314159265339
profili

  • beyni küçülten aktiviteler

    dümmmmmdüz mantıkla kullanılmayan organ küçülür diyip geçiyorum. yani zaman geçtikçe baştaki bilişsel yetilerde azalma - sınırlama - yavaşlama ortaya çıkar. o yüzden zihne (araba) farklı yollarda egzersiz yaptırmak ve beyne (otoban) düzenli ve sürekli bakım yapmak iyidir.

    arabaya egzersiz yeni yeni ve farklı türde yollarda sürerek yaptırılır. tespiti çok kolay: zihin neden kaçınıyor, nerede kolaya sapmak istiyorsa orada tam egzersizlik patika var demektir. örnek çok: bir sağlak için sol elle yazmaya çalışmak misal… sakar için minnacık legolarla bir şey yapmak, jenga oynamak… okumayı sevmiyorsun, okuduğunu anlamıyorsun: kelimelerle kurulmuş bulmacalar çözmek. çöp adam bile çizemezsin? çerçöp adam çizmek. ağlata ağlata flüt çalmak. tek ayak üstünde dengede durmak… iki resim arasındaki 7 farkı aramak, bi tekerlemeyi söylemeye çalışmak, bir şeyin uyduruk bi eğriye göre simetriğini çizmeye çalışmak, hiç gözlerini açmadan evde bir şeyi yapmaya çalışmak, bi saklama kabına en fazla kaç portakal ve armut sığdırabileceğine dair kendinle iddiaya girmek vs vs… trilyon tane oyun uydurup oynayabilirsin. sonra sosyal: fırsat buldukça sana uzak/yabancı/yeni insan gruplarıyla etkileşimde bulunmak, dünyaya bakışlarını-vücut dillerini- dili kullanışlarını anlamaya çalışmak, onlara kendini iletecek yollar bulma zorluğuyla cebelleşmek. bu bapta ironik bir şekilde “cahille” sohbet etmek -cahil olmadığınız varsayımıyla- zihni zorlayan ve küçülmesini engelleyen bir eylem oluyor bence adsfgjjk.

    tüm bu örneklerde yok gelişmek, yok bilmem nereye ulaşmak, yok başarılı olmak vırt zırt gibi nihai hedefler yok. önemli olan vardığın yer değil gittiğin yol kısaca. ne kadar çok “kendine yeni” yola koşarsan arabanı, o kadar iyi. özellikle de kaçındığı yollara. çalışsın pezevenk.

    unutmadan bol bol dokunmak derim bi de. buna 100 sayfa ayırırım. tensel temasın çok acayip uyarıcı olduğunu düşünüyorum. hemen seksli şeylere gittiniz eyvallah ama ilk aklıma gelen gözleri kapayarak bi duvarın yağlı boya mı saten mi olduğunu anlamak, çalışma masandaki oyukları pürüzleri bilmek, kumaşa, deriye, ağaç kabuğuna, narin bi çiçek yaprağına, taşlara vakit ayırıp dikkat vererek uzun uzun dokunmak gibi şeyler. aynı şekilde kendi bedenine dokunmak. mesela yüzüne kaşlarına saçlarına -bakım yaparkenki hart hurt dokunmalar değil- dokunmak, gıdına mesela, boyuna geçerken yaptığı konkavlığı hissetmek. veya konuşurken çene ekleminin oynayışını parmak uçlarınla izlemek… başka bir insanla tensel temas ise ruh sağlığı için çok hayati. çocuğun annen baban sevgilin eşin… sarıl, elini tut, başını okşa, başını okşasın, her tür. kendi türün olmasa bile evcil hayvanın kedin köpeğin atın yarasan fark etmez… neticede kalbi atan başka bir canlıyla tensel temas. burada yazılı-sesli-görsel iletişimden farklı olarak başka bir porttan iletişim gerçekleşiyor. bana hep bi piramit gibi geliyor iletişim. kelimeli iletişimimiz toplu yaşamımızda en yeni ve en sofistike olanı. piramidin tepesinde bu ve pür bilinçli. altında görsel-işitsel iletişim var ~ vücut dili - yüz ifadesi - ses tonu ile kurulan… bu yarı bilinçli. daha altlarda artık iyice primitif, pür bilinçdışı iletişim portlarımız var. dokunsal bunlardan biri. kokusal bir diğeri.

    otobana bakıma gelince aklıma gelenler 1- oksijen 2- su 3- benzin 4- yol yapım ekibi. benzin pek olmadı. neyse oksijen: temiz hava. iyi havalandırılmış ortam. bronşların kapasitesini düşüren şeyler kötü tabii ki (toplaşıp sigaraya sövelim). su bildiğimiz su. benzin de vücuda aldığımız her tür kimyasal. proteinli, doğru yağlı, vitaminli mineralli beslenme 99 oktan benzin. çok karbonhidratlı dandik yağlı beslenme 95 oktan benzin. aspartamlı mınokodyumglutamatlı e3-5-8'li beslenme 75 oktan benzin. midye dolma bu bapta kurşunlu benzin:(( ne kadar dandik/eksik benzin-> o kadar bozuk-bitmemiş-döşenememiş yol. 4 numaradaki yol yapım ekibi de uyku. 2-3 rem'li uyku ama, 20 dakikada bir uyanmalı kuş uykusu değil. gündüz arabayı bağırta bağırta soktuğun çayırda bataklıkta kalan tekerlek izlerinin hattına uykuda yol yapım ekibi girip çakıl dökülüp asfalt döşüyor çünkü. düzgün uyumazsan öyle tekerlek izi olarak kalıyor onlar, bitki böcek de kısa zamanda hemen kapatıyor üstünü.

    yalnız beyni küçülten aktivitelere, küçültmeyenleri yazıp evrensel kümeden çıkarmak gibi embesilce bir yoldan gelmişim. küçültenlere de direkt bir örnek yazayım o zaman: sıcak yıkanmak. ve evet, kötü mizaha maruz kalıp ölmemek de bi egzersiz.

  • nevşin mengü'nün oy verme yaşı yükselsin demesi

    bir ara sözlükte (bkz: 60 + popülasyonun yok olması ile doğacak güneş) manşetli bi tartışma vardı, 60 üstü oy vermesin diye. orada çok nefis bir öneride bulunmuştum. gönderdim sanıyordum, nasıl olduysa taslak olarak çıktı. aşağıya aynen kopyalıyorum. (şimdilerde ideal oy verme bantı önerim 5 yıl kadar ileri kaydı gerçi ama nevşin hanım gibi ben de 20 altını uçurmuşum. aklın yolu bir):

    “doğru bi yerde. 60 üstünü kesicen. 20 altının daha kıçındaki boktan haberi yok kes gitsin. 27'de intihara meyilli oluyolar sağlıklı seçim yapamazlar kes. 45-60 arası menopoz andropoz kafayı yiyolar kes. 20-26 arası okul-iş çok dertleri var, bencil oluyolar, toplumun genelini düşünmüyolar kes. 28-35 arası evleniyolar gümüşlük nişanlık tek taş diye diye avare oluyolar kes. 35-40 arası boşanıyolar dertleri çok, ülkenin refahını sallamaz onları da kes. geriye 41-44 kaldı. bu bant güzel. sakin. hem instagram açabilir, netflix kullanabilir, layk bile atar bunlar! aralarında da anlaşsınlar bu sene sadece 41'ler oy kullansın misal. 41 güzel. mistikliği var folklörümüzde. hem asal sayı. mükemmel yaş yemnederim. ben 41'im oradan biliyorum. en akıllı yaştayız. eylül 2019'dan sonra ise ama 42'ler daha akıllı olacak. seneye de onlar kullanır artık napalım. hak geçmesin ertesi sene de 43'ler. böyle bir sistem tahayyül ediyorum. seçmenliğimizde herkese 2 anahtar vereceğiz. 60 üstü de yok mis. dursalar netflixe girmek için kumandaya sokarlardı o anahtarları dede dede. hep bozarlardı netflixleri.”

  • stadyumlar siyaset yeri midir

    80 öncesi çatışmalardı toplumsal kaostu falan korku filmi müziğiyle poster poster gösterilip siyasete dahil olmak acayip marjinalleştirildi, sokaktan kampüsten el etek çektirildi. kitleler sanki kahvede barda konuşmak ve seçim günü gidip oy vermek dışında siyasete dair her eylem bir tabuymuş, sanki bi çeşit macera arayışıymış gibi apolitize olurken beri yandan stk'lar eritildi ufalandı yolları tıkandı, sendikaların içi boşaltıldı, kitaplar dergiler gazeteler tv kanalları yasaklandı kapatıldı hayvan gibi düzenlendi, partiler kapatıldı, liseler üniversiteler muma çevrildi, gazeteciler hapse tıkıldı havaya uçuruldu… tabularımız dokunulmazlarımız hep vardı zaten de son 10 yılda iyice paranoyaklaşan şekilde 32 farklı yönden onu sorarsan terörist, bunu dersen darbeci, şunu sorgularsan pkk'li bunu ima edersen çlk'lı diye diye diken üstüne dikenli tel örüldü, bir tabuya basmadan bir şeyi konuşmak tartışmak imkansız hale geldi. gide gide artık kimlerin siyaset konuşabileceği, nerde ne zaman konuşabileceği, hangi sınırlar içinde nasıl konuşabileceği de sıkı sıkıya belirlendi tanımlandı döve döve. bu arada “demokratik haklarımız” seçimden seçime gidip uyuşturulmuş beyinlerimizle bize sunulan partilerden birine oy basıp dönmeye kadar indirgenmişti artık. kendi kendimizi de gayet güzel kandırıyorduk demokrasi var, oy veriyoz biz seçiyoz falan diye. demokrasinin olsa olsa %5'i seçimde gidip oy vermekti aslında, kaybettiğimiz %95 mekanizmadan haberimiz bile yoktu. zaten o son %5'e de göz diktiler artık, artık o bile topun ucunda.

    sitedyumlar siyeset yeri midir… markette aldığın süte bak. içindeki maddeler siyaset. üzerindeki fiyat siyaset. kasada üstüne ödediğin vergi siyaset. dışındaki ambalajın üretim standardı siyaset. sütü koyduğun poşetin hammadesi siyaset. cüzdanından çıkardığın kartın güvenliği güvenirliği gecikme faizi siyaset. marketten çıkınca bindiğin otobüs, güzergahı kalabalıklığı koltuk aralığı siyaset. otobüsten inip eve yürürken bastığın kaldırım, yoldaki çukur, yanda çalışan greyder, siyaset. girdiğin evin kirası, çatısındaki kiremit sayısı, alt kattaki su vanasının markası, siyaset. sıradaki deprem sel toprak kaymasında hayatta kalıp kalmayacağın var ya mesela, siyaset. televizyonda izleyebildiğin kanal -izin verilmeyenlerden haberin yok-, o kanaldaki haber -yayınlanmayanlardan haberin yok- siyaset. yanda ödev yapan çocuğunun gidebildiği okul, siyaset. öğretmeninin o gün ona öğrettiği konu, siyaset. çocuğunun o okulu bitirince sonrasında gidebileceği tüm okulları, o okullardan çıkınca edinebileceği mesleği, kaç yılda ne maaşla iş bulabileceğini, oturacağı evi, ve hatta çocuğunun kaç çocuğu olacağını, o çocukların seçebilecekleri meslekleri dahi bugünden belirleyen, siyaset.

    partiler değişir anap gider dyp gelir, o gider akp gelir, o gider chp gelir php gelir c3po gelir durum değişmez. hani demin bi süt almıştın ya? o sütün yanında 5 tane kremalı bisküvi yiyip yiyemeyeceğini bile belirleyen şey siyaset. sen 7/24, 60 yıl boyunca, burnundan topuğuna kadar, birilerinin senin adına yaptığı siyasetin içinde yaşıyorsun. 4-5 yılda bir gidip bi kağıda tek damga basıp eve dönmekle bu kadar siyasete yön verebileceğini düşünüyorsan yine sen bilirsin.

  • sevgiliden ayrılınca üzülmeyecek olgunluğa erişmek

    taş kalpli bir biçibiç olduğumu, efenime söyleyeyim aslında hiç sevmemiş olduğumu, daha yetmedi yerine yenisine bulmuş olduğumu öğrendim. böyle böyle kendimi tanıyıp o olgunluğa erişeceğim işte. kutsal olgunluk kaynağım benim kalp kalp kalp!!!

    neyse olgunluğu boşver, bunun hiçbir yeri olgunluk değil. öte yandan hem tüm varlığınla sevip, hem yerine yenisini de bulmamışken (mantığınıza sizin… neyse) ve üstüne üstlük ayrılma fikri bile nefesini daraltırken neşeli başlamış bir cumartesi sabahı sohbetinin sonunda çat diye bitirip normal normal hayatına devam edebiliyorsun. eskiden ben de bunu nasıl yapabildiğime inanmazdım. ulan sosyopat falan mıyım acaba derdim. zamanla örnekleri izleye izleye algoritmamı, işleyen mekanizmayı gördüm. buna fatigue deniyor. (bkz: sikerler eşiği/@3141592653) bence gayet mantıklı.

    bu arada dikkat ettim gençler biten yazın, biteyazacak ilişkilerin stresiyle çok lirik bu aralar. şu hisli ortamı bozmuş olmak istemem ama bir sert gerçeği de bırakmadan gitmeyeyim.
    (bkz: #98901026) aşkla kalın^^

  • yazarların 2022 hedefleri

    2022'nin 31 aralık gününe evde lavabonun altındaki dolabın içine girip oturmuş, kollar dizlerde öne arkaya sallanıp duran katatonik bir tip olarak girmemek.

    2021 hedefim de buydu, az kaldı bakalım becerdim gibi. aslında 2020 hedefim de buydu. düşünüyorum oha 2013'ten beri hedefim hep bu aslında. ulaşmak hep zorluydu ama hiç 2022'de olacağı kadar da zor olmamıştı. nasip bakalım.

  • yazarların en varoş zevki

    varoş zevk tam olarak ne bilmiyorum ama el alemin yanında yapıldığında karizmayı çizeceği, “sofistike zevklere sahip elit birey” imajına halel getireceği düşünülen zevkler ise

    - tişörtün belini pantolonun içine sokup evde emmi gibi gezmek (overkill testament vs tişörtüyse +5 zevk puan)

    - çubuk krakeri ağza enine bütün halde sokup iki ucu iki yanağa dengelemek, kırmadan evde o şekilde gezmek (dili altından hele hele diyerek geçirmek +8 zevk puan)

    - evde tamirat yaparken sigarayı dudak arasında tutmak, sigara olan taraftaki tek gözü kısarak çalışmak (kül düşmeden 4-5 cm uzarsa +9 zevk puan)

    - ekmek yapmak, fırından çıkan sıcak ekmeği komple yarım kilo tereyağı dolu kase ile birlikte kucağına alıp yumulmak. artık hangisi önce biterse…

    - balığın gövdesini kenara atıp sadece kafasını yemek

    - midye açan midyeciyi oo hep en küçüklerinden açıyosun bak gene küçük açtın şunu aç bunu aç diye darlamak, üzerinde göbekli dayı baskısı kurmak

    - çubuk krakeri uzunlamasına bir ucundan ağza alıp hiç dokunmadan hümün hümün dudak besleme sistemiyle makine gibi yemek

    - köz patlıcanı soyduktan sonra bütün halde üzüm salkımı gibi sapından tutup kaldırıp havada yemek

    - kışın patik giymek, parmakları içinde fıtı fıtı oynatmak, havalı patenler ayakkabılıkta beklesin halıyı kaldırıp patikle parkede kaymak

  • red notice

    1 kişi daha çerezlik derse süpermarketlerin züccaciye reyonunda bulabileceğimiz film. (şu ana dek 28 defa yazılmıştı, eşik 30'muş. türkiye perakende marketçilik konfederasyonu'nu arayıp öğrendim.)

  • bağzı egzost şarj böörek logar laylon

    karoser (karoseri) de listeye girsin. krs ünsüzleri sabit kalmak kaydıyla 8 ünlümüzün 3'lü tüm permutasyonlarıyla kullanılıyor.

    ama yani yabancı dilden giren kelimelerin böyle eciş bücüş şekil değiştirmesiyle dalga geçerken biraz sabırlı olmak lazım bence. daha yeni girdi dur. beef steak'i biftek, set screw”u setüskür yaptık mesela. ptfe'ye adam dilimize kulağımıza çok uygun teflon demiş bak mis gibi kullanıyoruz. polyamide de naylon diyeceğine netlon deseydi misal, onu da bağrımıza basar bozmazdık. pantolonu da dupont bulmuştur bakın bu arada. kimse bilmez.

    neyse bu kapsamda şahsi hassasiyetim türbin - tribün/ tirbün ama. buhar tiribünü dendi mi gözümün önüne kış maçında coşkuyla nefes vererek elektrik üretmeye çalışan erzurumsporlular geliyor.

  • bir ilişkiyi kim yönetir

    - papa ikinci jean paul!!

    oldum olası böyle aptalca soru görünce yırtık dondan fırlayıp aptalca bir yanıt vermeyi istemişimdir. yolda yürürken tartışan sevgililerin yanından geçiyorum, biri diğerine “sana mı inancam ona mı, kime inancam hıaağ!!” diye veryansın mı ediyor, hemen omuzunun üstünden pırtlayıp kulağına “mak gayvır! mak gayvıra her zaman güvenebilirsin dostum” demek istiyorum. vitrinlerinde “bizimle çalışmak ister misiniz”, “bilmem ne ürünümüzü denediniz mi” tarzı soru ilanları olan dükkanlara girip cevaplamak sonra..

    - hayır! sorduğunuz için teşekkürler ama:)
    - pardon hamfendi?!
    - sizinle çalışmak istemezdim, sorduğunuz için yine de teşekkürler ama:)
    - ne?
    - iyi günler:)

    “bunları biliyor musunuz” diye manşet atan gazetelere e-mail göndermek sonra.

    sevgili firriyet yazı işleri,
    bilmiyorum. siz bunları biliyor musunuz?
    güzel günler:)
    314

    ucunda şu zopa yeme ihtimali olmasa hayal edip edip kafamın içinde eğlenmekle yetinmez tüm mesaimi bunlara harcardım, öyle de hevesim var.

  • türk kızı kitaplığı

    içine türk kızlarını dizdiğimiz raflı zımbırtı. niye öyle bir şey yaptığımızı bilmiyorum yani uzaylılar sorsa açıklayamam ama çorbanın üstüne naneli sos yaparken tereyağını illa yakmak gibi sorgulamadığımız örflerimizden bu da. neyse işte türk kızları minyon olduğu için iki kat çıkabiliyoruz, o bakımdan avantajlı. iskandinav kızı kitaplığını şaton yoksa iki kat yapaman misal. dikine yan yan koyuyorum kızları ben, devrilmesinler diye de 4-5 tanesinden sonra araya t ayaklı paravan koyuyorum. hoş duruyor.

  • pandemi bitince yapılacak ufak şımarıklıklar

    herkes sağı solu yalama fantezisi kuruyormuş yalnız, çok feci. demek pandemiden önce millet tuttuğunu yalıyormuş hep de bizim haberimiz yokmuş. gözümün önünde sabah üniformasını giydikten sonra kat kat dolaşıp kapı tutamaklarını yalayan avm güvenlikleri, kasayı kapatınca raflardaki cips paketlerini bulgur poşetlerini emikleyerek parti yapan kasiyerler, toplantı bitip herkes çıkınca projeksiyon cihazının kumandasına dil atarak kendinden geçen mesai arkadaşları belirdi. boşuna değilmiş bir akşam geç saat ofis yazıcısının başında genel müdürü görmüştüm, eğilmiş bi şeyler yapıyordu da beni görünce ay kağıt sıkışmış da falan diye geveleyip acayip paniklemişti. demek lıp lıp printer kartuşunu dillerken yakalamışım adamı ha? ondanmış paniği... inanamıyorum... koskoca genel müdür! hem de takım elbiseyle!!!

    pandemi bitip herkes normal hayatına dönünce ben tam tersi okb okb adrian monk gibi yaşıycam artık sizin yüzünüzden.

  • kendinin sıradan biri olduğunu fark etmek

    bundan erdem devşirmek körlerin ülkesinde tek gözlü adam olmaktır.

  • ekşi itiraf

    * aşk-ı memnu’yu hiç izlemedim. bihter, ziya entrylerde tartışılırken hep önüme düşüyor bir şey anlamıyorum. kitabı okumuştum 30 yıl önce falan ama ondan da aklımda bi şey kalmamış.

    * de hele yeğen’li ezel’i de hiç izlemedim, onu da entrylerden okudum hep. hatta sonradan ezel diye bi de rapçi olduğunu öğrendim ki uzun zaman o repçinin başlıklarını dizi zannederek geçiyordum. ezel isminde hakkında hiçbir şey bilmediğim ünlü şey sayısı 2 oldu.

    * breaking bad’i hala izlemedim. 3-5 yıl önce ilk bölümünü seyrettim sonra kaldı. sonra tekrar başladım 3-4 bölüm, gene sarmadı bıraktım. en son bi 6-7 bölüm izledim. dizi tarihinin tartışmasız en iyi dizisi falan deniyor hakkında, ama üçüncü deneyişimde de sarmadı. affet beni walter white.

    * lord of the rings serisini biraz denedim sevmedim izlemedim. hangisiydi bilmiyorum, sinemada izleyeyim dedim, uyudum. sinemada uyuduğum hayatım boyunca 2 film olmuştur biri lotr:(

    * cazdan hiçbir şey anlamıyorum. milletin kendinden geçerek dinlediği tavsiye ettiği şeyler bende bozuk yolda tır şakırtısı + kompresör uğultusu + forklift manevra biikbiklemesi kombosu ile aynı etkiyi yaratıyor.

    * ekonomi ilmine karşı inatçı bi ilgisizliğim ve bilgisizliğim var. gerçek hayatta hiç işime yaramayacak şeyler bile (atıyorum 3 metre çapında bi teleskop merceği nasıl üretilir acep gibi) aklıma takılıp üşenmeyip kendini okutturur araştırtırken hayatımın göbekten bağlı olduğu ekonomiden ısrarla kaçıyorum. makina mühendisliği okudum, tüm dersleri 4 senede verip sadece alması zorunlu bir giriş seviye ekonomi dersi yüzünden neredeyse okulu uzatıyordum. ileri akışkanlarından motoruna kontrol sistemlerinden termodinamiğine tüm dersleri bam bam bitirip en leş öğrencinin bile ba’yla geçtiği sarışınlar için ekonomi klasmanındaki ders yüzünden 5. yıl okula gelecektim. hoca kurtarma finali yaptı geçebileyim diye. sınavda uyuyakaldım. hayatımda başından sonuna kadar kesintisiz uyuyakaldığım tek sınav da budur. asistan süre bitti diye dürtükleyince kolçaktan kalktım şaka gibi. hoca acıyıp geçirdi neyse ki. para politikası, cari açık, reel faiz falan diyorlar ya, hah terazinin bir kefesine sadece reel faizin ne olduğunu öğrenme görevini koy, diğer kefesine sıfırdan fizik okuyup üzerine yüksek lisans üzerine parçacık fiziği doktorası yapmayı koy, ikincisi bana daha yapılabilir geliyor.

    * 97-98’lerdeydi galiba, çok samimi olmadığım bi arkadaşa (aslında sevgilimin aldığı dersin asistanıydı, yarı arkadaş yarı hoca bi ilişkileri vardı) yahoo mesengerdan bir şey sormam gerekiyordu. adım soyadımla olan değil yavşak nickli olan hesabımdan (blackcoffeewithsugar) hello diye mesaj atmıştım ilk. o da hi how are you black coffee:))) diye girince trolleme isteğimi tetikledi, yunan kızı elena olarak 3 ay trolledim. sonradan kendim olarak da temasa geçtim, ikisiyle de aynı anda mesaj atıp nası davrandığını test edip oynuyordum. benim ekranda iki chat penceresi açık, birinden elena diğerinden kendim olarak aynı anda yazıyorum, elenayla yavşak yavşak, benimle üsturuplu olgun ağır abi olarak yazışmasını, bu iki kimlik arasında fış diye geçişlerini izleyip acayip eğleniyordum. sonra elena’ya yazmayı bıraktırdım. eleman da onun da ben olduğumu hiçbir zaman öğrenmedi.

    * benzer bi trollemeyi zamanında satranç oynadığım birine de yapmıştım. o vakitler yahoo’nun mu ne oyun kanalı vardı hatırlayan çoktur. satranç da var. bi merdiven yapısı işte, oynayıp kazandıkça statün yükseliyor ona göre rengin değişiyor falan. ben hem çok iyi bi satranç oyuncusu değilim hem de o sistemde çaylağım daha, rengim beginner yani. masama biri oturdu, ecnebi. merdivenin en tepelerinde, 5000 maç yapıp 4995’ini almış yani öyle bir şey. dedim benim seviyemi gördün di mi, dengin değilim aceminin acemisiyim. olsun olsun oynayalım dedi. e iyi. oyuna başladık. herif alttaki chat kısmından paso taciz ediyor, ohoo ne düşünüyosun hala offf sıkıldım, bu ne salakça hamle vs vs. ulan acemiyim demişim zaten bile bile oturmuşsun dallama... çok pis uyuz oldum. o maç bitti mat oldum tabii. dedim elemana bi maç daha yapalım mı (intikam alıcam). gülüp aşağılayıp tamam dedi. bilgisayarda satranç oyunu vardı, 6-7 zorluk seviyesi var, ben en kolayın bi üstünü daha hiç denememişim bile. açtım onu, zorluk seviyesini en tepeye getirdim. herif bana ne hamle yaparsa dönüp bilgisayara yapıyorum, bilgisayar cevaben ne hamle yaparsa dönüp herife yapıyorum. bam güm 8-10 hamlede mat oldu herif. chat penceresinden şok olmuş halde yazdığı “ilk oyunda benimle kafa bulmuştun demek” dumuru paha biçilmezdi:))) dallama.

    * hiçbi sevgilimi aldatmadım. sadece sadakatsizlik anlamında değil dediğim, en önemsizinden yalan söylemek, bi gerçeği gizlemek veya kısmen paylaşmak gibi en geniş anlamlarında bile. genel olarak sevdiğim önemsediğim insanları kandırmak veya kanmalarına göz yummak diyeyim benim için çok büyük tabu. esnekliği yok. o yüzden bu davranışı gördüğüm özel insanların üzerini de çok hızlı ve çok kolay çiziyorum gayet natürel şekilde. öyle olmayadı iyiydi. öte yandan iç çember insanlarım için zerre kullanamadığım tüm yalancılık ve üç kağıtçılık potansiyelimi dışardakiler için gayet gamsızca kullanabiliyorum. hele iş hayatındakilerin ayrı yeri var, oradaki herkes birey olarak aksini ispatlayana kadar by default dallama kategorisinde benim için, onları kandırırken bi de acayip haz alıyorum.

    * bazen tanımadığım insanlar birden o iç çemberde gibi geliyor. önsezi mi, güvenme yakın olma ihtiyacından patlayan darı fantezisi mi bilmiyorum. çünkü normalde hiç öyle kanı kaynak biri olmadığımdan, yeni bi marketten alışveriş yapmadan önce bile 3 ay kapısının önünden geçip içeriyi kestiğimden, kimi zaman kimi insanlara karşı coşan bu önsezinin ipiyle çok nadir kuyuya inmişimdir, o kadar az datada da yanıldığım ve yanılmadığım durumlar varsa da hükme varmak için yeterli veri sayılmaz.

    * uzaktan insanlar beni hep soğuk, mesafeli, yanına yaklaşılmaz hatta yer yer de kibirli buluyor. ta ergenlik dönemlerinden beri orta uzak çevreden aldığım değişmeyen geri bildirim bu. doğru herhalde bu kadar çok insan söylediği için de, kendi içimden hiç böyle bulunmayan insanlarla benim tavırlarıma baktığımda farkı anlayamıyorum. onların yaptığı neyi yapmıyorum ben de bu algıya sebep oluyor, çözememek canımı sıkıyor.

    * liseli gibi itiraf yığdım. kaç yaşında insanım yakışmıyo bi taraftan. bi taraftan da sefilce bi haz aldım. hadi bakalım.

  • ekşi itiraf

    instagram’ın zengin türk çocukları diye bi başlık gördüm şimdi, neymiş diye verilen linke tıkladım. yemek yediğim tabağa pike yapıp kocaman bi kara sinek düşmüştü bi keresinde, tam ağzıma götüreceğim kaşığı içinden çıkarırken kımıl kımıl salçalı sosun içindeydi. o instagram sayfasının verdiği tiksinti yanında esamesi okunmaz. gerçek olamayacak kadar absürttü o sayfa, kurgu falan mı dedim, yazılanları okudum ve gerçekti ve kimse şaşırmıyordu, saç baş yolmuyordu. bu ne lan nası bi dünya var dışarda diye başka başlığa bastım. en altta ekşişeyler reklamı var: tiktok kahvesi olarak da bilinen dalgona kahvesi nasıl yapılır! dalgona kahvesinin nasıl yapılırını geç, tiktok neskim bilmiyorum daha.

    yemin ederim nine böyle olunuyomuş. oldum bittim ben valla, siz yola devam. hiç değilse bi 60’a kadar senkronize olurum diyodum çoktan ip kopmuş.

  • ekşi itiraf

    * bu karantina günleri ilk başladığında desmond gelmişti aklıma, hatch'teki günleri... ordan canım çok istedi lost'a başladım tekrar.

    * zaten şehir dışında yaşıyorum, o şehrin dışının da iyice en sessiz mahallesinde yeni bitmiş boş siteye taşınmıştım yeni, pencereden balkondan bakınca hiç hayat yok. televizyon da izlemiyorum, evde otururken 4 km öteme uzay aracı inse de ciuv ciuv ortalığı tarasa benim ertesi gün internete bakarsam haberim olur, etrafta koşuşan kaçışan insan bile göremem. cuma gecesi sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş bak, izdiham çıkmış, internet coşmuş... uyanıktım gece 1'e kadar hatta balkonda falan da oturdum. cumartesi sabah da kalktım, kahvaltı yaptım, bi sürü vakit geçti vs, te yurt dışındaki arkadaşım arayıp sizde de neler olmuş dün akşam deyince haberim oldu. bi girerim ki nete ohooo...

    * salgının ilk dönemlerinde daha her yere bu kadar yayılmamışken millet yok abd yaptı yok çin yaptı diye komplo teorisi kurarken benim komplo teorim introvertlerin yapmış olmasıydı. geyiğini yapmıştım kendi kendime hatta, revolutionary introverts party/ pathologist virologist - international liberation army of losers and introverts! neyse işte 13 mart cuma akşamı işten çıkıp eve girip kapıyı içerden nasıl kapattıysam giriş o giriş. 1 ay olmuş, hesaplayana kadar farkında değildim. esfp'ler sıkıntıdan ölsün intj'den selamlar.

    * internette twitterda falan insan hikayelerine denk geldikçe allak bullak oluyorum. tek başına ölenler, sevdikleriyle telefonda vedalaşanlar, arabada yatıp kalkanlar... bakmıyorum artık o yüzden, moralimi iyi tutmam lazım. çocuklar için zaten kavraması güç ve zorlayıcı bi süreç bu, bi de üzgün endişeli ebeveyn iyice kaygılandırıyor. alerjiden şişmiş bünyeye kortizon basar gibi neşe basıyorum kafama. bu gidişle karantina falan bitip her şey yoluna girince millet parka bahçeye koşarken ben bütün kapı pencereyi kilitleyip rahat rahat bağıra bağıra ağlıycam bi hafta.

    * online eğitim güzel. kurtlu bebeler derste kamerayı yalıyolar, burun deliklerine zoom falan yapıyorlar. öğretmen olsam çok eğlenirmişim ama çabuk işten atılırmışım.

    * şimdi lahana pişirmem lazım. hiç aşina da değilim. dayanıklı diye markete sipariş vermiştim, şakacı bi arkadaş hazırlamış bu siparişi, elemanın çapı 45 cm. lahana değil artık lohana. üf çok leş espri. internetten lahana yemekleri külliyatı indirip ona göre yıkayıp doğrayıp dondurucuya koyucam bakalım. düşün şair sevgilim olsa, beni özlemiş şiir yazıyo olsa, ve ne düşünüyor beni mi diye geçirse... lahana düşünüyorum ben. fasulye bile değil. lahana.

  • 90'ların metalcileri şimdi ne yapıyor sorunsalı

    (bkz: overkill dinleyerek nohut pişirmek)

  • kadınlar tipe mi paraya mı zekaya mı önem verir

    hmm çoktan seçmeli sınav sorusu.

    tipe önem veririm. boy pos kaş gözü geç, el önemlidir. güzel el müzel el diye şeyler çıkarmışlar, onlar tırı vırı. el önemlidir, maharetli mi misal. çalışmış el mi. ne yapmış? topraktan anlamış mı? hayır. peki taş taşımış mı? çekmece tamir etmiş mi? kablo mu bağlamış, çiçek mi sulamış, ağaç yontmuş, rahmaninof çalmış, kare kare havuç doğramış?? bi at çizmeyi mi denemiş yahut kire pisliğe bulanıp buji değiştirmiş? tip tip el var. güzel eller... yoksa pıtı pıtı akıllı telefon ekranından twit atıp durmuş anca ama yok uzun parmaklıymış, yok kemikliymiş zart zurtmuş. geç, dandik el o.

    paraya da önem veririm. hiç iflas etmiş mi misal. burnu dibine kadar boka batmış mı, aç karna bi tost alıp yiyecek meteliği bile olmadan dolaşmış mı.. tekrar geri çıkabilmiş mi bundan? nasıl çıkmış? beş parasız ve çok paralıyken karakteri değişmiş mi? tapınmış/ tapınıyor mu paraya, onu kendisini daha önemli, üstün ya da daha değersiz yapan bi varlık olarak mı görüyor? bakışı ne paraya, kendini konumlayışı ne?

    zekaya da bakarım. görebilmek zeka. hele en üst seviyesi kendini görebilmek. yoksa isterse 3'le 5'i parmaklarıyla toplasın, isterse 6 nobel dizsin, bana gelişi bir.

    noldu bak, hepbiri çıktı... kadınlar azı beğenmez işte, böyle bunlar.

    çok pis çarpık, çizik çuzuk bi binary mercekle bakıyorsunuz şu mevzulara. kötüsü, zaman dışında kimse de size gösteremez o merceği. kaybettireceği onca yıla cidden yazık.

  • bir vampirle tanışınca söylenecek en iyi cümle

    valla ben direkt kalk yerine yat derim. yıllarca anama babama hoflayıp durmuş biri olarak ciddi ciddi tüm sapienste kalk yerine yat geni diye bi şey olduğundan şüpheleniyorum artık. sanırım bu normalde pasif halde duran bir gen ancak kişi ana baba olup çocuğu bebeklik aşamasından çocukluğa geçiş yapanda hoop diye birden yaldır yaldır aktive oluyor. yani başka açıklama bulamıyorum çünkü bi vampirle karşılaştığımı tahayyül ettiğim anda ne haç, ne ısırılmak, ne sarımsak, direkt ilk aklıma gelen olm o tabutta nası uyuyosun her yanın tutuluyodur kalk yerine yat deme isteği oldu.

    ulan çok pis cool, böyle çoppıra falan binen bi yaşlı nine olucam diye hayallerken gide gide bildiğin nokta gözlü ahmet yılmaz teyzesi oldum:(( coğrafya resmen kadermiş!

  • ömrünün sonuna kadar sadece 1 oyun

    vay, kimse caesar yazmamış. (bkz: caesar iii). liseliler bilmez. elli bin oyun oynadım, dönemsel çok sevdiğim, başından kalkamadığım oyunlar oldu, bu arada yıllar geçti, teknoloji uçtu, algoritmalardı görsellikti animasyondu uzay çağını yakaladı, yıl 2020'lere dayandı ve ben hala 2 saat boş vaktim olduğunda allaah diye hevesle artık müzelerde sergilenen, yakında güncel windows sürümlerinin bile belki desteklemeyeceği, ilk tetristen hallice çözününürlükteki caesar üçü oynuyorum.

    yok böyle bir zevk yemnederim. optimizasyonun, parametre kontrolünün, strateji geliştirmenin kitabını yazıyor oyun. ciddi ciddi 20 yıldır oynuyorum ve kuş kadar sıkılmadım.

    bu arada gandhi haklı. yıllar yılları kovalarken ben paso bunu oynadığım için arkadaş çevrem önce beni dikkate almadı.

    ~early 2000'ler ~

    - sezar diye bi oyun kurdum çok manyak olm
    - türü ne?
    - strateji, vali oluyosun şehir kuruyon ticaret fala ..
    - öeeh sıkıcı sen takıl

    sonra dalga geçtiler:

    ~early 2010'lar ~
    - red dead redemption, god of war, call of duty mm güzel, şimdi yine caesar oynıyım
    - ssafdghjkkl bu ne lan, grafiklere bak zuhahahaha ninem elleri gınalı ninem soliter oyna sen adssffgjjkl

    sonra benimle dövüştüler:

    ~ late 2010'lar ~
    - iki gündür bloodborne oynuyorum manyak oyun
    - ehehe ben de haftasonu sezar oynıycam
    - yeter be yeter ben bıktım!! evine gelip pc'ni formatlıycam cd'sini kırıcam o sezarın

    ama tahmin edin kim kazanacak:))

    ~ early 2050'ler, suadiye huzurevi ~
    - teyzecim ziyaretçileriniz var iki dakika ara verin, rekorlar kitabına girmişsiniz oyun yapımcıları gazeteciler falan geldi
    - gelsinler gelsinler de bi baksınlar bu small villa niye evolve etmiyomuş gene neskime aksesi yokmuş mendeburun seçemiyo gözüm...

  • ekşi itiraf

    iki haftadır tepemden aşağı dev çamaşır kazanlarıyla iş yığılıyor, düşen şlap şlup her tarafıma bulaşıyor. stres 3500 oldu işten eve tam olarak posaya dönmüş halde geliyorum. üstüne taşınmalık ev bakıyordum aşırı coşkulu bi emlakçıya denk gelmişim herif her gün min 4 defa arıyor, açmayınca whatsaptan yağdırıyor. üstüne linkedin'den bi yer beni bulup cv istemişti, nedir ne diildir umursamadan göndermiştim. o iş ciddiye bindi her gün bi mail de onlar atıyor şimdi şu testi yap, şimdi şu talent bilmem ne siksok, şimdi şunu gönder... ortadan cart diye sekize yırtılmama ramak kaldı. dün 6 saat nefes almadan çalıştıktan sonra eööh ölcem mi lan yeter patron çıldırdı kapattık bana ne be diye günün ilk sigarasını içmeye çıktım dışarı. bi nefes çekmeden le big boss'un sekreteri aradı. 15 dakika içinde beni görmek istiyormuş. aha dedim sıçtık kim bilir ne... beni pek çağırmaz çünkü. sonra eneee dedim, lan bu beni tebrik etçek. geçenlerde yaptığım bi şey için herkes wouv falan demişti. onu daha yeni duyduysa belki elimi sıkacak. belki de sana hediye vericez diycek kim bilir?? eski iş yerimde cıngıllı bi şey bulup yapınca elektronik hediyo ediyorlardı ipad, mcbook, hala kullandığım televizyon bile orada yaptığım bi tasarımın hediyesi. bunlar da hiç değilse bi tablet verseler iyi olur tablet lazım bana. belki de nakit prim verirler. ne kadar verirler ki... ama kesin bi şey verecekler artık yani yoksa niye şahsen çağırsın diye diye bi gazla gittim odasına. girer girmez elimi sıktı ve o beklediğim konudan konuşmaya başladı. ama nasıl övüyor. konuşmasına bakılırsa ben az bile farkındaymışım olayın, inanılmaz bi şey o yaptığın bizi sektörde nasıl bi yere getirecek sen biliyor musun diyor, kimsenin cesaret edip alamadığı milyon dolarlık işleri alabiliriz o geliştirme sayesinde komple yeni bi kulvar açtın önümüzde diyor. o konuştukça benim gözbebeklerimdeki prim balyası kalınlaştıkça kalınlaşıyor, 10 bin, 50 bin derken en son 100.000 liralara vurdu da kiralık neymiş evi direkt satın aldım, çekeceğim kredinin ödeyeceğim aylık faizini bile hesaplayıp hesabı kenara koydum döndüm o hala övüyor. yırttık abicim yırttık diyerek zevkten dört köşe dinliyordum ki "peki ben bugün seni buraya niye çağırdım!!" demesiyle kağıttan evim ağır çekimde plilili plilili masanın üstüne inip dümdüz oldu. o da yıkıntılarının üzerine hevesle bilgisayarını koyup siksok bi rapor açtı. ne benimle ne departmanımla ilgisi yok, birileri hazırlamış bu da formatını beğenmemiş, şurada fontlar düzeltilmeliymiş, burada satır araları bilmem neymiş ve "bi kadın eli değmesi" gerekliymiş. bak hayatımda en salak yerine konduğum, en göt olduğum anları düşünüyorum, bu ilk 5'e çok temiz girer. prime mrime daha gelmeden, sen kendi ağzınla profesyonel alanımda kendi işimi yaparak çok hümküçümçüm bi şey başardığımı söylüyorsun bi dakka önce, sen söylüyorsun bunu, sonra yine kadın = döküman evrak yarak kürek kağıt işleri algısına atıf yaparak uğraştığın işleri bırak al bu sekreterya işi yap diyorsun. bilhassa o "kadın eli değmesi" muhabbetini yapmasaydı da, ne bileyim işte düzgün rapor hazırlıyorsun vırt zırttan yağlasaydı eğer bu kadar uyuz olmazdım. salağım çünkü hee iyi rapor hazırlıyomuşum demek diye bana verdi napsın adam düzgün olsun istemiş falan der geçerdim. kadın eline sıçayım. şeytan diyo bütün raporun fontunu comic sans yap en azından için soğusun. çok pis sinirliyim. bugün de it gibi koşturuyo olmam lazım ama hiiç... çıktım entry yazıyorum. o kadın elimle yazıyorum hem de al. şu öbür şirket iş teklif etse keşke de o kadın ellerimle bi de istifa dilekçesi yazıp imzalasam. prim mrim diyorum ben de saf saf piiii... güzel göt oldum yalnız kabul etmek lazım.