sadeceeksi1
profili

  • ayrılığı anlatan en güzel söz

    ayrılığı anlatan en güzel sözü bilmem ama en güzel şiiri şükrü erbaş yazmıştır kanımca:

    ayrılık ne biliyor musun?
    ne araya yolların girmesi
    ne kapanan kapılar
    ne yıldız kayması gecede, ne güz
    ne ceplerde tren tarifesi
    ne de turna katarı gökte
    insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
    ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini
    birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine
    ardında dünyalar ışıyan camlar dururken
    duvarlara dalıp dalıp gitmesi
    türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık
    ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek
    birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun
    insanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi
    bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde
    saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin
    parmaklarını sözüne pınar edememek
    uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça
    ışıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan
    çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun
    evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması
    ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme
    yalnızca gölge vermesi ağaçların
    iyiliğin küfre dönmesi ayrılık
    güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya
    başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş
    iki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı
    hüznün arması, süren korkusu inceliğin
    ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan
    şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını?
    bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu
    bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını
    boşluğa bir boşluk katmadığını
    kar yağdırmadığını yaz ortasında
    ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı
    ben bulutları gösterirken "bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna"
    yanıt aramanla halkalanmış
    aşkın şarabının ağzını açtım, yâr yüzünden içti murt bende kaldı
    türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş
    dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip
    "bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?" dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan
    ne mi yapacağım bundan sonra?
    ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce
    şiir okumayacağım bir süre
    hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim
    senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim
    yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım
    ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında
    gençliğimi anımsamak için
    emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım
    fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye
    içinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim
    mican türküsünü asacağım yerlerine
    falcı kadınlara inanmayacağım artık
    trafik polislerine adres sormayacağım
    geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye
    fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne
    büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım
    nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım
    şaşırma! yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime.
    ne yapacağımı sanıyorsun ki?
    tenin tenime bu kadar sinmişken
    ömrüm azala azala akarken önümde
    gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken
    senin korkularını
    benim inceliğimi doldurup yüreğime
    bıraktığın boşluğu yonta yonta
    binlerce heykelini yapacağım.