Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. şeker mühendisi

    yıllardır kendini teknoloji üreticisi olarak konumlandırmaya çalışan alelade bir gsm operatörünün sözde sosyal sorumluluk projesini ilan ettiği reklam filmi. bugüne kadarki tüm diğer turkcell reklamları gibi bu da bu da buram buram samimiyetsizlik kokuyor ve izleyeni aptal yerine koyuyor. ameliyat ne ameliyatı? yazılım ne yazılımı? mühendis ne mühendisi? turkcell bunun neresinde?

    tam da çin malı telefona nazar boncuklu ve çini desenli custom firmware gömüp türk malı diye satan firmaya yakışan cinsten.

    "girls who code" ya da "sosyal inovasyon" gibi kavramlar silikon vadisi teknoliberteryen gündemini aklamak için kullanılan düzinelerce tezgahtan yalnızca biri. ama onlar bu kepazeliği en azından bir nebze daha şirin gösterebiliyor. "vay efendim sen hikmetinden sual olunmaz teknolojiye nasıl laf edersin" diye köpürmeden önce, neden bahsettiğimi anlamak için evgeny morozov'dan "to save everything click here: the folly of technological solutionism" kitabına bir göz atabilirsiniz.

    ya da teknokapitalin özünde iyilik meleği, sevgi kelebeği gibi bir doğaya sahip olduğuna; yahut teknolojinin ona yeterince tapınanı mutlak zengin ve güçlü kılacak bir silah veya altın yumurtlayan tavuk olduğuna inanabilir, mutlu mesut bir kargo kültünü idame ettirmeye devam edebilirsiniz.

    kodla babasını kurtaran şeker mühendisi kız. aynen kardeşim.

    debe editi: öylesine yazmıştım ya. silmemiş olsam, vaktinde özgür demirtaş başlığına yazmış olduğum daha kapsamlı entry'lere yönlendirirdim. tam özgür hoca takipçilerine olta sallayan, aynen onun sığ bakış açısıyla kurgulanmış bir reklam çünkü:

    - robot yapıp satalım.
    + neden?
    - yoksa köle oluruz :( :( :(
    + ne robotu, nasıl bir robot?
    - zengin eden, güçlendiren robotlar! *boston dynamics videosu paylaş*
    + başka?
    - nanoteknoloji! biyomühendislik! makine öğrenmesi! bitcoin!
    + daha daha?
    - steve jobs! harari?!!1
    + tamam, nasıl olacak peki?
    - siyaset yapmamakla başlayın önce!
    + ne yapalım?
    - bilim yapın! şeker mühendisi olun <3

    robotların "işlerimizi" elimizden alacağı, yalnızca inovasyon yapıp satanların hayatta kalıp diğerlerinin köle edileceği günler hikayesini hepimiz kanıksadık. bu günlerin biz istemesek de bir gün geleceğine dair kıyamet kehanetleri bir nevi fatalizm durumu ortaya koyuyor. kaderimiz bu ve uyum sağlamaktan başka bir seçeneğimiz yok gibi davranıyoruz. biat etmeyenin bertaraf olacağı, evrene dair her şeyi bir tek yazgı ve bir tek en iyi yönteme indirgeyen, giderek de dine dönüşen bu teknik mefhumu ile ilgili sağlam eleştiriler için özellikle jacques ellul okuyabilirsiniz. bağlamdan kopmuş bir "kod yazma" tabiri de bu dinin en önemli ibadetlerinden birini tanımlıyor. "kod yazıyorum" diyenle ilgili çoğumuzun hisleri, dindar olsak "hatim indiriyorum" diyene duyacağımız hislerle aynı: huşu ve takdir.

    aklınızı lütfen çiçekli böcekli dangalak reklamlar, bestseller kitaplar ve popülist twitter evanjelistlerine kiralamayın. şimdiyi ve özellikle geçmişi unutturan ve sürekli gelecekten bahseden bu acaip propagandaya teslim olmayın, çünkü koskoca ülkelerin eğitim sistemleri bile bu propagandaya sorgusuz teslim oldular*. artık çoğumuz başka her şeyi bıraktık bir sonraki steve jobs'ı kim çıkaracak diye yarış halindeyiz. ama bir açıp baksak akp'sinden nazilerine hepsinin, kitlelerin bu tür davranışlarıyla iktidara geldiğini göreceğiz (bkz: #34727174). en azından şu anahtar kelimelere bir bakmak gerek diye düşünüyorum: technocapitalism, silicon valley rhetoric, california ideology

  • 2. dyson

    gaza gelip aldığım, bir süre verdiğim para aklıma geldikçe içimin sıkıldığı elektrik süpürgesidir. verilen parayı hakeden bir cihazdır fakat “evdeki her cihaza bu seviyede para harcamak doğru mudur?” diye düşündürmüştür.

    bugün doğru olduğunu anladım.
    bir süredir çekiş gücünden memnun değildik, borularını tıkayan bir şey var mı diye iyi bir kontrol ettim, yoktu. aradım servisi anlattım. evden teslim kargo ile cihazı aldılar. bugün gelen servis fişinde “motor değiştirildi, filtreler değiştirildi, genel bakım ve temizliği yapıldı” yazıyor.
    cihazı alalı 6-7 yıl oluyor, ne fiş ne fatura istediler, ne bir soru sordular, ne de 5 kuruş istediler. evden alıp eve teslim ettiler.
    ayrıca tutulan yeri çatlamıştı, aradım, “fotoğraflarını çekip maille iletmemi” istediler, az sonra da arayıp, parçanın yenisinin kargoya verileceğini söylediler.

    türkiye’de görülmeye alışık olmadığımız bu sahne karşısında hala şaşkınım. kötüyü gömmek kadar iyiyi anlatmak da gerekli.
    çok duygulandım, daha fazla konuşamayacağım *.

    alkışlıyorum.

    edit: cihazı alalı 4 yıl olmuş.

  • 3. arnold schwarzenegger

    dünyanın en başarılı insanı. böyle bir insanı bir daha nesiller boyu görmek mümkün olmayacaktır.

    - 1970-1975 ve 1980 yıllarında, 7 kez dünyanın en iyi vücut geliştirmecisi seçiliyor. (altısı üst üste olmak üzere) halen bir çok otorite tarafından bodybuilding'in en önemli figürü kabul ediliyor. adına "arnold classic", "arnold sports festival" isimli son derce saygın spor turnuvaları düzenleniyor.
    - bununla kalmıyor aktörlüğe atılıyor ve muhtemelen dünyanın en meşhur aktörlerinden birisi oluyor. aynı zamanda dünyanın en çok kazanan aktörlerinden de birisi oluyor.
    - amerikan başkanı john f. kennedy'nin yeğeniyle evleniyor.
    - bununla da kalmıyor politikaya atılıyor ve iki kez kaliforniya valisi seçiliyor. (dünyanın en büyük 8. ekonomisine sahip eyalet)

    tüm bunları, avusturya'dan göçmen olarak geldiği abd'de, saçma sapan telaffuzu zor bir soyadıyla ve herkesin garibine giden, hatta dalga geçilen, aksanlı bir ingilizceye sahipken yapıyor.

  • 4. aldatılmak

    kimsenin boyundan büyük laflar etmemesi gereken bir konu.

    kendimi hep çok sert, dik başlı, ayakları yere basan, kendi başına her şeye göğüs gerebilecek bir insan olarak görmüşümdür, %99 böyleyim aslında ama hayat insanın zayıf noktasını bulup yüzüne vurmak konusunda oldukça deneyimli.

    bundan yaklaşık 1 ay önce tamamen tesadüfi bir şekilde eşimin telefonunda iş yerinden "nişanlı" bir kız ile yazışmalarını gördüm. normalde eşimin telefonunu karıştırmak gibi bir huyum yoktur (çünkü insanın içi rahatsa, evliliği güven üzerine kuruluysa böyle bir kaygısı olmaz zaten) ama kendisine doğru arkadan yürürken başkasına gönderdiği satırlarca mesajı görünce kafamda soru işareti oluştu (kendisi genelde maksimum 2 satır mesaj yazar) ama şüphelenme nedenim neydi biliyor musunuz? şaka gibi ama emojiler. eşim benimle konuşurken şimdiye kadar 6.5 sene içinde muhtemelen 3 emoji kullanmıştır ama bu kıza mesaj atarken arka arkaya birbirinden farklı 4 kalp emojisini kendisine gönderdiğini gördüğümde içime kötü bir his doğdu.

    eve gidip telefonuna baktığımda aralarında geçen oldukça özel yazışmaları gördüm ve perde... cuma akşam gece 12'ye kadar beraber mesaide olmalarına rağmen ertesi gün öğlen kız eşime bir fotoğraf göndermiş ve eşimin "seni çok özledim" cevabı ile başlayıp gece 1'de "seni çok seviyorum canım bitanem..." ile biten uzun bir mesaj serisinden bahsediyorum. "canım bitanem" yazılanlar arasında en ama en basit olanıydı. hani yeni sevgiliniz olunca coşarsınız ya o insan gün ışığın olur, hayatının anlamı olur, onsuz nefes alamazsın... hah tam öyle anlamlar içeren bir sürü mesaj.

    sonrası kavga kıyamet bağırış çağırış ağlama zırlama...

    eşim ise suskun, hatta çabasız, sessiz, içine kapanık, hiçbir şeyi adam akıllı açıklayamayaz, yazdığı hiçbir şeyin altını dolduramaz durumda ama söylediği tek şey şu:

    "olabilir mi öyle bir şey ya?"

    bu dünyada babalar kızlarına tecavüz ediyor, adamlar karılarını öldürüyor, kocam mı beni aldatmayacak?

    uzun konuşmalar ve kendisinin öyle bir şey olmadığı, neden bu tarz şeyler yazdığını bilmediği vs gibi açıklamalar sonucu şimdilik evliliğimiz ayakta, ne yalan söyleyeyim gerçekten aldattığına inanmıyorum ama dostane bir mesajlaşma olmadığı da kesin, muhtemel bir flörtleşme heyecanı ama peki ya kalbime saplanan bu şüphe ne olacak?

    black mirror dizisinin 3. bölümünde* şöyle bir cümle geçer:

    "you know when you suspect something, it's always better when it turns out to be true. ıt's like ı've had a bad tooth for years and ı've just finally getting my tongue in there and ı'm digging out all the rotten shit."

    şüphe insanın içine düştü mü gerçekten sonuçları kötü bile olsa o şüphenin doğrulanmasını istiyor, çünkü rahatlamanın başka bir yolu yok.

    1 aydır ağlama nöbetleri ve endişe krizleri içerisindeyim, bu satırları yazarken bile titriyorum çünkü bırakın aldatılmayı gerçekten sevdiğiniz bir insan tarafından aldatılmış olabileceğinizi düşünmek bile çok yaralayıcı, o yere sağlam basan ayaklarınız kırlııveriyor.

    kötü olan kısım ise eşim benim maruz kaldığım şeye maruz kalmadığı için bu hislerimi hiç anlamıyor, üstelik adam akıllı bir özür bile dilemedi, benim bu yaramı sarmak için daha özenli davranmasını beklerdim ama onun hayatı çoktan normalize oldu bile, rutinine çok rahat döndü, günlük davranış şekli eskiden neyse o, hatta ben ara ara sinirlenip söylendiğim zaman duygusuz bir taş gibi sessiz, bomboş (insan böyle durumlarda duygularını anlamak istiyor) ama ben normale dönemiyorum, çünkü bir başkasına iyi geceler dilemek için yazdığı 10 satır aşk ve sevgi dolu sözcükler beynimin içinde dönerken bana söylediği yavan bir "iyi geceler seni seviyorum" bana ne kadar iyi gelebilir?

    ne zaman iyileşeceğim, bu hissiyatı ne zaman aşacağım bilmiyorum (belki de hiç) ama zaman zaman kendimi çok çaresiz, çok mutsuz hissediyorum çünkü hayata dair güvendiğim tek bir şey varsa o da eşimdi ve bu güven avucumun arasından kum gibi süzülüp gitti, ben bu güveni kaya gibi sağlam sanarken üstelik.

    şimdi sürekli aklıma yine mi mesajlaşıyorlar kaygısıyla dolaşıyorum, salak yerine mi konuyorum hissiyatıyla boğuşuyorum, telefonuna baksam ne fayda yazıştıysa da kesin silmiştir paranoyasına kapılıyorum.

    eşim de bir ekşi sözlük yazarı, bu mesajı görünce içten içe çok kızacak ama benim bu zehri akıtmam lazım, yoksa kendimi ve etrafımı zehirleyeceğim.

    uzun lafın kısası, büyük büyük laflar etmemek lazım, 33 yaşında bir insan olarak çaresizlik içinde tek başıma bir bataklıktayım, çırpındıkça batıyorum.

    bir cümleyle bitireyim:

    "gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır, bu dünya öyle bir dünyaydı ki güneş balçıkla sıvanamaz, hiçbir gerçek sonuna kadar gizli kalamazdı."

    çaresiz bekliyorum, ya batıcam ya çıkıcam. hangisi hayırlısıysa o olsun.

    sadece aklımda bir soru var, bu mesajlar her ne için yazılmış olursa olsun, benim kalbimi kırıp güvenimi yıkmaya değdi mi?

  • 5. 30 ağustos 2019 suriyeli mülteci dalgası

    yanasin da size tanik oldugum bir sey anlatayim.

    is geregi bir sure once van'nin ercis ilcesine gittim.

    otobusle bati istikametinde donerken ercis tatvan arasinda 5-6 kisilik afgan-pakistanlilara benzeyen yaya gruplari gordum.

    her grup birbirinin birkac km arkasindan yuruyordu.

    boyle cok sayida gorunce tatvanda bir taksi soforune sordum.

    aynen aktariyorum dediklerini ve hic yorum katmiyorum:

    "bunlar sinirdan kacakcilar tarafindan vana kadar getiriliyor. oradan kayiklarla ercis ile adilcevaz arasinda bir koye birakiliyor.
    onlara tatvan'a kadar kucuk gruplar halinde yurumeleri ve araclara binmemeleri tembih ediliyor.
    tatvan'a kadar birkac polis ve jandarma kontrol noktasinin hemen onunden yuruyerek geciyorlar ve polis de jandarma da durdurup kimlik kontrolu yapmiyor. ama ilginctir arac ve otobusleri durdurup yolcularin kimliklerini tek tek kontrol ediyorlar. ogrendigime gore kolluk kuvvetleri bunlara bulasmak istemiyor cunku sinirdisi surecinin hepsinde onlari yakalayan karakol sorumlu oluyor. onlar da bulasmiyor."

    ben de dogal olarak baska bir gozlemimi sordum. neden tatvan kavsagindan sonra gorulmuyor bunlar diye.

    o da
    "cunku tatvanda multeci kampi var ve bunlar oraya basvurup kimlik aliyorlar ve o kimlikle turkiyenin heryerine gidebiliyorlar " dedi.

    peki dedim siz taksilere para odeyip daha rahat gidemezler mi tatvan'a sonucta ticarisiniz?

    o da
    "bu yol uzerinde bir motosiklete bile binse tasita bindiginden tasit sahibi insan kacakciligindan yargilanip ceza aliyor. o yuzden kisin ortasinda kurtlara falanca yerde 3 kisi yem olup oldugunde bile ne onlar araca biniyor ne de kimse onlara yardim etmeye cesaret ediyor." dedi.

    durum boyle iste arkadaslar. aylardir ekside goruyorum ozellikle metropollerdeki afgan multeci oraninin artisi ile ilgili entryleri. meger sebep buymus.

    mesajlar uzerine ekleme:
    1. goc idaresinde calistigini iddia eden bir yazar kaynaksiz mesnetsiz bilgi paylaşamayacagimi yazdi. gozlerimle gordum yuruyerek yolun 50-60 metre acigindan yuruyen gruplari. arti tatvan ercis arasinda gidip gelen taksici bunlari acikladi bana. yorum katmadim.

    2. bolgede yasadigini soyleyen bir yazar yazdiklarimi dogruladi ve kolluk kuvvetlerinin de bolge halkinin da bu gocu bildiklerini ve hicbir sey yapmadiklarini soyledi.

    3. bir yazara gore internette bu grup grup gocun videolari da varmis.

    4. birinden gelen mesaja gore goc idaresinden aldigi kimlikle sadece kimlikte gonderildigi ilde yasayabilir. o ilin disina cikamazmis.

  • 6. bilim kurgu filmlerinde pis pis giyinen insanlar

    star wars, matrix gibi bilimkurgu filmlerinin pembe bir tablo sunmamasından kaynaklanır. star wars'ta sömürgeci bir imparatorluk var. herkese karnını doyuracağı bir ortam sağlamak bir kenara, yakaladığını öpmekle meşgul. matrix'de de insanlar dünyanın canına okumuş, kendi hijyenini mi koruyacaklardı. ütopya içeren bir bilim kurgu arıyorsanız, star trekle başlayın.

  • 7. müge anlı ile tatlı sert

    2 eylül'de başlıyor gönlümün efendisi.
    araştırmacı gazeteci müge anlı 2 eylül’de atv’de demişler, tatlı sert kısmı söylenmemiş. neden programın adı söylenmiyor da müge anlı başlıyor deniyor bakayım?
    orada fosur fosur uyuyan rahmi hocama, köyde tarlayla eşeklerle uğraşan adama özbakımdan bahseden şevki hocama, özür dileyerek söz almak isteyen arif hocama, müge'nin gazabına uğrayan kebriye'ye, sevcan'a ayıp değil mi hiç?
    hele o muhabir gökhan'a, gizem'e? hı?

  • 8. 29 ağustos 2019 uefa şampiyonlar ligi kura çekimi

    bu yılın kura efsanesi tartışmasız (bkz: slavia prag) dır.
    yahu bırakın birbirinize laf sokmayı küfürü hakareti.slavia prag'a bakın. adamlar ne yapsın çektikleri kura barcelona, borussia dortmund ve ınter*

    ve bu kuraya tepkileri kadere bak gülüşü

  • 9. dans eden erkek

    boyu posu, yüzü gözü, eli ayağı ne şekil olursa olsun; bu kadar buyuk bir populasyonu "ettiği dansı bilerek etmek" kadar seksapel ortak paydasında bulusturabilecek bisey yok bence ya...

    bunu al ankara havasından, roman havasına uzat; jazz dansa, haka dansına uzat, zeybekten çıkar, hiphop'a batır, oraya yatır, buraya kaydır... naparsan yap.

    istisnasiz hepsi mi bu kadar yakışır. allah belamı versin, yolda görsem maymuna benzeteceğim herifi hakkıyla dansederken gördüğümde paralize oluyorum ben. feci büyülü geliyor bana bir adamın iyi dansetmesi. böyle zaman dursun, hayat dursun, adamlar dans etsin hep. gözümüz gönlümüz açılsın

  • 10. recep tayyip erdoğan

    belli ki en yakınındakiler dahil hiçkimseyi umursamıyor.
    çünkü akla ziyan işler yapmakta.
    (bkz: suriye)
    tarih de bilmiyor.
    geçmişten ders çıkarabilmiş bir adam değil.
    uluslararası ilişkilerde, suriye'de berbat bir politika izliyor.
    cin olmadan adam çarpmanın peşinde.
    hem abd ile hem rusya ile oynadığını, ikisini de kullandığını, dış siyasette başarılı bir stratejist olduğunu zannediyor.
    batının ve rusya'nın kendisine bıyık altından kıs kıs güldüğünün farkında değil.
    hâla osmanlıcılık ve ümmetçilik davası güdüyor.
    "monşer" diye aşağıladığı uzman diplomatların en niteliksizi bile, onunkinden daha isabetli, daha faydalı bir dış politika anlayışı ile hareket ederdi.
    bütün ortadoğu stratejisini, ortadoğu'nun türkiye (osmanlı) toprağı olduğu zannı üzerine kurmuş hayalperest bir şahsiyetten söz ediyoruz.
    hiçkimseyi takmayan, 'ben bilirim'ci, bütün dünya ile kavgalı bir erdoğan'ın türkiye'ye verecek hiçbir şeyi kalmamıştır.

  • 11. efes pilsen'in cinsiyetçi biraları

    zilli: adı kötüye çıkmış, gürültücü, edepsiz, şirret (kadın).

    delikanlı: çocukluk döneminden çıkmış genç erkek.

    efes pilsen; ürettiği bir biranın üzerine kadın resmi koyup zilli diyor.

    şahinbey belediyesi, haddini aşmış, azgın kadın nasıl dövülür diye ince ince dövüme usulünü yazıyor.

    ekşi sözlük yazarları, erkeğe delikanlı, kadına zilli yakıştırması ile cinsiyetçilik yapan üreticiyi eleştirenlere “duyar kasmak” diyor.

    kadına yönelik şiddet bir toplum sorunudur. eğitimlisinden en cahiline kadar kadına bakış açınızı sorulamıyorsunuz, ancak bir kadının herkesin gözü önünde boğazının kesilip ölmek istemiyorum demesi gerekiyor uyanmanız için. o da sadece bir hafta sürüyor.

  • 12. 30 ağustos 2019 kayserispor galatasaray maçı

    ben ağır bir besiktaşlıyım bunu herkes bilir.

    maçı da tamamen izledim, hakemin galatasaray lehine hatası yok. güzel maç oldu. hatta bı iki yerde galatasaray'ın hakkını yedi. bizde yalan yok.

    yalnız galatasaray kötü, bu haliyle şampiyonlar ligine hiç gitmemesini öneririm.

  • 13. wolverhampton wanderers

    kadro değeri de oyuncuları da fos olmayan takımdır. 1 maçlarını 90 dakika izlemeyenler kendilerince ezbere yorum yapıyorlar, çok gülüyorum.

    biraz kendilerinden bahsedeyim dedim. nuno espírito santo, takımın hocası. gerçekten iyi bir hoca. 3-5-2 sistemiyle oynatıyor takımını. hocası gibi portekiz ağırlıklı bir kadrosu var takımın. takımın en önemli isimleri kaleci rui patricio, orta saha oyuncuları ruben neves, moutinho, jota ve jimenez. jimenez dışında hepsi portekizli.

    onun dışında stoperleri boly, sağ ve sol bekleri -daha doğrusu kanat bekleri- doherty-otto önemli oyuncular. adama traore gibi ne zaman ne yapacağı belli olmayan, inanılmaz hızlı ve atlet bir kanat oyuncuları var.

    geçen sezon epl'de 6 büyük takımla oynadıkları 12 maçta 4 galibiyet, 4 beraberlik, 4 yenilgi aldılar. toplamda 16 puan topladılar. büyüklerin belalısı oldular.

    bu sene de kadrolarını bozmadılar ama iyi transferler yaptılar. real madrid'den vallejo'yu kiraladılar. milan'dan cutrone'yi aldılar. portekizli pedro neto'ya -19 yaşında- sağlam bonservis bayıldılar. kısacası taş gibi takım olduklarını söyleyebiliriz.

    ekleme: ingilizlerin avrupa ligi'ni sallamamasına dayanarak yedek kadroyla çıkacaklarını söylemek çok iyimser bir bakış açısı. bu takım her sezon bu seviyelerde oynayan bir takım değil. fırsat bulmuşlarken şanslarını zorlayacaklardır. tottenham ya da liverpool ile mukayese etmek çok yanlış olur.

  • 14. bira

    bira bilinen ilk alkollü içecek. çünkü atalarımızın o zamanlar yedikleriyle bira akıl almayacak derecede sıkı bir ilişki içerisindeydi. hatta tom standage bunu altı bardakta dünya tarihi kitabında “ekmek katı biraydı, bira ise sıvı ekmekti” diyerek olabilecek en sarih yolla açıklıyor. esasen bira icat edilmedi, en doğru tabirle keşfedildi. ilk olarak tahılları topladılar, bu tahılları depoladılar ve depoladıkları tahılları ıslanmadan saklamaları zamanın şartlarında çok zordu. sakladıkları tahıllar ıslandı, ıslanan tahıllar tatlılaştı yani maltlaştı. bu maltlaşan tahılları da yemek için yaptıkları tahıl çorbalarında kullandılar. bu ise yepyeni bir keşfe sebep oldu, bir-iki gün bekleyen “maltlaşmış tahıllı çorba” köpürmeye, daha önce bilmedikleri bir hal almaya başladı yani çorbadaki şeker mayalandı ve alkole dönüştü. tabi bu dönüşüm, bugün tattığımız serçeler, fıçılar falan gibi bir birayı elde etmeyi sağlamıyordu ancak atalarımızın ağzına değen ilk alkollü sıvının bu olduğunu söyleyebiliriz.

    bira, bireysel olarak tüketilen bir içki de değildi. hem içen kişinin ikram edene güvenebilmesi adına –zehirlenme ihtimaline karşı- hem de misafirperverliğin bir göstergesi olarak bira büyük kapların içine doldurulur ve uzun pipetlerle ortak olarak tüketilirdi. pipetlerle tüketilmesinin bir sebebi de tahıl tanelerinin insanları rahatsız etmemesini sağlamak olabilir diye düşünülebilecekse de, esasen sümerler zamanında birayı süzmek mümkünken dahi insanlar birayı bu yolla tüketmekten vazgeçmemişlerdi.

    ve ben iflah olmaz bir bira aşığıydım.

  • 15. atatürk'ün iç çektiği an

    bir ömür düşün ki cepheden cepheye koşarak geçmiş.
    bir hayat düşün ki savaşarak heba edilmiş.
    bir can düşün ki, millete adanmış.
    bir adam düşün ki milletin kaderine hükmetmiş.
    kim mi o adam? tanırsınız hepiniz.
    kimimiz minnet duyar, kiminiz kin.
    kimimizin atasıdır, kiminizin atalaraının katili.
    kubilay'ın intikamını alan da o'dur, piç rıza'yı asan da.

    öyle bir iç çeker ki o, izlerken senin kaburgaların göğsüne batar.
    bin minnet.

  • 16. bilyoner.com

    edit: çok soran oluyor. sadece kupon bedelini iade ettiler. kupon oynanmamış gibi devam edildi. buna da şükür deyip paramı çektim.

    canli bahisler bitmesine ragmen hala 200 liramin akibetini bilmiyorum, cok aci. oynayabildiysem kazandim ustelik. oynayamadiysam niye hesabimdan para cekildi, bilinmiyor. hesabimda para eksik, kuponlarimda oynanmis kupon yok. gerilim filmi gibi.

    tek pozitif yan; bu hiyarlara guvenip cok daha fazla para yatirip hepsini kaybedebilirdim. simdi 200 liralik bir hayat dersiyle hayatimi surduruyorum:

    bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...bilyonerden uzak dur...

  • 17. banu berberoğlu

    rahmetli yeşil nasim'in reenkarne olmuş halidir adeta. gerçi banu kızımız da kendisiyle aynı yılllarda video çekme işine başlamıştı sanırım. neyse, teşbihte hata olmaz.
    banu hanım kızımızı, hafızam beni yamultmuyorsa, youtube'un karanlık dehlizlerinde gezinirken tanıdım. sanırım ya yorekok ya da hayrettin'in videolarından biriydi. öncelikle, daha evvel banu berberoğlu'nun videosunu izlememiş biriyseniz, lütfen, şu anda burayı terk edin. zira bir defa bu videolara bulaşırsanız, geriye dönemezsiniz. banu bağımlılıktır, banu pişmanlıktır.
    efendim, nerede kalmıştık, banu 94 doğumlu, trabzon'da annesi, babası ve ablasıyla yaşayan, 8-9 sene evvel bir ablasını kaybetmiş (nedenini açıklamıyor), mehmet isimli (şu an askerde) bir sevgilisi olan ancak arkadaşı olmayan (kazık yediği için kimseyle görüşmüyormuş), sonunun benzemesini hiç arzu etmediğimiz (gerçi o da toparladı ama) eugenia cooney kadar kilo takıntılı (sanırım 20 kg civarı kilo vermişti), iki yıllık muhasebe mezunu, yaşadığı şehir olan trabzon'dan hiç çıkmamış bir kızımız.

    banu evreninde, genelde, hayat sabah kalkmak, elini yüzünü yıkamak, kahvaltı yapmak, dietteyse çay içememek (çünkü banu çayı şekersiz içemiyor), pazar günü ise mehmet'le buluşup mama yemek (çiğ köfte, istanbul kebap isimli yerde pide, kebap ve lahmacun, bazı bazı da akçaabat'ta akçaabat köfte), cevahir avm'ye gitmek (genelde koton'da kıyafet bakmak), gratis'e ve çay bahçesine uğramak (meyveli soda içmek), günü a101 veya bim'den aile bireylerine abur-cubur alıp bitirmek şeklinde ilerliyor. tabii,dietteyse bunun bir de ara öğün alışveriş kısmı var o konuyu da başka şekilde incelemek mümkün.

    neyse efendim, banu hanım kızımızın video yelpazesi oldukça geniş. makyaj, diyette bir gün, çeşitli çelınclar, anılar (duru önver sen kimsin yaaa), takipçim havra bana neler yolladı (bahreynli bir banu fanı bu kızımız), kozmetik alışverişim, mehmet'le bir gün, soru-cevap, son zamanlarda da mukbang. işin ilginç tarafı banu o kadar fabrika ayarlarındaki, bu içerikleri çekerken bazen edit yapma lüzumu bile görmüyor, ama mutlaka videolarını 10 dakika ve üzeri tutuyor. bu konudaki eleştirileri asla önemsemiyor ve yoluna devam ediyor. hatta uzun zaman takipçisi havra ona kamera yolladığı halde bile yine samsung'uyla çekimlerine devam etti.

    gelelim neden bu kadar linç edildiğine.

    banu, her ne kadar abone sayısı 300 bin'lerde olsa da, bir içerik üreticisi değil. influencer hiç değil. sadece kendi çapında, para kazanmak için, bomboş videolar çekiyor. bunu kendisi de biliyor. misal makyaj videosu çekiyor makyaj yapamıyor, marka isimlerini yanlış telaffuz ediyor, ürünleri yanlış kullanıyor; kitap tanıtımı yapıyor, hayvan çiftliği'ni hayvanları çok sevdiğim için aldım diyebiliyor, ya da ne bileyim soru-cevap videolarında ingilizce öğrenmeye gerek görmüyorum, çalışmak istemiyorum (bu arada kendisi çalışmıyor, zamanında bir iş yerine girmiş, çay yaptırmışlar ve bağırmışlar o sebeple işten çıkmış) gibi linç başlatıcı cümleler kurabiliyor.

    şimdi,banu'nun ortalama içeriklerinden ziyade, bana göre kanalını asıl popüler yapan kitle yorumları okumak için kanalı ziyaret eden ve video altına yorum bırakan kitle. bu yorumlarda da en çok, kaşını al, saçını ortadan ayırma, kendini geliştir, vb. yorumlar başı çekiyor. adeta, bir my fair lady yaratma komisyonu kurulmuş da banu'yu kurtama operasyonu yapılıyor. peki banu bunları takıyor mu? elbette hayır. zaman zaman atarlı giderli instagram story'leri atıyor, zaman zaman yorumları kapatıyor, ama ısrarla talep edilen hiçbir şeyi yapmıyor lakin abone sayısını artırıyor. bu da linç olarak kendisine dönüyor, ancak banu adeta küllerinden doğuyor ve yoluna devam ediyor.

    özetle, banu berberoğlu bir içerik üretici ve kalitenin adresi değildir. asla da olmayacaktır. sadece bir hatewatch objesidir ve ne yazık ki bu şekilde de kalacaktır. dolayısıyla, videoların altındaki "banu kendini geliştir", "banu kaşını al", "banu iş bul" şeklindeki serzenişler karşılığını asla bulamayacak, banu ise youtube'dan kazandığı paraların keyfini sürecektir.
    ilave: @mogsoli kardeş kendi entarisinde değinmiş, diggad et bebeyim hususu da kendi ayrıca irdelenmelidir. atlamışım.

  • 18. 30 ağustosu konya'da yaşamak

    insana ne kadar özel olduğunu hissettiren bir şey. şu an oturduğum yerden 300'e yakın dairenin camlarını ve balkonlarını görebiliyorum. benim dışında bayrak asan yok. kaldı ki ben belki geç kalkarım diye geceden asmıştım bayrağımı. kimi şehirlerde hissetmediğiniz özel olduğunuz hissini konya'da yaşayabilirsiniz. bayramınız kutlu olsun.

  • 19. büyükada sinagogundaki zafer bayramı kutlaması

    cuma hutbesinde atatürk'ün adını geçirmekten korkan diyanet işleri başkanlığı'nın örnek alması gereken kutlamadır.

    musevi kardeşlerimize helal olsun! bu topraklarda yaşayan ve atatürk düşmanlığı yapan kim varsa onlara da bin kere yazıklar olsun!

    debe editi: vay be uzun bir aradan sonra şu editi girmek duygulandırdı. o zaman tüm debe severlere gelsin:

    okuyunuz, okutunuz: prof. dr. ahmet taner kışlalı ve kemalizm

  • 20. behzat ç.

    izleyicinin aklıyla alay eden bir senaryo ekibine sahip olan dizi.

    --- spoiler ---

    bir terapistin, danışanına kendi sıkıntısını anlatması hiç gerçekçi değil. çünkü bunlar arkadaş değil, arada profesyonel bir ilişki olması gerekiyor. terapistin görev tanımında "takma kafana qanqa benim de babam öldü" diye dert yanmak gibi bir eylem yok.

    hele hele, terapistin danışanına "karınızı gördüğünüz için çok şanslısınız" deyip "delilik" olarak adlandırdıkları meftumu övmesi mümkün değil. en dandik terapist bile yapmaz bunu. zira, behzat karısını gördüğü için şanslıysa, ortada bir sorun yok demektir. bir sorun yoksa, sorunun çözümü için gerekli olan terapiste de ihtiyaç yok. adam karısını gördüğü için şanslıysa sen neden varsın?

    madem terapi sahnesi yazıyorsunuz, bir terapiste danışın. ya da terapi yöntemlerini anlatan kitaplara bir göz gezdirin. böyle çiğ, sığ bir kurgu olmaz. "aman canım dizi sonuçta" denilip geçilmeyecek kadar kötü olmuş.
    --- spoiler ---

    suat karakterine ayrıca uyuz olduğumu da belirteyim. tamam, amerikan polisiyelerinde bulunan hafif salak polisi yapmaya çalışmışsınız ama abartı olmuş. bir polisin "yaaa amirim ben yapayım mı nooluuuur" diye konuşması mümkün mü? böyle ponçik bir polise rastladınız mı hiç? harun'dan bile daha gereksiz bir karakter olmuş.

    bir sonraki bölümü izlersem, erdal beşikçioğlu'nun oyunculuğunun hatrına olacak.

  • 21. ayrılık

    sekiz yılın sonunda kimya bölümünü nihayet bitiren kuzenim, geçen gün bir sohbet arasında, tüm canlılığın temelinin ''hidrojen'' olduğunu ve hidrojenin doğada en fazla bulunan element olduğunu söyledi. big bang falan da anlattı tabii, ama o sırada kafamda cher'in sesinden ''bang bang'' çalmaya başlayınca, ben kayışı koparmışım. bu da benim kötü tarafım. bang bang, you shot me down! gerçi, bilemiyorum, sekiz yılda güç bela okulunu bitirmiş bir kimyager olan referansım, pek güçlü olmayabilir, haklısınız. ama hoca bana taktı, diyor kendileri. daha önce hiç duyulmamış bu okul uzatma nedenine nasıl şaşırdım, anlatamam. belki de hadi iğneyi kendime batırayım, fen ile aramdaki ilişki bir saksağan ve kazma arasındaki ilişkiden hallice olduğundan ben anlattıklarını anlamadım. ikincisi mantıklı.

    biz bunları konuşurken, o babasız evin, küçücük balkonundan görünen, kasabanın tek caddesi olan yolda, insanlar hiç ayrılık yaşanmamışcasına hevesle yürüyordu. baba, evle bir ayrılık yaşamıştı, mezarını gördüm bir bayram sabahıydı. balkonun karşısında, böyle küçük yerlerde devleti temsil eden önemli kurumlardan ptt binası, tüm ciddiyetiyle yükseliyordu. güvercinler binanın asık suratlı yüzüne onlarca yuva yapmış, büyüyüp de ayrılık yaşamaları için, canhıraş, yavrularını yetiştiriyordu. ben birkaç yıl önce kendimle yollarımı ayırmış, bir evin annesi olmak üzere yola çıkmıştım. her ilişki, bir kendinden ayrılıştı nitekim. yıllar, çocuklarını annesinden kaçırmış bir baba gibi önceki beni, bana hiç göstermedi. kendisinden davacıyım. sonra yollar, tali yollar, ana yollar. birleştirir gibi görünüyorlar ya, ayrılığın en büyük harcıdır. yollarda, hiç mutlu insan yüzü görmedim. yol kenarındaki evlerde ise, hep ayrılığa beş kala insanlar yaşar. siz hep, geceleri yoldan geçerken gördüğünüz, ömrü bir saniye olan evleri bilirsiniz. peki ya, bir ömür, o evin insanı olmak kaç otobüs dolusu insanı düşünüp, hikayesini düşlemek demektir? bence yol kenarında yaşayanlar erken yaşlanır sırf bundan.

    insanların hepsinde ne var diye sorarsanız birincisi hidrojen var derim. öhom, öğreniyorum bak. insanların hepsinde, alışmaya yatkınlık var bir de. hiç dondurma yememişcesine, istekle, her gün süslenip püslenip, aynı caddeyi adımlayarak, dondurmacılara giderken duydukları cenaze anonslarına öyle alışmışlar. ölenin yaşadığı ayrılık, cürmü kadar yer yakıyor. geceleri gördüğümüz ışıklı evlerde yaşayan insanlar, kasabalardaki insanlar dondurmacılara giderken, cenaze anonsları ile yollardan, diğer insanlardan, elementlerden ve ptt binalarından sonsuza dek ayrılıyor. insansa anca alışıyor, bu bence bir çeşit lanettir.

    okulumu sekiz senede bitirmedim. kimya da ilgilendiğim bir bilim hiç değil. bence tüm canlılığın temeli doğumla birlikte tanıştığımız ''ayrılık''tır. dünyada en çok bulunan hikaye budur. hiç azalmaz. hepimize yetecek kadar ayrılık var.

    yeter ki doğmuş bulunun.

  • 22. cuma hutbesini protesto eden adam

    diyanetin 30 ağustos zafer bayramı'nda vereceği hutbe zaten hep konuşuluyordu.
    beklenildiği gibi mili mücadele ve zaferlerden bahsedildi ve atatürk'ten hiç bahsedilmedi.
    işte benim gittiğim camide de bu şekilde hutbe okunduktan sonra imam diyanet takvimi duyurusu yaptı. tam sözlerini bitirdiği anda yeşil tişörtlü gözlüklü bir adam ayağa kalkıp "ayıptır ya yazıklar olsun zafer hutbesi okudunuz. bir kelime atatürk'ten bahsetmediniz. yok diyanet takvimiymiş yok bilmem neymiş adam bi atatürk'ü anlatır be." diyerek protestosunu yaptı. sonra da "sizin arkanızda namaz filan kılınmaz" deyip camiyi terk etti. cemaat ise adama tepki gösterip git dışarıda anlat dedi. hiç kimse adamı desteklemedi.
    bilmiyorum türkiye'de başka camilerde de böyle eylemler olmuş mudur. ama tam da gittiğim camide böyle bir bireysel eyleme şahit oldum.

    edit: evet başka camilerde de böyle eylemler olmuş hatta geniş katılımlı ve camiyi karıştıran eylemler olmuş. bunların videosu da var. bu başlığın 6. sayfasındaki entrylerde bulabilirsiniz.

  • 23. e-sigara

    amerikada meydana gelen rahatsizliklari yasayanlarin tamami kullandiklari likitlerin icinde thc ( tetrahydrocannabinol) ve cbd(cannabidiol) kullandiklarini ifade etmislerdir. hatta bu maddeyi likitinde kullanan bir kiside ölüm vakasida yasanmistir. elektronik sigara likidinde bulunmasi gereken maddeler bitkisel gliserin propilen glikol ve istege bagli aromadir ki aromada glikol bazlidir. bunun disinda bu tarz uyusturucu maddelerin sivilastirilip likide katilarak cigere cekilmesinin sonuclari olmasi dogaldir diye düşünüyorum. 7 senedir ecig kullaniyorum hicbir sorun yasamadim. normal likit icerigi tuketip herhangi bir sorun yasayanda gormedim. dunyada da boyle bir vakaya rastlanmadi. maalesef bazi gucler uyusturucu maddeleri esigara araciligi ile kullanip kendine zarar verenleri esigara yuzunden birseyler yasaniyor gibi gostermeye calisiyor basarilida oluyor cunku esigara firmalarinin bu gucler gibi lobileride bulunmuyor. ingilterede saglik bakanligi tarafindan sigara kullananlara recete edilmesi tavsiye edilmis bir yardimcidan bahsediyoruz sonucta emin olun öldürücü bir etkisi olsaydi boyle bir aksiyon alinmazdi.

  • 24. playstation 5

    fifa'da ki momentum yüzünden cıldırıp neden ps4'ü satiyorsun ki, fifa'yi sat, 10 ay konsolsuz kalma dediğim arkadasin beklediği konsol.

  • 25. isolde

    atatürk'ün görmek istediği ideal türk kadını olmak için doğduğu söylenen ekşi sözlük yazarı. atam zaten her zaman müge anlı ile tatlı sert, kuaförüm sensin, bilmem kimle yemekteyiz, istanbullu gelin gibi tv programlarını izleyip çılgınca yorumlamayı öğütlemiştir. inanmayan murat bardakçı'ya sorabilir.

    hayır siz yine istediğiniz insanı istediğiniz gibi övün ama şimdi atam ne alaka.*

  • 26. kadınların evlenmek istememe nedenleri

    bir insanın gereksiz yüklerini taşımak istemiyorum. bizim kültürümüzde türk anneleri oğullarına ev işi yapmayı, ihtiyaçlarını kendilerinin giderebileceklerini öğretmiyorlar. örneğin komşum. 26 yaşına geldiği halde annesini arar, dışarıda olduğunu duyunca saatlerce annesinin gelmesini bekler ki annesi ona yemek yapsın. veyahut eline bir bez, bir süpürge alıp evi temizleyen türk erkeği gördünüz mü? anca erkeklerle toplanıp, kadınların çaylarını ayaklarına kadar getirmelerini beklerler. kadınlar sabahtan akşama kadar bunlara hizmet etmekle meşgul olurlar. saatlerce temizliği, yemekleri yapan da kadın, hizmeti yapan da kadın. erkekler ise çok mühim bir iş yapıyormuş gibi hunarca siyaset futbol tartışırlar. * evlendiğimde böyle düşünen bir ailenin gelini olmak istemiyorum mesela - ki benim ailem zaten bu kafada olduğu için oldukça yorucu. bir de evlenip başka bir ailenin yükünü daha mı çekeyim hiç yoktan yere?

    ben işe gidip, çalışıp, eve geldiğimde büyük bir ihtimalle ev işini evlendiğim adamla beraber yapmayacağım. muhtemelen yemeği de, ev işlerini de ben yapacağım çünkü kraliyet soyundan gelen erkek evladımız o işlere karışmaz sonuçta. tek olduğumda sadece benim çamaşarım, bulaşığım, yemeğim olacak - ki çok değil. peki bir insanın böyle gereksiz yükümlüğünü niye alayım ben? bana yük olan, yardım etmeyen, kendi işlerini bile göremeyen, hep benden bekleyen bir erkekle niye evleneyim?

    ailelere gelirsek; ben kendi ailemdeki bireylere bazen çok fazla öfkelenirken, başka bir insanın da bunlara katlanmasını istemiyorum mesela. o istediği vakit ailesini ziyarete gitsin, ben istediğim zaman ailemi ziyarete gideyim. kimse kimseye karışmasın, kimse kimseden de aile ziyareti beklemesin. ama bunu kabul edecek insan var mı? ki kabul edilmemesini de anlarım ama ben hayatımda daha fazla sorun, daha çok stres istemiyorum ve malesef bir çok aile de huzur vermiyor.

    gel gelelim hayat arkadaşlığına. ben herkesin hayat arkadaşının olduğuna inanmıyorum. eğer hayat arkadaşım yoksa neden evleneyim ki? sırf evlenmiş olmak, sırf yalnız kalmamak için mi? eğer bunun için evlenirsem, karşımdaki insana saygısızlık yapmış olurum, çünkü evlenirsem aşık olduğum, sevdiğim için evlenmek isterim. ve aşk, sevgi dediğimiz şey, karşılıksız olan şeyler. eğer yalnız kalmamak ve benzeri durumlar için evlenirsem, kendi menfaatlerim uğruna evlenmiş olurum ve böyle bir insan olmak istemiyorum.

    son olarak da çoğu erkeklerin artık pek sahiplenici, fedakar olmadığını gözlemliyorum. kadın çalışsın, kadın bana yük olmasın, kadın benden bir şey istemesin, ben eve bakmak zorunda değilim gibi bir tutumları olmaya başladı ve ben kendim de çalışıp, kendi paramı kazanıp, kimseye yük olmamayı istesem de, böyle düşünen bir erkekle de evlenmek istemem - ki neredeyse artık hepsi böyle düşünüyor. insan sevdiği insana karşı cimri olmamalı ve ben sevdiğim insanlara her şeyimi veririm, yeter ki iyi, mutlu olsunlar. böyle düşünen bir erkek bana itici geliyor. sanki cimriymiş, sevmiyormuş, mekanik şekilde robot gibi sırf evlenmek için evlenmek istiyormuş gibi bir algı yaratıyor ve böyle birisiyle de hayatımı birleştirmek istemiyorum.

    kısacası, eğer karşıma hayat arkadaşım olabilecek, sorumluğunu bilen, cimri olmayan, kadınına insan gibi davranan vs. bir erkek çıksa evlenirim. her kadın evlenir. ama tüm kriterlerin bir insanda bulunması, böyle bir insanın karşına çıkması ve çıksa dahi bu insanın da bekar olup senden hoşlanması gerektiğini de işin içine katarsak çok zor. o yüzden gerçekci olup evlenmemeyi tercih ederim.

    edit1: aklıma gelenleri unutmadan hemen yazmak istediğim için ve düşüncesi bile beni gerdiği için, yazımın bazı yerleri bazı erkeklere biraz sert gelmiş olabilir. genelleme yapmak gibi bir amacım yoktu, yalnız bir çok durumda da kadınların hep daha fazla yüklendiğini de es geçmemeliyiz. buna değinmek istedim sadece.
    iyi kalpli, saygılı, efendi erkekleri tenzih ediyorum. siz iyi ki varsınız.

    edit2: bana çeliştiğimi yazan yazarlar olmuş. “hem kimsenin yükünü taşımamak istiyorsun, hem erkekten sahiplenicilik, fedakarlık bekliyorsun” gibi.
    benim (gereksiz) yükümlülükler olarak adlandırdığım yükümlülüklere misal verirsem; erkeğin annesinin gelinine kötü davranması, sürekli laf sokması, küçük görmesi, oğlunu kimse layık görememesi gibi durumlar. veya akrabaların sürekli borç isteyip, geri vermemeleri gibi gereksiz stres unsurları.
    eşim hasta olur, bakıma muhtaç olur, işini kaybeder, amenna. eşime elimden geldiğince destek olup, ona bakarım.
    ama sınır belirleyemeyen, hayır diyemeyen, beni böyle gereksiz streslere sokan bir erkeğe denk gelmekten korkuyorum ve böyle bir insanın yükümlülüğünü taşımak istemiyorum. ve 30 yaşına gelmiş yetişkin bir insanın çocuk gibi davranması, yemek gibi basit şeylerde bile karısının ensesinde sürekli karısını bekliyormuş gibi bir his vermesi de gereksiz bir yükümlülük bence.
    umarım daha güzel şekilde ifade esebilmişimdir kendimi.

  • 27. çalın davulları

    icra eden herkesten ayrı bir duyguyu barındırabilecek kadar gönlü bol bir rumeli türküsü.

    rumeli türküleri dendiğinde akla gelen ilk isim olan arif aga'dan dinlerseniz ayrı, türkülere ve türk sanat müziği eserlerine ince ince dokunan melihat gülses'ten dinlerseniz ayrı bir tat alırsınız. yasemin göksu'nun yorumu da hiç fena değildir, tıpkı minor empire'ın söylemesini takdir edeceğiniz gibi takdir edersiniz. keza, tolga çandar da muazzam seslendirir efendim. sözlere hiç karışmadan, toprağın altına girmeyi hissedip kendinizi ahenkte kaybetmek istediğinizde ise, çetin akdeniz yardımınıza koşar.

    her rumeli türküsü başkadır, elbet dokunur bir yerden ama hemen hemen tüm türkülerde, kötü bir şey anlatılsa bile hareketli anlatmayı tercih eder, eseri icra edenler. başvurdukları enstrümanın da canınızı acıtmalarını istediklerinde, ne yazık ki kulağınıza gelen, çalın davulları oluyor.**

  • 28. basketbol milli takım marşını reynmen'in yapması

    --- spoiler ---

    daglari, taslari, izbe yamaclari, en sert kislari asdik geldik.
    --- spoiler ---

    milli takim marsi mi tekerlek reklami mi karar veremedim derken petlas'in tekerlek markasi oldugunu ogrendim. umarim sadece reklam sarkisidir ve resmi turnuva marsi olarak dusunulmemistir.

  • 29. 30 ağustos 2019 uefa avrupa ligi kura çekimi

    kura sonucu;
    a grubu: sevilla, apoel, karabağ, dudelange.
    b grubu: dinamo kiev, kopenhag, malmö, lugano
    c grubu: basel, krasnodar, getafe, trabzonspor.
    d grubu: sporting lizbon, psv, rosenborg, lask linz.
    e grubu: lazio, celtic, rennes, cluj.
    f grubu: arsenal, frankfurt, standard liege, guimares.
    g grubu: porto, young boys, feyenoord, rangers.
    h grubu: cska moskova, ludogorets, espanyol, ferencvaros.
    ı grubu: wolfsburg, gent, saint etienne, oleksandriya.
    j grubu: roma, gladbach, başakşehir, wolfsberger.
    k grubu: beşiktaş, braga, wolverhampton, slovan bratislava.
    l grubu: manchester united, astana, partizan, az alkmaar.

  • 30. seren serengil

    benim için tam bir guilty pleasure olur kendisi, magazinin krize girdiği şu dakikalarda imdadımıza yetişti sağolsun.
    hafif saf, şımarık, piremses ama art niyetsiz hali bana hep sitcomlarda iş çevirmeye kalkışınca daha büyük bir panikle kendini ele veren abartılı tipleri andırır. severdim yau.
    bacım gülben gibi sinsi ve fırsatçı değilsin, elinde onun bunun kasetleri yok ki önüne geleni tehdit edip zorla köşe yazmazlığı yapasın. sen daha bi seviliyorsun rahad ol da, gözünü seveyim o kadar paraya sosyal olanaklara karşın gidip de şöyle hanzolukta zirve tipleri bulma.
    bu arada yaşar ipek denen hırbonun oğlunu reddededen acıların çocuğu emrah'ın akrabası olduğunu bilmiyordum. ee kaz gelecek yerden karşılılı tavuk esirgemediniz şu halde, emrah'ı yıllarca korudun be bacım. olacak iş mi.
    neyse bak erkek seçimindeki aşırı düşüklüğü avukat seçiminde de sürdürüyrosun anladığım kadarıyla oysa paran var tut magazin avukatlarından birini yaslan arkana. sanıyorum çevrende daha düşük statülü olduğunu düşündüğün insanları seviyorsun çünkü geldiğin çevreye uyum sağlamak az biraz kafa, disiplin filan gerektiriyor ki disiplin sende olmayan şey. tut kezban hatemigillerden bir avukatı bak keyfine, avukatta ucuza kaçma.

  • 31. stanley kubrick's boxes

    stanley kubrick öldükten sonra, asistanının jon ronson'ı arayarak kubrick'in evine davet etmesiyle başlayan ve kubrick'in filmlerinden önce neleri araştırdığının, neleri arşivlediğinin anlatıldığı yaklaşık 50 dakikalık bir belgesel.

    https://vimeo.com/322890808

    bir oda komple kutu dolu. ayrıca evin çeşitli yerlerinde de yüzlerce kutu var. karışmasın diye üstlerine çeşitli notlar düşmüş.

    eyes wide shut'da doğru sahneyi yakalayabilmek için ingiltere'de bir caddenin tamamını çektiği/çektirdiği fotoğraflar var mesela. sadece cadde de değil, bahçe kapıları, evlerin içleri... otomatik portakal'da kullanacağı beton merdiven sahnesi için uygun merdivenler, koridorlar, garaj girişleri... her şeyi çektirmiş. her şeyi. sırf uygun arka planı yakalayabilmek için. öyle fazla ki, fotoğraflar bir araya getirilip caddenin panoramik görüntüsü elde edilebiliyor.

    bunların yanında asistanına gönderdiği faxlar da duruyor. a space odyssey filminin çekimleri sırasında hava durumu ofisine gidip şu tarihte şu saatler arasındaki barometrik basınçların olduğu notları bul, ortalamayla kıyasla diyor mesela. manyak.

    hayran mektuplarını falan biriktirmiş hep. böyle bir adamdan hiç beklenmeyecek bir davranış diyordum ki, olumlu mektuplara ayrı olumsuz mektuplara ayrı işaret koyduğunu söyledi. tam da bu adamdan beklenecek bir davranış. asdfgh.

    kutulardan filmleri için yaptığı araştırmalarda kullandığı kitaplar da çıkıyor. belki okuduğu kitapları direkt olarak filmlerinde kullanmamıştır ama sahnelerin sağına soluna imgeler yerleştirmiştir herhalde. film okuması yapmayı sevenler bayılır böyle şeylere.

    bu kutular aslında bir hazine. bu hazineyi tanıtan belgesel ise arşiv niteliği taşısa bile kötü. müthiş bir belgesel çıkaracak hazineyi kullanamamışlar.

  • 32. evli ama mutsuz olmak

    7 senelik evliyim, esimle birlikteliğimiz ise toplamda 10 seneye dayanıyor. kişisel deneyimlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ben dengeli sabit bir mutluluk hali yaşamadım, gerekli mi onu da bilmiyorum. bir an çok tatlısınız, bir sonraki an tartışırsınız. fikir ayrılıklarını bir seferinde içe atabilirsiniz,diğerinde yapamazsınız dökülürsünüz. bir gün işinizi kaybedersiniz, diğer gün ihale kazanırsınız.
    örnekleri uzatmadan söylemek istediğim şeye gelirsek, olayları tek tek ele almayıp uzun vadede neler olmuş ona bakılması gerektiğini düşünürüm ben. kavga mı edildi, yatın uyuyun olayı kafanızda soğutun, sonra tekrar düşünürsünüz. fevri hareket etmek tehlikeli, çünkü ilişkiyi bitirmek kolay, ama bitmiş ilişkiyi tekrar başlatmak zor. saniyelik sabırlı davranışlar, kendini frenlemeler çok şey kurtarabilir.
    sonuçta insan melek değil, hata yapar, kapris yapar, bunalıma girer. bu kabulle yola çıkıp karşınızdakinden ve ilişkinizden mükemmellik beklememek yerinde olur. filmlerde tontiş yaşlı çiftleri görüp özeniyorsanız siz de evlilik insanısınız azizim. ama o sahneler birer kesit, birer an. o tontiş yaşlı çift bile bir sonraki dakikada birbirine girebilir. kameraların o anları çekmiyor olması var olmadıkları anlamına gelmez. freninize basıp durun, durulun, tekrar tekrar düşünün. çünkü alternatifi çok kolay, dakikalık iş, çarp kapıyı çık, onu sonra yine yapmanız mümkün. bu sefer bi durun bakalım neler olacak.
    uzun vadeli mutsuzluk varsa, ilişkiye göre 2 veya 10 senenizi teraziye koyduğunuzda evliliğin size getiridikleri az, götürdükleri fazlaysa, bitirme fikrine her zaman saygı duyarım, bazı durumlarda boşanmak en iyi çözüm olabilir.
    son olarak, bunu yazan benim de yarın boşanmayacağım ne malum? formül aramayın, denge aramayın dostum, sürekli mutluluk aramayın, mükemmellik hiç aramayın lütfen. hayatın neresinde bunlar var ki?

  • 33. cyberpunk 2077

    oyunda cinsiyet yok değil gerizekalı mısınız evladım. sadece erkek ve kadın vücut tipini seçmekle erkek ve kadın sesini seçmeyi ayırmışlar. ayni erkek vücutlu erkek sesli erkek yaratabileceğiniz gibi kadın vücutlu ama erkek sesli karakter de yaratabiliyorsunuz. aslında seçenekleri azaltmamış tersine arttırmış olmuşlar.

    sonuçta cyberpunk dünyası (ve genresı) futuristik, distopik, transhumanist bir dünya. yolda gezerken bir dükkana girip vücudunuzu değiştirebiliyorsunuz, robot kol falan edinip çıkıyorsunuz. insan ile makina arasındaki fark bulanıklaştığı için erkek-kadın arasındaki fark da bundan nasibini alıyor. bu dünyada haliyle erkek-kadın eşitsizliği diye bir şey kalmamış. teknoloji ve para insan doğasının ötesine geçmiş. bu dünyada herkes frankenstein gibi dolanıyor ortada ve muhafazakarlar bunlara okey. ama nedense konu cinsiyete gelince ooo.

    şu son cinsiyetçi tepki muhafazakar sağın amerikan soluna bok atmak için bahane aramasından başka bir şey değil.

    ulan fragmanda suratının yarısı olmadan makyaj yapan kadına, yüzünü kafatasından çıkarıp yerine 5-6 tane lambayla dolaşan şu tiplere bir şey demiyorlar, bu hiç doğal değil diye itiraz etmiyorlar ama aynı teknoloji cinsiyeti değiştirmeye gelince çıldırıyorlar. neymiş bu hiç doğal değilmiş, sanki cyberpunk dünyasında herşey yapaylaşmamış gibi.

    çünkü muhafazakar sağın cinsiyetçiliğe yobazlık derecesinde ciddi bir takıntısı var.

    ayrıca diğer rpg oyunları da bu zamana kadar cinsiyet konusunu aynı şekilde hallediyordu. örneğin skyrim'de fallout'ta vs vs kadın ve erkek seçmenin tek farkı vücut tiplerinin ve seslendiricinin değişmesi olurdu. varsa 1-2 küçük quest ya da romance seçenekleri farkederdi o kadar.

    ya ne olacağıdı, skyrim'de gerçekten transeksüel olmayan %100 erkek karakter kontrol ettiğinize emin olmak için donunu indirip pipisini görmeyi mi bekliyordunuz?

  • 34. şaban teoman duralı

    "bile bile lades, ladesi bilir misiniz? çerkes oyunudur lades. bile bile oldu bu. babamın bana kızmasına hak verseydim ve girmeseydim felsefeye, doğru bir iş görmüş olurdum. söylemesi çok zor ve ağır bir şey söyleyeceğim şimdi. kişiler gibi milletlerin de yatkınlıkları vardır. özet olarak söyleyeyim. bizim felsefeye yatkınlığımız yok. üç aşağı beş yukarı, sıfıra sıfır elde var sıfır. milliyetçiliğim dile dayalıdır benim. dil milliyetçisiyim. ve hemen hemen bütün eserlerimi, -bir kitabım hariç onu da malezya'da yazmıştım- türkçe yazdım. bunları gömseydim daha iyi olurdu. hiçbir etkisi, hiçbir sonucu olmamıştır. olacağı da yok. dediğim gibi babam beni çok uyardı."

    "10'a yakın dil bildiğinize dair rivayetler var?

    türkçe biliyorum. benim tek iddiam bu. ben türkçe biliyorum ve şöyle bir iddiam var, herhalde bu memlekette bu dili en iyi bilen bir veya iki kişiden bir tanesiyim. öbürlerini boş ver. çünkü dil bilmek kadar zor bir şey yok. hayatta üç tane en zor başarılacak iş görmüşümdür. dil öğrenmek, evlenmek, kuantum mekaniğini anlamak. bunların künhüne varamadım, bunların sırrını çözemedim. bir muamma bunlar.

    dil olağanüstü nankör bir yaratıktır

    fakat buna rağmen latincenin üzerine yunanca, felemenkçe, malayca dahil çeşitlendirmişsiniz?

    bunlardan bir çoğunu unuttum. dil olağanüstü nankör bir yaratıktır. sürekli bakım göstermediğinizde derhal sizi terk eder. malayca dediğiniz için söylüyorum, malaycayı bayağı iyi biliyordum. sonra uygulamayınca tamamı ile gidiliyor, unutuluyor.

    farsça?

    farsçam da çok zayıfladı. benim 1970'lerde bildiğim farsça ile şu anda bildiğim arasında büyük bir uçurum var. ben ana dilini unutan adamlar gördüm. ana dilini unutmuş adam! marsilya'da bir almanla tanışmıştım. ıı. dünya savaşı sonunda esir düşüyor, fransızlar bunu alıyorlar diyorlar ki ‘bize paralı asker olursan hayatın kurtulur.’ kabul ediyor. 1945'ten 1967'ye değin almanca konuşmamış. bir ara almanca konuşalım diye teşebbüste bulundum, 'almanca bilmiyorum artık, üç beş kelime ancak var' dedi. insan ana dilini nasıl unutur? 'kullanmaya kullanmaya' dedi. özellikle okumazsanız, okunacak malzemeniz yoksa bu dil gidiyor."

    son röportajından

  • 35. once upon a time in hollywood

    bazıları, "filmde inanılmaz fazla detay ve göndermeler var. amerikan tarihini de bilmek gerekiyor" gibi şeyler karalamış. izleyecek olanlara söyleyeyim: filmde öyle inanılmaz fazla detay ve göndermeler yok. amerikan tarihini de öyle çok bilmek gerekmiyor. gerekenler:
    - sharon tate ve charles manson hakkında bilgi.
    - bu tatlı kadın ile bu manyağın hayatlarının nasıl olup da kesiştiği hakkında bilgi.
    - 1960'lardaki cinsel devrim ve hippi hareketi hakkında bilgi.
    hatta spoylere geçmeden ben kendi yazdıklarımdan önereceğim.
    (bkz: 10050 cielo drive/@saladze)
    (bkz: chaos/@saladze)

    --- spoiler ---

    mesela bilen için filmin daha başlarında leo ve brad'in eve giderken döndükleri sokakta gösterilen "cielo dr." sokak tabelası bile tüyleri ürpertici. şöyle düşünün, 1993 yılında gecen bir film izliyorsunuz ve filmdeki araba uğur mumcu'nun katledildiği karlı sokak'a dönüyor. gibi...
    işte bu amerikan izleyicisinin suratına daha filmin başında şamarı basıyor. ama amerikalı olmanıza da gerek yok şamarı hissetmek için. dediğim gibi olayları iyi bilince büyük heyecan ve merak sarıyor birden. sıradan bir eve dönüş yolu bizi dünyanın en sansasyonel cinayetlerinin işlendiği noktaya götürüyor. tarantino sokağı da neredeyse birebir yapmış. hafif yokuşlu ve eğimli viraj ile yapılmış girişi birebir benziyor.

    daha sonra brad'in arabaya almak üzere olduğu otostopçu kızımız dünyanın gelmiş geçmiş en meşhur suçlusunun yerleşkesinde kaldığını söyler. spahn ranch. o sahne de aslında o sokak tabelasının göründüğü sahne kadar şok edicidir. çünkü spahn ranch'in cinayetlerle ilgili yapılan haberlerde manson ailesinin kaldığı yer olarak defalarca ismi geçiyor. amerikalı orayı biliyor ama hiç gitmedi. o pislikler orada neler yapıyordu hiç görmedi. işte brad hadi bir bakalım şuraya diyerek bizi tura çıkarıyor.

    biraz inglorious bastards, biraz pulp fiction. geçmişte yaşanmış şeytani/travmatik/sansasyonel bir hadiseyi al ve ona mutlu son ekle. bunu yaparken de biraz pulp fiction gibi kesişen farklı hikayeler yarat.
    tarantino doğurmasına çok kısa bir süre kalmışken defalarca bıçaklanarak öldürülen sharon tate'in ülkede ve dünyada yarattığı ve hiç iyileşmeyen travmaya bir el atıyor ve herkesin içindeki o öfke yangınına, intikam ateşine biraz su döküyor. bu da ancak öldürmeye gelen arkadaşların hunharca katledilmesi ile olabilirdi. tarantino inglorious bastards'da nazileri yakarken bu kez susan atkins'i yakıyor. hatta doyamamış olacak ki bu filmde biraz daha nazi yakıyor :)

    yine de pulp fiction'daki gibi muhteşem bir senaryonun yanına yaklaşamadığını söylemek lazım. bu da böyle bir film ama konuyu bu yaptığında ne kadarını değiştirebilirsin? bence adam bu konudan yapabileceği en iyi filmi yapmış. bir de klasik uzun tarantino diyalogları hiç yoktu. tarantino izlerken bunun eksikliği hissediliyor.

    --- spoiler ---

  • 36. ekrem imamoğlu

    benim baba tarafım komple akp'lidir ve erkeklerin de çoğu asfalt işindedir. tabi akp döneminde hepsi iyice semirdi.

    geçen gün baba tarafımdan bir kuzenle bir araya geldim. zorunlu bir bir araya gelişti açıkçası, mümkün mertebe uzak durmaya çalışıyorum baba tarafımdan artık. nasılsın, ıvır zıvır derken, olay maddi durum, işler güçler noktasına geldiğinde bizimkinin suratı iyice düştü. asfalt işinde kim var kim yok hemen hepsi batmış. çoğu işten çıkarılmış. kamyon alarak geleceğe yatırım yapan(sonsuza kadar asfalt dökeceğini düşünüyordu) babamın kuzeni sürünüyormuş, köye dönme planı varmış. benim konuştuğum kuzenim de krizde belli.

    ekrem geldi de ondan dolayı böyle oldu diyor. ekrem imamoğlu'ndan dolayı böyle olmadı diye savunmadım ekrem başkanı. aynen öyle, ekrem imamoğlu geldiği için böyle oldu dedim. hatta, ekrem imamoğlu'nu da iki kere bu yüzden seçtik dedim. aynı yola 40 kere asfalt dökülüyordu, kaldırım taşları 40 kere sökülüp 40 kere yeniden yapılıyordu. ibb'de veya ibb için çalışmanın yolu akp gençlik kollarından geçiyordu. bu durum normalleştirilmeye çalışılmıştı. şimdi yavaş yavaş herkes normalin ne olduğunu görecek.

  • 37. mustafa kemal atatürk

    türk'ün bütün tarihini sırtlayan, milletini yok olmaktan kurtaran, istiklalini kazandıran ve özgürce yaşamasını sağlayan insan, atam, ebedi başkomutan. 15 yaşındayken ben, tutuldum ışığına. 10 senedir, her anımda seni araştırıyor, senin, olmamı isteyeceğin biri gibi olmaya çalışıyorum. gece gündüz durmadan, yorulmadan aman demeden nasıl bunları başardın diye soruyorum kendime. 57 senelik hayatına sığdırdıkların, okurken, hayal ederken bile o kadar güç ki, hepsini nasıl başardığını anlamaya çalışmak bile omzumda yük oluyor. ama sen bütün bunları hayal etmek şöyle dursun, kalkıp bir de gerçekleştirdin. 30 ağustos bugün, tam 97 yıl geçti, senin ve silah arkadaşlarının zaferi bütün millet için kazanmanızın üzerinden. hala seni ilk okumaya başladığım halimdeki o çocuk gibiyim ben, içi hem gurur hem de özlem dolu. öldü denilen bir milletin, bir fırtına gibi yaşadığını kanıtladığı kurtuluş evresini yönettin, sonsuza dek özgürce yaşayacak bütün nesiller, senin ve silah arkadaşlarının sayesinde hürce nefes alabilecekler. bu borç ödenmez paşam. ama elimden ne geliyorsa, yapabileceğim ne varsa yapacağım. bugün bir kadını çok sevip aşık olabiliyorsam, geleceğimi kendi irademle kurmak için çabalayabiliyorsam, nefes alabiliyorsam, üzülüp sevinebiliyorsam hepsi senin sayende. mirasını bozmaya çalışanlar elbet oldu ve olacak ama kimse buna zarar veremez. sen bizi öyle bir alıştırdın ki özgürlüğe, bunu elimizden kimse alamaz. sayende ellerimi deniz kıyısına uzatıyorum, hürce yaşayabiliyor ve hürce yüzebiliyorum; zincirsiz, bütün türk tarihinin gururu ile, amma velakinsiz. ikarus, nasıl güneşe uçma aşkıyla yanıp tutuştuysa, ben de sana ulaşmak için, kanatlarımdaki bal mumu erise dahi uçmaya devam edeceğim. andım olsun.

    hürmetler atam.

  • 38. ekrem imamoğlu'nun 1310 kişiyi işten çıkarması

    söylendiğine göre seçim zamanı herhangi bir işe alım ilanı verilmeden alınan fazlalık personelin işten cikarilmasidir.

    bülent turan, işçilerin bu cumaya kadar beklense 6 ayları dolacağı için tazminat alacaklardı ondan şu anda işten çıkarıldı demiş..

    https://odatv.com/…19_08/2019_08_30/fwedcwedwed.jpg

    edit: murat ongun aciklama yapmış..
    "ibb’deki iş akdi fesihleri ile ilgili bir kısım medyada kamuoyunu yanıltıcı bilgiler yer almaktadır. kurumumuzdan 1244 kişinin ilişiği kesilmiş olup, bu kişiler 2 seçim arası ya da seçimden hemen önce yapılan alımlardır."

    "2500 civarı yapılan toplam alımdan, şehit ve gazi yakınları, engelli çalışanlar, vefat eden personelimiz yerine alınan 1. derece yakınları, devam eden projelerde görevi olan çalışanlarımız işlerine devam etmektedir. kamuoyuna saygı ile duyurulur"

    https://twitter.com/…tatus/1167365390005100544?s=19

  • 39. 2019 ekonomik krizi

    ben uzman değilim, istanbulda doğma büyümeyim, ülkede büyük bir sıkıntının olduğunu görüyorum,.
    her semtte dükkanların boşaldığını yerine de başka bir dükkanın açılmadığını görüyorum.

    halka durumu izah etmek ya da kafalarına sokmak için öncelikle krizin tarifini yapmak lazım.

    kişi 40 tl'lik peynir ile 20 tl'lik peynir arasındaki farkı bilmiyorsa ya da ihtiyaç duyduğu bir şeyin en ucuzunu alarak yaşamayı refah seviyesinde yaşamak olarak kabul ediyorsa yapacak bişey yok.

    evi olan emekli için ki o kesimin yaş ortalaması belli. hayata bakışları dünya görmüşlükleri belli. eğer bir de kira geliri varsa ona kriz yok.

    kriz, halkımız ile batıdaki halkları kıyaslayınca, ulan benim ne eksiğim var!! en az batıdaki kadar çalışıyorum en az onlar kadar bilgili ve tecrübeliyim ama niye onların yarısı kadar bile refah düzeyim yok diyenler için var, malesef.

    ve malesef bu kriz denen şey rakamsal bişey değil bence, bu bir beklenti, hayata karşı duruş gibi bişey ve ne yazık ki artık uçurum var batı ile aramızda.

    en basit örnek; yid ile yapılan köprü ve yolları kullanmayıp onları öven ve sorgulamayan kişi ile onları kullanamayıp sorgulayan kişi elbet bir değil. kişi verdiği verginin peşinde olmaz ise devletin yaptığı harcamaları sorgulamazsa yapılacak bir şey kalmamıştır.
    kişi devletin yaptığı her harcamının sponsorunun kendisi olduğunu bilmediği, idrak etmediği sürece bu uçurum/boşluk kapanmaz.

  • 40. mevlüt erdinç

    avrupa kupalarında yokuz. cebimizde 4 transfer için toplam 6 milyon euro para var. alacağımız santrafor yedek oturacak. şimdi soruyorum. hangi kulüp bize genç ve yetenekli santraforunu satar veya kiralar bu şartlar altında? her boku eleştiriyorsunuz. yönetim mevcut koşullarda alabileceği en makul oyuncuları alıyor işte. geçen sene bizim santraforlarımız tüm maçlarda toplam 5 gol atamazken mevlüt 24 maçta 12 gol atıp 3 de asist yapmış. üstelik bu adamı 1 milyon euro maliyetle alıyoruz. neyine laf ediyorsunuz hala?

  • 41. pink floyd

    1965 ile 1972 arasında olan çalışmalarını the early years adıyla yayımladıktan sonra, şimdi de 1987 ile 2019 yılları arasındaki çalışmalarını the later years adı altında yayımlayacaklar.

    1990 knebworth konseri, delicate sound of thunder, pulse ve 1989 venedik konserlerinin restore edilmiş şekilde yayımlanacak olması fazlasıyla heyecan verici bir durum. umarım hepsi hd formatta yayımlanır da gözlerimiz ve kulaklarımız bayram eder. ayrıca stüdyodan görüntüler ve yayımlanmamış canlı performanslar da box set'in içerisinde yerini alacak. box set'in piyasaya çıkış tarihi ise 29 kasım. detaylı bilgi için link

  • 42. fear inoculum

    tool'un bugün itibariyle çıkan en son albümünün adı. aynı zamanda ilk şarkının da adı.

    sırf ısınmak için önceden çıkarttıkları isim şarkısının sonundan başlayarak giriştim albüme. albümün esas şarkıları 10 dakikanın üzerinde; geçiş şarkıları ise 2-3 dakikalık takılmalarmış gibi.

    bir tool albümünü ilk dinlemeden sonra gömmek ya da eleştirmek densizliğini yapmayacağım; oturup hangi şarkıdaki riff/söz/ritim neye gönderme bir kaç ay sonra tartışılır. ilk geçişten sonra esas şarkıların hoşuma giden yanları şöyle:

    pneumanın introsu bittikten sonra giren bass kısmıyla justin'i ne kadar özlediğimizi hatırlıyoruz.

    invincible tool standartlarına göre abartılı riffleri olmayan ama asıl anlattığı konuyu çok güzel veren bir şarkı olmuş. ya da bana normalden çok şey ifade etmiş olabilir.

    descending ve culling voices peşpeşe harika olmuş, her ikisini de çok beğendim. descending'i bin farklı kaliteyle çıkana kadar yutup'a yüklediler, "artık alıştım mı" diyordum ki değilmiş. aslını dinlemek lazımmış, tabi ki.

    7empest ise bence albümün ilk tamamlanmış ya da en çok üzerine emek sarfedilmiş şarkısı olabilir. "en çok tekrar sonucunda oturacak şarkı" ödülünü bu alıyor sanırım.

    özetlemek gerekirse, hoşgeldin gönüllerin efendisi. kulakta tool gidip wow classic oynayarak 2006'ya dönme vakti.