şu hayatta görülüp görülebilecek en sevgi dolu, en hümanist insanlardandım bundan yıllar önce.
insanlara değer verirdim, insanları önemserdim.
artık insanları sevmiyorum, artık insanlara değer vermiyorum, artık insanları önemsemiyorum.
insanlara, özellikle bu ülkenin insanlarına dair içimdeki tüm güzelliklerin ve gençliğimin katilidir kendisi.
kendisi ve kendisinin ardı sıra; sorgusuz sualsiz, düşünüp tartmadan, yalnızca din kisvesi adı altında yol alan herkesten iğreniyorum.
tek bir insanın doyumsuzluğunun, bütün bir ülkenin felaketine neden olmasını ve bunun o insanın destekçileri tarafından görülemiyor olmasını sindiremiyorum.
tüm hümanist duygularım, jiletle kazındı adeta ruhumdan. şahsi olarak yalnızca bunun için bile asla affetmeyeceğim kendisini.
seskontrol3 profili
-
recep tayyip erdoğan
-
ekşi itiraf
üniversitede bir projede görev almıştım, çocuk esirgeme kurumundan çocuklarla çalışmıştık. hepsi pırıl pırıl, hepsi masum, hepsi kırılgan, hepsi sevgiye aç birbirinden güzel çocuklar...
biri bambaşkaydı ama, tuğçe.. annesini üç yaşında kaybetmiş, babası hayırsızın teki, yaşadığı şehirdeki shçek şubesinde yer olmadığı için izmir'e sevk edilmiş. sapsarı saçları, upuzun kirpikleri, yemyeşil gözleriyle daha bir başka parlıyordu tuğçe. bir gün bana sımsıkı sarıldı, "annem gibi kokuyorsunuz öğretmenim" diyerek. dilim tutuldu, göz pınarlarımdaki gözyaşlarıma hakim olabilmek için kendimle savaştım. yeleğindeki bir iğnede nazar boncuğu ile minik bir yunus figürü takılıydı, çıkardı benim yeleğime taktı. "bu bana annemden kalan üç şeyden biri öğretmenim, siz de bana annemi hatırlatıyorsunuz, artık sizin olmalı" dedi. engel olamadım bunu yapmasına, kıramadım; öyle güzeldi ki... boş bir sınıfa kapanıp bir saat boyunca ağladım.
proje bittikten sonra onu ziyaret etmeye devam ettim; kimi zaman onu görebildim, kimi zaman "tuğçe size çok bağlandı, bu kadar sık gelmemelisiniz" diye geri çevirildim. en son yaklaşık dört yıl önce gittiğimde tuğçe'nin artık burada olmadığını, yaşadığı şehirdeki shçek'te kontenjan açıldığı için oraya sevk edildiğini öğrendim ve kahroldum. ona ulaşabileceğim hiçbir kanal yoktu çünkü. ne cep telefonu ne de bir sosyal medya hesabı. bir fotoğrafımız bile yoktu tuğçe'yle ya da sadece onun bir fotografı. o yelekten çıkarmadığım yunus figürlü nazar boncuğuna bakıp bakıp ağladım uzun süre, hep özledim.
bu gün vefat haberini aldım tuğçe'nin. on üç yaşında küçücük bir kız çocuğu, lösemiye yenilmiş. ruh gibiyim. gün boyunca ne söyledim, ne işittim, ne yedim, ne içtim hiçbir fikrim yok.
saatlerdir o nazar boncuğuna bakarak ağlıyorum. yaşayamadığı özgürlük ve şımarıklıklara mı üzüleyim; acımasız yüzünü fazlasıyla gördüğünü düşündüğüm dünyanın, ona daha fazla acı çektiremeyecek oluşuna mı sevineyim bilemiyorum.
çocuk esirgeme kurumlarında haberdar olmadığımız ne trajediler yaşandığını düşündükçe hayattan soğuyorum. bu trajedilere eş zamanlı artmayan maaşından, bir üst modeli çıkan cep telefonundan ve arabasından, olmayan rugan topuklu ayakkabısından, uygun fiyata yaptıramadığı tatil rezervasyonundan yakınan insanların varlığını düşününce ise çıldıracak gibi oluyorum.
bu çirkin dünyanın bir parçası olmaktan nefret ediyorum. keşke içimdeki sevgi ve merhameti, ihtiyacı olan tüm çocuklarla paylaşmaya fırsatım olsaydı. keşke ihtiyacı olan herkese ulaşabilecek imkanım ve yardım edebilecek maddi gücüm olsaydı... -
ideal öğretmen
"her çocuğa ulaşamayacağımı bilecek kadar gerçekçi ama her sabah kalkıp bunun için çabalayacak kadar iyimserim."
preston morgan
öğretmenlik öğretme işi değil; bir bireyin ruhuna ve hayatına dokunabilme, bireye bakış açısı ve vizyon kazandırabilme sanatıdır.