jun misugi10
profili

  • 2 ekim 2020 n11.com rezaleti

    gün geçmiyor ki bir site tarafından dolandırılmıyım. bu sefer yanlışlık falan yok ama n11.com ve onun mağazası olan demir_bilişim1 ortaklığıyla alenen dolandırıldım. tüketici hakem heyetine de verdim zaten durumu ancak içim soğumadı. başkaları da bunlara aldanmasın herkesin haberi olsun diye buraya da yazıyorum.

    17.09.2020 günü www.n11.com'dan (onun firması olan demir_bilişim1 adlı mağazadan) xiaomi mi 8 lite 64 gb /4gb ram çift hatlı cep telefonu satın aldım. telefonun aynısı bende de vardı bunu babama aldık. neyse açtık telefonu kuruyorum her şey normal gibi görünüyordu. ziraat bankası uygulamasını da kurdum babam giriş yaparken şöyle bir uyarı verdi:

    görsel

    telefon rootlanmış. daha sonra kıllandım imei kaydına baktım. çift sim kart olduğu için çift imei kaydı olması gerekirken (benimki öyle) tek imei kaydı var. n11.com üzerinden mağazaya sordum bu nasıl oluyor diye. o telefon tek hatlı dedi adam. arkadaşım dedim aynısını ben de kullanıyorum ayrıca ürünü satın aldığım ekranın görüntüsünü de attım çift hatlı diye satıyorsunuz dedim. sen ürünü iade et o zaman dedi. bak beni uğraştıracaksanız onu bileyim dedim. yok dedi gönder sen tamam. anladım sıkıntı çıkaracaklarını ama iade kodu alıp göndermeye karar verdim.

    telefonu rootlamışlar başka imei'i buna çakmışlar sıfır diye satıyorlar benim anladığım bu. neyse iade kodu oluşturup kargoya verdikten tam yarım saat sonra iadem mağaza tarafından reddedildi. sebep: kargo mağazaya ulaşmadı. haha. adamlar inanılmaz seri çalışıyorlar. yarım saatte izmirden istanbul'a nasıl gönderemedik lan ürünü biz. hata bizde. burdan nasıl insanlar olduklarını anladım tabii. iyi oldu bi yandan önlem aldık sağolsunlar.

    n11.com la yine görüştük tekrar iade kodu oluşturun dedi ve mağazayla muhatap olmayın dedi. tamam dedim. gönderdim yine. 2 gün sonra mağazadan (demir_bilişim1) arandım. "beyefendi ürünü 2'ye bölmüş yollamışsınız. ürün kırık." diyor bana. diyorum cihaz rootlu, oynanmış, güvenlik açığı var, imei kaydı sahte ya da oynanmış diyorum, onda sorun yok o değil de ürünü kırmışsınız diyor.

    tabii ki ürün kırık değil. ama telefonda böyle konuşuyor kadın pişkin pişkin. ama ben naptım. yarım saat içinde iademi reddettikleri için ürün kargolanırken, kargoya verildikten sonra video'ya çektim ve tüketici hakem heyetine verdim bunları. sonra merak ettim bunlar teşkilat mı acaba diye. evet teşkilatmış. bir sürü insana sahte imei'li rootlu telefonları satıyorlar kimi anlıyor kimi anlamıyor, ziraat bankası uyarmasa biz de anlamayacaktık. sonra da "telefonu kırmışsınız, ürünü ikiye bölmüşsünüz ama" diyerek milleti yıldırıyorlar. n11.com da bu konuyla ilgili hiçbir şey yapmayıp mağazaya ödemesini yapıyor.

    mağaza reddediyor ya ürünü, n11.com diyor ki "mağaza iadeyi reddetti". sadece bize haber veriyor. sen ne işe yararsın n11.com? sen olmasan biz demir bilişim mi tanırız? ben bunları nerden bulup da ürün alırdım yani? haa bu arada nasıl yaptılar bilmiyorum ürünü aldığım sayfaya yorum da yapamıyorum. hata veriyor hep. ondan çok ciddi teşkilatlar. umarım çökertecez bunları. şu an bu ülkede adalet ne kadar kalmış onu test ediyorum. adamlar göz göre göre bizi dolandırdı ya lan. şuraya bu mağaza hakkında diğer şikayetleri de koyayım da görün durum ne kadar fena:

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
    görsel

    bu verdiğim 3. tüketici hakem heyeti konusu bu arada son 1 ayda. evlenmek çok zormuş cidden ne aldıysak getirmiyor adamlar ya da böyle çıkıyor. rezaletleri sıraladım dinlenip dinlenip yazıcam. baya evlendim yalnız ha krizi fırsata çevirip. çok acayip. neyse onu sonra anlatırım desteklerinizi bekliyorum arkadaşlar.

    edit: mağaza bu https://m.n11.com/magaza/demir-bilisim1#reviews

  • fridanin parcalanmis omurgasi

    yaptığı intihal ortaya çıkınca bırakmış en azından. bunun hiçbir şey olmamış gibi devam edenleri de var sonuçta.

  • bütün entry'lerini silen yazarlar listesi

    kullanıcı girişi yapan insanlara çok rahat şekilde seçim opsiyonu tanıyabilme yeteneğiniz olmasına rağmen bunca zaman neden insanları hiç dinlemediniz vallaha ben anlamadım. teknik olarak size yük bindirmiyorsa çok basit bir şey gibi görünüyor çünkü. hemen de yaptınız sonrasında aslında. ayrıca ben her seferinde devamına okuyayıma basıyorum mesela. basmadığım hiç olmuyor. demek ki bu benim işimi kolaylaştırmak yerine zorlaştırıyor. onu da sevmedim. ama genel olarak her ne kadar beyaz tema gözlerimi rahatsız etse de, devamını okuyayım'ı sevmesem de bunlara çok takılmazdım. arka plan rengi griden beyaza döndü diye olmadı bu olaylar. kaç kere söylenmiştir bu ama olsun bir de ben diyeyim dedim. hepsi birikti ve patladı sonunda.

    yani bu siteyi gerçekten kullanan, her gün bir şeyler yazan, benimseyen insanlar sürekli bir şeylerden şikayetçi, evet kitle zaten tepkili bir kitle ama hiç mi umursanmaz abi kitle tepkili diye. konuşur konuşur susarlar diye düşünülüyor herhalde. sustular da hakikaten.

    adamların yapabileceği bir şey yoktu ki, yazıyorlar yazıyorlar olmuyor, eleştiriyorlar umursanmıyorlar, bi daha eleştiriyorlar yine cevap yok. insanları çaresiz bıraktınız. adamlar sinirli, bir şeyler olsun istiyorlar cevap bile verilmiyor, server'ına daş mı atacaklardı napacaklardı? yani bu adam yazar demeyelim de ekşi sözlük'te yazan kişi diyelim hadi, yazan kişinin yapabileceği maksimum eylem silmek olur. çok makul bir tepkiydi aslında. ben de hesabımı dondurdum bekledim noluyo diye.

    debe'nin ilk çıktığı zamanla şimdiki hali arasında dağlar kadar fark var. gündem hareketliyse üç-beş tane güzel şey oluyor. onun harici ırkçısından, @ 2'sine, su veren itfaiyesinden, ete para vermeyincisine. bi başlıyorsun okumaya hepsi 5-10 dakikada bitiyor. bunu site yönetimi de biliyor, çöplüğe dönüşmeye başlayan yeri düzeltmek yerine, çöplüğü karıştırıp buldukları güzel şeyleri yeni bir sitede paylaşmaya karar verdiler. benim ekşi şeyler'den anladığım bu. ama biz burdayız? nasıl olacak yani.

    kullanıcı sözleşmesinin değişmesi, ara sıra değişip değişmediğini kontrol edersiniz falan diye madde eklenmesi:

    -araba anahtarı, cüzdan, anahtarlık, cep telefonu. hepsi tamam çıkabiliriz.
    -ekşi sözlük kullanıcı sözleşmesi peki?
    -2 gün önce kontrol etmiştim ama...
    -ya değiştiyse?

    ne güzel hukukmuş bu. ben size hukuki olarak bakmıyordum ki. ben next next diyen adamım sözleşme mi umrumda olurdu benim. ama bu art niyet, bu kendini düşünme, bu haber vermeden bi şeyler yapma yani seziyorum hissiyatımı değiştirdi, bakışımı değiştirdi. en son da dakikada 2 entry silme olayıyla bende film koptu.

    çok yoğunluk olduğu için öyle bir kural getirildiği söylendi, 1 milyon entry silinmiş olabilir. aradan 1 ay geçti nerdeyse, benim hesabım dondurulmuş şekilde duruyordu. ben de ortalık rahatladı, silen sildi zaten kural falan kalmamıştır herhalde bi deneyeyim nolacak bakayım dedim. trafik olmasın diye gece yola çıkan adamım sonuçta, aynı mantık. ama noldu? kural duruyor. 1 haftada 1 milyon entry silinmiş daha sonra 2 haftada 50 bin bile değil söylenene göre. yani 10'da 1'i yoğunluk olamaz, neden dakikada 2 entry kuralı hala duruyor?

    sildim ben de. sildirseydi silmeyecektim. 3 sene önce falan olsaydı siteyle kavga ederdim bi de. artık biraz dingin ve biraz da dingilleştim. napayım yani burası böyle bir yer olduysa burası artık böyle bir yerdir. ben de ona göre davranırım. zaten son 2 senedir yazamıyordum.

    bir de benim ayrı bir sebebim var, her yazdığımdan sonra bu debe yüzünden yeni bir kişiye deşifre oluyordum. olayı kısmen değiştiriyorum, bütün isimleri değiştiriyorum olayda geçen. ulan ne biçim kamufle ettim kendimi diye yazıp gönderiyorum. ( birazdan örnek atacağım entry'de geçen italyanın adını değiştirmek için google'a italyan erkek isimleri yazmışlığım var. ayrıca adam fransızdı bu arada...) ertesi gün şöyle mesaj geliyor bak:

    http://imgur.com/tvwqyiz

    biz o kadar hazırlığı taşa yapıyoruz sanki. burda bi de tutturmuşlar atıyor diye. neyse konuyu iyice dağıtmıyım.

    yazıyı yazıyorsun nereye gidiyor belli değil olay tamamen kontrolümden çıktı. sabah işyerine gidince herkes debe'yi okuyor. 1.4 milyon takipçisi olan yer facebook'ta sonuçta dayanamadım artık tükendim lan. hesabı kapatınca twitter'dan direkt mesaj ile, mail yoluyla entry'lerin yedeklerini isteyenler, "ne demek hesap kapatmak entry'ler nerde" diyenler oldu. halk bunu soruyor gibi oldu ama isteedi derken toplam 5 kişi falan istedi işte. ben de blog açayım entryleri bloga koyayım tarihleriyle beraber bari dedim, okumak isteyen varsa okusun diye. daha sonra işsizlikten baya bi uğraştım, insanlık için dandik benim için büyük bi site yaptım. bundan sonra yazıları burdan paylaşıcam, kontrolsüz bir kalabalık olmayacağı için rahat rahat yazarım diye düşünüyorum yalnız tam olarak yolun bundan sonrasına katırlarla devam edicez tarzı bi yer oldu, geçen sitede bir şey denerken 30 saniyeliğine twitterda paylaşmışım, site 15 kişiyi kaldıramadı. siteden daha çok aile evi gibi şu an. komşudan sandalye falan alın öyle gelin yani.

    https://www.jun-misugi.com/

    ekşi sözlükteyim de aynı zamanda uçurulmadığım sürece burda da yazmaya devam edicem ama eskisi gibi değil tabi. galatasaray fenerbahçe maçında gol olunca 15 kişi gol yazdıktan sonra bir gol de ben yazarım. yok o kadar değil şaka.

    her ne kadar eskisi gibi olmasa da hala benim için gündem takip etmede 1 numaralı yer. milliyette falan haberlere tıklayamıyorum çünkü nefret ediyorum.

    not: siteyi tam hazır olmamasına rağmen 1 nisan'da paylaştım bilerek, çünkü kesin çökecek. 15 kişi gelmesini bırak, geleceklerini duyunca bile bi kötü oluyor garibim. çöktükten sonra ne sitesi olm 1 nisaaan dicem. ama sonra girmek isteyen girer diye umuyorum.

  • dua etmek

    geçenlerde çok sinirlendim bi olaya. sinirlenince çıkıp yürüyünce yatışıyorum ben. eve gelince google maps'ten baktım 4.5 km yürümüşüm. artık nasıl sinirlendiysem geçmek bilmemiş. üçkuyular'dan inciraltı'na yürüyerek gittim arkadaş. o kadar yol gittikten sonra sahile vardım, biraz da deniz kenarında yürüdüm. artık mecalim kalmadı geberiyorum, bi tane bank bulayım da oturayım dedim. bütün banklar dolu. sevgililer oturuyor. sevişiyorlar, birbirlerini kokluyorlar falan.

    ben de oturacak bank arıyorum hala ama bulamıyorum. baya bi gittim. bi baktım 10 metre ötede bi çift kalkıyor. hızlı adımlarla oraya doğru gidiyorum, nerdeyse koşuyorum hatta. arkamdan da bi çift daha geliyormuş kız konuşunca fark ettim:

    kız: allah'ım nolur oturmasın. nolur oturmasın biz oturalım allah'ım nolur
    erkek: oturacak baksana nasıl gidiyor
    kız: allah'ım oturmasın nolur yaa biz oturalım kaç saattir arıyoruz

    ben aramıyorum sanki bankı önüme koydular boşalırken. tanımadığım, hatta henüz görmediğim insan arkamdan bana siktir çekiyor. ulan ne var beraber otursak, ben de size sarılsam? hiç zararım olmazdı köşede dururdum ben de. ama yok işte. banka nerdeyse koşarak gittim, o kızın laflarını duyunca ters yöne koşup denize atlayacaktım. yaşama sevincimi aldı ki zaten pek yoktu. ne yapacağımı bilemedim. istenmediğim yerde duracak değilim. direkt geçsem gitsem olmaz, koşarak gelmişim zira. şöyle elimle bi elledim, "bu ne lan beğenmedim, bi dandiklik var, yapış yapış mı sanki, benim götüm değerli buraya oturamıcam herhalde. bakıyım. valla oturamıcam." dedim. geçtim gittim. daha sonra arkamı döndüğümde adamla kız elleyerek bankı inceliyorlardı.

    bi bok yok oturun amına koyim mis gibi bank. ruh hastaları. oturmasalar ve başka biri kapsaydı o bankı valla depara kalkıp uçan tekme atacaktım bunlara. ben beğenmemiş numarası yaptım diye bankta kusur arıyolar. neyse oturdular sonunda ama hala tedirginler, bi yandan götlerine bakıyorlar yapış yapış olacak mı diye. adam oturup oturup kalkıyor, kız arkasından bir şey bulaştı mı diye adamın götünü inceliyor. elliyor falan. normalde erkek kızınkine öyle elliyordur. ilişkilerine heyecan kattım. bir değişiklik oldu onlar için de.

    ben de biraz daha devam ettim gittim taşa oturdum. açtım bacak-laaa-rııı-mıııııııı. altımdan geçen solucan yesin... kocaman biçimsiz taşlar oluyo ya deniz kenarında, gökyüzünden düşmüş de bir daha kimse yerinden kıpırdatamamış gibi. cep telefonundan arabesk müzik açıp telefonu sallayarak türkü çığırmam eksik bi.

    dua ediyorsunuz ya, bazen o duayı biraz sesli söylemekte fayda var. öbür tarafa iletilir mi, iletilse ne zaman cevap gelir, gelen cevap olumlu olur mu belli değil de bu dünyadan biri sizi duyarsa cevap daha çabuk gelebiliyor. o kız onları içinden söyleseydi tek başıma manda gibi yayılacaktım o banka ben. şimdi o kız koşarak banka giden adamı ilahi güçlerle vazgeçirdiğini sanıyor.

    bu entry'yi girmek için cuma gününü bekledim. ilk cuma entry'im. hiç tanımadığınız numaradan gelen cuma mesajınız olayım istedim.

  • yolda kaza görünce kalan yolu 50 km/s hızla gitmek

    not: istanbul hariç de. bu problemde 50 km/s hız düşük bir hız olarak verilmiştir. istanbul için ele alındığında kaza gördükten sonra hızlanmışlar gibi oluyor. ki gerçekten de yaparlar bu manyaklar.

    her gün şehirlarası yolda gidiyoruz arkadaşla. adama diyorum kemer tak. yok diyor ben sevmiyorum. kemer sevmiyor adam. halbuki ben ilk 8. sınıfta vurulmuştum kemere. sığır. kemer takmamakla övünüyor bir de. yani ben kemer takıyorum diye süt çocuğu oluyorum. aynı adam 3 şeritli bir yolda giderken orta şeritte 90 km/s hızla giden bir araba gördüğü zaman solluyor veya sağlıyor. canı nereden isterse ordan geçiyor yani. kesinlikle bir kuralı yok.

    her gün yolda da şu levhayı görüyoruz, bak diyorum seni koymuşlar. https://s.instela.com/…c6368bc3179d49e59a055b5983bb

    işte bu vurdumduymaz, bu alabildiğine delikanlı adam sağ tarafta bir tırla arabanın çarpıştığını görünce:

    -allah korusun. allah aman. allah korusun
    (sağ el emniyet kemerine doğru gidiyor bu sırada)
    -verilmiş sadakamız varmış
    (emniyet kemeri takıldı)
    -anam anam anam anam offf offf off pert olmuş pert
    (kaza mahalli geçiliyo bu sırada)

    -her gün bu yollarda gidip geliyoruz yemin ediyorum şansa yaşıyoruz allah korusun
    (sağ şeride geçildi, ayak gazdan çekildi)

    noldu lan? biraz önceki atmacadan eser yok hani? hayatında ilk defa mı kaza gördün dallama. 120 ile giderken herhangi bir cisme çarpınca sana ne olacak zannediyorsun? yani bunu görünce anlayıp sağ şeride geçmeye, diyanet'in radyosunu açarak fatihalar eşliğinde yola devam etmeye gerek var mı? bir kutunun içinde gidiyoruz ulan işte 110'la. zaten nasıl daha fazla kaza olmuyo ki?

    bu adam yalnız değil tabii. kazayı gördükten sonra herkese bir hal geliyor. lan her gün birileri şeridimi işgal ediyor. her gün birileri virajı dönerken üstüme kırıyor. hiç kimse sinyal vermiyor. öndeki, arkadaki araç ne yapacak acaba diye tahmin etmekten hayal dünyasında yaşamaya başladım. ne şaşırıcam lan kazaya. bak geçen sene bu 3 şeritli yolda tek başıma gidiyorum, ileride sağ şeritte bir duman yükseliyor. allah allah diyorum sis mi bu falan. araç yanıyormuş amına koyim. yemin ediyorum yanından geçerken sıcaklığı girdi içeri yüzüm ısındı bi an. öyle yanıyor yani. oradan geçerken şaşırırım mesela. yanıyo çünkü. o biraz ekstrem bir durum. şartları zorlamış abiler vurmuş yakmışlar.

    muhtemelen de kaza sırasında yanmamıştır o araç. normal kaza olmuştur. sonra sen bana nasıl çarparsın diye kızan sürücü öbür aracı yakmıştır. böylesi türkiye gerçeğine daha uygun oldu.

    sırf sizin gibi insanlar yüzünden müslüman yeşili ışıklı cenaze araçları geziyor lan ortalıkta habire. ben asıl onu anlatacaktım. bak ambulans yaralıya, polis şüpheliye, itfaiye yangına yetişiyor. bunların hepsinin ışıkları var. cenaze aracının neden ışığı var peki? senin yüzünden işte. ancak öleceğini düşününce yavaşlıyorsun da ondan. napsın belediye sen yavaş ve dikkatli git diye habire tırla arabayı mı çarpıştırsın. prodüksiyon mu dayanır lan ona. (kendi içimde cenaze arabasının ışıklı olmasının sebebini ancak böyle çözebildim)

    kamu spotu: kaza yapabileceğinizi anlamak için kaza görmenize gerek yok. her an kaza yapabilirsiniz. bir de telefonda kendisini polis, savcı, asker olarak tanıtıp, bankaya para yatırmanızı ve bir yere para,altın bırakmanızı isteyenlere inanmayın. inanmayın ki polis bize böyle mesaj atmayı bıraksın artık. valla yeter.

    buradaki insanların çoğu zaten bunları yapmıyorlar o yüzden bu yazı baya saçma oldu ama can sıkıntısı. ekşi sözlük kendi kendimize konuşup birbirimizi haklı bulduğumuz daha sonra dışarıdan birinin gelip sinyal falan vermeden bodoslama girdiği muhteşem bir platform. halbuki biz ne güzel anlaşmıştık niye çarpıyorlar ki di mi. iyi yolculuklar.

  • yurtdışında evlenip türkiye'de düğün yapmak

    yurtdışında nikah kıydıktan 1 sene sonra türkiye'ye gelip düğün yapmak hem de. mükemmel bir olay değil mi bu ya? hep yapsınlar. mesela ben seneye de yapsınlar gideyim istiyorum. neden olmasın ki sonuçta evlenmediler mi? evlendiler. neden her sene kutlayıp onlara küçük takılar takmıyoruz ki?

    adam bir şekilde kendini yurtdışına atmış. orada 5-6 senedir yaşıyor. burdan bir kızla da gitmiş oraya. ikisi de çalışıyor. italya'da evleri var. planlıyor bak, bilerek isteyerek türkiye'de çalışan memurun çeyrek altınına göz dikiyor. yurtdışı aramalarına kapalı telefonum zaten. baktım whatsapp'tan yazıyor. düğün davetiyesi atıyor, okuyorum cevap vermiyorum diye kızıyor. önce mavi tiki kaldırıyorum. sonra adam yılmıyor devam ediyor yazmaya, son görülmeyi kaldırdım çağırmasın diye artık. aramızda geçen son diyalog:

    "olum evleneceğim kadın gelmesin ama sen geleceksin bu düğüne seni sikerim bak."

    ben durumun ciddiyetini anlayıp bu mesajdan sonra whatsapp'ı kaldırdım arkadaşlar. yemin ederim kaldırdım. dedim 2 gün whatsapp kullanmam, çeyrek altından değerli mi? değil. işin şakası ben düğün sevmiyo olamam mı. yemin ederim nefret ediyorum. istemiyorum arkadaşım düğün. bir tane arkadaşımız denk gelmiş yurtdışında evlenmiş, bırak bunun sefasını sürelim. siktir git artık buradan. ya insan şu coğrafya'ya düğün yapmaya döner mi. italya'da işi gücü olan adam, ulan önüne atlarlar 5 tl vermedin diye götünü keserler amk malı seni. bunu bildiklerinden 10 gün sonra geri gidiyorlar altınları çuvala doldurup. biz arkadan bakıyoruz. hani arkadaştık. çeyrek altınımı takarken burdan hiç gitmeyecek, gidersen de beni de götürecek gibiydin? noldu şimdi? arkanda gözü yaşlı bir 657 bırakıp nasıl gittin uzak diyarlara?

    ben whatsapp'ı kaldırdıktan sonra ne kadar akıllıyım kesin kurtuldum dedim ama herif yılmamış. ortak bir arkadaşımızın telefonundan beni aradı düğünden 1 gün önce. alo dedim. düğüne geleceksin dedi. düğün mü dedim. geleceksin senın amına koyarım dedi kapattı. bu kadar emeğe saygı duymam gerekirdi, çeyrek altınımı aldım gittim. düğüne vardım. 300-400 kişilik bir düğün. düğüne gelmem için yalvaran pezevenkten eser yok tabii. adamı göremedim bile doğru düzgün. 8 kişilik yuvarlak masanın bir tarafına çömdüm yemek bekledim garson getirir diye.

    hani ben gelmesem düğün olmuyodu? nikahı bile kıymışlar ben yokken. (ikinci nikah tabii bu arada. benim bildiğim iki. arada başka ülkeye gidip orda evlendilerse, ki bence yapmışlardır, o kadarını bilemiyorum.) düğünü anlatmak istemiyorum. düğün işte. oynamaya çıkarmasınlar diye önümdeki yemeği ve içeceği hiç bitirmediğim, birinin gelip bir şey isteyeceğini hissettiğim an bıçağı elime alıp tavuğa eziyet ettiğim aptal bir aktivite. ayrıca gururla belirtmek isterim ki abimin düğününde bile oynamadım. bunu gerçekten yaptım. tabii evlenen kişi abim olunca epey zor oldu. 2 tane ağrı kesici içtim, üç kere tuvalete kaçtım, ölü taklidi yaptım ama başardım. bunu yaptıktan sonra katıldığım düğünlerde beni oynamaya çıkarmaya çalışan insanlarda büyük etki gösterdi:

    -hadi kalk oturmaya mı geldik
    -hadi hadi ölümü gör
    -damadın en yakın arkadaşı oynamadı mı desinler
    +1 sene önce abim evlendi ve ben abimin düğününde bile oynamadım

    bunu deyince düğün ortamında soğuk bir hava esiyor, garip garip bakıyorlar, "bu hayatta oynamaz başka kurbanlara yönelelim" deyip beni siktir ediyorlar. arkama yaslanıp asidi 2 sene önce kaçmış kolamı yudumluyorum ben de.

    ilkokuldan, liseden arkadaşlarımın masasına oturdum. ikisi eşiyle gelmiş, biri nişanlısıyla. ben tabii yine benim. her zamankı gibi. ilkokulda ve lisede bıraktıkları gibi. yalnız. gittim oturdum masaya. benle konuşuyorlar, adamların bir şey dedikleri de yok ama ben biriyle konuşuyorum ya mesela; o eşine bizim mazimizi anlatıyor. anlatmak zorunda çünkü. yoksa eşi mal gibi kalıyor. sıkıysa anlatmasın. o yüzden onu belli yerde bırakmam gerekiyor. anlatamıyorum anlatacağımı. kaptırıp gidemiyorum yani.

    ben: hüseyin vardı ya
    arkadaş: hüseyin bizim liseden arkadaşımız. 2 sene beraber okuduk. ahmet'le de sıra arkadaşıydı
    arkadaşın eşi: evet.
    ben: sınıflararası okul turnuvasında top dışarı atınca maç bitmişti hani
    arkadaş: bizim okul çok tepedeydi. top dışarı çıktığı zaman aşağı doğru yuvarlanıp caddeye iniyordu. yedek top da yoktu. haha. bitiyordu hemen maç.
    arkadaşın eşi: hmm :)

    konu burda kapandı biliyor musunuz? hüseyin'i bu kadar anlatabildim adama. daha giriş yapmıştım halbuki hüseyin'e. ama onlar bana bir şey anlatacak olduklarında benim yanımda bunu anlatmam gereken biri olmadığından mal gibi anlıyoruz ya her şeyi öyle. adamlar bana üzülüyor. hissediyorum bakışlarından. yazık diyorlar anlatacak kimsesi yok. (ben de geliyom burda anlatıyorum, evet.) kendi aramızda yaşadığımız şeyleri kendimize tekrar anlatmamızın bir manası da yok ya hani. bana anlatmayı bırakıyorlar sonra. sessizlik oluyor diyemeyeceğim çünkü damat halayı başlıyor.

    böyle tatsız, saçma sapan bir ortam. dakikaları sayıyorum bitsin diye. etrafı kesiyorum derken sol tarafımızdan bizmle yaşıt diyebileceğim bir adam bana doğru gülümseyerek geliyor. 15 metre falan var ama bak. taa ordan bana gülümseyerek geliyor. gerçek aşkı bulmuş gibi geliyor. hasan'a döndüm. olum dedim bu adam kim bana gülerek geliyor. hasan baktı hakikaten gülüyor lan kim bu diyor. mustafa'ya dedim lan şu adama bak kim bu diye. hayır adam öyle bi geliyor ki tanımazsak ayıp olacak yani ondan soruyorum. mustafa da baktı, ben de çıkaramadım dedi ve adam geldi.

    -merhaba.

    merhaba diyor ama maraba televoledeki merhaba bu. merhaba dedim. kafasını öne doğru eğdi gülümseyerek bekliyor. adam meğer fransızmış. türkçe öğrenmiş baya. taa oralardan kalkmış düğüne gelmiş. ruh hastası yani bu da fransa'nın manyağı demek ki. kalktı düğünde beni seçti yamacıma geldi. adamın bana gelme sebebi de uzaktan bi an göz göze gelmemiz yani. sana da gelebilirdi. ben böyle şey görmedim bak gerçek bi insansever. adam insan seviyor ya. bakışını falan görseniz. adam bizi seviyor bildiğin. orda olmaktan mutlu. hayatında dolmuşa binmiş de çök ulan mı demişler adama, sokakta yürürken önüne mü tükürmüşler tabii insan seviyor adam.

    neyse arkadaş geldi tanıştırdı bizi. bu dedi bellamy, bu da dedi ahmet. herif oralardan hediye getirmiş bunlara bir de. hediyenin nasıl bir hediye olduğunu, mazisini anlatmaya başladı arkadaşa türkçe olarak. ben de dinliyorum. sonra bir yerde türkçe kelime aklına gelmedi tıkandı, ingilizceye geçti. tamam lan dedim ben onu da anlayabiliyorum, dinlemeye devam ettim. bir dakika sonra falan ingilizcede de tıkandı fransızcaya geçti. ben içimden yapacağın işi sikeyim deyip sol tarafımdaki boşluğa bakmaya başladım. çok az konuştuktan sonra adam benim anlamadığımı anladı. özür diledi, çok zorlanmasına rağmen en baştan türkçe anlattı her şeyi. ben fransızca bilmiyorum diye özür diledi lan adam benden. kendimden utandım. fakat yaptığım şey... bir fransıza, fransızca bilmiyorum diye özür diletmem... imkansızı başardım sanırım, davos'tan sonra en büyük çıkışımız. hani dil milliyetçisiydi olum bu adamlar. acaba adam, "fransızca'yı size öğretemedik, özür dileriz bizim öküzlüğümüz" tarzı laf mı soktu lan bana. yok yok baya samimiydi.

    bu herif de insan mesela. benim arkadaş da insan. çeyrek altın için yaptıklarına bak şerefsizin. ben daha önce hiç yabancı biriyle konuşmamıştım. yine konuşmadım gerçi de haha. bu adam baya farklıydı mesela. hiç bizim gibi değil. en son düğünden ayrılırken tokalaştık. sonra benim arkadaşla tokalaştı. tokalaşırken yerinden kıpırdamıyor, uzaktan elini uzatıyor ve hep gülüyor . daha sonra hasan'ın eşiyle de vedalaşacak. biz yine uzaktan tokalaşacak diye beklerken gitti hasan'ın eşine sarıldı adam. "eee adam bizle uzaktan tokalaştı kıza sarılıyor?" dedi hasan. bu bir soru cümlesi değil aslında. nasıl sarılıyor, ne demek sarılıyor, kırarım ulan ağzını burnunu şeklinde bir ifade. bellamy de kıza öyle bir sarılıyor ki bizim hasan kıza daha önce hiç bu tarz bir sevgi göstermemiş olabilir. fransa'da erkekler birbirini öyle yanaktan falan öpmezmiş, öyle yapanlara gay gözüyle bakılırmış, kızlara da sarılıyorlar işte.

    hasan'ı zor sakinleştirdik. bellamy gay sanılmıyım derken yüzyılın dayağını yiyecekti haberi yok. gerçekten haberi yok ha. giderken hala hasan'a, bana, bütün insanlara gülümsüyordu. hasan da "yavşak kıza sarılıyor sonra bana ordan gülüyor bir de" diye sinirleniyordu.

  • zevk alınan ufak sapıklıklar

    tam evimin sokağına gelmeden önce ana caddede sola dönüş için bir cep var. sağ taraftaki iki şeritte trafik devam ederken sola dönecekler sola dönüş için o cebe giriyor, orası da genelde kırmızı yanıyor. ben o sola dönüşün ilk sırasında bekliyorum. arkamda 6-7 tane araba da sıra yapmış. kırmızı ışık, sarı oluyor. yeşil oluyor. ben gaza basıyorum. sola giriyorum. arkamdaki u dönüşü yapıyor. onun arkasındaki peşimden geliyor. 4-5 tane arabaya kadar dikiz aynasından herkesin ne tarafa gittiğini izleyerek gülümsüyorum ve bundan zevk alıyorum. baya zevk alıyorum ama. kahkaha attığım oluyor bazen dikiz aynasından bakıp. beni anlıyor musunuz?

    kendimi topluma ait hissettiğim tek an bu. ben önlerinden çekiliyorum ve herkes özgürce dilediği yere gidiyor. u dönüşü yapıp karşı caddeye giren adam çok gururlu ama ben onun önünden çekilmesem oraya gidemezdi. biliyorum. bu yüzden mutluyum.

    çünkü bi kere o cepte ilk sırada beklerken kırmızı yeşile döndüğü vakit arabayı istop ettirmiştim de kimse bir yere gidememişti. o zamandan beri ne zaman yeşil ışık yansa ve ben gitsem arkamdakilerin gitmesine vesile olmuş, adeta onlara el vermiş gibi hissediyorum. çünkü gerçekten ben gitmezsem gidemiyorlar arkadaşlar, denedim. trafikte önemli biriyim ben.

    dayanamadım yine olayın teknik resmini çizdim. boşuna mühendislik okumadık.

    https://imgur.com/gqdcpjy

  • buca

    dün şirinyer izban'ın ordaki caddeden iki arkadaşımla birlikte sohbet ederek yürürken birden bir acı hissettim. kaynağı belirsiz bir acı. anlam veremiyorum yani ne olduğuna. hani çocukken sobaya ya da çaydanlığa dokunursun 1-2 saniye içinde yanarsın ve daha sonra bunun sebebinin çaydanlık ya da soba olduğunu anlarsın ya. çünkü o boku sen yemişsindir. bu sefer aynı şeyi hissediyorum ama sebebini anlayamıyorum. yanlış bir şey yapmadım, caddede sohbet ederek yürüyordum yani. sağ elim yumruk pozisyonunda. durdum. öyle mal gibi yumruğumu inceliyorum, etrafıma bakınıyorum. arkadaşlar soruyor noldu diye, ben yumruğumu ve etrafımı incelemeye devam ediyorum. daha sonra arkamı döndüm. 10 metre gerimde 45 yaşlarında bir adam hafifçe arkasını dönmüş bana doğru bakıyor.

    ben "ona da mı bana olan şey oldu acaba, bu herif niye bana bakıyor" diye saf saf düşünürken dayı elindeki izmariti sallayarak isyan etmeye başladı, saçma sapan bağırıyor ordan bana. ne dediği belli değil. sigara içmek çevrenizdekilere zarar verir de o böyle bir şey değildi ki orospu çocuğu. izmariti elimde söndürmüş, sigaramı söndürdün diye bağırıyor ordan bi de. adam üstümde sigara söndürdü amına koyim caddede. ya benim babam bile üzerimde sigara söndürmedi sana noluyo... (bu kalıba bayılıyorum) hadi bu bir kaza olabilir (aslında olamaz, öyle sigara mı taşınır) ama dünyanın başka neresinde üzerinizde sigara söndüren adam sigarası söndüğü için size isyan edebilir?

    aynı gün gaziemir'den arkadaşla ütü aldık gidiyoruz. ana caddede, trafikteki bir arabanın içindeki 60 yaşlarındaki adam arkadaşa seslendi:

    -delikanlı. baksana delikanlı.
    -efendim?
    -bu kipa ne tarafta kalıyor?
    -bilmiyorum valla
    -(bağırarak) allah allah. kipa nerde diyorum kipa? lan bu kipa ne tarafta diyorum!

    ebenin örekesinde o kipa. adam bağırıyor. bilmiyoruz diye azarlıyor bizi. hakikaten de bilmiyoruz. lan bilmiyoruz arkadaşım. cem yılmaz da çıkmış "adres sorunca kimse bilmiyorum demiyor" diyor. ulan bilmiyorum deyince kızıyorlar adamlar? doğrultusunda olsak üzerimize sürecek arabayı. o bakışındaki, suratındaki nefreti bir görseniz. sanki oraya daha önce geldiğinde hemen sağ tarafında kipa varmış da biz yok etmişiz, "nereye koydunuz çabuk söyleyin ibneler" diyor yani. daha sonra izban'a binmek için bir parkın içinden geçtik. "ütü ulan ütü, sizlik bir şey değil" diye bağırasım geldi. adamlar pakete öyle bakıyorlar ki. bir anlık dalgınlığıma gelse götürecekler. öğlen 3'te park alanı içindeki banklara uzanmış içiyorlar zaten. sen çocuğu oynamaya götüreceksin ordaki parka mesela, kaydıraktan kaysın diye yukarı çıkardın, saldın aşağı çocuğu. kaydırağın bittiği yere genişçe bir çuval geçirirler, paket yapar götürürler çocuğu. ben ütüyü zor kurtardım adamların elinden.

    tekrar buca'ya dönecek olursak ki döndük biz arkadaşla. buca trafiği diye bir şey var. istanbul trafiği ile yarışır. burda işin içine hayattan beklentisini olmayan yayalar da giriyor. "karşıya geçersem geçerim, geçemezsem kredi borcu zaten beni aştı" deyip atlıyor adam birden caddeye.

    ana caddede dörtyol ağzı, ne bir trafik ışığı var ne sinyal veren var. belediye ya da karayolları, artık kim ilgileniyorsa. kendi haline bırakmış burayı resmen. arabalara ve içindekilere bakıp ne zaman ne tarafa döneceğini tahmin etmeye çalışıyorsun. bu üzerimde sigara söndüren adamların arabası var trafiğe çıkıyorlar işte. öyle düşün. sinyal verirsen sıçtın zaten. aslen bucalı olmadığını anlıyorlar, senin ne tarafa döneceğinden tam emin oluyorlar ve seni siktir ediyorlar. sen artık tehlikesizsin, sen bilinensin çünkü. bilinmeyenden korkuyorlar, sağa sinyal verdin ve bittin. asla dönemeyeceksin oraya. seni incelemeyi bırakıp diğer araçlara odaklanıyorlar.

    arabaların içinde şöyle diyaloglar oluyor ben kesin eminim bak:

    -amca sağdan araba geliyor dikkat et.
    -o sinyal vermiş onu siktir et. o tamam. asıl şu karşıdaki ne yapacak karşıdaki. ne yapacağını hiç kestiremiyorum. 25 senelik bucalıyım böyle adam görmedim. bu 40 senelik falan bucalı herhalde. işimiz çok zor...

  • zengin çocuğu

    ilk ve ortaokulda aynı mahallenin çocukları olduğumuzdan zengin çocuğu diyebileceğimiz bi arkadaşımız yoktu. bu sebeple ilk zengin çocuğunu 7. sınıftayken dershanede gördüm ben. zengin çocuğu derken ne anlıyoruz bilmiyorum ama bu çocuk benim için eşiği çok yükseklere koydu.

    aynı sınıftayız, güzergahlarımız da aynı olduğu için gide gele arkadaş olduk sayılır. ya da en azından ben öyle sanıyorum. çocuk çok da iyi bi çocuk bak, hiç öyle artistliği falan da yok, o ana kadar zengin olduğunu da bilmiyorum ben. bu herifin türkçe netleri düşük. 16 net falan yapıyor. otobüste dönerken bi gün; "abi ben paragraf sorularında sıkıntı yaşıyorum, türkçe netlerimi geliştirmek istiyorum." dedi. tamam geliştir dedim. bana ne amına koyim izin mi istiyosun benden. 7. sınıfta dershaneye vermişler zaten atarlı dönemlerimdeyim. "sen bana yardım et" dedi. nasıl yardım etcem lan ben sana matematik olsa çözeyim anlatayım, türkçe paragraf sorusu dediğin okuduğunu anlama. napayım yani?

    o sırada sahilden geçiyoruz 2 dakika falan denizde gemileri seyrettim. sonra adam o gün olduğumuz denemeyi çıkardı. "senden paragraf sorularını okumanı istiyorum. zaman tutucam ben yavaşım sanırım öğrenmem lazım" dedi. denemeden daha yeni çıkmışız, otobüste aynı denemenin paragraf sorularını teker teker okumamı istiyor. çocuğun gözünde okumayacağıma dair en ufak bi tereddüt yok, bu isteğini yerine getireceğimden o kadar emin ki. (zenginliğin tanımı budur benim için) lan siktir git dedim. kafam sikilmiş zaten okur muyum ben onları bi daha.

    sırt çantasını açtı:

    -kaç para istiyorsun
    +ne parası?
    -20 tl veririm eğer okursan. yiyecek içecek alırsın kendine.
    +20 tl mi? (7. sınıfa gidiyorum. çilekli rondo 40 kuruş o sıra. ne yiyecek içeceği lan dünyaları alırım)
    -30 tl'den fazla vermem
    + edebiyat sanatı, toplumdaki sayısız iletişim yolla-rından biridir. sanat eseri konuşursa, konuşurken de bir dünya koyarsa ortaya bunu hiç kuşkusuz bi-rileri için yapar. sanatta güzellik, sanatçının, ger-çeğin örtüsünü kaldırarak...

    tereddüt yok demiştim adamda, bi bildiği varmış. hayatımda kazandığım ilk para bu benim. o zaman "ulan para kazanmak ne kadar da kolaymış abartıyolar hep" dedim. ekmek aslanın ağzındaymış. aslanın ağzına kafamı sokup dans etmişim adeta. ama gerisi gelmedi amına koyim. halbuki çok da güzel bi başlangıç yapmıştım lan. askerde de aynı parayı aldım ben mesela. ama aylık. çocuk bi çırpıda verdi, o zamanın parası bi de. meğer bizim oturduğumuz ilçenin yarısı bunun babasınınmış. babayla anne ayrı olunca (zengin hastalığı. ilk iş karıyı boşuyor adamlar) her taraftan para yağdırmışlar çocuğa. buna verilen harçlıkla işletme kurarsın kendin ayrıca zengin olursun. ondan sonra diyor ben türkçe paragraf sorularında zorlanıyorum. hani dert bulamamış kendine gitmiş kafayı buna takmış, ben niye paragraf sorularını yapamıyorum diye dolaşıyor ortalıkta. en büyük derdi bu. en sonunda parasını verip birilerine okutmayı akıl etti de rahatladı.

    biz de gidip okulda bedava matematik anlatıyoruz arkadaşlarımıza. bu olaydan sonra ufkum açıldı, okuldaki tavırlarım değişti ama karşılık bulamadım:

    -burdan x'i yalnız bırakıp yapıyosun en son.
    +anladım tamam.
    -iyi para ver hadi
    +ne parası lan?
    -olum biraz medeni ol sığır. ders anlattık o kadar bedava mı bu işler?
    (siktir çekerek kantine doğru gider)
    -tamam karnım acıktı gevrek ayran al. o da olur hadi. bu seferlik ayağın alışsın.
    (umursamadan hızlanarak kantine gitmeye devam eder)
    -sakız al sakız bari. naneli.

    dediklerimin hepsini aldı, karşıma geçip kendi yedi.

    dünyanın farklı yerlerinde, aynı işi yaparak çok daha fazla para kazanan insanlar olabileceğini ilk o zaman anlamıştım. sonra da gittim devlet memuru oldum işte.

  • ama bunu müdür bey istedi

    iş yaşamında duyduğum en etkili yalan. adamın biri elinde evraklarla çıkageliyor bir gün. "iş bu, öyle olacak böyle olacak" diye anlatıyor. işe bakıyorsun, iş değil. adama bakıyorsun, amk çocuğunun teki. evrağı eline alıyorsun, tam atarlanacaksın, belli. adam yılların yavşağı, hissediyor vereceğin tepkiyi. sen daha ağzını açamadan:

    -ama bunu müdür bey istedi

    diye kitliyor olayı. bak o an sen tam ağzını açmış herifin sülalesine resmi şekilde kayacaksın. adam bu cümleyi söylüyor ya, karşıyaka sahilinden vapur kalkmış gidiyor da arkasından öylece bakıyorsun sanki. bu cümleyi söyledikten sonra edeceğin laf çok kritik çünkü. bilemiyorsun ki hakikaten müdür mü verdi. adam öyle diyor sadece. "hasiktir lan bu nasıl iş, yapmıyorum ben" desen, eğer işi müdür vermediyse kralsın. adamın gelişine voleyi çaktın yolladın. ama işi gerçekten müdür verdiyse kovulma süren karşındaki yavşağın müdürün odasına gitme süresi kadar. o ettiğin hasiktir direkt müdüre gidiyor. müdür sana iş vermiş oluyor sen hasiktir diyorsun.

    aslında kovulacaksan böyle yapmak lazım, büyük oynacaksın. hasiktir çekilecekse direkt müdüre çekmek lazım yani.

    acemilik zamanında daha fazla yükleniyorlar insana. ya öğle arası normalde dışarı çıkıyoruz, ben sıkıldım geldim bizim odaya, bir baktım yan odadaki eleman bizim odadan bir top a4'ü almış götürüyor. napıyorsun lan dedim. müdür bey istedi dedi. müdür bey demiş, git bana bir top a4 çal demiş, öğle arası krize girdiyse herif demek. millet yemek yiyor, bu a4 yiyor. yani olay buralara kadar varmış durumda abartmıyorum bak ben iş hayatında işçinin, memurun bir şey istediğini duymadım hiç. hep müdür istiyor. bir de her iş acil. daha bir tane, "ya şu işi de 2 gün içinde yaparsın artık" dendiğini duymadım. herif düğün için izin istiyor mesela, acil istiyor. lan bu amk düğünün tarihi dün mü belli oldu. alsana önceden iznini.

    neyse arkadaşlar "ama bunu müdür bey istedi" diye başlayan cümlelerin yüzde 90'ı falan yalan. haberiniz olsun. müdür bey muhtemelen sizin kim olduğunuzu bilmiyor. sizi tanımaz etmez. müdür bu işi şu yapsın, ille de şu yapsın demez. yanına çağırır birini, şunu yapın der. kim kime kitleyebiliyorsa o işi kitler. daha sonra iş bir şekilde çözülür.

    müdürün bizi ne kadar tanımadığı ile ilgili yaşadığım bir şeyi anlatayım. geçen bizim kuruma avukatlar gelmiş. bu avukatlar bizim büyük müdürün odasına doğru giderken büyük müdür odasından çıkmış. koridorda tokalaşıyorlar falan. biz de o sıra benim şube müdürüyle şube müdürünün odasından çıktık gidiyoruz "bunlar kim, burda noluyo" diye bakarken bizim büyük müdürü gördük, o da bizi gördü ama ilgisi avukatlarda. durduk, haliyle selam falan vercez öyle direkt geçip gidemiyorsun. avukatların yanında bekliyoruz, büyük müdür tokalaşarak geliyor bize doğru. benim şube müdürünü atladı (onu tanıyor), benim de elimi sıktı merhaba hoşgeldiniz dedi. merhaba müdürüm hoşbulduk dedim ben de.

    hukuk dünyasına adımımı atmam böyle oldu işte. kanzuk'lar falan hep bilir beni. sor. bir çeşit ayinle kaç senedir mühendis olarak çalıştığım kurumda tokalaşma töreni sonunda avukat ilan edildim. bu mesleğin de çok zorlukları var, ne kadar yaparım bilmiyorum.... neyse zaten mühendisliği de sevmiyordum bana da değişiklik olur. şimdi büyük müdürün odasının oralarda pusuya yattım, belediye başkanlarını bekliyom.