bira bilinen ilk alkollü içecek. çünkü atalarımızın o zamanlar yedikleriyle bira akıl almayacak derecede sıkı bir ilişki içerisindeydi. hatta tom standage bunu altı bardakta dünya tarihi kitabında “ekmek katı biraydı, bira ise sıvı ekmekti” diyerek olabilecek en sarih yolla açıklıyor. esasen bira icat edilmedi, en doğru tabirle keşfedildi. ilk olarak tahılları topladılar, bu tahılları depoladılar ve depoladıkları tahılları ıslanmadan saklamaları zamanın şartlarında çok zordu. sakladıkları tahıllar ıslandı, ıslanan tahıllar tatlılaştı yani maltlaştı. bu maltlaşan tahılları da yemek için yaptıkları tahıl çorbalarında kullandılar. bu ise yepyeni bir keşfe sebep oldu, bir-iki gün bekleyen “maltlaşmış tahıllı çorba” köpürmeye, daha önce bilmedikleri bir hal almaya başladı yani çorbadaki şeker mayalandı ve alkole dönüştü. tabi bu dönüşüm, bugün tattığımız serçeler, fıçılar falan gibi bir birayı elde etmeyi sağlamıyordu ancak atalarımızın ağzına değen ilk alkollü sıvının bu olduğunu söyleyebiliriz.
bira, bireysel olarak tüketilen bir içki de değildi. hem içen kişinin ikram edene güvenebilmesi adına –zehirlenme ihtimaline karşı- hem de misafirperverliğin bir göstergesi olarak bira büyük kapların içine doldurulur ve uzun pipetlerle ortak olarak tüketilirdi. pipetlerle tüketilmesinin bir sebebi de tahıl tanelerinin insanları rahatsız etmemesini sağlamak olabilir diye düşünülebilecekse de, esasen sümerler zamanında birayı süzmek mümkünken dahi insanlar birayı bu yolla tüketmekten vazgeçmemişlerdi.
ve ben iflah olmaz bir bira aşığıydım.
golgem var iyi ki golgem var4 profili
-
bira
-
ışid'in istanbul üniversitesi'ni hedef alması
görseli gördüğümden beri düşünüp duruyorum. okula en son eylül'de bütünlemeler için gittim. tam sınav dönemi başlayacak -tabii zorunlu olarak okula gidişim de- ışid'in okulun görselini paylaştığını görüyorum. üstünde ne yazdığını bilmiyorum ama cihat çağrısından başka bir şey olamaz herhalde.
zaten daha önce de videolarda yeni cihat yurdunun türkiye olduğu söyleniyordu. az korkuyordum gibi, bir de bu çıktı şimdi. her gün işe titreye titreye gidiyorum, dışarıya eğlenmeye çıkma sayım ayda bi elin parmaklarını geçmeyecek şekilde azaldı, okula da giderken tarifi imkansız bir anksiyete içine gireceğim belli ki.
bahsettiğim sınav dönemi de belki 7000 belki 8000 kişinin devamlı olarak okulda bulunduğu nadir dönemlerden biridir. okul genelde benim gibi okula pek uğramayan kişilerle dolu. en çok da bu yüzden korkuyorum.
nefes alamıyorum artık. kesinlikle benzetme falan yapmıyorum, gerçekten alamıyorum, nefesim kesiliyor devamlı. çok, çok ama çok korkuyorum. ölmek istemiyorum lan ben. -
aniden gelen kakül kestirme isteği
bak var böyle bir şey, kadınlara ara ara hiç gerek yokken, yakışmayacağı da gün gibi ortadayken "kakül kestircem ben!" kafası gelir. önüne gelene kakül kestiricem denir, öndeki saçlar kıvrılır, kakül denemeleri yapılır. bazen bunlara bile gerek kalmaz, oturulur o kuaför koltuğuna, laps diye alınla göz arası kapanır.
yapma annem, yapma gülüm. zaten yakışacak olsaydı o kakül kafanda olurdu, birileri sana önerirdi, kuaförün sana söylerdi bir şekilde o kakül kafanda olurdu.
bu aniden gelen isteğe karşı koyamayan hemcinslerim, %92.6'mız bundan pişman olduk. ben de oldum. siz olmayın...
edir büdüt: lanet olsun kakülü kafama kahkül olarak kodlayan bu kültüre! djdjdjd, şaka şaka ne kültürü tamamen benim sakilliğim, kahküller kakül olarak değiştirildi. -
türkan saylan
lisedeyken maddi olarak baya sıkıntı içerisindeydim. hani öyle bir sıkıntı ki, geriye başka düşünecek hiçbir şey bırakmıyordu. küçük bir ilçenin, az öğrenci alan bir lisesinde olduğum için, az çok biliniyordu durum ama ben hiç öyle bir şey yokmuş gibi davranıyordum. gurur saçma bir duygu durumu yaratıyor insanda.
müdür yardımcıma her sene başından başlayarak o zamanın parasız yatılı bursluluk sınavlarının zamanlarını bana da söylemesi için hatırlatmalar yapmaya başlardım. ne hikmetse herkese haber verir, bana haber vermeyi unuturdu. zaten beni pek sevmediğini düşünürdüm, lise mezuniyetim esnasında yanıma gelip "ya senin derslerin baya iyiymiş ben hiç bilmiyordum" dediğinde bu düşüncem tescillendi. sevmezsen sevme. sana kaldık sanki.
baya sıkıntı dedim ya, işte harçlıksız okula gitmek, dershaneden bedava gitme hakkı kazanamadığım senede dershaneye gidememek, kitap alamamak falan gibi standart parasızlık hikayeleri. bir yaz canıma tak etti, yine pybs sınavlarına müdür yardımcım yüzünden girememişim, bir seneyi daha parasız geçiremem deyip, vakıflara derneklere başvurmaya başladım. dünyanın en saçma sebepleriyle red yedim. cidden baya saçmalardı, yazmak ve durumu başka bir polemiğe çevirmek istemiyorum.
bir öğretmenimin yönlendirmesiyle çağdaş yaşamı destekleme derneği'ne başvurdum, %100 eminim de kabul göreceğimden. standart özgeçmiş yazmalar, bursu niye istediğini anlatmalar falanlar filanlar. ilk olarak kabul edildiğim söylendi. sonra 3. ve 4. sınıf öğrencilerine burs verilmediği bu yüzden kabul edilmediğim söylendi. sonra tekrar aranıp tekrar kabul aldığım söylendi, ben "aa hani alamıyodum" dediğimde "aa alamıyodun evet bb" dendi. en son tekrar "hani belgelerin" diye aranıp olay yeniden "aa evet almıyodun"a bağlanınca dedim siz de istiyorsunuz bana burs vermeyi açık konuşun. demedim tabii. genel merkeze mail attım.
az önce işe gelirken bulup okudum o maili. tane tane anlatmışım meramımı, aferin bana. içinde bulunduğum durumu, kabulde yaşanan saçma süreci... 7 sene önceki ben bugünkü bana minibüste ağlama şansını verdi, bir o eksikti istanbul ulaşım araçları içi listemde, aferin bana.
o mailin sonucunda bursu aldım. üç ayda bir, şimdi söylesem baya kahkaha attıracak kadar az gelen bir para, ama nasıl bereketliydi anlatamam. o parayla o esnada üniversitede okumakta olan ablama da para yolladım, kesildi kesilecek olan elektriği telefonu da kurtardım, kendime döner de ısmarladım, harçlık bile çıkarttım.
her kuruşu harcanırken o paranın, deliler gibi dua ettim. o gün hayatta olmayan bir kadının çabasıyla hayatıma belki herkes için küçük ama benim için devasa bir sihirli değnek değdi. o sıralar üniversiteye gitmemeyi, durumları toparlayana kadar ailemin yanında kalmayı falan düşünüyordum. sonra da okunurdu üniversite. her neyse, sayesinde kendimde güç buldum, bir şeyleri değiştirebileceğime olan inancım yerine geldi. kimse için değil önceleri, kendim için. belki bir gün, yeterince güçlendiğimde de başkaları için.
sözün özü, türkan saylan hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz. "cehenneme mi gidecek?" tartışmaları yapmayı bile kendinizde hak görüyor olabilirsiniz, o da sizin midenize kalmış. ben söyleyeyim, cennetini cehennemini bilmem ama, hayatta olmadığı günlerde bile benim hayatımda devrim yaratabildiyse bir insan, kötü biri olmasına imkan yok.
bir kez de bu gözle bakın.