(bkz: neo zoruna mı gitti)
Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.
Sozlock Ekibi
Ekşi Sözlük Debe Listesi
-
1. matrix'te yaşama ihtimalimiz %50
-
2. barcelona real madrid bayern münih beşiktaş
(bkz: şarap viski bira tiner)
-
3. siz bu cezayı 15 temmuz gecesi ödediniz
süper olay. hemen trafiğin anasını sikmeye başlıyorum.
-
4. 10 eylül 2016 pegasus rezaleti
okuma durumu olmayanlar için özet: aynı koltuğun 20 kişiye satılma durumundan kaynaklı rezalettir.
sabah 09:45 antalya uçağı için 4 arkadaş havalimanına geldik; aramızda iki kişi önceden check-in yapmadığı için; onlarla birlikte sıraya girdik; yaklaşık 1 saatlik beklemenin ardından; -doğaldır bayram yoğunluğu vs- bankoya geldik; görevli kişi utana sıkıla; diğer 2 arkadaşımıza bilet veremeyeceğini, uçakta koltuk sayısından fazla bilet satıldığını; şu an uçağın dolduğunu; isterlerse onları 3 sonraki uçakla gönderebleceklerini; ya da ücret iade yapılabileceğini söyledi ve bizi bir başka görevliye yönlendirdi. diğer görevlinin yanına gittiğimizde en az 30 kişi aynı durumdan muzdarip bir şekilde derdini anlatmaya çalışıyordu.
bayram öncesi; insanlara çektirilen bu çilenin ayıbı bir yana; ticari olarak izlenen bu strateji de şerefsizliğin dik alasıdır. tüm görevlileri ve başlarındaki yerden bitme patronlarına en derin küfürlerle hürmetlerimi iletiyorum.
edit: rezalet değil diyeninden tutun; yalan yanlış yazdığıma kadar bir sürü yorum yapılmış. ama "overbooking" var tamammm mı canımm söylemleri almış gitmiş. onlar da check-in yapsaymış lan diyen var. burjuva diyeninden, cahilliğimize kadar bir şey kalmamış. neyse; bu ülkede çok ta şaşırmamak lazım. burası kendi başına gelmediği sürece; başkalarının acılarından, uğradığı haksızlıklardan gocunmayanların ve aksine bundan zevk alanların ülkesi. son 14 senede yüz tane örneğini yaşadık. devam edin entel çomarlar. -
5. 10 eylül 2016 altan kardeşlerin gözaltına alınması
(bkz: yetmez ama evet)
-
6. 3 yaşa kadar tv tablet ve telefonu engelleyelim
3 yaşa kadar çocuklarda televizyon, telefon ve tablet kullanımını engellemek için aile ve sosyal politikalar bakanlığına seslenen, konu ile ilgili hazırlanacak kamu spotlarının ulusal kanallarda gösterilmesini ve ücretsiz seminer ve eğitimlerin verilmesini talep eden çok önemli kampanya.
change.org
kampanyanın tam metni için buyrun:
"çok geç olmadan bebeklerimiz için kamu spotu istiyoruz!
ülkemizde çocuklarda hatta bebeklerde özellikle sakinleştirme, yerinde oturtma, yemek yedirme ve çocuğun kendi kendine vakit geçirmesini sağlamak adına televizyon, tablet ve akıllı telefon gibi cihazlardan video izletmek, oyun oynatmak çok normal ve sakıncasız bir olgu gibi yerleşmiş durumda.
gelişim alanında çalışan biz psikologların, terapistlerin, kimi doktor ve öğretmenlerin bu durum ile ilgili net bir şekilde gözlemlediği sakıncalar son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar neticesinde kanıtlanır hale geldi. özellikle 3 yaşına kadar bebeklerin ve erken gelişim dönemi çocuklarının bu durumlara maruz kalmaları onların gelişimlerini çok olumsuz etkiliyor.
öyle ki, iletişim becerilerinde ve konuşmada geri kalmalardan tutun, tahammülsüzlük, aşırı hareketlilik ve dikkat süresi problemlerine kadar birçok olumsuzluklar gözlemliyoruz. hatta kimi zaman bazı çocuklar atipik otizm tanısı alacak boyutta etkileniyorlar ve geç kalınmış müdaheleler ile tedaviler çok zor, uzun ve kimi zaman etkisiz olabiliyor. neden? sadece bilinçsiz olduğumuz, miniklere verdiğimiz zararın farkında olmadığımız için.
daha düne kadar kimi telekomünikasyon firmalarının internet paketleri reklamlarını izledik, bebeklerin önüne konan telefonlar, takılan videolara ağlayan bebekler. bize de mesaj çok net verildi "bebeğinizin interneti takılmasın, yavrucak mutsuz olmasın!"
tüm bunlar okuma ve araştırma yatkınlığı olmayan toplum kesimlerinde bu cihazların bebeklere verilmesinin "normal" hatta "doğru ve güzel" olarak algılanmasına sebep oldu.
isminde bile "bebek" ifadesi geçen ve 7/24 yayın yapan tv kanallarındaki çizgi filmlere maruz kalan bebekler, iki - üç yıl sonrasında "farklı" halleri sebebi ile yadırgandılar, uzmanlara gösterildiler, terapilere ve tedavilere başladılar.
şimdi hep birlikte yetkililere sesleniyoruz!
ülkemizin tüm sosyal kesimlerinde bu konu ile ilgili farkındalık oluşması açısından öncelikli olarak aile ve sosyal politikalar bakanlığı tarafından bu konu ile ilgili hazırlanacak kamu spotu filmlerinin ulusal kanallarda gösterilmesi, yine ilgili bakanlıkların destekleri ile yerel yönetimlerin hazırlayacağı ücretsiz seminer ve çalışma grupları ile erken çocukluk dönemi gelişim problemlerini önleyici unsurların eğitimlerinin verilmesini talep ediyoruz.
3 yaşının altında çocuklarımızı ihmal eşliğinde televizyona ve tablete havale etmeyeceğiz!
uygun kamu spotu ile toplumsal farkındalığımızı arttıracağız.
bilinçli nesiller sağlıklı bebekler ve çocuklar yetiştirecek.
lütfen desteğinizi esirgemeyin, bu kampanyayı imzalayarak paylaşın
hassasiyetiniz için çok teşekkürler.
psikolog burak baduroğlu" -
7. hoşlandığı erkeğe açılan türk kızı olmaması
buna inanıyorsanız size kötü bir haberim var hacı:
muhtemelen siz çirkinsiniz, hiçbir kız size karşı öyle yoğun duygular hissedip açılacak kadar etkilenmiyor.
nereden mi biliyorum? :( -
8. 10 eylül 2016 kayserispor galatasaray maçı
riekerink yasin'i, selçuk'u oyundan çıkartarak tv'deki satılık yorumcuları şoke etmiştir. hopladılar hemen bruma, sneijder çıkmalıydı diye... susun lan köpekler sizi!
riekerink varsın bu maç kaybetsin maçı şu yasin ve selçuk'u oyundan çıkaracak kalitede birisi olduğu için alnından öpüyorum kendisini. adamsın. -
9. 31 aralık 2018 akk'nin kaldırılması
siz kaldırana kadar kickass.to kapandı orosbuçocukları.
-
10. bisiklet kullanımının yaygınlaşmaması
kendini bir bok sanan iktidar yalayıcısı bir ailenin mensubu, bisiklet süren size saatte 150km/h sürat ile çarpıp ölmenize neden olsa bile arabasının masrafını ailenizden isteyecek kadar hayatınızı karartabilir. (bkz: öldürdüğü kişinin ailesinden tazminat istemek)
bu ahval ve şerait içinde bırakınız bisikleti, sarı damperli kamyon kullanmak evlâdır. -
11. 10 eylül 2016 öcalan'a açık görüş izni verilmesi
barış kelebeklerinin açlık grevini bitirecek haber.
tam da kurban bayramı öncesi bitti greviniz, hadi gene iyisiniz götürürsünüz kavurmaları hevaller. -
12. kalp atışını hızlandıran şeyler
hoşlandığınız çocuğu okulda görmek. evet bu kadar basit. 26 yıllık ömrümde bu kadar heyecanlığım an sayılıdır.
üniversitedeyim o zamanlar.
yıllar evvel baya* hoşlandığım çocuğa uzun bir stalking sürecinden sonra bulup facebooktan mesaj atmıştım. o zamanlar facebookta ekli olmadığın kişilerin mesajları diğer kutusuna düşüyordu ve okuyup okumadığını bilemiyordun, tik işareti ya da okundu bilgisi yoktu. neyse. ben buna biraz komik biraz romantik bir şeyler yazmıştım kendimce. üzerinden bir gün geçti tık yok.
mesajı gönderdiğimin ikinci günü okul çıkışında gördüm ben bunu uzaktan ama mesajını almadan onu görmeye hazır değilim ve hiç olmadığı kadar heyecanlıyım. nabız 120-130 kesin. kalbimin sesinden başka ses duyamıyorum. ondan başka kimseyi de seçemiyorum, önüme koca bir duvar koysalar duvara tek başıma girerim o derece. ayaklarımın bağı çözüldü titriyor resmen, topuklu da giymişim zar zor yürüyorum. bayılıp kalacam ondan korkuyorum, kaldı ki ben soğukkanlı diye geçinirim ama inme geldi o an. neyse ki farketmedi bu beni arkadaşlarıyla geçip gitti yanımdan.
ama şimdi evliyiz ve çok mutluyuz. iyi ki atmışım o mesajı.. demek isterdim ama diyemiyorum amk. acayip g.t oldum, bir insan ne kadar g.t olabilirse ben daha büyük g.t oldum. yıllar geçti üstünden hala gelen giden mesaj yok. mal. mal diyorum çünkü o mesaja ancak bir mal kayıtsız kalabilirdi. -
13. 10 eylül 2016 magnum maserati çekilişi
6 adet şifreyle katıldığım çekiliş. çıktığı gibi maserati vergisi yardım kampanyası başlığına bekliyorum.
-
14. 10 eylül 2016 beşiktaş kardemir karabükspor maçı
fabri sağ kanattan yapılan vasat ortada çıkıp topu aldığı için 40 bin kişi ayaklanıp çılgınlar gibi alkışladı aq. adamlar kaleciye nasıl hasretse artık.
-
15. şafak sezer yeni kemal sunal'dır
naneli hıyarlı ıç bezelye yapılışı
naneli hıyarlı iç bezelye
1 kg taze bezelye (kabukları ayıklanmış)
500 g hıyar
12,5 cl. (1/2 su bardağı) tuzsuz tavuk (ya da sebze) suyu
2 çorba kaşığı taze nane (ince kıyılmış)
1/4 tatlı kaşığı tuz
bir tutam karabiber (taze çekilmiş)
bir tencereye 2 litre (8 su bardağı) su koyup, tencereyi harlı ateşe oturtarak, suyu bir taşım kaynatın. kaynayınca iç bezelyeleri koyup, yumuşamaya yüz tutuncaya kadar (3 - 4 dakika) haşlayın. tencereyi ateşten alıp, bezelyeleri bir süzgeçte süzerek, soğuk su altında çalkalayın. yeniden süzdürüp, bir kâseye aktararak, bir kenara bırakın.
hıyarları soymadan boylamasına 2'ye kesip, çekirdeklerini temizledikten sonra, verevine dilimleyin. bir tencereye 3,5 cm yükseklikte su koyup, içine delikli bu-, ğulama kabı yerleştirerek, tencereyi harlı ateşe oturtun ve suyu birtaşım kaynatın. kaynayınca hıyar parçalarını koyup, yumuşamaya yüz tutuncaya kadar (yaklaşık 2 dakika) buharda pişirin. tencereyi ateşten alıp, hıyarları bir süzgeçte süzerek, bir kenara bırakın.
başka bir tencereye tavuk (ya da et) suyunu koyup, tencereyi harlı ateşe oturtarak, tavuk suyunu bir taşım kaynatın. kaynayınca iç bezelyeler ve hıyar parçalarını koyup, ara sıra karıştırarak, 5 dakika pişirin. taze naneler, tuz ve karabiberi serpip, karıştırdıktan sonra, tencereyi ateşten alın ve naneli - hıyarlı iç bezelyeyi bir salata kâsesine aktararak, servis yapın.
not: bu tarifte istenirse, taze bezelye yerine 300 g dondurulmuş iç bezelye ya da konserve bezelye kullanılabilir. bu durumda dondurulmuş bezelyelerin, tencereye haşlanmadan eklenmesi gerekir. konserve bezelyeler ise, tencereye eklendikten sonra yalnızca 1 dakika pişirilmelidir. -
16. olcay şahan
kaptan.
bugün tribünlerden gelen tek tük tepkiler üzerine kenara gelirken ağlayacak gibiydi. neyse ki aklıselim taraftar hemen alkışladı olcay'ı. o an elini kalbine götürdü selamladı herkesi. aha o kalp öyle temiz ki, isterse bütün takım gitsin sen kal başkan, vallahi koymaz.
feda sezonunda küme düşmeye oynar dediğimiz takımda nasıl ayakta kaldıysa bugün de dimdik duruyor. nasıl bir oyun zekası olduğunu, takımın önde baskı kurmasında, takım savunmasında nasıl kilit rol oynadığını maalesef çok az kişi anlıyor, anladı. trivelası mrivelası yoktur ama şiddetle inen topu tek pasla forvetin önüne bırakır, şaşarsın. dakika doksanda derbi maçta yüz metre depara kalkar gözünü karartıp.
kendiyle dalga geçebilme yetisi bile bulunmaz nimet. müthiş sol ayağı bu takımın en büyük değerlerinden. sahada konuşulan bütün oyun dillerini anlayan yegane oyuncumuz. sevgimiz başka konu, saygımız ise vefa değil, adalet.
yarın gidip formasını alacağım oyuncu. -
17. her kırmızı ışıkta duran alık sürücü
kısa kollu gömlek giyen doblo çomarları tarafından "alık" olarak görülür.
-
18. çağla şikel'in çocuklarını neyle beslemesi
(bkz: alişan bunu beğendi)
-
19. işyerinde çatır çutur sıçan gamsız insanlar
ta kendisi olduğum insan.
işe yeni başlamıştım, ilk haftam veya ikincisi... sıçmam icabetti ve tuvalete girdim. tam kabine geçiyordum ki müdürüm de tuvalete girdi ve yandaki kabine geçti. ben kabine girme hamlemi yapmış bulunduğum için müdürü görünce vazgeçip geri dönemedim mecbur ben de girdim.
lakin müdür yandayken zart zurt sıçmak ayıp olacak düşüncesiyle oturup müdürün sıçıp gitmesini beklemeye başladım. bir yandan da acaba herif de benden utanıp benim sıçıp gitmemi bekler mi diye düşünüyordum. eğer böyle bir durum söz konusu ise ikimiz için de sessiz ve uzun bir bekleyiş olacağı endişesindeydim çünkü ben müdür çıkmadan sıçmama konusunda kesin kararlıydım. deneme sürem bile dolmamıştı, sıçamazdım. fakat ya o da sıçmaz bekler ise bu sefer ben nereye kadar bekleyecektim. bir süre bekleyip hiç sıçmadan çıkıp gitsem bu sefer müdür benim utanıp da sıçmadığımı anlayacaktı. bu kadar saçma bir şeyden utanmış olduğumu düşünmesi de ayrıca salakça bir durumdu. karşılıklı sıçmama süresi uzadıkça, benim yüzümden sıçamayan müdür bana uyuz olabilirdi. bu ihtimale karşı ben hadi açılış benden olsun diyerek sıçsam belki de benim düşündüğüm gibi utandığı için değil de kabız olduğu için henüz sıçamamış müdür oha ayıya bak şeklinde düşünebilirdi.
gayet basit bir sıçma işlemi saçma sapan bir paradoksa dönüşmüştü.
lakin müdür kabine girer girmez, sanki yan kabinde öküz varmışcasına patır kütür sıçmaya başladı. bir yandan bu kadar rahat davranmasına şaşırırken diğer taraftan utanmadan sıçmış olması da işime geliyordu. neticede bir noktada ben de sıçmalıydım.
o gün bu gündür işyerinde tuvalete girince hiç utanmam, direkt sıçarım. -
20. elektronik mühendisliği vs bilgisayar mühendisliği
elektronik mühendisi gelir biz sizin işinizi yapıyoruz siz bizimkini yapamıorsunuz der. bilgisayar mühendisine programlama sınavında çıkan soruyu gösterir. sonra bilgisayar mühendisi kendi sınav sorusunu gösterir. elektronik mühendisi de kanka ama siz bilgisayar mühendisisiniz olsun o kadar der.
based on true story.
aynı şekilde bilgisayar programlama okuyan bir kızın ya biz sizden çok daha iyiyiz deyip de 2.sınıfının 50 puanlık sınav sorusunun bilgisayar mühendisliğinin 1.sınıfında 10 puanlık quiz sorusu olduğunu görünce susması gibi bir şey. -
21. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
five dollars day.
1913'te 15.000 işçi çalıştıran bir işletmede bir yıl içinde 53.000 bin kişi işe alınmıştı. aynı yılın sonunda çalıştırdığı işçi sayısına 100 kişi daha ilave yapmak isteyen bir fabrika 963 işçiye yer vermişti. bunun dışında detroit işverenler derneği'nin genel sekreteri: "fabrikalar birer barut fıçısı, mutlaka bir şeyler yapmak lazım" diyordu.
bu bir şeylerin ne olduğunu ise bilen tek kişi henry ford'du.
otomobil sanayisinde günlük ücretlerin 2-3 dolar olduğu bir dönemde o, 1914 ocak ayında ücreti 5 dolara çıkardı, dokuz saatlik iş gününü sekiz saate indirdi. bu, five dollars day sloganıydı. ve sonuçlarını hemen almaya başladı. iş değiştirme binde birin altına düştü; işe gitmeme, çalışmama gibi "aksaklıklar" unutuldu. ford'un işe alma bürolarının önünde uzun kuyruklar oluşuyordu. üretim hızla arttı; 1913'te yılda iki yüz bin araba üretilirken, 1915'te beş yüz bin, 1919'da bir milyon, 1923'te iki milyon ve 1929'da beş milyon araba üretildi. üretim fiyatları ve dolayısıyla satış fiyatları düştü. ford'u ford yapan t modelinin satış fiyatı 1950 dolardan 290 dolara düştü. 1919'da ücretler 6 dolar oldu. henry ford 1919 yılında şöyle diyecekti; "sekiz saatlik iş günü için beş dolar uygulaması hayatımın en kârlı işi oldu ancak ücreti altı dolara çıkarmak bundan da büyük bir kâr sağladı." 1929 yılında ise günlük yedi dolar uygulamasına geçilmişti.
bu uygulama ford'a disiplinli ve sadık bir iş gücü sağlamakla kalmıyordu, aynı zamanda uçurumları büyütüp işçi sınıfı arasındaki farklılaşmayı da azdırıyordu. nitekim ford'da çalışan ile çalışmayan ayrımı yapılır duruma gelinmişti. başka bir ayrım da ford'da çalışıp "five dollars day" imkanına sahip olanlar ile olmayanlar arasında vardı. bu hakka sahip olmayanlar "altı aydan az kıdeme sahip olanlar, yirmi bir yaşının altındaki genç işçiler ve evlenip gitmeleri söz konusu olduğu için kadınlardı." bu hakka sahip olmak için iyi ahlak da gerekliydi. temizlik, ihtiyatlı olma, sigara içmeme, içki içmeme, kumar oynamama vs. dolayısıyla five dollars day aynı zamanda kontrol ve "terbiye" aracıydı.
five dollars day uygulamasının başka olumlu yönleri ise "iyi" işçilere iyi bir gelir seviyesine ulaşma olanağı yani ford fabrikaları için sadık bir pazar ve "güzel" çocuklar yetiştime imkanı yani ford fabrikaları için doğuştan sürekli bir iş gücü.
henry ford şöyle demiştir; "düşük ücret ödeyerek, yetersiz beslenmiş, hem fiziki hem de ahlaken az gelişmiş bir çocuk nesli yaratıyoruz. bunun sonucunda gerek fiziken gerekse ahlaken zayıf bir işçi nesli ortaya çıkacaktır. bu işçiler sanayiye girdiklerinde yetersiz ve verimsiz olacaklar. sonuçta fatura yine sanayiye çıkacak. benim başarım ödediğime bağlıdır. eğer çok para dökersek, insan yapısı gereği, bu para harcanacaktır. bu harcama da tüccarları, perakendecileri, imalatçıları ve bunun da sonucu olarak her türlü işçiyi zenginleştirir ve kişilerin refahını arttırır. bu refah da otomobillerimiz için talebin artmasıyla sonuçlanır."
ford şirketinin isteği üzerine 1929'da detroit'te gerçekleştirilen bir anket şu sonuçları ortaya koydu: her yüz işçi ailesinden 98'i elektrikli ütüye, 76'sı dikiş makinesine, 50'si çamaşır makinesine, 49'u gramofona, 47'si otomobile, 36'sı bir radyoya ve 35'i elektrik süpürgesine sahipti.1929'da abd'de ulaşıma sokulmuş 23 milyon otomobil vardı yani 100 kişiye 19 otomobil düşüyordu ki aynı tarihte ingiltere'de 3, fransa'da 2 otomobil düşüyordu. lastik sektörü, yan sanayiler, benzin ve tamiratla birlikte otomotive bağlı sektörlerde 5 milyondan fazla insan çalışıyordu. buna paralel olarak yol yapımı ve petrol çıkarma faaliyetleri de artıyor, kentler büyüyor, konut inşaatları görülmemiş bir hızla artıyor ve elektrik tüketimi on yılda üçe katlanıyordu.
kaynaklar: huw beynon, working for ford
the legend of henry ford
ford: the times, the man, the company -
22. seviştikten sonra kaybolan erkek
sorun kaybolmasında değil, öncesinde atılan taklada!!
ben de bu cümleye katılıyorum ama takla tek başına atılmıyor. konuya bir de erkek bakış açısıyla bakalım kimseyi kırmadan. dökmeden. maksat bakış açısı kazandırmak, dimi. maksat ayna olmak.
hayatınızda var olan erkekleri bu tip taklaları atan ve atmayan erkekler olarak ikiye ayırıp, takla atanlardan şikayetçiyim ve atmayan erkekler kıymetlidir gibi bir cümle kuruyorsanız, henüz kendi taklanızın farkında değilsiniz demektir. bu bir domino dansı.
bu konuya döneceğim, ama öncesinde bir hikaye anlatayım.
eskiden, çok eskiden, yazlıklar dutlukların arasına serpişmeye başlamışken giderdik yazın sahile. çadır falan kurardık. otostopla gezerdik. hoş çocuklardık. yani bence. doksanların ne kadar trend davranış tripleri varsa yapıyorduk. buz mavisi kotla üstsüz ve fit dolaşmak, saç uzatmak, gömlekler, kumsala yakılan ateşler, dolunayda denize girmeler, aşık olmalar, unutmalar vs. tüm bunlara hakkımız vardı. ergendik. bir grup vardı kızlardan oluşan. o gruptaki bir kızdan hoşlanıyorum ve akşam sahile, ateşin oraya gelince konuşacağım. zaten hoşlandığımı arkadaşlarıma söylemişim ve bir şekilde kızın haberi var. akşam gelirse o da istiyor demektir yani!
akşam oldu ve kızlar geldi. ben her zamanki triplerimle kıza biraz yürüyelim mi dedim. tabii dedi kız. yürüdük. ateş uzaklaşıyor ve ay bizi takip ediyordu. denizin sesi güzeldi. ben her zamanki cümlelerle kıza senden hoşlanıyorum dedim. her zamanki cümleler!! o zamanlar bir kalıp vardı. aslında her zaman bir kalıp vardır ve kalıpları bir gelip yıkana kadar o kalıp kullanılır. yeni kalıplar bulunur. neyse,
o zaman ki kalıp şu; erkek hoşlanıyorum derdi. kız çok tatlısın gülümsemesiyle biraz yaklaşır ve ben bu konuyu düşünebilir miyim der ve ertesi gün çıkma teklifinizi kabul ederdi. sonrasında geçen zamana orantılı yayılmış el tutmalar ve öpüşmeler olurdu. bazen biraz daha ileri gidilir aşıkmış gibi olunur ve güzel şeyler yaşanmaya çalışılırdı. sonra biterdi. biraz üzülürdün ya da bazen üzülmezdin. sonra, başka bir kıza yürüyelim mi derdin? o da ertesi gün kabul ederdi...
ismi hale idi. senden hoşlanıyorum dedim. kız şöyle bir baktı bana. cümlelerim öyle kalıplaşmış cümlelerdi ki, benden cidden hoşlanıyor musun yoksa derdin cinsellik mi dedi? (seks diyemedi. sanırım onun da kalıpları vardı) derdin cinsellik ise söyle, hoş çocuksun. bu cümlelere gerek yok dedi. ben hebelü hebdi sumani vonskana dedim. kızıl dereli gibi tutturulmuş saçlarına, üzgün ve sinirli bakan gözlerine baktım. yok diyebildim. derdim cinsellik değil.
sonraki günler buluştuk, öpüştük ve denizi dinledik bir kaç gece. kalıp cümleler kurmadım. daha doğrusu kuramadım!! kasıklarından karnına çıkmaya çalışan bir kertenkele dövmesi vardı şortundan görünüyordu. sonra bir gece, sevişelim ama biter dedi. neden dedim? her şeyi yaşamış oluyoruz dedi. sıkılmıştı sanırım ya da onun da atması gereken tripler vardı. bilemiyorum. ama trip atmaya hakkımız vardı. ergendik. neyse, biter dedi. bu söz bana incitici geldi o an. sanırım ondan fazlaca etkilenmiştim şu cümleler yüzünden. daha doğrusu nasıl davranacağımı şaşırmıştım. hayır dedim. kız gitti. ve bitti. arkadaşlarımın yanına döndüm ve her zamanki aşık triplerimle olanları anlattım. bütün yaz benimle dalga geçildi. ilerleyen günlerde olayı anlattığımı duyan hale, acır gibi bakıyordu bana yürürken. yani berbat bir yazdı tamam mı? şimdi gidin lütfen!
hikayem buydu. bu coğrafyada doğuyoruz. bu coğrafyada karşımıza çıkan kitapları, inançları, kadınları, erkekleri okuyoruz. kimi zaman kadınları/erkekleri kendimizi haklı hissetmek üzere değerlendiriyoruz. kimi zaman gerçeğe ulaşmak için. o yaz olanları anlattığım ve açık sözlü olamadığım için utandım ben. bir başkası orospu dedi. ben utandım. bir daha hiçbir şekilde bir kadınla yaşadıklarımı anlatmadım.
bir taşa çarpmıştım. o taşı kendimi yontmak için kullandım. çünkü, asıl taş, kaya, ilkel olan bendim.
yaşadığımız ilişkilerde taklalar atıyoruz. erkeğin belli cümleleri var ve o cümleler yaşanırken bir alışveriş var. alışveriş sadece yazıldığı gibi evlilik ve cinsellik parametresinde atılan bir takla değil. erkek evlilik kozunu kullanmak için romantik taklalar atmıyor. kadınlar da cinsellik kozunu kullanmak için bu taklaları attırmıyor. bu takla beraber atılıyor çünkü kalıplarınız var!!
siz bir erkeğe ya kes şu saçmalıkları, seninle sevişeceğiz zaten, yalan konuşma, gel şurada adam gibi bişiler içelim dediniz mi? hayır. neden? çünkü bu coğrafyada size öğretilmiş ve kafanıza kazınmış bazı şeyler var. kendinize dahi itiraf edemiyorsunuz sadece o anı yaşamak istediğinizi. kendinizin algısıyla, orospu falan olmaktan korkuyorsunuz. gelip buralara, keli şişmanı kim sevecek, adam mecnun du gibi şeyler yazıyorsunuz. oynanan tiyatro sizin aslında kendinize orospu dememeniz için oynanıyor. erkekler aynı coğrafyada kadınlara direk talebim seks der ise kadın gider diye ezberlemiş. aslında öyle değil ama ezberlenmiş. ve bu ilişki yumağına takılmışsınız. birlikte olduğunuz insan sizsiniz. şikayetçi olduğunuz insan sizsiniz. eğer o kalıptan ve tabudan çıkarsanız, birlikte olduğunuz insan da değişecek. bu konu bitecek!
kadınlar istekleri ile değil, çelişkileri nedeniyle tuhaf algılanırlar erkekler tarafından. ve o an bu çelişkilerinizi yüzünüze vurmak istemezler. çünkü sevişmek için içine girilmiş bir domino dansı bu ve yüzünüze söyleseler dahi sevişebileceğinizi, daha güzel olabileceğini tecrübe etmemişlerdir!! onlar için bu da üzücü...
ve yaşadığınız gereksiz bir acı! kadınsınız. erkeksiniz. yaşadıklarınızı değil, yaşama biçiminizi eleştirin! karşınıza çıkan kişiye, söyleyin. şu an hayatımda yaşamak istediğim ilişki şekli bu deyin! saygı göreceksiniz. ama hem yaşamak isteyip, hem kafanızdaki imajlarla ve tabularla mücadele edip, hem belki buradan bir ilişki çıkar gibi şeyler ile boğuşuyorsanız, bu çok üzücü ve yorucu. yapmayın bunları kendinize!
taş olun. yontun. taşa çarpınca kafanızın acısını değil, içinizin acısını ve nedenini düşünün. ve hayat karşınıza çok taş çıkarsın, güzel bir hayatınız olsun:)
sizi seviyorum.
o kadar doksanlar tripleri falan dedik. domino dansı dedik. şuraya konuyla alakalı bir şarkı koyalım.
dimi.
iyi bayramlar. bana tatil başlayınca bayram geliyo da... -
23. ismail saymaz
twitter'da son girisi ile yarmıştır.
"ekşisözlük'te hakkımda yazılan "cnn'deki kel adam" yorumunu şiddetle kınıyor, protesto ediyorum. benim alnım açık, kel değilim."
kim o aramızdaki brütüs? -
24. 10 eylül 2016 istanbul trafiğinin ülkeye yayılması
9 eylülde başlayıp bugün halen devam eden kavimler göçü... istanbul izmir istikameti (600km yaklaşık) bazı yerlrr hariç kilit noktasında. her yer 34 plaka... izmir istanbul yönüne giden bana istanbulda savaş mı çıktı dedirmistir. o derece. kaçıyor millet resmen.
o değil de kocaeli yalova bursa balıkesir manisa izmir muğla neredeyse tüm egenin trafiğini felç eden bu kadar araba istanbula nasıl sığiyor vay amk. allah sabır versin herkese. -
25. nagehan alçı
(bkz: akp'li)
kendisi tipik bir akp'li. bu memlekette hırsıza hırsız demek suç olduğu için, şerefsize şerefsiz demek de suçtur. o yüzden hakkında edebileceğim en ağır hakaret akp'lidir. ötesi yok.
zaten nagehan alçı ve kocası hakkında yazarken onur, şeref, haysiyet gibi kavramlardan bahsetmeyi, bu kadına değil, bu kavramlara hakaret olarak görürüm. kendisi zamanında kanal kanal en aşağılık, en adi, en ahlaksız kumpaslarla kotarılan ergenekon, balyoz davalarını sağını solunu yırtarak savunuyordu. sonra bu davaların ucuz birer tiyatro olduğu ortaya çıktığında bu kadın ve kocası utandı mı?
kendisi zamanında kanal kanal dolaşıp fethullah gülen'i sağını solunu yırta yırta övüyordu. sonra fethullah gülen'in terörist olduğu ilan edildiğinde, bu kadın ve kocasının ciddi ciddi utanacağını, bir an bile yüzlerinin kızarıp ar edeceklerini mi düşündünüz?
onu bırak; bu memlekette ne istedilerse vermeyenler, üstüne bir de 'dön artık, bu sıla hasreti bitsin' diye inleyenler, 'fetö değil fethullah gülen hocaefendi diyeceksin' diye insanları mahkemeye vermekle tehdit edenler, 'fethullah gülen türkiye'nin yetiştirdiği değerli bir kıymettir' diye sağı solu ayrı oynayanlar, fethullah gülen'in adını duyunca titreye titreye salya sümük ağlayanlar, 'cemaat devleti ele geçirmiş. buna kargalar bile güler' diyerek milletle alenen dalga geçenler bir an bile olsa utandı mı? yüzleri kızardı mı?
fethullah gülen'in götüne takılıp fetö davalarının savcısı olanlar, binlerce insanın onuruyla oynadılar, suçsuz günahsız hapislere attılar, hayatlarını kararttılar. milyonlarca gencin hakkı yenirken 'biz de onların karşısına 5 bin genci koyarız' diyerek fethullah gülen'i canı siper savunlar bugün bir gram lan, bir gram bile utanıyorlar mı?
hayırdır akp'li? neden bunlara da 'montaj, dublaj' diye zırlamıyorsun? çünkü yazıyorsun bu akp'li isimleri ve hemen arkasında fethullah gülen adını, youtube'da yüzlerce video karşına çıkıyor. baş fetöcuların villasında, sarayında, mercedes'inde, milletin meclisinde zerre utanmadan hala oturduğu bir memlekette, satılmış kalemlerin utanmasını beklemek zaten abesle iştigal. çok başı sıkışırsa, çıkar 'ben de kandırıldım' der, 'rabbim ve halkım beni affetsin' diye bir de acılı türkü çığırır üstüne. kaldığı yerden kocalı karılı semirmeye devam ederler.
en nihayetinde ederleri bir villa. ben veririm iki villa. beni överler. israil verir üç villa. onu överler. amerika verir dört villa. gider bir de onu överler. işin en mide bulandırıcı kısmı ne biliyor musunuz, bu tiynetteki akp'lilerin gelip de bugün size vatanserverlik dersi vermeye kasması.
nagehan alçı ve kocasına kızmaktan ziyade bünyemde yarattıkları etki bu. mide bulantısı, kusma isteği, ama daha ziyade acıma. zaten bir akp'li ile akp'li olmayan arasındaki fark da budur. nagehan alçı ve kocası gibi ederi belli insanların gelip de kendisini kanal kanal savunmasını, akp'li olmayan bir insan onuruna yediremez. 'bu mu beni savunuyor?' der, ar eder.
hakkında daha da yazmayacağım. bank asya'da 1000 liralık hesabı olduğu için, fetöcü ilan edilip işinden gücünden mesleğinden edilen binlerce insan varken, bu kadın ve kocasının bank asya'dan aldıkları milyarlık kredili villalarda oturması hakkında şunu diyebiliyorum sadece: her gün binlerce insanın bedduası eşliğinde, çoluğunla çoçuğunla güle güle otur villanda. -
26. beşiktaş
maçının olmadığı günlerin amına koyayım.
-
27. istanbul'da suni deprem planlıyorlar
ankara'nın caddelerine suni göletler yapan venedik sevdalısı adamın iddiası.
-
28. sözcü'nün ekşi sözlük entry'lerini haber yapması
sözlük yazarlarının adblocker kullandıklarını bildikleri için nasıl olsa çakmazlar diye düşünmüş olabilirler!
-
29. her pornodan sonra karımdan af diliyorum
"çok zor bir mesleğim var, korsan porno sitelerinin de dahil olmasıyla daha da zorlaştı."
adam resmen çekler dönmüyor diyen tekstilci gibi konuşmuş. -
30. küçük memeli kadınlar
kadındır diye cevaplanması gereken kadındır!
ek: insanların fiziksel özellikleri ile ilgili dalga geçmek güzel bir hareket değil. -
31. 10 eylül 2016 man utd manchester city maçı
bir çoğumuz unutmuştur diye söylüyorum:
iki takım arasında oynanan bu tempolu ve kıran kırana oyunun adı futbol -
32. 10 eylül 2016 hamit altıntop'un kulübede su içmesi
"genizine su kaçan hamit 6 ay sahalardan uzak"
-
33. transseksüel
hikayesini yeniden kurgulama cesareti olan insanlar. ait hissetmedikleri bir bedene mahkum olmayı reddeden ve bu uğurda toplumu karşılarına alma cesaretini gösterenler.
ne gariptir ki işini, eşini ve hatta oturduğu semti değiştirmekten bile korkan insanlar tarafından dışlanırlar. -
34. gökhan inler
sayesinde "dünyanın en iyi x'i" esprisini yapan bir iki sikimsonik gerizekalıyı daha engellememizi sağlamıştır.
-
35. 8 eylül 2016 pkk'lı öğretmenlerin açığa alınması
içinde yakından tanıdığım ve pkk ile uzaktan yakından alakaları olmadığını ve hatta pkk'dan ortalama bir akepeliden daha fazla nefret ettiğini adım kadar iyi bildiğim öğretmenler de var. bu liste iftiranın allahıdır.
listenin hazırlanış yönteminde iki ihtimal var:
1- damardan akepeli memur müdürlere/savcılara vs. fişleme yaptırılmış. fişlemeyi yapanların fişledikleri insanların pkk'lı olup olmadığını ölçebilecek aletleri yok. onlar da kafalarına göre biraz solcu gördüklerini ya da hem kürt olup hem de dindar olmayan/muhalif olan insanları da yazmışlar muhtemelen.
2- eğitim-sen'e üye olup genel itibariyle grev/eylem/iş durdurma gibi faaliyetlere katılanlar listelenmiş.
eskinin bazı solcu sendikalarında bugün artık kürtçülük yapan bazı grupların etkili olduğu doğrudur. bunu ben burada ya da bulunduğum diğer ortamlarda defaatle eleştirdim. ancak böyle olması bu sendikalara üye olan herkesin ya da bu sendikaların eylemlerine katılan herkesin pkk'lı olduğunu göstermez. hatta öyle olabileceğini düşünmek saçmalıktır.
kürt meselesi hakkında kendi algımdaki kemalist bakış açısı ile en fazla yazı yazmış adamlardan biri benim burada. kürt meselesinde sadece iki zıt nokta yok. bu meselede insanların aldığı pozisyonları ancak bir spektrum aracılığı ile grafikleştirebiliriz. bu spektrumda en genel itibari ile şu üç şeyin birbirinden ayrılması gerekiyor:
1-doğrudan pkk sempatizanı olmak
2-kürt meselesinde "kürtlük" etnik kimliğinin ve bu kimliğe mensupların dezavantajlı olduğunu düşünerek empati duygusu ile pkk'ya karşı ama siyasal kürt hareketine sempatizan/üye/seçmen olmak.
3- kürt meselesinde hem pkk'ya hem siyasal kürt hareketine karşı olmak; ikisini iç içe geçmiş unsurlar olarak görmek ama kürtlük etnik kimliğini ve bu kimliğe mensupları dezavantajlı görerek bu yönde söylemlerde bulunmak.
2. ve 3. türde insanlara hukuksal düzlemde hiç bir suç isnat edemezsiniz. suçlu değillerdir. siz farklı düşünebilirsiniz ancak hukuksal düzlemde meşru siyaset de bu yüzden vardır. hukuka ve insan haklarına uygun olan farklı düşünceler siyaseti var eder. suç isnat etseniz bile mahkemelerden döner, mahkemeleri yandaş yaptıysanız üst mahkemelerden döner o da olmadı avrupa insan hakları mahkemesinden döner, bir sürü insana boştan yere tazminat ödersiniz. -
36. white chocolate mocha
menüdeki en tatlı kahveyi isteyip, çok tatlı olduğu için içemeyenlerin beğenmediği ürün. ben zift içmeyi sevmiyorum, bunu seviyorum, kaldı ki tatlısı da şeker değil sütün bolluğu ve beyaz çikolatadan kaynaklanan güzel bir tat bence. ama bir insan neden bunu tercih edip sonra da çok şekerli der ben anlamadım.
-
37. yaran olaylar
türünün bırak türkiye'yi, dünya'da eşi benzeri olmadığını düşündüğüm bir tanesini de benim yaşadığım olaylardır.
yıl 2007 ya da 2008. mevsim kış, hava ayaz. o zaman ankara'da yaşıyorum. bir sabah arkadaşım telefonla beni arıyor, bilet aldın mı diye soruyor. ben de ne bileti diye soruyorum ve nihayetinde akşama ankaragücü-galatasaray maçının olduğunu öğreniyorum. lan yok biletim filan derken, arkadaş, sen gel bizim gecekondu'dan bir iki tanıdık abi var, sen gel içeri bir şekilde sokarız seni diyor. ben de maç saatinde gidip, 19 mayıs stadında arkadaşla buluşuyorum. lan beni getirdin ama, bilet yok içeri nasıl gircem ben falan derken, stadın önüne bir şahin yanaşıyor, şahinin bagajında aha da şuna benzer bir soba ve bir torba kömür. neyse, bir kısım insan stada giriyorlar. bu bahsettiğimiz sobayı stadın tribünlerinin hizasına kadar 2 kişi taşıyorlar. sonra yukardan içeri girmiş taraftarlardan 3-4 kişi aşağıya urgan diye tabir edilen halatlardan sarkıtıyorlar. bunu görünce şok oldum amına koyayım. sonra arkadaşla benim durduğum tarafa el kol hareketi yapıp bağırdı bu içerdeki insanlar. böyle 8-10 kişi o tarafa yürüdük. sonra abi 2 kişi sobayı yukardan sarkıtılan halatla bağladı ve birisi sobanın kapağını açarak ayakta duracak şekilde içine girdi. sonra yukardakiler 4-5 kişi sobayla birlikte içine giren elemanı yukarı çektiler. bu arada tribünün yerden yüksekliğini göstermek adına şu görsel yeterlidir sanıyorum. neyse soba tribüne yanaştı, içinden arkadaş indi, soba tekrar sarkıtıldı, başkası bindi, bu döngü böyle devam etti, aşağıda arkadaş, ben bir de 1-2 kişi daha kalmıştı ki arkadaş da sobanın içine girdi ve yukarı çıktı, sonra ben de aynısını yaptım.
yetmedi, maç başladıktan 10 dakika sonra sobayı kurup, borularını stadın dışına doğru ayarlayıp, getirdikleri bir torba kömürü boşaltıp gazete kağıdıyla tutuşturdular, etrafına oturup çekirdek çıtlaya çıtlaya maçı izlediler. yedikleri çekirdeklerin kabuklarını da yere atmayıp, sobaya yakıt olarak kullanmayı ihmal etmeden hem de. * bu arada rüzgar da tam karşıdan estiğinden sobanın dumanı direk staddan uzağa doğru süzülüyordu. anladım ki bu işte tecrübeliler. ilk yarının sonunda sobanın içindeki kömür azaldığından, arka sıralardan 2 tane stad koltuğu kırıp içine atıp devam ettiler.
eğer holiganizmde bir zirve varsa, o da bu olaydır amk. -
38. tinder
kadınların hakkında çok fazla yalan söylediği bir uygulama.
yalandan kastım şu. bir kadının neden bu uygulamayı kullandığını asla anlayamıyorsun. erkekler cinsellik aramakla suçlanıyorlar ama bunu saklamıyorlar. zaten kadınlar bunu görüp sonra da şikayet ediyorlar, neden herkes bu kadar abaza diyorlar.
peki kadınlar ne arıyorlar bu uygulamada?
sorduğun zaman, illa sevgili olmak, tek gecelik ilişki yaşamak zorunda mıyım, ben belki arkadaşlık edecek birini arıyorum diyorlar.
madem öyle birini arıyorsun, şikayet ettiğin bu sözlükte arkadaşlık edeceğin birini bulmanın daha kolay olduğunu bilmiyor musun? edebiyatla mı ilgileniyorsun, bilimle mi, müzikle mi, dansla mı, gece hayatıyla mı, politikayla mı, dizilerle mi? ne ile ilgileniyorsan gir ilgili birilerinin/birşeylerin başlığının altına istemediğin kadar dolu adam bulursun zaten. hem çok iyi anlaşırsın, hem çok güzel sohbet edersin, istersen buluşup vakit geçirirsin.
ama bunu yapmıyorsun. çünkü fotoğrafı yok değil mi? yaşı da yazmıyor zaten. vaktini harcayacağın malın ne olduğunu göremiyorsun. sonra beğenmediğin bi tip çıkarsa harcadığın vakte yazık olacak.
işte bunun için giriyorsun tindera. önce malı bir beğeneyim, yanıma yakışan cinsten olsun diyorsun. elimde birsürü alternatif olsun, içlerinden seçeyim diyorsun. ben birilerine vakit harcamayayım, herkes bana vakit harcasın, köpeğim olsun, aralarından belki bir tanesini seçer yanımda taşırım diyorsun. ben seçilen değil seçen kişi olurum diyorsun.
ben kitap okumam ama, rus edebiyatını mutlaka bilsin. çok gece hayatına girmem ama beni alsın götürsün, ortamları bilsin. politika mı, o da ne? ama siyaset konuşmayı bilsin.
yani demem o ki, ben yanıma yakışacak birini arıyorum. arkadaşlarımın yanında havamı basabileyim, kıskansınlar. elimde daha iyi bir alternatif olmazsa yüzüğü de takar, hayattaki en büyük idealime ulaşırım. böyle bir adam benim olsun, diğerleri havasını alsın.
birbirimizi kandırmayalım. işte sen kadın olarak bunu istiyorsun.
bencillik ediyorsun ama bunun farkında değilsin. yurtdışındaki hayatları kıskanıyorsun, yediğin aile ve toplum baskısından gönlünce yaşayamıyorsun. ve bunun suçlusu olarak da erkekleri görüyorsun. halbuki erkeklerin de senin yaşadığın zorluklarla yaşadığını göremiyorsun.
erkekler belki kültürlü değil, belki çok abaza, ne zaman ne söylemesi gerektiğini dahi bilmiyor. ama hiç değilse tinderda ne arıyorsa onu söylüyor.
istersen koca ara, ister arkadaş, ister tek gecelik ilişki. istersen de ego tatmini. ama yeter ki yalan söyleme, istediğini söyle. karşındaki insan da sen ne istiyorsun onu bilsin. -
39. fabricio agosto ramirez
karabükspor maçında tolga nın super mario gibi üstünden atlayacağı veya taça dikeceği geri pasları soğukkanlılıkla takım arkadaşına ulaştırması, defansın arkasına atılan toplara zamanında çıkması, önünde oynayan 4lüye güven vermesi, bir iki kritik top çıkarması, 2.golün hemen hemen asistini yapması, vesaire... bunların hiçbiri umrumda değil. surat ifadesi için bile tercih edebileceğim kaleci. sıfatı güzel kaleci. önemli olan bu.
-
40. 11 eylül 2016 azerbaycan darbe girişimi
-
41. en uzun süre football manager oynama rekoru
darren bland namı diğer wulfhammer isimli liverpool taraftarı britanya vatandaşının football manager 2010 oynayarak kırdığı ve guinness rekorlar kitabına girdiği başarı. abimiz;
-154 sezon,
-tek takımla (fiorentina),
-oyunda 2163 yılına kadar,
-173 gün 16 saat 51 dakika harcayarak,
-151 kez seri a yı kazanarak
bu başarıyı elde etmiş. kendisini buradan tebrik ediyor önünde saygıyla eğiliyorum...
hikayenin tamamı ve ilginç ayrıntılar için devamı burada..
fm offical.
edit: şimdi bu işsiz -işsiz diyorum çünkü birazdan neden olduğunu anlatacam- 2013 yılının başında kariyerine başlamış 2014 aralık ayına kadar oynamış, yani yaklaşık 21-22 ay diyelim, oyuna yaklaşık 174 gün harcadığı düşünülürse, kabaca günde 7 saat fm oynamış. herkes gibi bende iyi gidiyordun niye bitirdin ki kariyerini diye soracak oldum, meğer 2014 aralıkta adamın laptopa bişey dökülmüş ve laptop bozulmuş, yoksa bi 150 sezon daha giderdi heralde. oyunda maksimum menager yaşı 99 ama amca 185 yaşına kadar takımı idare etmiş. son olarak niye 2013 te fm 2010 la başlamış diye merak edenlere cevabı ise fm 2010 da enflasyon olmadığı için tek takımın başında kalabilmek daha kolay demiş. en yüksek transfer ücretini de 2040 yılında bir oyuncuya 105 milyon paund ödeyerek gerçekleştirmiş. liverpool taraftarı olmasına rağmen niye fiorentinanın başına geçtin diyenlere ise orta düzeyde futbolcu ve staff ekibine sahip rahat ve sakin bir kulüp olduğundan ve mor renge bakmanın 154 yıl boyunca sıkıcı gelmeyeceğini düşündüğünü söylemiş.
edite edit: vakit bulduğum için hikayenin kalanını da özetlemeye çalıştım.. -
42. tolga ciğerci
yoo pekala beşiktaş ve fener gibi üçüncü sınıflarda da oynayabilir.
-
43. türk kızından 6 kilo atılması
türk kızından atılacak 6 kilo türk erkeğine 6 cm olarak eklenecekse herkesin seve seve kabul edeceği öneridir.
-
44. ordu'da bulunan 2100 yıllık kibele heykeli
ordu il merkezindeki bayadı köyünde bulunan kurul yerleşkesinde, prof. süleyman yücel şenyurt ve ekibi tarafından bulunmuş, türkiye'de yerinde korunmuş ilk ve tek heykel olma özelliği olan kibele heykeli.
https://www.youtube.com/watch?v=ad7lnfrsnsq
umarım alçıdan kopyasını yapıp aslını müzeden çalmazlar. -
45. istiklal caddesi
dün gece oradaydım. her geçen gün nasıl boka saplanır, nasıl daha rezil kepaze oluruz canlı bir örneği.
led ışıklı sokak lambaları koymuşlar son olarak. alacalı, bulacalı. mermerden bank yapmışlar meydana. sıcak da oturursanız götünüz yansın, yağmurda oturmayın, soğukta bulaşmayın diye.
polisler vardı bir sürü. yaka paça bir tarafta, göbekli kısa boylu. bir newyork, londra ne bileyim italya, helsinki de polisler vardır. kendileri ile gurur duyan. "bak kardeşim ben bu şehrin güvenliğini sağlıyorum!" diye gubarmış hindi gibi gezinen. bizim polisler ne bileyim.. apaçi gibi toplanmış karı kız kesiyor. yaka, paça bir tarafta. gözgöze gelmeye korkuyorsun.
iki metre de bir kebapçı, dönerci, çiğ köfteci, nargileci dolmuş.kahire den bir farkı yok. eski sokak şarkıcıları da yok!. keman çalan bir abla vardı o da gelmiyor artık.
mekanlar boş. sadece sokaktan turist avlayan adına clup denilen bir votka-bull'a yüzlerce lira kesen apaçi mekanlar kalmış.
dilenci kaynıyor sokaklar. felaket ötesi bir ses kirliği var. bir çok kaliteli mekan kapanmış, taşınmış. bir ay da nasıl bu kadar dibe vurdu?
galata kulesinin altında ki merdivenlerde bir sürü insan kendi kafasına göre eğlenirdi birkaç ay öncesine kadar. gitar, darbuka, akordiyon ve klarnet hiçbir zaman bu kadar uyumlu değildi. her yaştan, her kesimden insan hiçbir ayrım gözetmeden o merdivenlere oturur şarkılar söylerdi. şerit çekmişler. eline bir bira alsan polis on saniye de damlıyor. bombaların patladığı bir cadde de bir sürü sivil var.sadece insanlar eğlenmesin diye!
mayın tarlası gibi galata.. üç tane sokak köpeği ve oranın mudavimi üç tane alkolik dede kalmış. banklara oturduğunuz da siviller hemen kesmeye başlıyor. ürküyorsunuz.
bir toplum bir halk nasıl bu kadar vicdansız olabilir böyle bir şehire?
bu kadar milliyetçi, bu kadar vatan sever ve bu kadar allah'tan korktuğunu idda eden bir halk? nasıl tecavüz edebilir bu güzelim coğrafya'ya?
istiklal caddesi bunun canlı kanıtı.
her zaman toma bekliyor girişte. korku kokuyor istiklal, herkes bir şeylerden korkuyor.
zevksiz, ucube oluyor her geçen gün!
hiçbir şey zoruma gitmedi de. o galata kulesinin altı her gece şenlik alayına dönerdi. kürtça, türkçe, ingilizce, fransızca şarkılar söylenirdi. ayrımcılığın, ırkcılığın, kötülüğün bittiği bir bölgeydi orası. her yaştan her kesimden, fakiri, zengini, apaçisi, enteli kol kola şarkılar söylerdi.
dün gece alkolik dede bağırdı. "amına koyayım böyle dünyanın" arkadaşı geldi koluna yapıştı. "sen işersen, millet sıçar. burası bizim. sürerler bizi buradan, gidecek yerimiz yok!"
işeyen, sıçan da yoktu oysa. sürmüşler herkesi! -
46. 10 eylül 2016 akaryakıt zammı
bu ülkede ekonomiyi yönetmek ne kadar kolay. hiç öyle makro mikro ekonoki bilmeye gerek yok. para mı lazım, bas sigaraya akaryakıta zammı bitti gitti. millet zaten inek.
-
47. 90'ların en çağının ötesinde türk şarkıları
tarkan söz konusuysa kır zincirlerini var, onun dışındakiler bana hep zamanının şarkısı gibi gelmiştir.
kargo - bad'lik amiri, pek bi manyaktır, biz o zamanlar normaldik.
sibel alaş - adam zaten bu listenin klişesi olur, biz bunları şimdi yazacağız diye bir rüya görmüş.
seden gürel - bum bum, seden gürel ve şapkası aslında bosna-hersek gibidir, ayrı gibi gözükse de bütün olarak ele alınır.
deniz arcak - zehir ettin, şu yaşıma geldim, bu şarkıdan halen hiçbir şey anlamadım. deniz arcak burada bilinmeyen bir uygarlığa seslenirken bi anda delirip gündelik meselelere geçmiş gibidir, keşke hep o bilinmeyende kalsaydı. aşk bizi bozuyor işte. -
48. atatürk'ün türk kadınının zincirini kıran resmi
o kırılan zincirler sayesinde yıllar sonra milletvekili olanlardan birinin 90 yıllık reklam arası sona erdi diyeceği kimin aklına gelirdi.
-
49. iliad'ı türkçeye ilyada diye çevirmek
doğru olandır. kelimelerin dile uyumu diye bir şey vardır. iliad kelimenin ingilizcesidir.
ispanyolcada iliada, almancada ilias olan bir kelime türkçe'de de ilyada okunabilir, çünkü "ilyada" tabiri fonetik açıdan "iliad" ifadesine göre, türkçe'ye çok daha uygundur.
ayrıca ilyada yeni bilinen bir kitap değil, osmanlı döneminde ve arap alfabesi kullanırken de bilinen bir eserdi. kelimenin arapça yazılımı elif-lam elif-lam-ye-elif-zel-güzel he( bu harf kalın e veya ince a sesi olarak okunur) - ile yazılır ve ilyaza diye okunur. türkçe'de z-d ses değişimini düşünürsek, ilyada terimi türkçe için doğru bir tabirdir. -
50. insana umudunu kaybettiren şeyler
bundan iki sene önceydi yaklaşık. üniversiteden mezun olmuş, istanbul'a gelmiş ve iş arıyordum. beş parasızdım, ama bir sevgilim de vardı. çalışıyordu.
ara ara onun iş çıkışlarında görüşüyorduk. aylardan buz gibi ocak. bir ara yine buluşmuşken, istiklal caddesi'nde vitrinin birinde bir defteri çok beğendi. defter, sinema klaketi şeklinde, küçük boylu sevimli de bir şeydi. güldüm ve geçtim o sıra tabi. evet, güzelmiş dedim sadece.
o gün akşam, onu otobüse bindirdim meydanın altındaki tünelden. o evine doğru giderken ben geri döndüm, onun beğendiği defteri almak için. cebimdeki para son yol paramdı, akbil doldurmak için bırakmıştım. defter 20 küsur tl bir şeydi. bir iki lira indirim kabul etirerek aldım defteri, çünkü param yetmiyordu. üstümde bulunan tüm parayı verdim yine de. beş kuruş haricinde.
o akşam, içimdeki bütün yaşam sevinciyle, hediye olarak aldığım defteri montumun iç cebine koyup taksim'den seyrantepe'ye kadar yürüdüm. gece olmuştu zaten. benimse ayaklarım ıslak, burnum soğuktan kırmızı olmuştu.
evet, gerime atmış olduğum hiçbir param bile kalmamıştı. yokluk içinde olmam, bazı borçların da tavan yaptığı zamanlardı. ama mutluydum, çünkü onun masum sevinciyle beğendiği defteri ona alabilmiştim. gerekirse aç olayım dedim.
defteri verdiğimde sevinmişti. bu da beni mutlu etmişti. ne o günden sonra 1 hafta hasta oluşum, ne de gece vakti o kadar yol yürümem bana koymuştu. o küçük sevinç yeterdi bana.
aradan birkaç ay geçti. bir bahar ayında terk etti beni. altı seneyi geçkin tanışıklığımız orada son buldu. o çalışıyor, ben halen biraz işsiz, biraz işli olarak tutunmaya çalışıyordum. iflas etmeyen patron arıyordum.
bunun da arasından yaklaşık iki sene geçti işte. öğrendim ki yeni bir sevgilisi varmış. düşündüm. sadece düşündüm ve düşünüyorum halen. bir şeylere olan umudumu işte böyle kaybettiren bir hadiseyi yaşadım. yaşanmış gerçek bir hikayedir. tamı tamına hem de. yine de orada bir umuttu belki, cebimde kalan o son 5 kuruş!..