim (bu işe gönüllü olduğum ve asistan olduğum için) sınavları toplayıp çiğdem hocanın evine götürmem şeklinde anlaşıldı. o zamanlar navigasyon denen birşey yok ve ben yön duygusu pek olmayan bir insanım; her yeri kaybola kaybola buluyorum. çiğdem hoca dersten sonra ofisinde bana bir kroki verdi, gözlerime inanamadım. yolda kaybolmayayım diye bütün ayrıntılarıyla evine giden yolu çizmiş, sağlı sollu birçok yerin ismini yazarak. koskoca hoca bununla mı uğraşır dersiniz ama o herkesin zamanını kendisininki kadar kıymetli gördüğünden uğraşır, ben yolda vakit kaybetmeyeyim diye. o kroki hala bende duruyor.
yüksek lisanstan sonra hayvan kurtarma işlerine bulaştığım zamanlar, yıl 2006-2007 falan. o zaman sosyal medya da olmadığı için uğraştıklarımız toplum genelinde fazla kabul gören bir durum değil; kuyuya düşen bir köpek için ülke seferber olmuyor, ünlüler “en çok ben ilgilendim” yarışına girmiyor, tam tersine hayvan dediğin sokaktaki pis ve uzak durulası bir canlı. bir çok arkadaşım bana deli muamelesi yapıyor; kariyer hırsı yapmak yerine tek derdim tüm canlıların yaşam hakkını savunmak olduğu için hayatımı mahvetmekte olduğumu düşünen var. arkadaşlarımdan değil ama çalıştığım alan nedeniyle toplum genelinden sürekli duyduğum ve okuduğum cümle hep aynı “insanlar varken sıra hayvanlara mı geldi?” çiğdem hoca da hayatını topluma, çocuklara adamış, bir taraftan toplumu ileri götürmek için yapılması gerekenleri saptayan bilimsel araştırmalar yapan, diğer yandan bunların sonuçlarının uygulanması için politikalarla uğraşan bir insan. altruizmin sembolü gibi bir kişilik. ben bir ziyaretimde anlattım, dedim “hocam ben hayvanlarla ilgili yapılan haksızlıklara taktım, onlarla uğraşıyorum.” tanıdığım için bunu söyleyecek cesareti kendimde görüyor ama bir yandan da ufaktan çekiniyorum. verdiği cevap, şu anda bunu yazarken, yüzüyle gözümün önüne geliyor: “iyi yapıyorsun, çok iyi yapıyorsun!”
duyarlılık bir bütün ve bunu en iyi anlayanlar en duyarlı insanlar sanırım.
psikoloji öğrencilerinin kabusu olan bir ders vardır, psikoloji'de teoriler (koç üniversitesi'nde "systems and theories in psychology dersi). 4 sene boyunca okunan herşeyin hatırlanmasını gerektirir ve mezun olmadan önce son dönemde alınır. ben bu dersi çiğdem hocadan alma şansına erişmiş insanlardanım. kitapta okuduğumuz birçok akademisyenle yaşadığı anıları olur, bize teorileri ve bilgileri anılarından örneklerle anlatırdı. keşke o derslerin kayıtları olsa. ben bugün hala tüm hayatımı dersler, kurslar, eğitimler alarak geçiriyorum; çiğdem hoca'nın sosyal psikoloji dersleri kadar dört gözle beklediğim bir derse rastlamadım. şu anda o derslerin kaydının olmasını ne çok isterdim anlatamam.
rahatsızlanıp hastaneye yatmasından 10 gün kadar önce ziyaretine gitmiştim. kendimden bahsederken konu tabi ki veganlığa, hayvan sömürüsüne, sosyal psikologların konusu olan et paradoksuna (insanların hayvanları hem sevip hem de yemesi) geldi. ben bu konulardan heyecanla bahsederken hem beni bu alanda araştırma ve doktora yapmaya teşvik etti, hem de ben anlattıkça sorular sordu. o gün herkese "çiğdem hocaya 1,5 saat veganlık anlattım yahu" şeklinde şaşkınlığımı dile getirmiştim. o kadar açık görüşlü ve tüm canlılara duyarlı bir insandı ki, bu konu da çok ilgisini çekmişti. ayrılırken bitkisel beslenmeyi denemeye karar verdiğini ancak doktorları ona yaşı nedeniyle çok protein almasını söylediği için şimdilik yumurta yiyeceğini söyledi. ona vegan beslenmeyle ilgili kitaplar götürecektim, "sen getirme, ismini söyle ben alırım" diye ısrar etti; "ben getiririm hocam" dedim. son konumuz bu oldu, sonra tam ofisinden çıkarken "hocam hep görüşüyoruz ama fotoğrafımız yok" dedim ve fotoğraf çektirdik. çok kısa bir süre sonra hayatımda aldığım en üzücü haberlerden birini aldım, bir damarının tıkanması nedeniyle hastaneye kaldırılmıştı. çiğdem hocanın birkaç rahatsızlığında ne kadar güçlü olduğunu gözlemlediğimden bunu da atlatacağından emindim ancak az önce vefat haberini aldım.
her ölüm çok erken ama bazıları - yaştan da bağımsız - daha da erken.
çiğdem kağıtçıbaşı yaptıklarıyla tüm dünyaya ışık saçmaya ve ilham vermeye devam edecek.
moyk1 profili
-
çiğdem kağıtçıbaşı