Değerli ziyaretçilerimiz,

Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.

Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.

Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.

Sozlock Ekibi

Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. cezalar beni yıldırmaz ben yine taciz ederim

    açık bir şekilde "beni idam etmeniz şart, toplum hayatına uygun değilim, kendimi düzeltmem, eğitmem ve etik değerlere sahip olabilmem mümkün değil, ilgililere arz ederim." diyen adam.

  • 2. isveç'in 80 bin mülteciyi geri göndermesi

    muhtemelen türkiye'ye yapılacak geri göndermedir.

    yalnız isveç devletinden ricam, düzgün mültecileri değil de,
    seçebilirlerse, hırsız, tecavüzcü, barbar tipleri bize göndersinler.

    biz de kırmızı halılı devlet töreni ile karşılarız.
    çünküm bu tarz insanları halkımız baştacı etmeyi çok sever ve onlar da bizden birisi gibi olacağı için rahatça kaynaşırız.

  • 3. life is drunk'ın mesai saatlerinde entry girmesi

    aslında leblebinin nohut olduğunu öğrendikten sonra beni hiçbir şeyin şaşırtabileceğini sanmıyordum ama ekşi sözlük sağolsun her gün ağzım açık boş boş ekrana bakmamı sağlıyor.

    şaşırtmakla beraber bu başlık altına yazılan bazı entryler bana hayatımla ilgili şikayet etmeme, şükretme arzusu da verdi. ben hayatımı tekdüze, sıkıcı sanırdım ama görüyorum ki çok daha fena hayatlar var. bir insanın yazdığı entry saatinden kul hakkı yediğini iddia etmeye varan çile ve mutsuzluk dolu bir hayat beni korkutuyor. gerçekten şu entryi ekşi sözlük gibi kendi zekalarını öve öve bitiremeyen kullanıcılarla dolu bi platformda yazarken utanıyorum ama mesela ben son 1 ayda bu entryle beraber 15 entry girmişim. bu da 2 günde 1 entry anlamına geliyor. entry başına 10 dakika harcadığımı düşünürsek 150 dakika eder. 2.5 saatlik çalışma ücretimi türkiye'deki toplam vergi mükellefi sayısına böldüğümde elde edilen sayıyı bu başlığın sahibi arkadaşın entrysinde bahsettiği gibi "senin it gibi çalışıp vergilerinle ödediğin maaşla sosyal medyada ego parlatan adam" olarak hesaplarınıza mı yatırayım? adama bakıyorsun günde 137583 tane entry yazıyor fakat benim 2 günde yazdığım 1 entryden dolayı tüm sosyal medya hesaplarımı inceleyip ip adresimi bulup gerekli yaptırımlar için uğraşacağını söylüyor. korkuyorum gerçekten, korkuyorum beni bulup yiyeceğim ihtar cezasından değil hayatlarınızın bu derece mutsuz, bu derece birinin hayatına müdahale etmekten çekinmeyen halinizden korkuyorum.

    kaldı ki bu entryde olduğu gibi geceden çoğunu yazıp sabahları ufak düzenlemelerle gönderiyorsam? veya çay içerken yazıyorsam? ne bileyim biz arada çay içiyoruz, sigara içiyoruz hatta inanmazsınız bazen aramızda muhabbet ediyoruz lan. hatta kalbiniz kaldıracaksa eğer bu muhabbetlere bazen şube müdürü, daire başkanı falan da katılıyor. sizin işyerinde bunlar olmuyor mu? o zaman beni değil kendi işini ve çalışma arkadaşlarını sorgulamalısın. gerçekten çok utanıyorum bunları açıklamaya. işyerime mi geldiniz? sizin bir işiniz varken "dur gardaşım entry giriyorum" mu dedim? daire başkanımdan sicilimi mi isteyip incelediniz? nereden biliyorsunuz da bir anda allah veya inandığınız şey ne ise onun kimliğine bürünüp beni kul hakkı yemekle suçluyorsunuz? büyük oyun mu bozuyorsunuz? ne yapıyorsunuz bilmiyorum ama tekrar söylüyorum hayatınızdaki mutsuzluk ve kin beni gerçekten çok korkutuyor.

    son olarak mesaim başlayalı 15 dakika olmuş ben müsaadenizle sabah çayımı içmek istiyorum. korkmayın 10 dakika falan sürer. isterseniz gelin daireye bi çayımı için, hararetinizi alır.

  • 4. 86 bin caminin kıblesinin tek tek kontrol edilmesi

    "ihalesini hangi yandaşa verdiler acaba" diye merak ettirir.

  • 5. 3. köprünün ucunu isteyen gelin adayı

    yaşın genç bence hepsini alırsın.

  • 6. kola içmeyen bisküvi ve fast food yemeyen insan

    uzun yaşama ihtimalini artırmasından daha da önemlisi; yaşadığı anları daha zinde ve sağlıklı geçirecek olan insandır.

    madem milletin diyet reçetesi gibi olmuş başlık, ben de kendi hikayemi anlatayım bari.

    yaklaşık 4 sene öncesine kadar günde 2 litre kola içen, 1 lt lik şişeyi bardak olarak kullanan ve bunun yanında sünger gibi bira içen birisi olarak reflü hastası oldum (ya ne olacağıdı?). kapağı gevşettik, yalama ettik. bunun yanında hayat mücadelesi içindeki tökezlemeler falan derken kafa da gitti, stres asabiyet derken mideyi de gastrit, mide fıtığı gibi opsiyonel donanımlarla donattık. hipoglisemi, ileri derecede karaciğer yağlanması, insülin direnci falan da vardı zaten.

    bu sıkıntılar sonucunda koladan mecburi olarak tiksindim (kolay oldu, her içişimde şişkinlik, gaz, çarpıntı falan). . sonra hazır gaza gelmişken 1-2 kitap okudum, canan karatay, yavuz dizdar vs. üzerinize afiyet 100 kiloyum o zamanlar. dedim ki ben bu insanların dediklerini de uygulayayım, ambalajlanmış gıda tüketmeyeyim, çiğ kuruyemiş, ev yapımı yoğurt yiyeyim. yaklaşık 1 sene içerisinde yavaş yavaş dönüştüm. epeydir fast food denen pis şeyleri, lök lök yağlı hamur işlerini, kısacası ambalajlanmış veya trans yağ içeren gıdaları yememekteyim. yememek için de hiç irade sarf etmiyorum, canım istemiyor. kolayı 4 senedir toplasan 1 lt anca içmişimdir, eskiden elimden düşürmediğim şey aklıma dahi gelmiyor.

    sabahları kahvaltımı ediyorum, dayıyorum tabağa soğuk pres zeytinyağını oh mis, canım isteyince avuçluyorum çiğ badem, fındık, ceviz vs. öğlen et falan yiyorum, çorba içiyorum, akşam da evde ne varsa onu lüpletiyorum. midem ne kadar alıyorsa doyana kadar yiyorum. 2-3 gün bira, rakı, viski ne bulursam içiyorum! kısacası diyet kafasında kendimi kısıtlamıyorum, eski usul besleniyorum o kadar. 1 hafta her gün içki içip ayı gibi yesem de 100 gram dahi almıyorum. daha zindeyim ve yemek yemekten artık daha fazla keyif alıyorum.

    sonuç olarak ne insülin direnci, ne karaciğer yağlanması ne hipoglisemi kaldı. kolesterol zaten normaldi, hala normal. yaş 37, kilo 77. reflü devam ama onun sebebi psikosomatik çıktı, stresten asidi ver ediyor mide. adam gibi beslenmesem şimdiye ne olmuştu kim bilir.

    siz de siktiredin şekeri, bisküviyi, kolayı. cebinizden paranızı almak için 5 dk mutluluk vadediyor ve sizi öldürüyor. ben aynı mutluluğu ceviz yerken alıyorum artık. tamamen alışkanlık meselesi.

    not: şu sigarayı da bir bıraksam! eheheh

  • 7. yurtdışında olup türkiye'de olmayan şeyler

    aramaya inandım, hiç kimse yazmamış. ben yazayım o zaman. (bkz: yaşam kalitesi)

  • 8. başkanlık erdoğan'ın kişisel meselesi değildir

    "daha önce cumhurbaşkanlığı yapmış olanlar başkan adayı olamaz" diye madde koyun tasarınıza, ispatlayın ne kadar samimisiniz.

  • 9. %50 + %50 indirimin aslında %100 olmaması

    (bkz: madame coco şokta)

  • 10. vitor pereira

    çok eleştirdik çok söylendik, halâ daha van persie'nin yedekte beklemesine, şu kadronun 1-0 1-0 maç almasına gönlüm razı değil.

    razı değil ama taraftarla, tribünlerde selfie çekilmesi, sevincini yürekten yaşaması, içtenlikle top toplayıcı çocuğa sarılması, art niyetli basın mensuplarına haddini bildirmesi ve kimsenin yapamadığını yapıp gençlere "arkanızdayım" mesajı vererek, üstelik egosunu kenara bırakıp, u21 hocasını takımın başına geçirip, kulübesini onunla paylaşması taraflı tarafsız takdir edilmesi gereken hareketlerdir.

    şunların yarısını geçen sene bilic yapmış olsaydı, sayfalarca methiyeler düzülürdü.
    gel gelelim bizim taraftarımız kadir kıymet bilmiyor.

    yine de helal olsun vitor hoca!!!

  • 11. altan tan'ın 19 ocak 2016 tarihli soru önergesi

    mahalle yanarken islamcı başörtüsüne kuaför ararmış. en hafif tabiri bu.

  • 12. esrar içerken izlenecek filmler

  • 13. 28 ocak 2016 içime cin girme rezaleti

    cini çağırıp cinin eve girmesine isyan etmek daha bir rezalet. kimse alınmasın ama bence cin bey haklı bu noktada.

  • 14. elektrik tüketip elektrik üreten icat

    aklima gecen paris'te turk bir donercide doner yerken yasadigim diyalogu aklima getiren haber.

    konser cikisi karinlar ac doneri goturuyoruz.

    adam geldi aa turk musunuz falan, ne yapiyorsunuz dedi. herkes sirasini savdi ben de muhendisim, enerji verimliligi projeleri yapiyorum dedim...

    demez olaydim.

    kahkahalari patlatti. o is bitti dedi. bir laboratuar kurdum ve sonsuz enerji uretiyorum yakinda patentini alacagim dedi. nasil tahmin et dedi.

    dedim ne yapiyorsun tam olarak.

    1 enerji veriyorum 3 enerji aliyorum dedi. dedim abi termodinamigin kurallari basit. bir verip bir bile alsan (ki imkansiz) op de basina koy dedim. imkansiz dememe sinirlendi. iste siz turkiye'deki egitim sistemi yuzunden boylesiniz hepinizin beyinleri korelmis dedi.

    dedim usta biz 5 doner yedik 1 tanesinin parasini odeyip gidiyorum ben o zaman. biraz dusundu. miknatis falan bir seyler anlatmaya basladi. sonra da anlatmam proje cok onemli dedi. eyvallah dedim patatesleri yemeden ciktim.

  • 15. yurtiçi kargo'nun müşterilerini evde bulamaması

    uzun zamandır kargo söz konusu olduğunda iş yeri adresimi verdiğimden başıma gelmiyordu. bizim şirketin kargolarla çok işi olduğundan nerdeyse hepsiyle anlaşmalı ve günde en az 2 kere geliyorlar. mutlu mesut yaşıyorduk.

    geçen haftalarda forever new'den çanta vs aldım, kar kış şimdi eve taşımayayım bir de diye eve söyleyeyim dedim. kardeşimin yürüme zorluğu olduğundan kar yere düştüğü anda okula gitmez - gidemez çünkü kayar düşer vs diye. ev de yokuş üzerinde olduğundan çocuğun çıkması imkansız evden. annem olmasa bile çocuk evde en fazla playstation oynuyordur yani. 18 ocak'ta kargoya verilen paket sürekli yolda gözükür 1 hafta boyunca. 25 ocak'ta not düşer "22 ocak'ta geldik bulamadık".

    müşteri hizmetlerini aradım. "20'sinde gelmişler bulamamışlar, not bırakmışlar" der. not yoktu, gelseler evde insan vardı zaten. müşteri temsilcisinin de biraz asabi olduğunu söyleyeyim. "beyefendi, evde engelli çocuk var o hafta tamamen evdeydi, yanında da mutlaka en az bir kişi olur" diyorum, "gelmedilerse gps'ten anlarız" diyor. internette herkesin bu konudan şikayetçi olduğunu söylediğimde "normal öyle şeyler, insanlar evde olmadıkları halde öyle yazıyorlar" dedi. yani müşteriler baştan haksız ve yalancı. beni zan altında bırakıyorsunuz bu konuşmanızla bunun farkındayım dedim konuşma tarzı üzerine "yani sonuçta size güvenemeyiz, evde olabilirsiniz de olmayabilirsiniz de, size neden güveneyim peşinen" dedi. standart insan ilişkisinde haklısın da, müşteri olarak kıytırık bir paket için neden yalan söyleyeyim? bir de yalancı çıktık.

    işim gücüm yok, bir kutuyu eve getirin diye bunlara telefonda yalan söyleyeceğim çünkü. ama ben o kargonun eve gelmesi için parasını vermişken neden işten erken çıkıp peşine düşeyim?

    olanı söyleyeyim. üst sokağa kadar gelirler, bizim yokuşta hayvan gibi kar olduğunu görürler ve "aman, gelip alsınlar şubeden" der ve giderler. gps'in nasıl çalıştığını bilmesek kapının önüne kadar geldiklerini gösterdi sanarız.

    baktım bundan bir iş çıkmayacak, siz bana yardımcı olamayacaksınız kolay gelsin dedim kapattım. sonra şubeyi aradım. dedim ki: "bakın evde engelli çocuk var, annem yanında. bütün hafta da kar dolayısıyla evdeydi. kar yüzünden yokuşu inememiş ve gelememiş olabilirsiniz. bana boşuna geldik demenize gerek yok. bir çözüm rica ediyorum sizden. işten çıkıp gelemem, çünkü ben zaten 6'da çıkıp yetişemem. annem de çocuğu bırakıp kargo almaya gelemez." şube'deki kız ertesi gün ayarlayacağını söyledi, ve gerçekten ertesi gün teslim edildi o kargo.

    sonra yine merkezden aradılar "şikayetiniz varmış, gps'e baktık gelmişler sizin şubeden almanız lazım." diye. "kargo bize teslim edildi haberiniz yok herhalde birbirinizden. biz hallettik şubeyle, konu kapanmıştır." diyerek kapattım.

    adam çin'den küçücük paket gönderiyor da ptt kargo bizi her gün nasıl evde buluyor? taaa çin'den kore'den gelen kargo nasıl oluyor da çoğu zaman senin şehir içi kargondan daha hızlı geliyor? bana bunu açıklasalar diyeceğim ama buna da bir bahaneleri vardır. ne de olsa müşteri olarak ben yalancı ve haksızım.

    he bu arada ptt birkaç kere bizi evde bulamayınca beni cep numaramdan arayıp "evde kimse yok komşunuza bırakalım mı?" diye sordu. aras geldiğinde "evde kimse yok" dedi, ben de "biraz bekleyin kardeşim var ama yavaş yürüyor açar birazdan" dedim, adam da bekledi. bunu yapsınlar demiyorum. ama fark bu.

  • 16. semih şentürk'ün golden sonra asker selamı vermesi

    askerden kaçmak için kendini paralayan bir oğlanın duyarıdır.

    (bkz: #58084174)

    ekleme: adını anmak istemeyeceğim sikiğin biri barzo falan diyor. yaz google'a, arat bakalım "askerlik sorunu" ile ilgili ne kadar haber çıkıyor sikik?

    al bak bakalım ne diyor?

    http://www.samanyoluhaber.com/…-belli-oldu/1018061/

    http://kralspor.ensonhaber.com/…/haber.php?id=72119

    madem askerlik önemli bu kadar, neden sorun oluyor? git yap askerliğini vaktinde, sonra oyna futbolunu?

    şekilci pezevenkler sizi.

  • 17. şu ana kadar 114 milyar insanın yaşamış olması

    yarı-bilimsel bir tahmin bu ama ilginç yine de.

    zavallı avcı-toplayıcıları geçtim, tarım toplumuna geçtikten sonra dahi dertler bitmiyor, bebek ölümleri %30-50 arasında seyrediyordu. bu oranın taa 1900'lere kadar devam etmesini kafam almıyor.

    düşünün, piramitleri yapalı 4500 sene geçmiş,
    platon demokrasiyi tartışalı 2400 sene,
    hz muhammed'den beri 1300 sene,
    kepler'den sonra 300 sene,
    fransız devrimi üzerinden 100 sene geçmiş,
    ve sonunda einstein'a gelinmiş, gelgelelim görelilik teorisiyle uğraşacak bir adamın doğduğu zamanlarda, bebek ölümleri oranı halen sümerlerdekiyle, hititlerdekiyle aynı.

    max planck kuantum teorisi tartışıyorken, ortalama ömür * roma imparatorluğundaki gibi 30.

    şu anda da kuantum tartışıyoruz ama rakam 67'ye çıkmış. çünkü mesela izlanda'da artık bebeklerin yarısı değil, binde 2'si ölüyor. yani 100 bin senedeki değişimden fazlası son 100 senede gerçekleşmiş.

    *

    buradaki amcamın tahminine göre, şu ana kadar yaşamış tüm insanların %40'ı, bir yaşını göremeden ölmüşler.

    45 milyar ölü bebek.

    konuşmayı, yürümeyi bırak, daha doğru düzgün görmeyi öğrenemeden ölen 45 milyar ve belki bir o kadar da düşük. sırf 3 kuruşluk ekmek, temiz su ve antibiyotik olmadığı için harcanan potansiyele bak (olayı buradan ateizme bağlamamak için bir kutu sakinleştirici içtim).

    bunları düşününce, öyle bir ortamda yetişmiş cengiz hanın o kadar insanı kestikten sonra rahat rahat uyuyabilmesine, bugün insan haklarını bu kadar içtenlikle ciddiye alıyor olmama şaşırdığım kadar şaşırmıyorum.

  • 18. 1 kg çiğköftenin 30 tl olması

    (bkz: sahibi geldi lan kaçın)

  • 19. yüksek sesle seks yapan komşu

    kalitesiz kayittan anladigim kadariyla bi sivas kangali ve bi terrier seks eyliyor.

    hazir yeri gelmisken anlatayim. 3 sene oncesi, yurtta kaliyorum. yurt da kadin-erkek karisik yurtlardan. ogrenci evi deniyor. hacettepe'liler bilir, o yurtlarin duvari kagittandir. yani su icsen, yutkunma sesini duyar yan oda. normal sartlarda ilk iki katta erkekler, sonraki uc katta da kadinlar kalir. yanimdaki odada kalan erkeklerden biri, ust kattaki bi kadinla sevgiliymis. ne hikmetse o kadinin oda arkadasi da bizim yandaki diger cocugun sevgilisi. capraz iliski yani. hal boyle olunca da cocuklardan biri ust kata, kadinlarin odasina gidiyor, oradaki diger kiz da, yanimizdaki odaya sevgilisinin yanina geliyor. tum gece afedersiniz sanki kulak deligimi sikercesine tepisiyorlar. hayir beni ilgilendirmiyor kimin ne yaptigi fakat kulagimin bi sucu gunahi yok. ne zaman kadin inliyor, benim kulak inliyor. ne zaman adam boguruyor, benim kulak bi ohh cekiyor. ve bu midesizler her allahin gecesi, saat 2 gibi, sucuk ekmek siparisi veriyorlar. siparis gelene kadar uyudun, uyudun. yoksa sucuklardan sonra bi seans daha donuyor bu dongu. velhasil kelam ben bu zulme bi sene katlanabildim ve kendimi attim yurttan.

    o sucuklar butun sekilde gotunuze girer insallah sisman orospu cocuklari.

  • 20. nazlı hamarat'ın instagram'da paylaştığı ayağı

    (bkz: nazli hamarat kim amk)

    ciddiyim.

  • 21. neo nazinin kafasında tabak kıran türk dönerci

    (bkz: nazilere faşist saldırı)

  • 22. bakan'ın ödev veren öğretmene soruşturma açtırması

    haberde onca ilginç detay varken, gidip öğretmene açılan soruşturmaya mı takıldınız? haberde çok önemli iki detay var.

    birincisi, çocuklar restoranda, oyun parkında, atlı karıncanın üstünde ödev yapıyor. ders, ödev, eğitim aşkında çığır atlamışlar, tebriklerimi sunuyorum. lan atlı karıncanın üstünde ödev yapmak ne?

    ikincisi, bu olayı twitter'da paylaşan müsteşar yardımcısı olduğus söylenilen kişi, resminin altında 1,25 tl yazan bir şeyi çerçeveletip profil fotoğrafı yapmış. üstelik kemal kılıçdaroğlu'nun kayıp kardeşi gibi duruyor.

    edit: adamın büyütüp çerçeveletip profil fotoğrafı yaptığı şey posta puluymuş. adamın resmini posta puluna basmışlar, o da sevinip profil fotoğrafı yapmış. gel de gülme, kimler kimler eğitim başında duruyor ya. teşekkürler oanniyahh.

  • 23. yurtdışında yaşamak

    allahım bugün gene biri "yurtdışında yaşamak çok zor aslında, yaşamayan anlamaz neler çektiğimizi, vatan sıla hasretimizi:(" temalı yazı yazmış.

    sebebi ney gerçekten anlayamıyorum bunun. adam londranın göbeğinde yaşıyor. türkiyemi anadilimi özledim diyor. abi gelsene o zaman. zaten burda yaşayanlar da işsiz, sen de işsiz olarak takılırsın nolacak. gel tutan mı var?

    gelmek gitmekten çok daha kolay. gelin bu kadar özlediyseniz. bu neyin şikayeti lan.

    hayır yani 10 sene önce olsa, iletişimin çok zayıf olduğu dönemler olsa anlayacağım. benim yurtdışında yaşadığım dönemlerde iphone falan da yoktu. en fazla palm kullanırdık. mesajlaşma iletişim acayip zayıftı. geçen gün san diegodaki arkadaşlar periscopetan canlı düğün yayını yaptı lan türkiyedeki arkadaşlarına. burda 30-40 kişi canlı canlı izledi. sohbet makara kukara ne ararsan var.

    böyle bi devirde adamlar hala stockholmün göbeğinde yaşayıp, new yorkta yaşayıp vatan hasreti, ana dil hasreti diyebiliyor.

    bir de denmiş ki türkiyeyi temizleyip ülkemde yaşamayı isterim. ahah. türkiye isveç gibi olsa ben de isterim evet. bunun söylemek bile komik değil mi? etrafımda akıllı bilgili, kültürlü, medeni, saygılı, insan gibi insanların olduğu, yüksek hayat standartlarında yaşanan güzel bi ülke olsa zaten türkiyeden siktirip gitmek başlığı neden olsun? yani şunun üstünde yurtdışı çok zor denilir mi allah aşkına??

    hayır yurtdışında hiç yaşamamış, hiç çalışmamış, hiç ekmek parası kaygısı yaşamamış olsam vallahi billahi inanacağım yazdıklarınıza. bazen diyorum acaba tusiad falan mı yazdırıyor bunları kendi adamlarına. millet türkiyede kalsın aciz hayatlarına devam etsin, yurtdışına kaçmasın diye ters propaganda mı yapıyorlar acaba??

    ben de amerikada bulundum (birleşik olan). 5 doları zor toplayıp akşam eve giderken ne yiyeceğim derdine düştüğüm de oldu. 55 derece güneşin altında çalıştığım da oldu. ama sonra kendi ticaretimi yapıp v6 arabamı alıp o şehir senin bu şehir benim zevki sefayı sürdüğüm de oldu.

    ama hiçbir gün ölüm korkusu yaşamadım lan yurtdışında ben. hiçbir gün 5 yaşındaki çocugumu okula yollarken acaba başına bir şey gelir mi korkusu yaşamdım ben. hiçbir gün kız kardeşim evden çıktığında endşie etmedim o vahşi kapitalist tu kaka amerikanızda.

    bu lanet ülkede ise kız kardeşime her gün trafikte şuna buna dikkat et, nolur yeşil yansa bile sağa sola defalarca bak diyorum. kimse ile kavga etme, sıkıştıran olursa dur geçsin bekle vs diyorum. kız arkadaşlarımı gece evin önünde bıraktığımda sadece 15 metre ilerdeki apartman kapısından içeri girene kadar bekliyorum başına bir şey gelmesin diye. 13 yaşındaki kız yeğenim sokağa tek başına çıktığında bile aklım kalıyor. 1 saat haber alamadığımızda endşie ediyoruz ailecek. herkes panik oluyor. sokağa çıkıyorum 1 tl var mı abi dyen tinerciler, mülteciler geliyor. yarın bir gün bu adamlar para vermediğim için arkamdan bıçağı takar mı diye gözümü 170 derece değil biyolojik limitlerimin ötesinde 360 derece açarak yolda yürüyorum. yılda 10 kez birbirimize aman abi kalablık yerlerde bulunmayın, avmlere, meydanlarda takılmayın bomba falan patlatırlar denilen bi ülke lan burası. yılda 300 gün şehitten, felaketten dolayı eglencelerin iptakl edildiği, facebooktan duyar kasmak zorunda olduğumuz mutsuz boktan, huzursuz, korkunc bi yer lan burası.

    koduğumun ülkesinde can korkusu var can. bana gelip de yok dil hasreti, yok ana dilde espri hasreti demeyin lan. vallaha asabım bozuluyor. bu ne şımarıklık ya. adamlar yurtdışına gitmiş, kapağı atmış, hala ama burası zor diyor. gel birader tutan mı var. gel.

    edit: https://www.youtube.com/watch?v=l42fgyv0svw al yurtdışında yaşayıp da anadiline hasret olan kardeşlerime. mis gibi anadil bak.

  • 24. bir uzaylıya dünyanın yerini tarif etmek

    uzayda kaybolan bir astronotun büyük çilesi. uzaylının seninle iletişim kurabilen, isterse seni dünyaya geri gönderebilecek teknolojiye sahip türüne denk gelmişsin ama güneş diyorsun bakıyor, samanyolu diyorsun bakıyor. senden daha açıklayıcı bir tarif bekliyor seni geri gönderebilmek için. sen de ona bakıyorsun, kamera gözlere zumluyor...

  • 25. 1 milyon dolar verseler oral seks yapar mısın

    abicim sabah ereksiyonu ile başlık açmayın demiyor muyuz?

  • 26. malatyada pkk yandaşlarının otobüsten atılması

    malatya büyükşehir belediyesine ait otobüste pkk propagandası yapmaya çalışan bir grup terör yanlısını otobüs şoförü tekme tokat döverek tek başına dışarı attı. malatya halkının da destek verdiği şoförün o anları cep telefonu kamerası tarafından kaydedilirken şoförün örnek davranışı sosyal medyada büyük beğeni topladı.

    https://www.facebook.com/…/videos/1694553877451963/

  • 27. kanada'da çatısı camdan oluşan tren

    yarın onedio'da göreceğimiz trendir.

    çal onedio çal.

  • 28. 1996 yazı

  • 29. dota 1 oynamış efsanevi nesil

    ha bir de bu efsanevi nesil dota 1 demez, dota der.

  • 30. düzgün erkeklerin hepsinin kapılmış olması

    "henüz kapılmadım!" diyerek taliplerime göz kırptığım önerme. evim ve arabam yok. ülke şartlarında fena olmayan maaşım var. 26 yaşındayım, mühendisim, 1 yaşında kedim var, burcum akrep, yağ oranım 9% esra hanım açın paravanı!.

  • 31. günümüzde diye başlayan akademik makale

    günümüzde oldukça sık rastlanan makalelerdir.

    genellike "günümüzde" diye başlayıp "gereklilik haline gelmiştir" şeklinde biter.

    örnek:

    "günümüzde eşşeğin sikinin yaygın olarak kullanılması, eşek siki araştırmalarında bilgisayar kullanımı için kod yazılması gereklilik haline gelmiştir".

    evet cümleler de düşük olur hep.

  • 32. fenerbahçe'de olup galatasaray'da olmayan şeyler

    jelko obradoviç

  • 33. 28 ocak 2016 yamadi'nin düşmesi

    şair burada suriye ordusunun kendi toprağını teröristlerin elinden almasını kastetmiş

  • 34. yaran inci sözlük entry'leri

    başlık: nihayet bugün ben de otobüste ayar verdim

    bugün sabahtan akşama kadar sandalyede oturmuş olmanın verdiği yorgunlukla otobüsle eve giderken, yayıla yayıla oturduğum koltuğa bir teyze geldi. baktı, baktı bir daha baktı. ben de ona baktıktan sonra camdan dışarı çevirdim başımı. teyze:

    -bu yaşa gelmişsin, yaşlılara yer vermeyi öğrenmelisin artık, dedi.

    -bu yaşa gelmişsin, kendi ayakların üzerinde durmayı öğrenmelisin artık, dedim.

    otobüste 2 saniye sessizlikten sonra bir kahkaha koptu. sonra da ilk durakta beni dışarı attılar. bu da böyle bir anımdır.

  • 35. türk kızının tecavüze uğradım yalanı

    feministlere laf çakmak için hiçbir fırsatı kaçırmayıp "yaa işte beyle feministleer" diyen arkadaşa yalnızca iki soru sorarım:

    1- idam cezasını savunanlar genellikle feminist olmayanlar, hatta bu ülkedeki en ünlü feminist hukukçulardan hülya gülbahar öncülüğünde "tecavüze idam cezası istemek kabul edilemez bir davranış" diye açıklamalar yapılmış durumda. feministlere laf çakmaya meraklı olanlar tecavüz için idam cezası istediğini duyuran bir feminist açıklama, bir kampanya linki koyuversin önüme bir zahmet. pekiiii, "var yaaa bunlardan bi kaçını sallandıracan taksim'dee, bak bakalım bi daha yapıyollar mı?" lafını dillendiren kimler? bildiniz, bingo!

    2- modern hayatın bilimde, hukukta, iktisatta, tıpta vs. temel düsturu neden-sonuç ilişkisine bakmaktır. semptomlar elinde: kadınlar da yalan söyleyebiliyorlar. (feministler kadınların "melek" ya da "çiçek" olmadığını zaten bu yüzden söylüyorlar, sadece "insan"ız, dolayısıyla insanlığın iyi ve kötü yanlarını taşıyoruz diyoruz, ama siz orayı da atlamışsınızdır tabii.) şimdi, bu veriyle yola çıkıp, kadınların bekaret hususunda yalan söyleme ihtiyacı duymalarını mı engellesek daha iyi olur sence, yoksa bu 7 örnekten ortaya çıkıp "yhaa şimdi her tecavüse uğradım diyene de şeyapmamak lasım ama yhaa" mı desek? hem de türkiye gibi, tecavüzün aıp başını gittiği bir yerde, sence hangisi daha verimli: nedeni ortadan kaldırmak mı, yoksa sadece semptomu gizlemek mi? niye kendine şunu sormuyorsun acaba, "benimle cinsel ilişkiye girdiği duyulursa bu kızın ailesi tarafından öldürülme riski bile varken ve ben bu toplumda yaşayan biri olarak bu riskin gayet farkındayken, ne demeye vırtgel ağızlılık yapıp bütün mahalleye 'siktim soktum' muhabbeti yapıp bunun duyumasına sebep oluyorum?" diye düşünmeyen adam "suçsuz" mu? bu "sorumsuzluk" değil mi?

    örneklerinin bir kısmı inandırıcılıktan uzak ama hadi gene yedik diyelim, fakat o lgbti örgütünde çalışma kısmını hiç yemedik dostum, onu bil. onlarla çalışan biri onları "" diye yargılayacak, feministlere sallayacak, üyeleri arasında en az kadınlar kadar çok tecavüz mağduru bulunan bir grupta tecavüz suçunda mağduriyetin engellenmesinden önce yalana dolana vurgu yapacak, öyle mi? (bkz: cool story bro)

  • 36. ocak 2016 elektrik faturası

    hakkında şöyle bi açıklama yapılmış kol gibi olan faturadır.
    "emo tarafından ... yapılan incelemeler sonucunda 'dağıtım bedeli' adı altında toplulaştırılan kalem içerisine; dağıtım şirketlerinin gelir gereksinimine ilişkin hesaplamalarla belirlenen bedellerin yanında 'kayıp ve kaçak bedeli, iletim bedeli ile sayaç okuma bedeli'nin de dahil edildiği tespit edildi."

    hayır anlamıyorum, şirketin elektriğini satın alıyoruz, ordan kâr ediyorlar.
    onun üzerine iletim masraflarını veriyoruz, arızalarıyla falan ilgileniyoruz yani.
    onun üzerine kaçak zararlarını da biz karşılıyoruz.
    onun üzerine okuma bedeli diye çalışanlarının parasını da biz ödüyoruz.
    e dostum oldu olacak şu şirketi üzerimize yapın, zaten her bokunu biz veriyoruz.

    kaynak: http://www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=111762#.vqnmzpl96uk

  • 37. cinsel organından nefret etmek

    (bkz: kocaman olduğuna emin misin)

    ek: bu entrynin yarrak(tövbe estağfirullah) nickli çaylak tarafından favorilenmiş olması da bayağı bi manidar olmuş yalnız. haha.

  • 38. çaylak onay listesi

    entrynin sonuna "dört nokta" koyarak, çaylakların imla kurallarına dikkat etmesini salık veren bir arkadaşın çıkmış olduğu listeymiş. çıkmasaydı iyiydi.

  • 39. chp'li çamak'ın meclis kürsüsündeki gss isyanı

    akp'nin 1 kasım öncesindeki seçim vaatleri arasında genel sağlık sigortası rezaletinden kalma borçların silineceği vardı. fakat 27 ocak tarihinde meclise sundukları değişiklerle kesinlikle böyle bir niyetleri olmadığı anlaşıldı. bunun üzerine chp mersin milletvekili hüseyin çamak bu anlamsız borçlara ve zamlara karşı pankartlar eşliğinde şu isyan eden konuşmayı gerçekleştirmiş:

    "biz cumhuriyet halk partisi olarak "genel sağlık sigortası" denilen işsiz evlat vergisinden yaklaşık 7 milyon mağdurun 9 milyar lirayı aşan borçlanmalarının silineceğini de seçim beyannamemizde belirtmiştik. 1 kasım seçimlerinden önce mevcut iktidar da bunun ne denli büyük bir hata olduğunu 7 hazirandan sonuçlarından anlamış olacak ki cumhuriyet halk partisinden isabetli feyzalarak 1 kasım seçimlerinden önce bizzat başbakan bu genel sağlık sigortası borçlarının silineceğini vadetmiştir. sayın davutoğlu'nun seçimlerden önce üsküdar'da bir kafede bir grup üniversite öğrencisiyle buluşmasında gss'den ötürü biriken borçların silineceğine dair kullandığı ifadeler aynen şöyle: 'borç sıkıntısı içinde strese girmeyin sevgili gençler. 1 kasımdan sonra ilk işimiz bütün o borçları silmek olacak.'

    oysa bu, 5510 sayılı kanun'un 67'nci maddesinde yapılan değişikliklerden anlıyoruz ki bu mağdur gençlerin gss prim borçları tam olarak silinmiyor. lise veya üniversiteyi bitirenlerin gss giderlerinin sadece iki yıl süreyle devlet desteğiyle ödenmesi kararlaştırılıyor. bu borçlar silinmediği gibi, asgari ücrete gelen zamlarla beraber, ocak ayı itibarıyla yüzde 30 oranında zamlanmış bir şekilde artmaya devam ediyor. buna göre, geçen yıl ayda 50 lira borçlandırılanlar 65 lira, 152 lira borçlandırılanlar 197 lira, 305 lira ödeyenler ise 395 lira ödemek zorundalar. gelir testi yaptırmayan veya yaptırsa bile ödeyemeyen vatandaşları, yıllarca faydalanmadıkları sağlık hizmetlerinden ötürü borçlandırmanın nasıl bir mantığın ürünü olduğunu anlamakta güçlük çekiyoruz.

    bir devlet düşünün ki istihdamını sağlayamadığı vatandaşlarını, zaten yük olmak zorunda kaldıkları ailelerinin gelir düzeyine göre borçlandırıp bu sürede faydalandırmadığı sağlık hizmetlerinin parasını ödetmek için 'ne yap ne et, ailenin maddi durumuna göre bana şu kadar para bul, getir.' diyebiliyor. işsiz kalan vatandaşın, sığındığı ailesine ikinci kez mahcup olmasından başka bir anlam ifade etmeyen böyle bir uygulama acilen zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. devletimiz, milyonlarca suriyeli mülteciye uyguladığı gibi, insan hakkı olan sağlık hizmetini kendi halkına da ücretsiz sunmalıdır."

  • 40. yılın öğretmenine mobbing uygulayan müdür

    --- özet geç diyenlere ---

    daha önce yılın öğretmeni seçilen ve uluslararası projelerle öğrencilerinin başka ülkeleri de görmesini sağlayan idealist ingilizce öğretmeni ahmet yavuz, kocasının sendika başkanlığı sayesinde atandığı iddia edilen türk tipi müdür vekili tarafından mobbinge maruz kalıyor ve mobbing ilçe insan hakları kurulunca tespit ediliyor. karar

    bir türkiye gerçeği olarak ahbap çavuş ilişkisiyle olayın üstü örtülmeye çalışılıyor.

    tabii kindar ve de dindar bir nesil yetiştirmek varken öğrencilerini gavur avrupa ülkerine götüren, onların gözlerinin açılmasını sağlayan, dünyada başka ülkelerin başka yaşamların da olduğunun farkına varmalarını sağlayan bir öğretmenin başına başka ne gelebilirdi ki?

    gerçekleştirdiği projelerden fotoğraflar
    gerçekleştirdiği projelerden fotoğraflar
    gerçekleştirdiği projelerden fotoğraflar

    --- özet geç diyenlere ---

    haber linki

    olay şöyle gerçekleşiyor:

    1- ahmet yavuz, aydın sosyal bilimler lisesinde ingilizce öğretmenliği yapan, öğrencileri tarafından çok sevilen idealist bir öğretmen. uluslararası eğitim projelerine katılmakta hatta türkiye'de gerçekleştirilen bazı projeler hazırlamaktadır. klasik öğretmen profilinden farklıdır, öğrencilerinin vizyonunu genişleten, onları yurtdışına götüren farklı ülkeleri farklı insanları tanımasını sağlayan biridir.

    ahmet yavuz'un gerçekleştirdiği projeler sonucunda aydın'daki eğitim kurumlarına projeler için toplam 1,5 milyon euro hibe edilir. bu özellikleri sebebiyle hem bakanlık hem de il milli eğitim müdürlüğü tarafından birçok takdir ve teşekkür almış hatta 2013 yılında aydın'da yılın öğretmeni seçilmiştir.

    2- 2014 yılında, eğitim-bir-sen aydın şubesi başkanı olan eşi mustafa ural tarafından torpil yaptırıldığı iddia edilen semra ural, aydın sosyal bilimler lisesi'ne müdür vekili olarak atanır. kendisi ve eşi hakkında çıkan bir haber

    semra ural'a ait meb sayfası

    semra ural ortaokul öğretmeni olmasına rağmen liseye müdür vekili olarak atanır. aradan 2 yıl geçmiş olmasına rağmen okula atanacak gerekli şartları sağlayan müdür bulunamaz.

    3- böylesine vizyon sahibi, başarılı ve örnek bir öğretmene karşı; ufku kıt bir yönetici nasıl davranırsa, müdür vekili de öyle davranır ve mobing uygulamaya başlar.

    4- mobbingler:
    -bir müdür yardımcısına, ahmet yavuz'a dikkat edilmesi, kontrol altında tutulmasını ima eden tutanak verilir.
    -öğrencileriyle birlikte gezi, piknik, sosyal faaliyetlere yapmasına, diğer öğretmenlere izin verilirken ahmet hoca'ya izin verilmez.
    -idari personele ahmet yavuz'dan gelen dilekçelerin alınmaması talimatı verilir. verilen dilekçelerin yokedilir.
    -yılın öğretmeni seçilmesine rağmen, bu ödülü alması müdire hanım tarafından engellenir.
    -aldığı sağlık raporu elektronik ortamda okula gönderilmesine rağmen, tüm müdür yardımcılarına ahmet yavuz arattırılarak, belgenin orjinalinin aynı gün içerisinde getirilmesi istenir(yasal olarak bir sonraki gün mesai saati bitimine kadar götürmek için vakti olmasına rağmen)
    -üstüne çay döküldüğü için müdür yardımcısından izin alarak(müdür makamında yoktur) eve gidip üstüne değiştirmesi ve bu sebeple derse 10 dakika geç kalması sebebiyle hakkında hukuka aykırı olarak tutunak tutulması(izni veren müdür yardımcısı tutanağa karşı çıkarak imza atmıyor ahmet yavuz'u savunuyor)
    -ingilizce kursu açılmasını talep eden öğrencilere "ahmet hocanızın paraya ihtiyacı varsa gitsin başka okulda kurs açsın" denerek öğrencilerin gözünde rencide edilmeye çalışılması.
    -müdür vekili semra ural, ahmet yavuz'la hiçbir şekilde iletişime geçmiyor ve söylemek istediklerinin okul personeli ile iletiyor.

    5- maruz kaldığı mobbing sonucunda ahmet yavuz'un psikolojisi bozuluyor ve tedavi görmek için ilaç kullanmaya başlıyor. bu durum aynı zamanda hem iş hayatını hem de özel hayatını etkiliyor.

    6- ahmet yavuz efeler kaymakamlığı ilçe insan hakları kurulu'na başvuruyor. okula gelen kurul temsilcileri 5 gün boyunca okulda araştırma yapıyor, hem öğrencileri hem öğretmenleri dinliyor. sonuçta ahmet yavuz'un mobbinge maruz kaldığının tespiti kararı alınıyor. karar

    7- semra ve mustafa ural'la yakınlığı bulunan il milli eğitim müdürü pervin töre, mobbing haberlerinin yayınlanmasından sonra biraçıklama yapıyor. ancak açıklamada sanki mobbing yaptığı iddia edilen kişi aydın valisiymiş gibi "aydın valisi sayın erol ayyıldız, aydın'ın eğitimine büyük destek veren, eğitimin niteliğinin artmasında liderlik eden çok değerli bir vali olup, sayın valimizle çalışmanın onurunu taşıyoruz." gibi yıkama yağlama faslından sonra müdür vekili semra ural'ın başarılı bir okul müdürü olarak görev yaptığını belirtiyor. türkçe meali müdürün korunacağı kollanacağı belirtiliyor.

    ki kendisi hakkında başlığa girildiğinde adam kayırmanın, torpilin kralını yapan biri olduğu belirtilmiş.
    semra ural'la katıldığı etkinlik

    şimdi bu olanlar, dominos rezaletinden, hepsiburada rezaletinden daha mı az rezil?

    ölü ozanlar derneği'ndeki robin williams tarzı bir öğretmen emdiği süt burnundan getiriliyor? hem çok büyük ihtimalle kendi yetersizliğinin farkında olan, ezilmiş, kompleks sahibi birinin egosunu tatmin etmeye çabalaması sebebiyle.

    ekşisözlükte yayınlanan diğer birçok olayda olduğu gibi umarım sosyal medya gücü ve farkındalığıyla olayın takipçisi olur ve müdür hakkında gerekli yaptırımlar uygulanır. paylaştığım haberin altındaki öğrenci ve velilere ait yorumlar bile ahmet yavuz'un ne kadar kaliteli bir öğretmen olduğunu ortaya koyuyor.

    not: ne ahmet yavuz'u tanırım ne öğretmenim ne de aydına gitmişliğim var. haberi tesadüfen gördüm ve böyle vizyon sahibi bir öğretmenle karşılaşınca ilgimi çekti. okulu ve müdürünü bulup google'da arattığımda yukarıda paylaştığım "kocası tarafından torpille atandığı iddia edilen" haberle karşılaştım.

    keşke her öğrenci, örnek alabileceği, müfredattan başkaca şeyler de öğretebilen, öğrencilerinin vizyonunu genişleten ahmet yavuz gibi bir öğretmene sahip olabilse. böyle idealist öğretmenler maalesef çok nadir. kıymetini bilelim, sahip çıkalım.

    aydın valiliğine mail göndermek için:
    aydin@aydin.gov.tr

    bilgi edinme hakkını kullanarak olayın takipçisi olmak için:
    https://www.e-icisleri.gov.tr/…inme/mbubasvuru.aspx

    edit 1:
    bilgi edinme hakkına ilişkin kanun uyarınca internet üzerinden olaya ilişkin bilgilerin paylaşılması için başvuruda bulundum. bu başvuru için yalnızca yukarıdaki linkten isim-soyisim-tckn-adres, e-posta bilgilerinizi yazmanız ve başvurulacak makam olarak da aydın valiliğini seçmeniz yeterli olmaktadır.

    "sayın yetkili;

    http://www.memurlar.net/haber/561223/ internet sitesinde yeralan; aydın sosyal bilimler lisesi'nde ingilizce öğretmeni olarak görev alan, veliler ve öğrenciler tarafından örnek bir öğretmen olarak gösterilen ahmet yavuz'un; aynı okulda vekaleten müdürlük yapmakta olan semra ural tarafından mobbinge maruz kaldığı ve efeler kaymakamlığı ilçe insan hakları kurulu tarafından da bu durumun tespit edildiği iddia edilmiştir. bu kapsamda;

    1- müdür vekili semra ural'ın, ingilizce öğretmeni ahmet yavuz'a mobbing uyguladığına ilişkin efeler kaymakamlığı ilçe insan hakları kurulunca alınan kararın tarafıma iletilmesini,

    2- sözkonusu karara ilişkin aydın valiliği'nce herhangi bir idari soruşturma açılıp açılmadığı,

    3- idari soruşturma açıldıysa hangi aşamada olduğu,

    4- konuya ilişkin herhangi bir idari tedbirin alınıp alınmadığı,

    5- semra ural'ın vekaleten müdür olarak atanmasında, aydın eğitim-bir-sen şube başkanı olan eşi mustafa ural'ın herhangi bir etkisinin olup olmadığına ilişkin bilgilerin tarafımla paylaşılmasını talep ediyorum."

  • 41. osmanlı imparatorluğu'ndaki filozof sayısı

    bu dünyaya dair bir takım idealleri olan insanlarla tartışırken "en nihayetinde hepimiz yıldız tozuyuz ve ölüp gideceğiz, düşünmeye ne gerek var, salla gitsin" diyen eblehlerden öyle böyle tiksinmiyorum.

    osmanlı'daki rockçı ya da suşici sayısı ile filozof sayısının kıymetini kıyaslayanlar ağır beyin özürlü olsa gerek. suşiciler bir ülkeyi ülke yapmaz. rockçılar da bir devleti devlet yapmaz. mesela filozof ile suşiciyi bir tutarsan eğer gözünün önünde anan baban en basit hastalıklardan geberip gider; elinden ne kadar geri zekalı olduğunu düşünmekten başka hiç bir şey gelmez. çünkü modern tıp da felsefenin ürünüdür. çünkü modern tıp eğitimi de felsefe sonucu ortaya çıkmıştır. çünkü lise eğitimi felsefenin üretimidir. çünkü genel eğitim de felsefe sonucu ortaya çıkmıştır. çünkü felsefe moderniteyi yaratmıştır; modernite genel eğitimi, genel eğitim lise eğitimini, o da tıp eğitimini. böylece anan, baban, bacın hastalıktan geberip gideceği vakit felsefenin yarattığı modern tıp onları bir tek penisilin ile kurtarır. sen duanı kime tapıyorsan ona edersin o ayrı konu. felsefe ve modernite olmasın anam babam geberip gitsin dersen de o senin bir ahmak olduğunu gösterir. biz makul insanlar böyle şeyler söylemiyoruz.

    evet filozoflar dünyayı kurtarmışlar. topu topu 150 yıl öncesine kadar insanların ortalam ömrü 35-40 yıldı. bugün 70-80 yıl. hamam böceği beynine sahip bir takım gerizekalılar ilk entry ile özet tarihini sunduğum filozofların yarattığı dünya sayesinde iki kat ömür yaşıyorlar. çünkü felsefe/sanat/bilim iç içe kavramlar ve topu birden taassuba karşı. taassup da moderniteye ayak bağı olan dogma demek bu arada. çünkü modernite farklı dogmalara, farklı inançlara, farklı bok püsürlere sahip insanların bir arada yaşayabilmelerinin tek yolu. içinde pozitivizm ve sekülerizm var. felsefe senin götünün 35 sene yerine 70 senede toprağın içindeki kurtlar ve solucanlar tarafından yenmesini sağlıyor. 35 sene daha götün rahatta yaşıyorsun. çünkü bu insanlar düşündüler ve her biri bilime ilham oldular. bilimin önünü açtılar. nasıl biliyor musun? kiliseyi alt ederek. rönesans ve reform felsefenin ürünüdür. yığınları ikna etmiştir ve reform sonucu almanyada ve yine felsefenin ürünü olan fransız ihtilali sonucu fransa ve ingiliterede açılan kilise dışı okullar bugün senin içinde yaşadığın dünyayı yaratmıştır.

    o dünyada ne var biliyor musun?

    sabah kalktın ya hani? üzerinden kalktığın yatağı almanyadan alınmış makineleri olan bir fabrika yapıyor. almanya o makineleri nasıl yapıyor? martin luther'in reformu sayesinde.. başka? mesela karl marx sayesinde. lavaboya gittin diyelim apartman dairende. apartman dairen yapılırken kullanılan inşaat teknik şartnamesi fransa, ingiltere ve abd inşaat teknik şartnamelerinden çevrilme bu arada. neden osmanlıda yok? evet bildin onları yazacak adam yoktu osmanlıda. mesela betonarmeyi icat edecek adam yok çünkü onun selefi olan bilim türlerinin eğitimi verilmiyor: matematik, fizik, statik, dinamik, diferansiyal, mukavemet. neden? çünkü kimse gerek duymuyor bu eğitimi vermeye. o neden biliyor musun? çünkü osmanlı ne geçmişi yorumlayabiliyor ne de geleceği görebiliyor. peki o neden? çünkü felsefe haram. ehli sünnet fıkhının temel prensiplerinden biridir felsefenin haram olduğu. bizzat imam-ı hanbel ve imam-ı şafii'nin içtihatı var. imam-ı azam onlardan önce yaşadı. onun zamanında felsefe diye bir şey olsa o da haram ilan ederdi muhtemelen ki imam-ı azamın halefleri de haram ilan ettiler felsefeyi. evet uyandın ve konforlu, sıcacık evinde terliğini giyerek lavaboya yüzünü yıkmaya gittin. bastığın halıyı dokuyan fabrika ingilizin icadı. gittiğin lavabonun fayanslarını kesen makine amerikan icadı. musluğu açtın ya hani... akan su bize bernoulli'nin sunduğu bir nimet. newton katıların dinamiğini bulmuştu bernoulli de sıvıların.. yoksa o suyu o borudan 15. kata çıkarmaya çalış bakalım boruya mı üflersin artık ne yaparsın bilemem. newton ve bernoulli kim biliyor musun? ikisi de felsefenin yetiştirdiği çocuklar. yüzünü yıkayıp tuvalete sıçmaya mı gittin? düşün ki istanbul'da hala kanalizasyon sistemi yok ve tıpkı osmanlı dönemindeki gibi boklar foseptiklere birikiyor. 15 milyon insandan bahsediyoruz değil mi? kim başa çıkacak o kadar bokla? diyelim senin ufacık bir kızın var ve o boklu sokaklardan hastalık kaptı.. ister misin bunu? sen mi temizleyeceksin o bok dolu sokakları? hiç zahmet etme.. akışanlar mekaniği/hidromekanik kitaplarını açıyorsun ve senin o ufacık çocuğunun hastalanmaması için gerekli kanalizasyonun matematiksel formülünün yüz yıllar önce kafir avrupa'da bernoulli, euler, stokes gibi adamlar tarafından bulunduğunu görüyorsun.. ben şimdi euler'e secde etmeyeyim mi? euler'den başka kim daha fazla hak ediyor ulan kendine secde edilmeyi? benim boncuk gözlü kızımın bok uğruna ölmesini engelliyor adam. hem de 300 yıl önceki aklı ile. bu adamdan yüce kim var bu dünyada? afedersin büyük abdestini yaptın ve ellerini yıkayıp gardrobunu açtın değil mi? kim dikti o elbiseleri? 80 milyon insana elbiseyi dik dik biter mi? demek ki bir makinede seri üretim yapılıyor. o halde kim buldu o makineyi? ebu suud efendi mi buldu? küffar ve emperyalist ingiliz buldu. emperyalist olunca bilime yaptığı katkıları da siktir et gitsin değil mi? çıktığı ülke emperyalistse bugün yaşadığım dünyayı yaratan newton'un da amına koyayım.. bu mu mantığın? hem islamofobik olup hem de moderniteden tiksinen mantığını s*keyim bu arada.

    o pembe götün konfor arar şimdi senin. işe gitmeden kanepeye oturup bir tv izleyeyim dedin ya hani. o tv de senin karşısında ezim ezim ezildiğin rasyonalitenin ve felsefenin ürünü. iletişime yarıyor. aynı zamanda propaganda aracı ve zararlı yönleri de var. ancak bunu da ilk kez sen bulmadın. adorno söyledi bunu ve horkheimer. kültür endüstrisi dediler adına da. sen 60 yıl sonra haberdar oldun. pembe göt demiştik evet onu üzerine koyduğun kanepe de felsefenin ürünü olan makinelerce üretiliyor. çünkü felsefe sanayi devrimini başlattı. sanayi devrimi de keresteyi oyan, biçen, kesen makinelerin icadına giden yolu. çelik kapını iyi kapat evden çıkarken o da felsefenin ürünü çünkü. aşağıya indin ve felsefenin ürünü olan fransız teknolojisi arabana bindin ya hani hiç utanmadan. hatta az yaksın diye 1.2 motor falan almıştın arabayı. o motor hangi dilden gelme senin diline? peki o arabanın hangi parçası senin filozof yüzü görmemiş topraklarında üretiliyor? eşek gibi, köle gibi, hayvan gibi çalışıp bütün paranı fransıza, almana, güney koreliye yedirmiyor musun araba alırken? güney kore doğu mu? siktir git öğren güney kore, japonya, çin bat mıymış doğu muymuş. tarih okuyun ulan biraz.. almanın bulduğu sosyalizmle onca yıl idare olmuş çin nereden doğu oluyor? hukuk sistemleri ne peki bu devletlerin? roma hukuku.. güney kore germanic law denilen tee romadan gelme hukuk sistemini almış. türkiye de öyle. japonya da aynı. iran bile şeriatçı hali ile roma hukukunun napoleonic law denilen dalını kısmen uyguluyor. moğolistan nordik/germanik kırması. daha başka kim ne alacak oğlum bu batılı kafirlerden? arabasını almışsın, hukukunu almışsın, devlet teşkilatını almışsın, götünü koyduğun kanepe onlardan, dilini almışsın "ofis"te çalışıyorum diyorsun mesela, ingilizin futboluna ölüyorsun, amerikalının filmlerine dibin düşüyor, amerikalının kotu her daim götünde. haşamayı bırakıp boxer giyiyorsun. ulan tüketilecek her şeyi almışsın zaten almadığın tek bir şey var: felsefe. halbuki bir tek onu alsan geri kalan hiç bir şeyi almana gerek yoktu. kendin üretecektin hepsinin orijinalini/alternatifini.

    ister kabul et ister etme sen zaten bu adamların yarattığı dünyada yaşıyorsun. rızkını bu adamlardan alıyorsun. 35 değil de 70 yaşına kadar yaşayabiliyor oluşunu bu adamlara borçlusun. sonuç ne?

    e bunlar emperyalist biz ahlaklıyız.

    hassiktir ordan. o güç sende olsa en az onlar kadar emperyalist ve kan emici olacaksın sen de. en az onlar kadar katliamcı olacaksın. en az onlar kadar bebek öldüreceksin (zaten senin "doğu medeniyetin" dünyada en fazla katliamı yapıyor ya hadi onu konuşmayalım). en az onlar kadar böbrek çalıp kendi burjuvana yedireceksin. ne yani "bu dünyanın batısında yaşayanlarda bir tür emperyalistlik geni var ve onlar biyolojik olarak emperyalist doğar. doğusu ise bu gene sahip olmadığı için emperyalizm yapmaz ve sömürülür mü?" kabul et işte amk sen inancından/kültüründen dolayı geri kaldın. varoluşundan geri değilsin özün seni geri bıraktı. ötekiler inançlarını/kültürlerini/dogmalarını zaptederek ve kontrol altına alarak geliştiler. gelişen gelişemeyene hükmeder. ben burada emperyalizm ile, batının yüceliği ile veya batının ahlaksızlığı ile ilgilenmiyorum. ben etten ve kemikten bir insan olarak atalarımın beni bu hale getiren, aldığı her nefeste başka coğrafyadan insanlara muhtaç bıraktıran tarihini sorguluyorum. neden biz geri kaldık da onlar ilerlediler? neden hala daha geriyiz? neden ilerleyemiyoruz? neden güney kore'nin bir kaç on yılda yapabildiğini 100 yılda dahi yapamıyoruz? neden fakirlikte denk bile olsak bütün güney amerika ülkelerinden, sovyet bloğu ülkelerinden daha mutsuz hayatlar yaşıyoruz? türk dindarları mutlu mu? hele bir şu edirneyi geçin bu beylik lafları etmeden. bir yurt dışı görün de konuşun ulan! neden ben bu kadar berbat bir ülkede yaşamak zorundayım? berbat değil mi bu ülke? her gün bin tane ahlaksızlığa, hukuksuzluğa denk geliyorum, maruz kalıyorum. sen memnun musun? adam allahsızmış bir de. bana ne senin allahından? istersen maymuna tap. benim derdim akıl meselesi. hem allahlı hem akıllı olunabiliyor, hem allahsız hem akıllı da olunabiliyor. bunun farkına da akılla varılıyor. gerisinden bana ne ulan? allahlarınızla ilgilenmiyorum.

    islamın altın çağının ne olduğunu hala daha anlayamamış mankafalar gelip gelip aynı teraneyi öne sürüyorlar. bakın özet geçiyorum: sizin islamınızın altın çağı diye bir şey yok! sizin islamınız o altın çağı bitiren şey hatta. mutezililerin (ve yunan felsefesini devam ettiren orta doğulu filozofların) islam devletinde saygı görmesi diye bir şey var! islam dünyasından çıkan filozoflar o kadar sizdendi ki namaz bile kılmıyorlardı. bugünkü islamı bilen müslümanlar ibn-i sina ve farabi'yi sahiplenemezler. çünkü bugünkü müslümanlar ile farabi'nin dini aynı din değil. bugünkü müslümanlar gazalinin ürünüdür: farabi'yi kafir ilan eden adamın. on kere yazdım bunu. benden önce de yüzbinkere yazıldı. bunları okuyun artık amk! ne yapıyor muşsunuz? bugünkü müslümanlar/gazalici nihilist tayfa olarak bundan sonra ibn-i sina ve farabi ile hele hele onca zulmettikleri el kindi ile övünmüyormuşsunuz. ibn-i rüşd ile övünmüyormuşsunuz anlaşıldı mı? bunlar sizin dininize göre kafir ulan. neden hem kafir ilan edip hem de övünüyorsunuz? bunlar aristocu.. bunlar sizden değil! ve felsefe ile akıl kadim yunanın öncesinde sözlü sonrasında yazılı bir şekilde tek çizgi halinde ilerliyor. nereden mi biliyorum? çünkü bugün hint/arap/çin/japon/moğol hepsi artık bu çizgiden besleniyorlar. çünkü kendi lokal düşünce kavanozları hiç bir sike yaramadı. çünkü kendi lokal düşünce kavanozları bunlar götten sakatlanıp da ameliyat sırası beklerken beş kuruş fayda sağlamıyor. bunların hepsi karınları biraz ağrıdığı vakit aristoya, descartes'a muhtaç. sen "o muazzam özünden dolayı" muhtaç değilsen eğer odanın köşesinde halıya yüz üstü yat ve karın ağrısından geber o zaman.

    yok efendim bugün batı öndeymiş de önceden doğu öndeymiş. ben önceden doğsam bu sefer doğucu olurmuşum gelecekte de belki doğu tekrar öne geçecekmiş. o zaman ben çelişki içindeymişim tespitim yanlışmış ve geçici bir süre için gereksiz heyecan yaparak batı yalakalığı yapıyor, yoktan yere kendi tarihimi aşağılıyormuşum. göte göt demek ne zamandır kendi kendine küfretmek, kendi tarihini aşağılamak oldu? osmanlıda yüzlerce filozof olsun istemez miydim ben? neden olmadığını merak etmek suç mu? ve sebebi bu islam türüdür gelin bunu tartışın demek? bunu demek neden kendi tarihine küfretmekle eşdeğer oluyor ulan? bir de eğer felsefe tarihini takip ederseniz islamın şaha kalktığı yıllar ya kadim felsefeden beslendiği yıllar ya da rakiplerinin çok ciddi zillette olduğu yıllardır. islamın altın çağının yunan felsefesinin ürünü olduğunu ben söylemiyorum. muhammedin soyundan gelen ürdün kralı da söylüyor, suudi meclisinden vekiller de söylüyor. hatta islamın 9-12 yy arası filozofları kendileri söylüyor. hatta o dönemin abbasi halifeleri rüyalarında aristo ile tartıştıklarını kendileri söylüyor. akıl çizgisi yazının tarihinden beri tek bir çizgi. 13. yüzyıla kadar bir süre müslümanlar almış bunu sonra hıristiyanlar. ben şimdi hıristiyan savuncusu mu oluyorum bunu diyince? nasıl mankafalarsınız oğlum siz? git sen de al amk! sana alma diyen mi var? batının ya da doğunun tapulu malı mı akıl? felsefe hiç bir işe yaramadı ise bu sorunu çözdü: aklı kendine almak için sadece elindeki dogmaları bırakıyorsun kenara. dinini ve imanını akla uygun hale getiriyorsun. bugün akla uygun değil mesela: kadınlarınızı dövün diyor bir de deve sidiği için diyor ehli sünnet fıkhı. bunları terk etmem ben diyorsun illa. buna götün yemiyor diye ben neden emperyalist yalayıcısı oluyorum ulan?

    gazali ve tasavvufçular için müslümanın tarifi hani teneşirdeki ölü gibi teslim olmaktır ya... hiç bir müslüman da öyle teslim olmaz ha çoğunluğu yurt dışına çıktı mı anında karı kız avlamaya gider, yolsuzluk yapar, torpille akrabasını devlet kurumuna aldırır. ama her müslüman kıl dönmesi yaşadığında, felsefenin ürünü olan modern tıpla onun götünü iyileştirecek doktoruna domalarak teneşirdeki bir ölüden daha beter şekilde teslim olur. çünkü felsefeyi inkar edip de son ürünü tüketen insan parazittir, acizdir, asalak bir bittir, korkakça kenardan iğnesini batırıp da günlük ihtiyacını gidermeye çalışan iğrenç bir sivrisinektir. hamam böceğidir. parazitlikten kurtulun artık. bundan kurtulmanın yolu her gün en az bir kaç dogmayı çöpe atmaktır, mal mal nihilist yazılar yazmak değil.

    bugünkü dünya çok mu süper? modernite insanları aç, sefil, katledilmiş yapmıyor mu?

    bu soruyu da ilk siz sormadınız.. 19. yüzyılın sorusudur bu ve marx'tan habermas2a kadar hepsi bu soruya da cevap aramış. siz ancak bu soruyu sorup geri 13 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesini yani pedofiliyi salık veren kendi islam mezhebinize dönersiniz.

    modernite ve bugünkü dünya da sefalete ve katledilmeye neden oluyormuş o zaman en iyisi 9. yüzyılda yazılmış el yazmalarına uygun yaşamak!!!?

    bu nasıl bir kafa lan? marx demiş modern dünya insanları köleleştiriyor.. dinleyen kim? allahsız bir ateist o değil mi? nietzsche demiş dini ahlakın yerine gelecek ahlakı tartışalım dinleyen kim? anca zaten 100-200 yıl önce sorulmuş soruları sorup götün götün kaçarsınız kendi buhranlarınıza. kendi dogmalarınıza. kendi orta çağınıza. nevrozlu puştlar. tartışılan cevapları yüreğiniz kaldırmaz. maazallah 1000 yıllık bir zincir var geçmişinizde ve o zincirin son halkası sizsiniz. işte gelenekçilik böyle mahkum eder sizi allahsız bile olsanız demokrasinin bu topraklara yerleşmesine en büyük engel teşkil eden dogmaları, ananız babanız öksürükten geberip giderken batıya el açıp tıp ve bilim dilenmenize rağmen o lanet dogmaları sizi insanlıktan çıkaran dogmaları "ne zararı var" yavşaklığı ile geçiştirirsiniz. içinizden kimileri var halvet olduğu 16 tane karısı 19 tane çocuğu olan 2. abdulhamid'in o çirkin sakallarında kutsallık ve maneviyat arar. kiminiz var pakistan ve yemen'deki çocuk gelin vakalarını umursamaz. kiminiz var kendine bir kez bile sormamıştır "ulan aynı ırktan olan bosnak-hırvat-sırp insanların kurdukları devletler arasında bosna hersek bile yugoslavyadan ayrılan devletlerin en faikiri ise bu islam acaba geri kalmışlığa neden oluyor mu?" neden kaçıyorsunuz oğlum bu sorudan? ben sizler gibi nihilist değilim, umursamaz değilim benim çevresi dogmalarla nasırlaşmış bir vicdanım yok pakistan'daki çocuk gelinleri dert edinirim ben. ülkemin geri kalmışlığını sorgularım ben. benim etrafı örümcek ağları ile 3000 kat sarılmış bir aklım yok. ben özümü sorgularım. özünü sorgulamayan, kendi tarihine eleştirel bakmayan 16 tane karısı olan adamları sırf padişah diye kutsal gören/evliya gören ahmaklardan değilim ben.

  • 42. muhteşem yüzyıl kösem

    saraydakilerin ağzından, soğuktan dolayı buhar çıkan dizi.

    koca padişahsın ahmet'cim, kombiyi kökle gitsin lan ne olacak. duraklama devri diye çok şey yapma. senden yüzyıllar sonra gelecek bir zat-ı muhteremin sarayı milyonlarca liraya ısınıyor.

  • 43. 28 ocak 2016 beşiktaş sivas belediyespor maçı

    fikret reyizin canlıdan parayı buldugu maç

  • 44. semih şentürk

    istiklaş marşını ıslıklayan sikik taraftara en güzel cevabı vermiştir.
    öyle göte böyle yarak

  • 45. yağ yakma metotları

    gerizekalıca esprilere sebep olan metotlar.

  • 46. 28 ocak 2016 fenerbahçe cedevita zagreb maçı

    iyi maç oluyor, çekişmeli maç oluyor, güzel maç oluyor da ben fenerbahçeli arkadaşlara başka bi' şey demek istiyorum: şş... hayat çok mu güzel lan?

    takıma bak anasını satayım, sadece dixon'ın attığı üçlük kadar üçlük atmadık lan biz sezon başından beri. 55 sayı öndeyken maç ne zaman dönecek acaba diye ıslak gözlerle izliyoruz her maçı. biz dediğim de hâlâ efes takip eden 3 kişi falan kaldık sanırım. ricky toplamış. bogdanovic sizde. datome sizde. bari udoh'u bize verin lan allahsızlar.

    final 4 is coming diyerek bu haset dolu entry'mi gözyaşları içerisinde sonlandırıyorum.

  • 47. can dündar'a iki müebbet ve 42 yıl hapis istemi

    diktatörlüğün ustalık dönemi eserlerindendir.

  • 48. formula 1'in türkiye'de tutmamasının sebepleri

    iki kez ana tribünde bir kez de çayır çimende yarış izlemiş biri olarak fikirlerim:

    1- biletler bizim alım gücümüze nispeten pahalı.
    2- yarış pisti ebesinin örekesinde. ulaşım ve park zor.
    3- ana tribün girişi dışında orada bulunmayı cazip hale getirecek hiçbir atraksiyon yok.
    4- pistin tamamı görünmediği için yarışa hakim olmak zor. 3-4 dakikada bir önünden araba geçiyor o kadar. dev ekranlar yetersiz. bir süre sonra yarışın durumunu takip etmek imkansız hale geliyor.
    5- milli bir takım veya sporcu yok. gönül bağı kurulamıyor.
    6- gerçek formula 1 fanları pahalı bilet fiyatları ve ulaşım güçlüğü nedeniyle yarış izlemeye gelemiyor. sponsorların bilet dağıttığı hiçbir fikri olmayan insanlar geliyor.

    formula 1'i çok sevmeme karşın ana tribün biletim olmadıkça bir daha asla gidip yerinde izlemem (eğer yarış burada tekrar olursa)

  • 49. decathlon

    bu mağazada çalışmış biri olarak poşet olayında hak vermemek elde değil. bir ayakkabıyi üç ayrı poşete koyan, bir basket topunu üç büyük bildiğin şu büyük boy yorgan kapları gibi poşete koyan insanlar gördüm. zaten artık bim poşeti gibi olmuştu. ki decathlonun ilk poşetleri çok kalındı. sonradan inceldi falan. poşet olayında daha etkin napılabilir bilmiyorum. çünkü çok fazla musteri oluyor her zaman. sabah onlarca top poşet taşırdık öğlen biterdi. hadi her müşteriye bir tane olsa diğerleri ucretlendirilse belki daha makul. burada kizanlar belki öyle hayvan gibi poşete poşet dolduran tipler değildir ama inanin insanlar bu konuda kafayı yemiş. hiç bir şeyden memnun olmuyorsunuz . umarım allah o tarz bir yerde böyle saçma sandığınız politikaları uygulatır da ne kadar işkence olduğunu görürsünüz. ben bu mağazanın en çok tr de bu tarz muameleyi hak etmeyen insana düzgün davranmasına uyuzum.

    yahu sistemi açıyorum diye en fazla iki dakika beklettigim müşterinin kapağı açık şişeyi kafama attığı bir ülke. allah sizin gibi insanların belasını versin ve tum mağazada çalışanlara sabır. çünkü gelen hiç kimse orada çalışanların insan olduğunu hatırlamak istemiyor.

    geneli part time çalışan bu mağazada o ağzına sıçtığınız insanların ağzına yeterince sıçılıyor zaten siz eksik kalın. bir de oradan aldığı en fazla 600-700 -ama bu yılda bir iki kez olur - lirayla ev geçindiren arkadaşlarım vardı. hala da var.

  • 50. sömürü

    [ lüzumsuz kısım: kişisel atışma

    süleyman demirelin kayıp torunlarıyla tartışmaya girip de psikolojik hasar almamak mümkün değil.

    5 ayrı şey söylüyorsun, birine takıyor.
    bunun pedantik olduğunu açıklıyorsun, umursamıyor.
    cevap veriyorsun, sallamıyor.
    normal bir üslupla yazıyorsun, saldırgan bir üslupla tepene biniyor.
    katkı yapanlara teşekkür ediyorsun, katkı yapmadan gelip seni ukalalıkla suçluyor.
    "saçmaladım" diyorsun, "saçmaladım desene, ama yemez tabii" diyerek mavi ekran verdirtiyor.

    bu bana meşhur bir lafı hatırlattı:
    "that terminator is out there! it can't be bargained with. it can't be reasoned with, it doesn't feel pity, or remorse or fear. and it absolutely will not stop, ever, until you are dead" -22.yy marksist kuramcısı kyle reese ]

    *
    *
    *

    ilk kısım: liberal ekonomik politikalar lehine

    bu fantastik iletişimsizliğin tek yararı, 1-2 saat ayırıp bölük pörçük duyduklarımı bir araya getirmek oldu. kapitalizm sürecinde, özellikle görece modernserbest girişim kısmı sonrası, çeşitli toplumların hayat standardındaki değişimler:

    *

    1) geriye doğru gidelim. modern zamanların en bariz örneği çin:

    liberal politikalar öncesi ve sonrası, 1990 sabit dolarıyla yapılan üretim kıyası

    1980-2010 arasındaki 30 senede, 680 milyon çinli aşırı fakirlikten çıkarılmış (dünya genelinde 1 milyar insan). bu rakamlar alım gücüne oranlı, yani pahalılaşan hayatı dikkate alıyor. bir yandan gelir adaletsizliği artarken, diğer yandan çin'in sefalet oranı %85'den bugünkü %10'a iniyor. bu dünya tarihindeki en büyük toplu sınıf atlaması.

    *

    2) güney kore bu hareketi biraz daha önce yapmıştı:

    65'tan sonraki değişim müthiş (yine alım gücüne oranlı)

    kore örneği, dünyada eşine az rastlanır kontrollü bir deney gibi çünkü kuzeydeki komşusuyla karşılaştırmak mümkün. başlangıç noktaları aynıyken 70 sonrası fark devasa. halbuki ayrılık sonucu iki ülkede ilk 25 sene aynı hızda büyümüşlerdi. yani fark ayrılma noktasına değil, liberal ekonomik politikaların başlangıcına denk geliyor.

    bugün geldikleri noktada ise en ilginç bulduğum kısım, kuzeylilerin boyunun 4 santim, yaşam sürelerinin ise 12 yıl kısa oluşu. aynı genetiğe sahip olduklarından, bu fark kötü beslenmeye yorulabilir.

    iki korenin gece uzaydan görüntüsü belki de en açık fark. o sayfada ve bu sayfada iki koreyi karşılaştıran kitaplardan bahsediliyor.

    *

    3) doğu almanya ve batı almanya farkı, kore örneğine benzer biçimde, planlı ekonominin serbest piyasa ekonomisiyle karşılaştırılmasının kontrollü bir deneyi gibi.

    kore'nin aksine, almanyaların birleşmesi, bir deney şansı daha doğuruyor. birleşme sonucu doğunun durumu iyileşse de aradaki fark o kadar açılmış ki zamanında, 25 sene geriden geliyorlar

    *

    4) bunların da öncesinde japonya örneği var. 2. dünya savaşı sonrası, endüstriyelleşmeyle ve iç pazarı koruyan bir takım önlemler eşliğinde dünya pazarlarına açılarak, %10 üzeri gelişme rakamları yakaladılar ve 60'larda ekonomi neredeyse 10 kat büyüdüğü için dünyanın en büyük 2. ekonomisi oldular.

    *

    5) daha da geriye gidelim:

    son 200 yılda dünyanın çeşitli bölgelerindeki üretim artışı (normalize edilmiş). senelik binde 2'lik gelişmeler, %2'lere çıkıyor.

    son 200 sene boyunca sefalet içinde yaşayanların yüzdesi (normalize edilmiş). dünya genelinde %90+'lardan %20'lere düşmüş, hem de nüfus 1 milyardan 7 milyara çıkarken.

    *

    6) eski analizlerde gsmh tahmini yerine "ortalama bir işçi x alabilmek için kaç saat çalışmalı" gibi bir parametre kullanılabilir.

    şurada görüldüğü üzere örneğin 100 sene önce bir bisiklet 260 saatlik emekle alınırken, şimdi bu rakam 7, yani 36 katlık bir alım gücü artışı var.

    *

    7) buradaki karşılaştırmalı örnek daha ilginç, çünkü basit değil. 1450-1912 arası, değişik meslektekilerin ekmek alım güçleri var (sadece ingiltere için). endüstriyelleşmenin uzun sürecinde önce alım gücü düşüyor, ancak viktorya döneminin sonunda eski haline geliyor. aradaki dönem sanırım hem sosyal politikaların kimseyi korumaması, hem de artan nüfus yüzünden, ortalama alım gücünü epey düşürmüş. tabii grafiğin bittiği 1912 sonrası ilerleme çok daha fazla.

    *

    8) ekonomik verilerin ötesine geçip, global ölüm oranlarına bakınca değişim daha bariz. her doğan 1000 çocuktan 300-500'ü ölüyor asırlar boyunca. yani ortalamada her aile, en az bir çocuk kaybediyor. bu sadece tıpla alakalı değil, özellikle kötü hasat dönemlerinde oran artıyor şaşırtmayacak biçimde. bugün oran 1000 doğumda 5'in altında çoğu yerde. 100 katlık bir gelişme var.

    *

    9) son olarak, "krallar ve ruhban sınıfı pasta yerken, kalanların ekmek bulamaması" lafımı sembolik halde bırakmayayım, bunu kelime anlamı içinde de destekleyelim:

    burada tam da bunun karşılaştırması var, 1800 ingiltere'sinde tepedeki %10, aşağıdaki %10'dan neredeyse 3 kat fazla kalori tüketiyor. bu %300'lük fark, bugün %10'un altında. ironik olarak en çok kalori tüketen kesim artık zenginler değil, orta-alt sınıf.

    1800'lere dönersek, sorun sadece dengesizlikten ibaret değil. fakirlerin kalori tüketimi o kadar az ki, toplumun %20'si iş yapmaya yetecek enerji alamadığından iş gücünde bile değil. verimsizliğin daniskası.

    burada son 300 senenin günlük kalori alımı değişimi var.

    buradaysa son 700 senenin normalize edilmiş buğday fiyatları.

    *

    edit 1: "700 sene önce buğdayın kullanım şekli aynı mıydı"
    son 100 senedeki düşüşe de bakabilirsiniz.

    edit 2: "1800-2000 arası veriler işe yaramaz. çünkü zaten 18.yy'ın o boktan şartlarını, kapitalizmin önceki evresi olan merkantal kapitalizm yaratmıştır 15.yy'dan beri"

    ilginç ama ilkin ampirik olarak yanlış: verileri, verdiğim ölüm oranlarıyla da korele edebiliyoruz ve bu da epey geriye, 15.yy öncesinde gidiyor. mesela roma imp'da ortalama ömür 25 yıl idi bebek ölümleri hesaba katılınca. ortaçağ ingilteresinde veya islam dünyasında bu rakam değişmiyor. hatta dünya genelinde 1800lerde dahi değişmiyor. ama son 100 senede, ortalama ömüre tam 35 sene eklemişiz. ki zaten bunun daha kontrollü bir karşılaştırmasını kuzey-güney kore örneğinde yapmıştık.

    ikincisi, bu mantıken de yanlış bir savunma: açlık ve ölüm erken kapitalizm ile artmış olsaydı bile, önceki eksilerini kapatıp, son 200 yıldaki haliyle artıya geçmiş olabilir. 1800-2000 arası veriler bunun için önemliler. hele hele kapitalizme geçişi geç yaşamış ülkeler için. zaten bu yüzden 9 farklı zaman aralığından, 9 değişik örnek verdim.

    *

    not 1:
    zamanda geriye gittikçe liberalizm ve kalkınma arasında bağ kurmak güçleşiyor. geçmişte hem veri az, hem de bu ilerlemelerde pay sahibi olan bilimsel devrim, endüstriyelleşme, küreselleşme, demokrasi ve kapitalizmin değişik evreleri arasında ayrım yapmak güç. hepsinin arasında yumurta-tavuk ilişkisi var. çin, kore, singapur, dubai, rusya gibi modern örneklerde ise korelasyon kuvvetli, çünkü sermaye-ticaret-mülkiyet serbestliğinin etkisini diğer etmenlerden izole etmek mümkün.

    not 2:
    bu sayısal kıyaslar aslında buzdağının görünen kısmı. çünkü sadece iki çağda da varolan şeyleri kıyaslayabiliyoruz (bebek ölümleri, bisiklet, ekmek, vs). oysa asıl fark, ortaya çıkan yeni şeylerde: 15. yy'da yaşayan bir köylüyle aynı kaloriyi alıyor olsaydık bile, internetin veya ucuz havayollarının hayatımıza katkısını ölçemeyiz.

    *
    *
    *

    ikinci kısım: liberal ekonomik politikalar aleyhine:

    önceki tartışmalar sebebiyle, bu yazıda liberalleşmenin yarattığı pozitif farka odaklandığım için, aşırı yanlı bir intiba bırakmış olabilirim. şöyle dengeleyeyim:

    1) verdiğim örneklerde zart diye liberal politikalar benimsenmedi, onun yerine merkantalist (koruyucu) politikalardan kademeli geçiş yasandı. böyle olamadığı zaman, dış sermaye ve know-how, senin üretici konumuna geçmene engel oluyor ve sömürü artıyor.

    *

    2) serbest piyasanın yararları gelişmiş ülkelerde azalıp (diminishing returns) tersine dönüyor. sosyalist poitikalarla dengelenmemiş abd buna güzel bir örnek. bayağı sistemik sorunlar var:

    -artan gelir adaletsizliği sosyal bağları koparıyor.
    -tamamen piyasa mekanizmasına bağlı medya milleti aptallaştırıp kutuplaştırıyor.
    -cezaevlerinin özelleştirilmesi, ceza hukukunu mahvediyor (uyuşturucu reformunu geciktirerek de azınlıkları yoksulluğa mahkum ediyor).
    -zamanında demokrasiyle özdeşleşmiş piyasa, artık demokratik kurumları temelden sarsıyor (anayasa mahkemesinin citizens united kararı bir milat).
    -ve ironik olarak, asalak bir finans kastının tüm hataları sosyalize ediliyor (bailoutlar yoluyla), ki bu devasa bir sömürüdür. bu yüzden benim oyum demokratik sosyalist bernie sandersa.

    *

    3) sosyal devlet politikalarıyla yama yapılsa dahi, bence ne yazik ki teknolojik gelişme yüzünden, yukardaki trendler hızlanarak devam edecek.

    işçiliğin commodityleşmesi şimdiki zamanın sorunu, ama yapay zeka sayesinde, şu ana kadar değeri düşmemiş iş kollarının da tamamen yokolması geleceğin sorunu. bu zamana kadar, piramit giderek sivrileşse de, tabanın toplam hacmi de büyüdüğünden "toplum kalkındı" diyorduk. fakat işsizliğin gerçek bir tehdit olacağı bu yeni dünyaya geçişimizi mevcut malvarlığı dengesiyle yaparsak (en zengin 62 kişinin dünyanın yarısı kadar varlığa sahip olması gibi) üretim artışı tamamen tepeye gitmekle kalmayacak, piramidin tabanı da daralacak.

    *
    4) piyasa ekonomisinde gezegene verilen zarar fiyatlanamadığından, yok sayılıyor. geniş çapta çevre sorunları, kollektif regulasyona karşı olan neoliberal ve liberteryenlerin en büyük çıkmazı.