gözümün önünden film şeritleri geçti. ama kendi hayatımın değil. şu adamın şunları hazırlamak için verdiği emekler, paintte oy pusulası hazırlamalar, onu baskı almalar, fotoğraf çekmeler, mail hazırlamalar, pittsburgh'tan otel bakmalar. üzüldüm lan.
içimde bir şeyler kırıldı bildiğin.
ikametsiz2 profili
-
keyt upton ve feyzullah gülen mektuplaşmaları
-
fransız dendiğinde zihinde oluşan ilk imge
hayalimdeki geziye çıkmıştım, yalan yok, hayalimdeki gibi olsun diye, olduğumdan daha fakir gezmiştim avrupa'yı, öyle ki gittiğimde cebimde olan paranın %30'u kapıkule'den bir tırla girerken cebimdeydi hala.
planım her yeri gezmekti, brüksel'e inmiştim, amsterdam'ı gezip, paris'e gelmiştim, buradan da ispanya'ya doğru trenle devam edecektim. tek başımaydım ve bu keyifliydi.
ama paris'in böyle olduğunu bilmiyordum, hiç hayal edememişim, ne kadar şahane bir şehir olduğunu. hayran hayran tüm sokaklarını gezdim, turistik yerlere gelince kalabalığı görüp burun kıvırdım, bir gece sokakta yatınca her yer benim evim olmuştu sanki.
neyse, bildiğim bir yer ya, ismini duymuşum ya en azından, şanzelize'ye (yarabbim, böyle değişik yazılan bir isim olabilir mi? metroda durağını bulana kadar elli kişiye sordum.) gitmek istedim. gittim, ulan, bana yönelik hiçbir şey yok orada. her yer mağaza. kitapçıya gidip kapaklarından kitapları tanımaya çalıştım bir süre. sonra coco chanel'e girip, o berduş halimle, ıvıra zıvıra baktım. en sonunda sıkıldım, aklımda bir yer vardı, gitmeden sevdiğim bir abim söylemişti, cafe de flore, camus'lar sartre'ler orada takılırmış, git bi gör demişti. aa böyle bir yer vardı diyip metroya doğru gittim, tabi bilmiyorum nerede.
metronun merdivenlerine geldiğimde, orada sigara saran bir kız vardı, ona sorayım dedim.
-ingilizce gerçekleşiyor-
-pardon, cafe de flore'ye nasıl gidebilirim biliyor musunuz?
-a biliyorum evet, bu metroya bin, şu şu durakta in, çıkınca çok yakın, tekrar sorabilirsin.
-teşekkür ederim. camus ve sartre'dan ötürü biliyorum, doğru mu biliyorum?
-evet, ben de sırf o yüzden gitmiştim, ama çok pahalıydı. ben de o metroya bineceğim, sigaramı içtikten sonra, istersen beraber gidebiliriz.
-çok güzel olur.
dedikten sonra ben ona sigara uzattım, türkiye'den stokladığım camel softlar, amacım zaten sardığı sigarayı alabilmekti, o da bana verdi gülümseyerek. sonra, camus ve sartre'den konuştuk biraz, kendisi fotoğrafçılık okuyormuş orada, kitap okumayı çok severmiş, camus ve sartre'yi çok küçükken okumuş, şimdi kafamı dağıtmak için polisiye okuyorum dedi.
neyse, metroya indik, ayakta duruyoruz, oldukça yakınız. ben kızı da çağırmak için kendimi toplamaya çalışıyorum, bütün konsantrasyonum onu çağırmak üstüne.
-sen de gelmek ister misin? sana bir kahve ısmarlayabilirim cafe de flore'de.
-çok isterdim ama stüdyoya gidiyorum, beni bekliyorlar, hatta bak kaç tane mesaj atmışlar, diyip blackberry telefonunu çıkardı. birkaç mesaj gösterdi. menüde dolaştı biraz, boş ekrana baktık beraber. sonra,
-işte de bu da benim telefonum, dedi, biraz daha boş ekrana baktık.
içine sıçayım, o kadar odaklanmıştım ki çağırmaya onu, hiç aklıma gelmedi, telefon numaramı al dediği, hem fransa'da cebimde bir telefon var ama hiç kullanmadığım için telefon kavramını da unutmuşum sanki. basiretsizlik. onun ineceği durağa gelmeden önce bir kez daha sordum, eminsin di mi? diye, ne yazık ki dedi.
concorde durağında indi (bak o durağı hatırlıyorum) ben de iki durak sonra indim, çıktım, cafe de flore gerçekten yakındı, uzaktan bir baktım, klasik paris kahvesi, ne işim var lan benim burada diyip, metroya geri bindim, concorde durağına.
indim, küçük bir yerdir diye umuyordum, ama yine devasa bir paris semti. çıktıktan sonra, yalan söylemeyeyim, 10 ile 20 arasında kişiye buralarda hiç fotoğraf stüdyosu biliyor musunuz diye sordum, birkaç fikri olan oldu, tek tek gezdim sokakları, bulamadım.
en son, bilen bilir, concorde'da meydanda bir kilise var, onun önündeki merdivenlere oturdum, bir sigara yaktım. o kız da kahverengi deri ceketi, boynunda iki tur dolanmış ipek fuları, yeşil gözleri, güzel parmakları ve tütün kaçmış tırnaklarıyla aklımda hep kaldı öyle. hani new york'ta özgürlük anıtı durur ya, o kız da paris'in girişinde öylece duruyor ellerinde bir sigarayla.
bir sigara daha yakayım.