ben antik kentleri dolaşmak istedikçe "ne buluyorsun buralarda? taş toprak işte. kaya lan kaya. ne anlıyorsun şundan? hiç mi sıkılmıyorsun?" diye sızlanan arkadaşım geldi birden aklıma. hiç sıkılmıyorum gerçekten. hatta tarih kokan bir yerde gezinirken binlerce yıl sonra yaşayacak insanlar da bizim yaşam alanlarımıza benim şu an buraya baktığım gibi hayret ve hayranlıkla bakacak mı? istisnasız ilk hissettiğim şey bu oluyor. bizden geriye çok şey kalmayacağını, kalanların da gelecek nesillerce değerli bulunmayacağını düşünüyorum.
biraz daha dolaştıkça dönem insanlarının günlük yaşamlarını hayal ediyorum tabii. sokaklar, evler, meydanlar hepsi sayısız hayat gördü ama her şeyin bir ömrü vardı. tarih müzelerinde de tamamen aynı hisler içindeyim. biraz hüzünlü ama çokça güzel.
neyasarneyasamaz3 profili
-
antik kentleri gezerken duyulan his
-
bütün iyi erkeklerin kapılmış olması
buradaki iyi sıfatından sadece "iyi kalpli"yi anlamamamız gereken durum. öyle bakınca yalnız kalmış bir sürü temiz kalpli melek gibi insanı açıklayacak mantıklı bir çıkarımımız olmuyor.
oradaki iyi birçok kadının elde etmek isteyeceği özelliklere sahip birini tasvir eden "ooo iyiymiş"deki iyi. bunu da açmaya çalışıp entryinin cılkını çıkarmayacağım anladınız bence. -
muhteşem yüzyıl kösem
lala kelimesini yazıldığı gibi değil de inceltme işaretiyle okuyan oyuncular yüzünden kısmi sağırlık geçirdiğim dizi.
genç osman'la aniden karşılaşınca genel izleyicinin sezon başındaki halit ergenç sendromuna maruz kaldım. ahmed'im oğullarından çok da uzun boylu ve heybetli, rolü gereği her şeye höt zöt diyen bir tip olmamasına karşın harika bir padişah portresiydi rahmetli. eşinin resimdeki mağrur ve yakışıklı ifadesini görünce göz yaşlarını tutamayan kösem'e dövünerek eşlik ettim. taner ölmez de çok iyi. karakterini umarım biraz daha ayrıntılı işlerler. ilk yılını kardeş katli ile doldurdular. planladığı ıslahatları, meyhaneleri dolaşıp yeniçeri tokatladığı sahneleri görmek isterim. önemli çünkü. onun yaptıklarını giderayak allah'tan günahlarının affını isteyeceği yerde bir ayağı çukurda saltanat hayalleri kuran safiye nenenin saçma entrikasına bin kez tercih ederim. bu arada oğlu sinirlenince gözsüz kalıyor.
iyilik meleği kösem'i takdir ettim. peşinde beş yüz kadar cariye ve hadım edilerek köleleştirilmiş, hayatı elinden alınmış sayısız hizmetkarla reayasının -koyunlarının yani- fakir evlerini ziyaret edip çıkışta da tezahüratlar eşliğinde poposunu ipek mendillere sildiği sarayına geri dönüyor. "hep çorba hep çorba nereye kadar?" diyip ellerine iki paket makarna tutuşturmasını bekledim. kösem'e derdini anlatan karısını "sus hanım koskoca sultan burada" diye susturan adamda da çok başarılı bir göt kılı prototipi gördüğümü belirtmem lazım.
yılmaz şahin'e sevgilerimle.