bu tek taraflı, yalnızca solda yahut seküler kesimde olan bir şey değil. muhafazakar çevrenin okulları ve ilh'lerde de benzer durum var. kendimden örnek vereyim izninizle:
muhafazakar cenahın kız evlatlarını 'eğitimli anne' olmaları için göndermeyi tercih ettikleri bir liseden mezun oldum. öylesine steril, izole bir yatılı okul. ilk sene akşamları içtiğimiz çaylara katık edilen sohbetler oldukça 'light' iken, son sene artık fıkıh ve siyer bilgimi semirtmiştim. lise sonların sohbetleri, üniversiteye geçtiğimizde karşılaşacağımız çeşitli iman problemlerine-sorularına vereceğimiz gerekli cevaplardan ibaretti. farazi, elimde bir tüfeng, sırtımda bir heybe vardı cephane niyetine. sohbet donelerini öğrendikçe, sanki uçuşan o şeyleri havada kapıp heybeme atıyordum. yeri ve zamanı gelince bedir'in aslanları gibi savaşacaktım küffar zihinlerle. kendim iman zırhını kuşanmıştım ne de olsa. emindim. o yeah! okul devam ederken, eşe-dosta, aileye verdiğimiz iman ayarları tatmin etmiyordu açıkcası. 'namaz kılarken bileğin görünüyor anne', 'imsak saatinden şu kadar salise sonra yeme-içme bırakılmalı abi' diye çemkirebiliyordum en fazla. etrafta zülfikar gibi dolanıyordum ama muhataplarım da muhafazakardı. asksjsj.
yaz geldi. sonuçlar belli oldu. dış dünyaya çıktık. okullara yerleştik. zaman geçiyordu. heybemin ağırlığı hala belimi geri çekiyordu ama ortalıkta emr-i bil maruf nehy-i anil münker yapacağım kimseler yoktu la. yani belki vardı ama milenyuma girmiştik ve bizim sohbetlerde öğrendiğimiz referanslar ve metodlar 1930'lardandı. karşılığı yoktu. ondan daha da önemlisi, ben muhatap olarak her hafta bir dinsiz-imansız ve dahi goministile karşılaşmayı bekliyordum ama insanlar öyle değildi ki. kah cehape kadın kolları fönlü bir teyze ile firüz ağa camiinin kadınlar mahfilinde karşılaşıyordum kah koro şefi olan bir amcanın umreden geldiğini öğreniyordum. insanlar kendinlerince dinlerini yaşıyorlardı ama bunun görünür-afişe olması için kendilerini yırtmıyorlardı. heybemdeki bilgiler, gereksiz, bir o kadar da demode idi. büyükbakkalköy füze müfreze alayında 1960 yılından beri bekletilen nato füzeleri gibiydiler adeta.
bir defa kullanmaz mı onca şeyi insan bir fırsat bulup da? kullanamadım yahu. sonra da saçma geldi bana zaten. sonra sonra başka bir şeyi kavradım: tüm bunlar, yetiştiğim çevrenin beni ötekilerden uzak tutmak için kurguladığı bir donanım idi. herkese 'benden farklı bu' diye yaklaşmak aslında öyle mutsuzluk verici bir şey ki. hayatın lezzetini öyle bir çekip alıyor ki insandan. üstü jiletle kazınmış bir dil düşünün. insana yediği-içtiği hiçbir şeyden lezzet aldırmayan. sürekli çemkiren. anı ve geleceği hep kaygı ile gören.. tam öyle bir insan olup çıktım. neyse ki kurtuldum o halden zamanla, zor bela da olsa.
bunun bir de ihl versiyonu var. tebliğ derdi olmayan, tekfirci, herkesi daha hakir gören. tebliğ ekolü en azından iyi olanı merkeze alıp o yana yönlendirmeye çalışır. 'şunları şunları yaparsak böyle de iyi mümin oluruz' stayla. ahmet yesevi ekolü mü desem, türk-islam ekolü mü desem ne desem bilemedim. bu arkadaşlarda ise merkezde 'hayır-olmaz-yasak' kelimeleri var. adamlar tüm lise hayatları boyunca tekfir edilmesi gereken şeyler üzerine eğitim alıyorlar. olumsuz vakalar üzerinden motive oluyorlar. iş en son sadece kendi gibilere "müslüman, diğerleri "müslüman olmayan" diye tasnif etmeye geliyor. cürete bak. orada burada, her fırsatta 'abi müslüman adamız biz' demelerinden anlaşılır zaten tavırları.
ayh neyse. yazarken dahi içim şişti. sanırım yeterince uzun anlatıp, bunun solculara has bir şey olmadığını ifade edebildim.
hidrellez5 profili
-
aşırı solcu üniversite 1. sınıf öğrencisi
-
dedenin ölmesi
sessiz sessiz ağlıyorum üç gündür. böğüre böğüre ağlayamıyorum. çünkü sürekli ilaç tıkıyor birileri ağzıma. her taziyeci 'arkadaşını kaybettin' diyor. arkamdan fısıldaşıyorlar 'hıdrellez ne yapacak şimdi?'diye. dedemin arkadaşları, eş dost ayrıyeten bir de beni arıyor. dün de kuzenim aramış dünyanın önür ucundan 'üzülme, ben size hep gıpta ediyordum. siz dünyanın en tatlı dede-torunu idiniz' demek için.
ne zaman dara düşsem, ne zaman bir yerlere sığınmak istesem, ne zaman içimde şefkat kabarsa dede denilen kaleye sığınır, koşardım. yemek yapmayı da o öğretti ilk direksiyon dersini de o verdi. hayata, insanlara, paraya, ideallere vs. dair ne varsa onun cümleleri ile şekillendi her şey. 'yok artık!' dediğim tüm uyarı nasihatleri bir bir başıma geldi. daha ölmeden 'dedem demişti' der oldum.
insanlara karşı umarsızlığımın, özgüvenimin nüvesi oldu. genç kızlığımdan yetişkin bir kadın olmama kadar, namerde-yabana düşkün olmadıysam, olmayacak şeylerin/kimselerin peşine düşmediysem onun verdiği güven sayesinde oldu. çocukluğumu yetişkinliğe kırılmadan taşıdım onla beraber. bu yaşa kadar hanesinde torun şımarıklığımı durmaksızın yaşattı bana tatlı-sert mizacıyla.
eteğim kısa diye azarlar, sonra gelip 'küstün mü?' derdi. ojeyi ilk defa gençliğinde gittiği pavyonlardaki kadınlarla özdeşleştirirdi. bende görünce dudaklarını ısırmıştı ilk. her yurt dışına gidişimde 'ne işin var orlarda'diye kükrer ama 5 dk sonra 'al lazım olur' diye bir zarf sıkıştırırdı cebime. gece geç gittiğimde (onun geç kavramı saat 9 idi) surat asar 'biz erkek halimizle eve akşam ezanından sonra girsek, babam sopayla kovalardı' derdi. hasılı hiç razı olmadığı bir ton şeyde bana karşı süngüsü düşüktü.
çocukluğumda, istanbuldan 2 haftada 1 gelen, az konuşan, çok emreden, fazla fazla korkulan, o kii güncük bize bir ton hediye getiren (boyalı yumurta getirirdi de ne sevinirdik), o geldi diye sülalenin evde toplandığı bir adamdı. mesafeliydik. erkek torunları vardı daha çok yanında-yöresinde.
13 yaşında okumaya şehre gönderdiklerinde beraber takılmaya başladık, başlayış o başlayış. 20 senedir köroğlu-ayvaz gibiydik. 20 senenin 2 senesi hariç hep o vardı. onca senenin son zamanlarında sadece iki şey değişti. direksiyondaki yerlerimiz ve birbirimize karşı rollerimiz. uzun yıllar dere tepe gezdim yanında. yüzbinlerce km yapmış olabiliriz. yalnız erkeklerin inşa ettiği bir dünyanın her köşesine girdim onunla birlikte. yaşlılıktan kullanamadığı ama kapısı önünde tutturduğu arabasıyla kah eski bir dostuna kah doktor kontrolüne kah memlekete götürür oldum zamanla.
sülalenin en heybetli reisi, kükrer gibi konuştuğunda herkesin el-pençe divan durduğu adam, çocukluğumun pehlivan yapılı dağ gibi adamı ufaldı ufaldı ufaldı ve çocuk gibi sevimli oldu. son iki senedir çocuğum gibi olmuştu. önceden bana kıyafet beğendirmek için mağaza mağaza peşimden koşan adamı ben giydirir oldum. her hafta sonu hiç sektirmeden yatılı okuldan beni o alırdı. herkes hafta sonraları akranları ile sosyalkeşirken ben dedemle takılırdım. sonraları, her akşam ilaç saatini kaçırmasın diye 15 km yol gidip ertesi günki yemek ve ilaçlarını hazırlar oldum. felç atlattığında deli gibi korktum. ilaçlarını düzenli alsın diye çocuk gibi azarladım gönlüm kıyılsa da. doktor alzheimerın başladığını söylediğinde ise gözüm döndü, kurdun kocayınca köpeklere maskara olması ihtimalinin stresiyle. yoksa o haliyle ile başımızda duruverseydi yeterdi. neyse ki hiç o zilleti yaşamadı. vakarıyla, saygınlığıyla yaşadı son o ana kadar.
yanında kalmadığım geceler telefon hep son ses açık uyudum. arayıp da duymadığında kaç defa pijamayla kat ettim o yolu, hatırlamıyorum. yalnız başına, ona musallat olan sarı noktadan mütevellit karanlıkla boğuşurken bir yerlerini kırıp, düşüp, yardım dilenirken verecek son nefesini diye ödüm kopuyordu. son haftalarda aklına düşenleri arayıp helallik diliyormuş. bana da bakıp bakıp ağlıyordu. bir şeyler ima ediyordu ama ben susturuyordum. sanki söyletmezsem geciktiririm sanıyordum. iki haftadır da istanbul'a geri getiremiyordum. toprağı çekmiş.
memlekette kahvaltısını yapmış o sabah. dışardaki kara bakmış. 'gidebilir miyim acaba dükkana?' demiş halama. çalıştığından değil, boş durmayı sevmediğinden. yorgun hissetmiş kendini. şöyle bir uzanayım demiş. 15-20 saniye içinde olmuş hepsi. bi hıkırdamış. sonra da uçuvermiş buralardan. bebekler gibi.
saf acı demiş yukarda birileri. aynen. bir çok şeyin karışımı ama saf bir acı. yaşamayı deliler gibi seven bir adamın an be an ölüme gitmesini izlemek değil bu sadece. bütün yaşamımda, her anımda varlığını hissettiren, bir yandan da ilk özgürlük mücadelemi onun koyduğu kuralları esnekmek suretiyle verdiğim dedeciğimi yitirmek.
bir yandan da hiç vicdan azabı yok içimde. aksine dolu dolu, beraber geçirilmiş bir dede-torunluk ve onun gidişinden sonra gün-be-gün kendini daha da gösterecek yokluğun korkusu var. 33 yaşımın doğum gününe dek çocukluk şımarıklığımı sürdürebilmiş olmamın bahtiyarlığı ile o şımarıklığı yitirmiş olmamın acısı var. gençliğini, mesleğini, hatıralarını anlattırıp kaydını aldığım ses dosyaları var. 'bakmıyormuş gibi' poz verdiği selfielerimiz var. yeni aldığım, ama kullanamadığı pantolon askısı ile kasketi var. hovarda ve afili zamanlarının süslediği çocukluğum var. onu sırlamadan evvel, öperken soğuk yüzüne bıraktığım gözyaşlarım var.. -
halka inmek
secimden beri "halka inseniz boyle olmazdı", "halka anlatmak lazim", "halktan kopuk olunca boyle oluyo" vs diye maval okuyanla dolu ortalik. bu cumle kurulunca, saniliyor ki muhatap bi titreyip kendine gelecek ve meselenin kunhune varacak. halbuki ennaz yukardan asagiya dayatilan seyler gibi bir dikte. kimsenin de sosyo ekonomik fayda saglamayacagi bi dikte. valla kimse kusura bakmasin. bu yastan ve bunca emekten sonra ben halka malka inemem. halk bana ciksin.
ilkokul 3 mezunu, okullu ilmi az görgüsü yüksek , 82 yasindaki dedem, calismak icin ortaokuldan sonra okuyamayan babam beni halka inmem icin degil, vasattan siyrilmam, daha iyi olarak kendime-insanlara ulkeye faydali olmam icin okuttu. cunku biliyorlardi ki hem kendime hem etrafa iyilik yapmanin en cok denenmis yolu bu. onca emegi kultur, egitim ve ekonomik refahin yukseltilmesi icin sarf etti. ortadogu'da bir kadin olarak comarlara muhtac olmayim diye ugrastilar. ben de son damlasina kadar degerlendirdim o firsatlari.
kaldi ki halk kim? benim ailem. "daha iyi, daha müreffeh, daha yüksek" olana gipta edip sapkasini onune koyup dusunen halktan benim ailem de. kendinin hayat tarzini degistiremeyip sonraki neslini degistirmeye caba sarf eder halk iste bayagi. ben iyi egitim, dunyanin neresine konulursa yasabilecek bir gorgu ve donanim kazaninca neden elitist oluyorum? kaldi ki ailem efradimdan kimse de bana "halka in olmuyor boyle" demedi. hep desteklendi. aradaki yasa ragmen saygi gordum, fikrim soruldu. ben de elimden geldiginde onume cikan her yarali parmaga isemeye calisirim.
hem inecegim halk kim? 1000 lira maasi zar zor alirken istikrar diyen halk mi? istanbul'daki kopruye yozgat'tan sevinen halk mi? kendine benzemeyeni bir kasik suda bogmaya hazir halk mi? ecdad diye diye sabah aksam milliyetcilik yapan ama ne gecmisi bilen ne de turkceyi duzgun kullanamayan mi? soyleyin inisi nereye gerceklestireyim?halkin degerleri hangisi? hirsizliga yolsuzluga 'yarasin! ama alinlari secdeye degiyor!' diyenlerin degerleri mi? sori, almiyim.
ne diyordum? kimse kusura bakmasin. ben halka falan inemem. halk o cok memnun oldugu ve degistirmeyi zerre kadar dusunmedigi ya da degistiremeyecek kadar tembel halk benim seviyeme ciksin. haset ediyorsa itiraf etsin artik bu halk da kompleksini.
edit: bunu diyen insanin hayatina dikkat edin. nemalaniyordur. oyle ya da boyle nemalaniyordur. ya da nemalanmistir. ama erisilemeyen bi kpss puaniyla yerlesilen kadro, ama ihale, ama su ama bu. ya evvelden ya da hala suren bir iktidar derdi vardir. bir ele gecirme ve elde tutmaya devam etme. hic sasmiyor.
edit 2: valla atam da "halki kendi seviyemize cikarmaliyiz" diye normu koyup beni 100 sene evvel utandirmis.. https://twitter.com/…status/662339389721337857?s=09 -
kedi
2.5 aylik daha. annesini hatirlamiyor muhtemelen. geldiginde ac-biilacti. kollarini hafifce bastirip kafasini da tutarak icirdim mamasini. uykusu daglar taslar kadar agir olan ben, gece saat kurup, uyanip doyurdum. 3 gun kakasini yapmayinca panik yaptim. halbuki onu buldugumuz gune kadar kedileri severdim ama elime alamazdim. o gun acliktan olmesin diye kucagima aldim, alis o alis. on gun durur diye kavillestiydik annemle. en fazla on gun. ama deldik o yasagi beraberce minnagimla. simdi 2 aydir bizde. sabah geldi sokuldu yanima. haftalardir biriken butun negatif enerjimi, her sabah yaptigi gibi gene aldi bu sabah. girdi koynuma. guruldamaya basladi mutluluktan. galiba annesi saniyor beni. yalayip patisiyle seviyor yuzumu falan. benim odamdan cikmasina izin yok henuz. ve cesareti de. calisma odam olan balkonla oda arasinda takiliyor. kitapliga da tirmanmayi ogrendi simdi. kara kara dusunuyorum ne yapacam diye. ama bulacagim cozum kesin kedi odakli olacak. tekir kirmasi bir sibirya kedisiymis bu. halis muhlis, kaprissiz, kanaatkar halk kedisi. secmedik oyle cins olsun diye zaten. bodrumdaki kitaplarim arasinda dogmus, annesi birakmis. yasayacagi gunler nasibiymis. aramiza katildi. tek sorun, cinsinden dolayi tirmanmayi fazladan sevmesi. dun pencesini bas parmagima saplayip bi cekti. canim tavana zipladi. ama ses edemedim. bebek daha. o da bi hata yaptigini anlayip sirnasti baya. ben de kih kih, diye guldum gozumden yas gelirken. napiyim. daha simdiden ailede kedi fobisi olan 4 insani sempatizan yapti sevimliligi ile. beraber yasadiklari kisinin haletine burunurmus kediler. 2 gunlugune biraderde kaldi kedi. benle mirmir takilip sakin sakin yasayan canli geldiginde tavana pati atar hale gelmisti. ne yaptiysa artik kardesim. 2 gunde zor sakinlestirdim. simdi gene rutinimize ayak uydurdu. az sonra sesli kronik okuyacagim aklimda kalsin diye. o da kucagima yerlesip dinleyecek muhtemelen. oyle gorunuyor ki, ben bir yerlere basimi alip gidersem anneme de yaren olacak.
edit: nasi bir sey ki diye soranlar olmus mesajla. soyle bir sey ^.^ -
ekşi sözlük
2000'den beri okur, 2004'den beri yazarım. 15 sene, devam eden dönüşümünü gözlemlemek için yeterli galiba. çöp kutusuna attıklarım ile birlikte 8-10 bin entri girmişimdir buraya. karakter bazında bakıldığında 2-3 doktora tezi kadar yapar he. lisansta ödev hazırlarken, ödevim olan konulara dair, kitap başlıklarından kesin bir yorum ya da fikir edinirdim burada. zihnimi açardı o entryler. zaten yazar olduktan sonra ekseriyetle öyle kullandım ben de sözlüğü. hala okuyup 'her yerde bulunmaz bu bilgi' dediğim şeyleri ekliyorum. sonuçta google'da aratılınca hala ilk sonuç burası. arayacak olan burada bulsun, diyorum.
2006'ya kadar sözlüğün yapısı da böyle devam etti. o vakte kadar, sözlük gerçekten sözlüktü. hala, bir başlığa bilgi almak için bakacağım zaman, 2006'ya kadar yazılmışlara bakarım. ondan sonra da be-gayet sağlam yazarlar çok güzel entryler girdi/giriyor ama evvelden farklıydı. burası ciddi ve hakikateli bir veri tabanıydı. yazarlar bir konuya dair en nitelikli bilgiyi imbikten süzer gibi eklerdi. entrylerin türkçesi lezizdi. tartışma çıkan başlıklarda dahi bir seviye vardı. forum değildi, tartışmada bir evvelki karşıt entry bir tez ve düzgün cümlelerle çürütülmeye çalışılırsı. her cümlenin sonuna amq koymak gibi paçozluklar da yoktu mesela.
neyse... bazen soğuyorum buradan, aylarca yazmıyorum. sonra dönüp dolaşıp gene geliyorum. sonuçta, aynı zamanda bir nevi not defterim bu site benim. ve bu sabah fark ettim. o halini, 2006'dan evvelki sözlüğü çok özlüyorum ben de.