siyah giysili adam1
profili

  • ekşi itiraf

    inenlere müsaade etmeden tramvaya, metroya, metrobüse, otobüse binmeye çalışanları birer organik stres topu olarak kullanıyorum. metropol hayatına dayanabilmek için.

    diyelim ki tramvaydayım. ben genelde tramvaydayım. ineceğim durağa yaklaştığım anda en yakın kapıya gidiyorum. kendimi kapıya ortalayıp bir rugby oyuncusu gibi pozisyon alıyorum. oyunbaz, muzip ve sapıkça bir sabırsızlıkla beklemeye başlıyorum. çok geçmeden tramvay durağa giriyor ve duruyor. kapılarını açtığı anda ise kendimi var gücümle dışarı atıyorum. artık karşımda genç mi var, yaşlı mı, erkek mi, kadın mı, hiç umursamıyorum. fark etmiyorum bile doğrusu. o anda ben tüm niteliklerimden sıyrılıp yalnızca “tramvaydan inmeye çalışan herhangi biri” oluyorum. kapı açılır açılmaz bir ayağını içeri atanlar ise “inenlere yol vermeyen canlı birimleri” oluyor.

    ben öyle hücum oyuncusu gibi önümdeki kalabalığı bile isteye ezip geçerken bazen küfür yediğim de oluyor bunun için. geçenlerde de biri paltomun sırtını tutacak gibi oldu da eli kaydı galiba, tutamadı. kimdi, neye benziyordu, hiçbir fikrim yok. kesin küfür de etmiştir, bilmiyorum. kulaklarım kulaklıklıydı, duymadım. eğer ettiyse muhtemelen «yavaş amına koyim ya» demiştir. ben de onun amına koyim ya. 2-1.

    son 12-13 senedir profesyonel olarak toplu taşıma araçlarına biniyorum ve özellikle tramvaylardan bu ritüelle inmeye başladığım son 2-3 senedir kendimi ortamın barbar alfası gibi hissediyorum. the fittest. canım sıkkın olduğunda, içimi bir öfke kapladığında, bir şeylere, birilerine patlayasım olduğunda kendimi ilk fırsatta tramvaya atıyorum. zeytinburnu... cevizlibağ... laleli... kapı açılıyor ve saniyeler içinde tüm sinirim, tüm stresim artık o sırada karşımda kim vardıysa onun sayesinde akmış gitmiş oluyor. şimdi düşününce belki teşekkür etmeliyim onlara. diyalog şöyle olmalı:

    — yavaş amına koyim ya!
    — çok teşekkürler efendim, sağ olun.

    bunda yalnız olmadığımı bilmek de beni memnun ediyor. birkaç ay önce julio cortazar’ın 1950’de yazdığı romanı sınav*i okurken tanıştığım stella da meğer benim kafadaymış. buenos aires tramvayından inmeye çalışırken arkadaşı clara’nın çömez bir matadorun sesiyle «lütfen yol verir misiniz» dediğini işiten kankim stella içinden şöyle geçiriyor:

    — tramvay yolcularına dirseklerinle hükmedeceksin.

    fakat bunu güncellemek, 2020’ye taşımak lazım: toplu taşıma aracı yolcularına omuzlarınla hükmedeceksin. omuzlarınla ve çantanla. tanımadığım insanlara dirsek atacak kadar barbarlaşmadım daha, stella, sen beni ne sanıyorsun?

    sabah olsa da tramvaya binsem.