bu yazacaklarım tamamen gerçek bir kişi hayatından alıntıdır.
hiçbir şekilde kurgu imgesi barındırmamaktadır.
yazacaklarım sonrasında, kimliğimi bilen insanların vereceği tepkilerden korktuğum ve çekindiğim için de oldukça kibar bir dil kullanarak, çok fazla satır arası vermedim. bu sebeple, havada kalan ve eksik olup kafa karıştırabilecek şeyler ile karşılaşabilirsiniz.
sizden tek istediğim;
lütfen bu benim yazdığım tek bir entry ile sınırlı kalmasın. başından bu tür çirkin bir şey geçmiş olan herkes, anlatsın.
anlatalım ki, insanlar az da olsa sidik yarışına girmeden önce anlayabilsinler.
umudum var hala insanlıktan.
sevgiyle kalın.
29 yaşında bir kadınım.
kocaman bir ailede büyüdüm.
kocaman bir “aile” apartmanında dünyaya gelen ilk kız çocuğuyum.
babamın kendisi dışında 5 erkek kardeşi ile 1 de kız kardeşi var.
benden önce aileye gelen çocuklar arasında 4 erkek kuzenim, “ağabeyim” var. benden 4-5 yaş kadar büyükler.
apartmandaki bu dairelerin kapıları hep açıktı, o kadar çok güvenirlerdi birbirlerine.
o kadar çok iç içe büyüdük ki, kimsenin aklına başka şeyler gelemezdi. mümkün değildi.
benim çekirdek ailem 4 kişiden meydana geliyor.
ilkokul 4’e giderken, okul müfredatına ingilizce dersi girmişti ve beni deli gibi heyecanlandırmıştı.
çünkü “ağabey” dediğim kişiler çok güzel bir şekilde ingilizce konuşuyordu.
tembel bir öğrenci olan ben, ingilizce derslerimi deli gibi çalışıyordum.
ailem, ağabeylerimden özel ders almamı uygun gördü.
bizim alt katta oturan amcamlara gidip, ağabeyimden ingilizce öğrenmeye başladım.
sınavlardan en yüksek notu ben alıyor, akıcı bir şekilde yaşıtlarıma göre çok güzel ingilizce konuşuyordum.
ailem tarafından ilk defa derslerim konusunda şikayet edilmiyor ve bu şekilde çok mutluydum.
nasıl başladı bilmiyorum ama bir gün “ağabey” dediğim kişi, beni rahatsız edecek davranışlarda bulundu.
sanıyorum bu olaylar başladığında ilkokul 5’nci sınıftaydım ve memelerim henüz çıkmak üzereydi.
çıkmaya çalışan memelerime dokunur, kucağına alıp ingilizce çalıştırır ve anlayamadığım o sert şeyi kalçalarımda hissederdim.
ne olduğunu, bana ne yapmaya çalıştığını anlayamasam da oldukça rahatsız olmaya başlamıştım bir süre sonra.
gitmek istemedim ve gitmek istemeyişimi ailem tembelliğime verip, zorla beni alt kata götürürlerdi.
uzun bir süre bu devam etti. sanıyorum 1 yıl kadar.
ailemin beni sevmediğini düşündüm.
bana asla inanmayacaklarını. çünkü çocukça her kavgamızda, ben yerine diğer çocukları savunurlardı.
değersiz hissettim kendimi.
korktum.
öyle korktum ki bu sadece ders çalışmak için gittiğim zamanlarda da olmadı.
kocaman tripleks bir yazlıkta hep beraberdik ve ben o yaz dönemlerinde bile çok korkuyordum.
denize gidemiyor, bikini giyemiyor ve hep bol tşhirtler ile tüm hatlarımı kapatmaya çalışıyordum.
bu arada hep agresiftim, hep ağlıyordum.
sanıyorum savunma mekanizması olarak agresifliği seçenlerdendim.
tüm zamanım okuldan eve, evde de odamda geçiyordu.
13-14 yaşında bir çocuğa her gün ölümü düşündürtebilen bir şeyi yaşıyordum ve kimsenin farkında olmaması da çok acıydı.
1999 depreminde yaşadığımız bina hasar görünce, selimpaşa’ya taşınmıştık.
sadece öğrenci olan aileler için, ailem bir bina kiraladı.
yani orada geçirdiğim o 1 senede, “ağabey” dediğim o çirkin insan yoktu.
ve o 1 sene, hayatımda yaşadığım en güzel günlerimdi.
çok kere ölmeyi denedim.
kimsenin haberi olmadı bundan.
çareyi yazmakta buldum, yazdım.
yazdıklarımı herkes uyuduğunda banyoda yaktım.
hiç en yakın arkadaşım olmadı mesela.
çünkü kimseye güven duygusu besleyemedim.
sevemedim de hiç kimseyi.
sevmeye ve sevilmeye layık göremedim kendimi.
babamdan nefret ettim mesela, en kötüsü buydu benim için.
babamı çok severdim. öyle çok severdim ki, beni her gün işyerine götürsün diye arkasından ağlardım.
o olaydan sonra babamdan nefret ettim. babama canavar gibi davrandım.
onun da pipisi vardı, o da bana sarılıp beni uyuturken sertleşebilir ve beni rahatsız edebilirdi.
o beni koruyamamış, onlar haddinden fazla güvenmiş ve bana hiç sormamıştı mesela “neden gitmek istemediğimi”
gittiğimiz her tatile, her gezilecek yerlere “ağabey” dediklerimizi de almıştı yanımıza ben istemediğim halde.
hareketlerim ona hep şımarıklık gibi gelmiş ve geçirebileceğim en eğlenceli zamanlarımı bana kabus gibi geçirtmişti bu yüzden.
o olay yüzünden, babamla arama kocaman bir sınır çizmiştim.
anneme kızmıştım, beni hep yalnız bıraktığı için.
4 yaşında kreşe verilen bir çocuk, annesini hatırlamıyor çocukluğunda ve anne, çocuğunun verdiği tepkilerden ne demek istediğini anlayamıyor.
beni ölümden vazgeçiren tek şey “intikam” duygusu olmuştu.
o kadar korkunç öldürme planları yapıyordum ki, yaşıtlarım duysa beni taşa tutabilirlerdi.
her gece inanmakta zorlandığım allah’a söylerdim “bir kız çocuğu olsun”
ve o çirkin adamın bir gün kızı olunca, o kızı ben de görünce oscar wilde’nın ne demek istediğini anladım.
“tanrılar dualarımızı kabul ederek, bizi cezalandırır”
oscar wilde demişken, hatırladım.
bu olayın bana tek kazandırdığı şey; kitap okuma alışkanlığım oldu.
içime daha da çok kapanınca, kitaplara gömülmüştüm.
öyle çok ki, bir gün öğretmenim ailemi arayıp “okumasın artık, ders çalışmıyor kitaplar yüzünden” demişti.
kitaplarımı bile gizli gizli okuyordum.
martı jonathan mesela, benim belki de hayatımın kitabıdır.
“gitmek” fikrini aklıma sokan kitaptır.
selimpaşa’da mutlu olduğumu, özgür olduğumu, korkmadığımı ve o apartmandan uzaklaşmam gerektiğini açıklayan kitaptır.
ben hala o apartmanda yaşıyorum.
her o dairenin kapısının önünden geçişimde, o olayı tekrar yaşıyorum.
evlenmek istemiyorum.
bir çocuk doğurmaktan korkuyorum.
kimseye güvenemiyorum.
ama sevmeyi öğretebildim kendime.
intikam almayı unuttum.
öfkelenmek yerine kızgınım.
bunları kendime aşılayana kadar çok şeyimi kaybettim.
birkaç kere doktora gittim, bu durumu anlatabilmek ve çözebilmek için.
çünkü affetmek istedim, affetmezsem iyileşemeyeceğimi kanaat getirmiştim.
geçen yıla kadar gittiğim her doktora yalan söyledim, anlatamadım.
geçen yıl üstün körü anlattığım doktor, “yüzleştin mi” diye sormuştu.
yüzleşemedim, korktum.
o doktora da gitmedim bir daha.
ama bir mesaj attım o kişiye.
bir kızı olduğunu hatırlattım, kırıldığın yerden kırılacağını söyledim.
benim artık suskun olmayacağımı da dile getirdim.
yalnız olmadığımı hissediyorum ilk defa, hayatımda olan güzel bir insan sayesinde.
sanıyorum, cesaretim bu yüzden.
ve galiba, kendime daha çok güveniyorum.
ilk defa güçlüyüm.
bakın, üstünden kaç yıl geçti hatırlamıyorum bile.
öyle uzun geçti ki bu zaman.
kendimi öldürmediğim için, başkalarını öldürmediğim için şanslıyım.
intikam duygusunun içimde bulundurduğum için şanslıyım.
oğuz atay’ın dediği gibi;
“ben ölmek istemiyorum, yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum, bu nedenle mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim.”
ama şöyle olabilirdi;
ailem beni göndermeyebilirdi o adamın yanına.
ailem bana sorabilirdi sebebini.
ailem anlayabilirdi yeteri kadar benimle ilgili olsalardı.
ailem “gidelim buradan” diye yıllarca kendimi paraladığımda, kızları mutlu olsun diye gidebilirdi.
ailem kitaplarımı elimden almayabilirdi.
geçen okuduğum o haberde, hani şu öz dedesinin tacizine maruz kalan kızın durumu.
birçok çocukken tacize uğrayan kişilere göre çok şanslı bir yavrucak olduğunu düşündüm.
kızının davası için hukuk okumaya başlayan bir baba, kızlarının davranışlarının farkında olan bir anne ve duruma karşı suskun kalmak yerine kızlarını koruyan güzel bir aile..
inanın, her taciz ve tecavüz olaylarında benim gibi kendini bok gibi hisseden birçok kişi var.
ben okuyamıyorum bile!
ağlama krizlerim oluyor sebepsiz, müthiş bir agresifliğim oluyor.
tüm ilişkilerimi sorguluyorum.
susmamam gerektiğini fark ediyorum.
birilerine anlatmak ve bu tür durumları yapan insanların ifşa edilmesini istiyorum.
beni burada, sözlük içinde tanıyan çok insan var mesela.
çekine çekine yazdım bunca yazıyı.
utandım, yüzlerine nasıl bakabileceğimi düşündüm.
korktum yine.
ateşim çıktı, kalbim hızlandı, ellerim titredi.
hala ilk gün olduğu gibi, berbat hissettim kendimi.
ama dile getirilmesi gerek bazı şeylerin, birilerinin artık bu şeyi başlatması gerek.
aileleri susan 45 çocuk,
tecavüze uğrayan ve öldürülen onlarca kadın,
ensest ilişkiye zorlananlar,
her gün çok kere toplum içinde öyle ya da böyle tacize uğrayan herkes,
tüm bunlar için artık, bu tür şeyler dile getirilmeli değil mi?
lütfen,
ebeveyn olduğunuz zaman, çocuklarınıza kulak verin.
her hareketini inceleyin.
dokunarak konuşun onlarla, gözlerinin içine bakarak.
pamuk prensesleri, uyuyan güzelleri anlatmak yerine bu tür durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini anlatabilecek öyküler oluşturun ve onları okuyun yatırmadan önce.
en çok da inanın.
değerli olduklarına inandırın.
hep yanlarında olduğunuzu hissettirin.
ben şimdi ne mi yapacağım?
her zaman olduğu gibi işime gidip geleceğim,
arkadaşlarımla güzel vakitler geçireceğim.
en çok istediğim küçük evimi yapabilmek için daha çok paralar kazanacağım.
ve sanıyorum sadece kitaplarımı alıp o eve gideceğim.
orada mutlu olmamamın imkanı yok çünkü, biliyorum.
makarnacanavari1 profili
-
çocukken tacize/tecavüze uğrayan insan psikolojisi