abicimbenigaribangoruyolarabi6
profili

  • ziraat bankası'nın simit sarayı'nı satın alması

    ziraat finans grubu'na bağlı ziraat girişim sermayesi yatırım ortaklığı'nın, ekonomik olarak zor günler geçiren simit sarayı'nın %51 hissesini hükümete yakınlığıyla bilinen kavukçu yapı'dan devralmak için rekabet kurulu'na başvuruda bulunması durumudur.

    "yine kimin parasını kurtarıyor bunlar" diye düşünenler için amme hizmeti; simit sarayı akp'ye yakınlığıyla bilinen 3 ortaklı bir firma iken şirketin %10 hissesini 2017'de fawaz al hokair isimli suud bir şirket tarafından 100 milyon dolar bedelle almıştı.

    ben kendi yağında kavrulmaya çalışan bir çiftçinin oğluyum. bu adamlar 1 dakikalık reklam için arda turan'la burcu esmersoy'a dünyanın parasını verirlerken biz gecemizi gündüzümüze katıp tarlada çalıştık. biz battık, kurtarmak için tarlayı sattık. adamlar batıyor, hükümet el uzatıyor.

    çok kanıma dokunuyor bu iş de ne desen gg.

    edit: şuraya biri tarım ile ilgili olup 2015'te biri de hayvancılıkla ilgili olup 2017'de girilmiş iki entry bırakayım. vakti olan okusun da tarım ve hayvancılık konusunda ülke olarak ne durumdayız ve bu duruma nasıl geldik en azından fikir sahibi olsun.

  • fenerbahçe

    ersun yanal önderliğinde de ne yazık ki başarı sağlayamayacak olan takım, takımım.

    şimdi size ersun hoca’nın ali koç tarafından neden tercih edilmediğini ersun yanal’ın oynattığı futbolu hayranlıkla izlemiş ve gidişi içinde ukde kalmış bir fenerbahçeli olduğumu belirterek ve kendi gözlemlerime dayandırarak açıklayacağım. umarım faydalı olur.

    ersun hoca gelir gelmez “fenerbahçe defans yapmaz, yaptırır.” sözü ile hepimizin gönlünü çaldı; doğru. dediğini de yaptı çünkü o zamanki kadro buna çok müsait oyunculardan oluşuyordu. hücum futbolunu benimsemiş bir hoca olan ersun yanal, fenerbahçe’nin başında iken elindeki oyunculara güvenerek oyunu rakip sahaya yıkan bir oyun stili ile maçlara çıkıyordu. mevcut kadro ile bunu yapabilmesi mümkün değil. daha net anlaşılabilmesi için bu noktadan sonra konuyu oyuncular üzerinden, maç içi varyasyonları göz önünde bulundurarak anlatacağım.

    ersun yanal döneminde fenerbahçe’nin gizli kahramanı ya da takımın beyni emre’ydi. oyunu orta alandan ileriye doğru kuruyor, eğer kuramazsa topu boşta olan bek oyuncusuna aktarıp onların oyun kurmasını sağlıyordu.

    şu anda fenerbahçe’de emre’nin o zaman ortaya koyduğu performansı koyabilecek bir futbolcu yok. benzia çok yetenekli fakat fiziki olarak oyunun içinde yok. eljif hırsıyla bizi büyülüyor ama onun da emre kadar tecrübesi yok.

    bir kere o kadroda emre ve meireles gibi premier lig, serie a ve liga nos gibi liglerin üst düzey takımlarında uzun süre oynamış iki tane box to box oyuncu vardı, bu kadronun tamamında böyle bir tecrübe yok.

    emre topu beklere vererek oyun kurduruyor demiştik. şu anki beklerimizin oyun kuracak potansiyeli ne yazık ki yok. iyi niyetlerine inanıyorum ama ne yazık ki hasan ali’nin caner erkin, şener ya da ısla’nın da gökhan gönül’ün performansına yaklaşma şansı yok.

    ersun yanal döneminde mehmet topal sıklıkla stoperlerin arasına kayıyor ve fenerbahçe bek oyuncularını ileri iterek 3-5-2 formatına dönüyordu. mehmet topal aynı tempoda değil, alternatif oyuncular bu oyun şablonuna uyum sağlayacak tipte oyuncular değil.

    beklerini oyun içi varyasyonlarda bu şekilde kullanan bir fenerbahçe görmek, dani alves ya da jordi alba gibi bek oyuncularına bayılan bir adam olarak beni gerçekten mest ediyordu; şu anda aynı verimi mevcut bek oyuncularından almak mümkün değil.

    iç forvet olarak çıktığı maçlarda sırtı kaleye dönük oyun tarzı ile sergilemiş olduğu performansın neredeyse aynısını yüzü kaleye dönükken de sergileyebilen kuyt’un bu performansını frey’den almak pek olası değil.

    kuyt’ın, sow’un ya da emenike’nin oyun içerisindeki alan değişikliklerini slimani, frey ve ayew’den beklemek hayalden başka bir şey değil.

    şu anda ofans hattını oluşturan valbuena, slimani, frey ve ayew’in, o zaman ofans hattında bulunan sow, emenike, kuyt ve webo’nun sergilediği performansa ulaşması ne yazık ki ihtimal dahilinde değil.

    sonuç itibariyle ersun yanal fenerbahçe’si ile günümüz fenerbahçe’si arasında dağlar kadar fark var ve bu yıl gereğinden fazla hayal kırıklığına uğradık zaten arkadaşlar dolayısıyla şu noktada yönetime ersun hoca baskısı yapmak yepyeni bir hayal kırıklığından başka bir şey değil.

    ersun yanal’ı fenerbahçe’nin başında #yeniden görmeyi elbette ki çok isterim ve göreceğime de inanıyorum ama onun oyun şablonuna uyum sağlamayacağı apaçık belli olan bu kadro ile değil. sevgili fenerbahçeliler lütfen ersun yanal ısrarına devam edip hem ersun hoca’mıza, hem ali başkan’ımıza, hem de fenerbahçe taraftarına aynı çileleri tekrar çektirmeyin.

    bize acele para lazım, bunun için de oyuncu satmamız gerek.

    avrupa'nın fenerbahçe'yi takip etmesini ya sansasyonel başarılar elde ederek ya da isim yapmış bir hoca getirerek sağlarız. sansasyonel başarılar elde edeceğimiz bir kadro ne yazık ki elimizde yok. bu durumda ister istemez 2. şık ön plana çıkıyor.

    şu anda mevcut kadronun en başarılı olacağı oyun varyasyonu 4-2-3-1 ki son 5 yıla baktığında ülkemizde şampiyon olan takımların tamamının bu oyun dizilişi ile oynadığını görebilirsin. hem bu oyun stili ile oynayacak hem de bakışları üzerimize çekebilecek ve bizi başarıya ulaştıracak iki yabancı hoca mevcuttu.

    bu iki isimden 1.si leonardo jardim'di, arabistan'a gitti. 2. isim jorge sampaoli. arjantin milli takımı'nda çok kötü sonuçlar alsa ve güvenoyu ciddi manada sarsılsa da şu anda boşta olan, dünya kamuoyunda takibi yapılan ve bu taktiği en iyi uygulayan hoca o.

    en kısa sürede bu konu ile ilgili detaylı bir çalışma yapılmalı ve çok geç olmadan ali bey'e sunulmalı.

  • ismail köybaşı

    gregory van der wiel - simon kjaer - martin skrtel - ismail köybaşı

    şu geri dörtlüye bakıyorum; sol bek, requiem for a dream'in requem kısmı amk ya.

  • fatih terim

    bir sonraki turnuvada biz bitti demeden bitmez gibi iddialı sloganlar kullanmak yerine el siki ile gerdeğe girilmez sözünü kulağına küpe edinmesi gereken tarator.

  • pkk'lıya da gittik dhkp-c'liye de gittik

    pkk'nın siyasi kadrosu ile dünyanın bir köşesinde gizli gizli görüşüp, sonra meydanlarda bas bas bağırarak inkar edenlerden daha samimi bir adamın açıklamasıdır.

    ek olarak hapishanelerde yatan ve sağlık sorunları olan mahkumlarla chp'nin yaptığı görüşmeleri anlatan koskoca bir paragrafın içinden orospu cımbızı ile alınmış bir cümledir.

    kılıçdaroğlu'nun yapmış olduğu açıklamanın tam metni şöyle; "biz kadına da saygı duyarız, çöpten kağıt toplayan adama da saygı duyarız. kimin sorunu varsa ilgileniriz ve hiç ayrım da yapmayız. biz hapiste hasta yatan pkk'lıya da gittik, dhkp-c'liye de gittik, kader kurbanı olana gittik, diğer islami kesimden kendisini tanımlayıp hapiste yatan, sağlığı olmayan, zor olan insanlara da gittik. hiçbir ayrım yapmadık çünkü hapse gir..."*

    ama siz; öylesine rezil, öylesine sefil, nemalanmayı öylesine şiar edinmiş insanlar tarafından güdümlendiniz ki elbette o kelimeleri o paragrafın içinden çekecektiniz. yapmayın, madem mübarek ramazan ayı; kula bu kadar kulluk etmeyin.

    alanında ilk 10'da olan bir fakülteden mezun oldum. 1 senedir iş bulamıyorum. sosyal, ekonomik ve psikolojik açıdan son derece kötü durumdayım. intihar etmeyi gerçekten düşünüyorum ve günün birinde daha fazla dayanamayıp intihar edersem bunda senin de emeğin var güzel kardeşim. çünkü ak parti ülkeyi inanılmaz bir buhrana sürüklüyor ve sen sorgulamak, ses çıkarmak, gerekirse kafa tutmak yerine bu adamlara alkış tutuyorsun. ben,bir yokuştan aşağı freni patlamış kamyon gibi inen bu ülkenin problemlerini görüyor ve başka bir partiye oy vermekten başka hiçbir şey yapamıyorum. bu ülkeden de kaçamıyorum.

    gel elele verip bu ülkeyi yine eski günlerine döndürelim, yoksa hiç iyi olmayacak.

    işler içinden iyice çıkılmaz bir hal alırsa eğer ben çok uzun zaman önce göze aldığım gibi intihar edeceğim. sense türkiye'de aktif durumda bulunan 5'i dini motifli, 4'ü yasa dışı sol, 3'ü bölücü, 12 terör örgütünden herhangi birinin saldırılarını, büyük istanbul depremi'ni ya da sonrasını, marmaray'ın kaymasını, hızlı trenin hatasını, bir metrobüs kazasını, bir üst geçidin yıkılmasını ya da bir çınarın devrilmesini endişe içinde bekleyeceksin.

    edit: imla.

  • cizre

    lüleburgaz'daki adama bir haftadır uyku uyutmayan ilçe.

    ben askerliğimi ankara'da, askerden çok fazla sivil memurun bulunduğu bir kışlada yaptım. gazetecilik mezunu olmanın sıkıntılı tarafları insanın karşısına devamlı çıkıyor, burada da nasibimi aldım. kendi tertibim olan arkadaşlar memurların yanında görev alırken ben sırf bölümümden dolayı göz önünde bulunmayayım, yarın öbür gün gazeteci olursam burada görebileceğim sıkıntılı şeyleri yazmayayım diye gece kollukçusu yapıldım.

    bilmeyenler için anlatayım, gece kollukçusu kulelerde nöbet tutan askerlerin değişiminden ve var ise eğer kışla içerisindeki depoların gözetiminden sorumludur. silahlıkta, koğuşlar bölgesinde, depolar bölgesinde, santralde ve nizamiyede bulunan nöbet defterlerini imzalayıp nöbetçileri değiştirir.

    gece nöbetçileri en sıkıntılı, ortalıkta en az görülmesi gereken tiplerdir. bunun için gece görevlendirilip gündüz uyutulurlar.

    hacı ile burada tanıştım ben. cizreli. hacı iri, hacı kuvvetli, hacı kaba, hacı nobran. konuşmaz, dokunmaz, kavgaya bile karışmaz; sadece bakar. sert bakar ama. bakınca kavgaları bile ayırır. öyle bir bakar ki albay'a siktir çeken er bile susup kalır karşısında.

    -24 derecede, sabaha karşı kolluk atarken dışarıda gördüm bir gece ağlarken. allah allah. ulan hacı nasıl ağlar? kimi astsubayların bile çekindiği bir adam neden ağlar? bişey diyemedim, çekip gittim o gece.

    ertesi gece yine aynı. dayanamadım, gittim yanına. "hayırdır hacı?" dedim. bi bebek fotoğrafı gösterdi. düşük çözünürlüklü bi telefonla çekilmiş, çarşı izninde internet kafeden çıktısını almış; belli. "benim." dedi, "herab, ölecek.". ben anlattım, o dinledi o gece. ara sıra başını salladı, ara sıra tekrar ağladı.

    ertesi günün akşamında yine gittim yanına. "bebek nasıl?" diyorum başını sağa sola sallıyor. "öldü mü?" diyorum, tekrar sağa sola, "iyi mi?" diyorum yine sağa sola. rıdvan vardı vanlı, kürtçe'yi aç kalmayacak kadar öğretti bana 6 ayda. "abi" dedi, "napisen?, "konuşuyoruz." dedim. "biramin" dedi, "gundidir o, hiç türkçe bilmez. ondan nizamiyede." geldi, tercümanlık yaptı rıdvan. ben sordum, rıdvan çevirdi, hacı cevapladı. kızı mardin'e götürüp hastahaneye yatırmışlar, iyiye gidiyormuş. nöbet değişikliği saatine doğru ayaklandım ben, onlar da kalktılar. koluna hafifçe vurdum hacı'nın, o da elini omzuma attı. şöyle bi gülümsedi. ulan acaba kız iyiye gidiyor diye mi gülümsedi, yoksa dostça bana mı gülümsedi?

    cizre taraflarında bir mezrada doğmuş hacı. 18 yaşına kadar hayvan alıp satmak dışında cizre'ye bile inmemiş. 18'inde evlendirmişler, cizre merkeze yerleştirmişler. askere gelirken karısını 3 aylık hamile evde bırakmış.

    çok az kelime bilirdi hacı. hayatında cizre'ye bile en fazla 10 kere gitmiş adam ne bilsin? komutan, içtima, nöbet, kışla, çarşı, yemekhane yatakhane, mermi, mazgal, emredin, emredersiniz, sağ ol. hepsi bu kadar.

    her nöbet değişiminde doldur - boşalt istasyonuna gittiğimden olsa gerek "kurma kolu" derdi bana. "lan olm," derdim işaret ederek; "sen hacı, ben metin." başını sağa sola sallardı her seferinde. "ben hacı," derdi, "sen kurma kolu." her seferinde yarılırdık.

    "kurma kolu, cigaram heye?" derdi, sigara isterdi. "tınne." derdim, vermezdim. gülerdi. "para tınne, karı tınne, cigara tınne, sıkıntı zaf, roj zaf." derdim. para da karı da sigara da yok; şafak karanlık, sıkıntı çok demek isterdim. buna çok gülerdi. hasiktir demeyi bilmezdi lan. hasiktir denilecek durumlarda uzun uzun yüzüme bakar, "kurma kolu çek bırak!" derdi adam.

    astsubay vardı bi tane, kulakları çınlasın. "lan olm sevişiyonuz mu karanlıkta, nabıyonuz amına koyayım?" derdi. nöbetçi olduğu bi gece arkamızdan yürüyerek takip etmiş bizi, o gece nöbetçi olan bölük komutanımız nizamiye'ye gelip hacı'nın olmadığını görünce "komutanım bunlar ikisi de deli amına koyayım. biri kürtçe bilmiyo, biri türkçe bilmiyo; ha bire bişeyler konuşuyolar, ellemeyelim." demiş. gülüşmüşler.

    çok dertleştik hacı'yla. geceleri nöbet değişimine giderken ben nöbeti yoksa eğer o da gelirdi benimle. komutanlar da göz yumardı, bütün kışlayı gezerdik. o kürtçe anlatırdı, ben türkçe anlatırdım. onaylamamamız gereken şeylere olur, onaylamamız gereken şeylere olmaz anlamına gelen tepkiler verirdik. anlatan dinleyene ters ters bakardı önce, sonra gecenin kör vaktinde, ankara ayazında gülmekten katılırdık.

    benim kalbim bir haftadır cizre'de atıyor arkadaş. uyku uyuyamıyorum amına koyayım. vurmayın lan hacı'yı.
    kürt'tü; üstelik türkçe de bilmezdi ama askerliğini adam gibi yaptı hacı.
    eşine, çocuğuna kavuşmaktan başka isteği yoktu.
    bir an önce kavuşayım diye izin kullanmadı.
    vurmayın hacı'yı, vurmasınlar.
    yeni kavuştu sevdiklerine.

    edit: imla.