delfina71
profili

  • okuyarak zengin olunmadığı gerçeği

    zengin olmak (etik değerler çerçevesinde, ya da değil) ticari zeka ve ticari beceri ile ilgili bişeydir. okulla mokulla bi alakası yoktur.
    bilakis, üniversite hayatı insanin ticareti -esas randımanlı döneminde- öğreneceği yaşları ve yılları gasp eder çoğu zaman.
    yüksek okul, çoğunlukla maaşlı istihdam kaynağı yetiştiren bişeydir.

    zenginlik ve yaşam standartları arasındaki korelasyon da, bence biraz fazla abartılıyor bu toplumda**
    yaşamsal olarak optimum olan; yani marjinal fayda sağladığımız koşullar yeterli yani aslında. bi de üstelik belli bir sürecin sonunda yaşam şevki üzerinde olumsuz etkileri olması da muhtemel "daha fazla" artı değerin
    (bkz: azalan marjinal fayda kanunu)

    bizim gibi sair doğu toplumlarında gereksiz abartılan bişey zenginlik.
    esas challenge yaşamda zenginlik değil, mutluluk ve huzurdur.
    mutluluk ve huzur için elbette ki optimum bir maddi güvenlik zeminine ihtiyaç duyar insan.
    ama bu; "zenginlik" başlığı altında kastedilen devasa mali varlık haliyle aynı şey değil.
    çok da şeyetmeyin yani

  • feyza altun

    bayram değil seyran değilken neden tam da şu anda "şeriata soktuğu" garip;
    kameralar önüne çıktığı andaki duruşu, gülüşü ve pozları çalışılmış,
    makyajı, saçı, kürkü dahi bir styling çerçevesinde planlanmış izlemi veren avukat figür.
    samimiyet point: sıfır

    bayram değil seyran değil, feyza altun sonuçlarını bir avukat olarak gayet net kestirebildiği bazı twitleri atıp; bu piyesi oynamak için gündemin orta yerine neden bomba gibi bıraktı kendini?

    nereye bakmayalım diye feyza altun izliyoruz biz şu an tam olarak?
    *

  • sanayide hiç kadın çalışmaması

    "feministlerin uğramadığı başlık"mış, te allam.
    geldik evladım, geldik...

    çalışıyoruz gayet, iyi de kazanıyoruz.
    sanayide iş var, para da var. sadece daha çok imam hatipe değil, meslek okullarına yönelmesi gerekiyor eğitim sistemini kurgulayanlarin.

    meslek liseleri candır. annem motor meslek lisesinde 11 yıl çalışmıştı matematik öğretmeni olarak (80'ler ve erken 90'lar)
    az da olsa kız öğrencileri vardı okulda. mis gibi motor ustası yetiştiriyordu okul.

    kalifiye mavi yakalıların beyaz yakalılardan çok daha iyi kazandığı bir dönemdeyiz ve emin olun sanayiler kadınlar için gayet güvenli yerlerdir (20+ yıllık sanayi tecrubemle konuşuyorum)
    kızlarınızı gönül rahatlığıyla sanayilere yönlendirebilirsiniz*

    kadından kaportacı da olur, vinç operatörü de olur, bobinajcı da, mekaniker de.
    sadece kızlara salak influencerlara özenmeyecek kadar düzgün bir temel eğitim verin ve bunu mesleki eğitim ve deneyimle taçlandırın.
    unutmamalı ki komünist rusya'da kadınlar her türlü mavi yakali işte erkekler kadar aktif çalışıyordu.

    bir işin "usta"sı olmak, saygı ve güven duyulmak, katma değer içeren üretim zincirlerine katılmak filan manevi olarak çok doyurucu olaylar gerçekten. ekonomik özgürlük ise bambaşka bir muazzamlık.
    isterim ki kızlarımızın hepsi bu güzellikleri yaşasın.
    özgüvenle, özdeğerle, yüksek bir özsevgiyle kanatlarını açsın bu hayata...

    kirli eller, temiz para demektir sanayide.
    benim de ellerim tiner, boya içindedir hep.
    kızlarımızı yeni gelin sunumlarına özendirerek değil, doğru bir değerler sistemini empoze ederek büyütmeliyiz.
    kızlarımıza, ellere sinmiş sanayi kirinin oldukça saygıdeğer bisey olduğunu öğrenmeliyiz.

  • seni yıkan o müthiş cümle

    "kocamla aramızı açıyorsun, çekil aramizdan"
    (öz annemin öz babamla ilgili bana sarfettigi cümle. ki boşanalı 7 yıl olmuştu ve ben 14 yaşındaydım)

    ...

    (ellerini havaya hayır manasında kaldirarak) "sakın bana güvenme! sakın!"
    (öz annem hamile olduğumu öğrendiğinde)

    ...

    "benim onunla bu evde bir düzenim var, sakın bana güvenme. başının çaresine bakarsin"
    (kızım bebekken eşimle yaşadığımız bir kriz esnasında, ayrılma ihtimali hakkında konuşurken. "o" dediği de içguveysi aldığı 2. eşi)

    işin garip tarafı hiç anneme yıkılmadım ben. ne madden ne manen. onda nereden gelişti bu "aman bana yıkılmasın" tribi bilmiyorum. 16 yaşından beri para kazanan, hatta üniversitede bir yaz onun patlattigi kredi kartlarını çalışıp ödeyen, ilk maaşıyla annesini tatile gönderen bir çocuktum.

    ama yetmedi işte, bilemiyorum...

    babam hep yıkıldı ona halbuki. faturası da bana kaldı belki de...
    ...

    anne olayı şanstır ya. anadan yana tuzu kuru olup geh geh analık kutsayan herkese kafam girsin.

    edit: arkadaşlar sakin, mesaj kutum patladı.
    çok gerilerde kalmış işler. 42 yaşındayım, bebe 12 ye girdi. eşimle işleri epeeeey zaman önce oturttuk ve şahane bi hayatımız/ailemiz var. no more drama...

    hayata bok gibi ailelerle başlamış insanlar da vardır yani, ona binaen yazdım.
    ve kuyruğu indirmesin de onlar. dünyada güzel seçimler de, iyi yollar da, güven veren insanlar da var.
    şükür ki var.

  • kadın yazarların erkek zevkleri

    ulan bütün badilerim yazmış, benim neyim eksik*

    -kalender adam candır (aymaz değil)
    -yüksek libido çok bol sıfırdır. sadakat, başına eklenen 1'dir.
    tutkuyla ve sadakatle arzulayan erkek bir elmas madenidir.
    -şefkat ve merhamet ki, bir erkeğe en çok yakışandır. kadına merhamet bol sıfırdır... ağaca, çiçeğe, hayvana, çocuğa, doğaya, mazluma merhamet, sıfırların başına 1 ekler.
    -kalıbını dolduran adam güzeldir. bir adamın kalıbından, azminden, çalışkanlığından; yani erdemlerinden başka da pek bişeye ihtiyacı yoktur.
    lüks arabadan inerken her erkek havalı rehvan.
    hayat bazen ters gider, yapacak bişey yok. lada samara'dan da gülerek ve kalıbını doldurarak inen adam kalbi ısıtır.
    -muhabbet ehli olmak binlerce sıfırdır.
    ama sadece el iyisi olmakla çoğalır sıfırları...
    ev iyisi olup muhabbetini evde yapabilene bir ömür doyulmaz.
    -iktidar, seksle ilgili değil basiretle ilgili bişeydir. her koşulda kadınına ve çocuğuna sahip çıkma basireti/potansiyeli taşıyan adam maça 3/0 galip başlar.
    -saygın erkek çok bol sıfırdır (maddiyatla ilgisiz)
    kadına saygılı erkek, sıfırların başına gelen 1'dir.
    -kadınının başarısını, güzelliğini filan kendine rakip yahut erkine tehdit gibi algilamayan; onunla gurur duyarak yanında gezdiren adama +10bin puan yazalım.
    -gülüşünü sadaka gibi dağıtmayan, fıskiye gibi saçan adam güzeldir.
    hakeza tam tersi; ağlayan adam insancadır.
    adamlığın bi üstü insanlıktır.

    ***

  • kendisinden daha zeki kadından kaçmayan erkek

    kızımda disleksi şüphesi olduğu için, bu işlerle alakalı devlet kurumunun* ilk yaptığı test zeka testiydi.
    bu vesileyle öğrendim ki, zekanın da türleri varmış. mesela benim kızın sözel zekası parlak, ama yetenek (performans) zekası üstün çıktı.
    buna bi de kafadan duygusal zekayı ekleyelim.

    ilginç bisey daha var, kizimin en yakın dostu ilkokul 1'den beni (5 yildir) bir erkek. çocuklar birbirini çok sık görmek istediği için annesiyle de arkadaş olduk.
    bu oğlumuz da bazı şüpheler sonucu aynı devlet kurumuna yönlendirilmiş ve ona da wisc-r zeka testi yapılmış.
    puanları kizimin puanlariyla neredeyse aynı ama bilin bakalım ne şekilde?

    oğlumuzun (kızıma tam ters bicimde) sözel zekası üstün, yetenek (performans) zekası parlak seviyede.

    en yakin dost olan, muazzam anlaşan bu iki evladimizin zeka tür ve seviyeleri tam olarak bir puzzle uyumu gösteriyor resmi ölçümlere göre.
    ve bu çocuklar 40 kişilik sınıfta birbirlerini ilk haftadan şak diye buldular, kaynaştilar daha 6.5 yasindayken. o gün bu gündür kankalar.

    "erkekten daha zeki kadın" derken, hangi anlamda zeki ve bunu kim nasıl ölçecek mesela yani? performans, sözel, duygusal zeka tiplerinden hangisi daha güçlü bu kadında? erkeğin zekasindaki güçlü yönler neler?
    bunların birbiriyle uyumu ne durumda?
    ilişki bir ekip işidir ve iyi ekipler bileşenlerinin güçlü yönlerini kullanarak ilerler, zayıf yönleri konusunda birbirlerini destekler.
    kızım ve kankasinda yaşanan buydu. ikisi hem kafaca çok iyi anlaştı, hem de okuldaki akran zorbaliklarina karşı birleştiler ve her zaman birbirlerini kolladilar.

    ...

    eşimde kara araçlarını kullanma ilgisi ve becerisi çok zayıf mesela. bak bu da ayrı bir beceri alanı... ben ise taksici gibi araba, kurye gibi motor kullanırım.
    teoriye göre eşim benden kaçmaliydi?

    yoo, gayet iyiyiz 12 senedir. ben sürücü koltuğundan hoşlanıyorum, o ise yan koltuktan ya da motorun arka selesinden. çünkü rahatlık seven bir adam. telefona baksın, etrafı izlesin, beni ellesin filan seviyor bi yere giderken.

    hadi bi de bu tarafa gecelim; adam kaptan. 50k 100k grosstonluk gemileri düdük kadar limana sokup çıkarıyor normalde. yani işinin bir parçası bu.
    araba kullanmayı sevmeyen; ve pek iyi beceremeyen bu adam, mahalle kadar gemileri iğne deliğine sokup çıkarıyor denizde.

    ...

    bu alanda yapılan genellemeleri çok doğru bulmuyorum.
    zekalarını bilemem ama, hayat deneyimi ya da sosyo-kulturel yapı anlaminda eşinden daha geride olmasına rağmen eşine olan aşkı ve duygusal zekasiyla devleşen kocalar var tanıdığım.
    kadın deneyimli ve pratik zekalı, adam ise azimli, çalışkan ve karısına tapıyor.
    bu kombinasyonun süper çalıştığını çok çiftte gördüm mesela...

    gençler pek bu başlıktaki tip genellemelere itibar etmesin. her şey bu kadar basit değil hayatta...

  • bir ömrü ziyan eden şeyler

    degersizlik hissi, özsaygi/sevgi eksikliği...

    yaşamı boyunca, icinde degisen seviyelerde bir boşluk, huzursuzluk taşıyan kaç insan tanidiysam hepsinde vardı bu degesizlik/yetersizlik hislerinden.
    *
    başka bir hayatım olabilirdi hissine çıkıyor yollar bi şekilde devamlı.
    sürekli biseyleri ıskalama hissi...

    aşk halinde sadece bi çeşit yüksek kafa yaşanıyor değerlilik hissini yoğun iceren. ama kalıcı bir tatmin sağlamıyor bu tabi. aşk son derece uçucu, kaçıcı bir arkadaş çünkü.

    çok çalışıp çok zengin de olsalar, çok çok geniş bir arkadas çevresi de yapsalar o tatsız his bi şekilde duruyor bi köşede.
    ve farkında olmadıkları şekilde, aslında hayattaki seçimlerini de ince ince manipule ediyor.
    sessiz sedasız kenarda duruyor gibi gorundugu hallerde bile, aslında dolaplar çeviriyor kişinin seçimleri üzerinde sağlıksız etkiler yaratarak.

    çocukluğunda yeterince sevgi, ilgi, güven ve kabul hissetmemiş yetişkinler; bu eksikliği bugünkü ilişkilerinden mahsup edemedikçe ziyan oluyorlar.
    **

    değerlilik hissi, özsaygi ve sevgi; ancak iç kaynaklardan temin edildiğinde stabil özellik göstermeye başlar.
    bunlarin teminine yönelik dış kaynak arayışı hem nafiledir, hem yarattığı illüzyon ve yaşattığı iniş çıkışlar itibariyle yorucudur.

    yorulmaktan bezip ucunu bırakayım desen, o ana kadar bir anlam potansiyeli taşıyan o boşluk küt diye bir anlamsızlık kuyusuna düşer bu sefer de.
    insan yaşam şevkini kaybedecek kadar eriyebilir o kuyuda*

    halbuki terapi almak güzeldir mesela. ömrü böyle ziyan etmek yerine kalkıp doğru kaynaklardan yardım aranmak; şüphesiz başlarda belki pek umutlu görünmeyen, ama ironik olarak devamında en efektif/kalıcı müspet sonuçları almaya gebe bir eylemdir.

  • 6 haziran 2022 recep tayyip erdoğan açıklamaları

    niye her gün çıkıp açıklama yaptığına dair bir açıklama da yaparsa sevinirim.

    geriliyorum ben kardeşim, her ağzını açtığında geriliyoruz yeter aaa.
    bir ülkenin en üst makamı böyle her gün konuşmaz geh geh mahalle teyzesi gibi

  • kadınlarda başlayan çocuk istemiyorum furyası

    bekar/ilişkisi olmayan kadin arkadaşlarım var. çocuğu olan da var, olmayan da. çocuk isteyen de var, istemeyen de.
    ben çok uzun zamandır flort ilişki piyasasinda yokum ama, olanların görüşleri artık kadın erkek arasında bağlanma işinin çok zorlaştığını işaret ediyor.

    bu çocuk istemiyorum furyasinin ilk basamağını oluşturan şey, "artık kolay kolay bağlanan iliskiler kalmadi" gibi bir kabul olabilir.
    yani en azından belli bir zemin hazirliyordur.

    çocuk çok zor bir olay, anne olarak söylüyorum bunu. hayattaki en doyduğum deneyimi anneligimle yaşamış bir insan olarak, anne olma kararından bir milisaniye bile pişman olmamış bir insan olarak söylüyorum.

    bir kadın hiç dogurmamis olsa bile içgüdüsel olarak biliyor anneliğin zorlayıcı yanını.
    belki de doğanın biz kadın nesline kodladığı seçicilik bundan.
    bu yüzden eseyli üreyen tüm canlıların erkekleri dişilerine kur yapar tavlamak için. danseder, şarkı söyler, başka erkeklerle dövüşür yeri geldiğinde.

    kadının annelik gibi ("zul" da olabilen) bir zorluk altına girebilecek cesareti toplayabilmesi için, genel prensip itibariyle onu arzulayan, ona değer veren, onun için danseden ve dövüşen bir erkeği seçmesi gerekiyor olabilir ilk evvela.
    çünkü ancak bu kadar motive bir erkeğin dişiye ve yavrulara bakacağı bilgisi sadece biz insan neslinde değil, ez cümle hayvan taifesinde dahi içgüdüsel olarak nesilden nesile aktarılan bir bilgi.

    ama günümüzde iliskiler, belki de tarih boyunca hiç olmadığı kadar mayınlı bir bölge haline geldi içinde bulunduğumuz çağ itibariyle bu cografyada.
    neden?
    ben bunu biraz cinsel devrimini gerçekleştirmeden, sosyal medyanın hayat rutinimiz haline geldiği bir "modern iliskiler çağı"na kafadan dalmış olmakla iliskilendiriyorum.
    kendini modern olarak addedip, batili değerler sisteminin içinde varsayan ve o şekilde yaşayan* kesimde bir yargı var.
    "bu benim hayatım, özgürüm, istedigim gibi yaşarım/yaşıyorum" şeklinde.

    doğru ama eksik. biz kendi mikro iklimini (çevresel seçimlerle filan) belirleyebilen insanlar olsak da, içinde yaşadığımız toplum denen dev organizmaya ve onun değerler sistemine de son derece içselleştirilmiş bağlarla bağlıyız.

    gençken çok içerilerde bi yerlerde çocuk istediğimi biliyor, bunun kişisel tekamülüm için vazgeçilmez bir deneyim vaadettigini ongorebiliyor, ama bunu nasıl realize edeceğimi kesinlikle bilmiyordum.
    üstelik 17 yaşından beri ekonomik özgürlüğü olan, toplumsal normları hayatının hiçbir alanında ve hiçbir seçiminde önemsemeyen, tamamen özgür ve modern yaşam tarzını benimsemiş bir genç kadın olarak, bi kere bile aklıma gelmedi babasız bir çocuk doğurma fikri.
    bu da feodal köklerimize ne kadar görünmez ve güçlü bağlarla bağlı olduğumuzu gösteriyormuş bence.. bunu şu an, 41 yaşında görebiliyorum ve bu benim (anneliği de deneyimledikten sonra) artık bütünüyle soyundugum feodal bir varsayım.

    cinsel devrimini gerçekleştirmemiş, kadın hak ve özgürlüklerinin hala tam olarak içe sindirilmemiş olduğu bu toplumda tabii ki iliskiler ve aile konularında büyük bir kaos yaşanıyor bu modern iletişim çağı itibariyle.
    eski değerler sistemine inanmıyoruz, ama yerine yeni bir değerler sistemi oluşturabilecek alanı sağlayan o başkaldırı hamlesini de toplumsal olarak yapamadık.
    şimdi doğru ne, yanlis ne, neyi isteyebiliriz, neyi istemek modernligimize halel getirmez gibi noktalarda bocaliyoruz.
    ödümüz kopuyor muhafazakar sistemin kapsadığı/ sahiplendiği şeyleri telaffuz edicez diye.
    sırf bu yüzden, geleneksel-feodal sisteme maledilmis şeylerin tam zittinin içinde buluyoruz kendimizi bazen. tam bir ergen atari gibi olabiliyor bu, aslında biraz çocukça..
    bazen bir seçim değil, bir tepki sonucu oluyor çünkü.

    ama normal de öte yandan. bir ihtiyaca yönelik ortaya çıkmış bir tepki çünkü bu. tek sorun, toplumsal olarak o ihtiyaç oluşmadığı için henüz dengesini bulamadı.
    bu konuda bir toplumsal sözleşme oluşmadı...

    ben sağlıklı anneliğin, sağlıklı kadınlıkla temellendirilecegine; sağlıklı bir kadınlığın da ancak feodal değerler sistemi dışında gelisebilecegine inanıyorum. bu minvalde, çocuk istesin ya da istemesin; çocuk istegini telaffuz edebilsin ya da edemesin, cemil cümlemize içselleştirilmiş otoriteden de, içselleştirilmiş otorite paranoyasindan da uzak; özgür, medeni, rahat bir toplumsal yapı diliyorum.

  • kadınlar tipe mi paraya mı zekaya mı önem verir

    3000 entrylik koca başlıkta, aradım evet; sadece 3 kere tutku denmiş, o da arada derede.
    vah başıma! :)

    kadınlar oda sıcaklığında kendilerine çekici gelen şeyleri sıralamaları gerektiğinde evet eli kolu, mali durumu, boyu, huyları, mesleği ya da saçı filan tarif edebilir.
    bu x kişi için bir varsayım.

    ama bence esas düğümler doğru zamanda tutkuyla sevilme noktasında çözülüyor.
    kadının normal zamanda varsayımsal bir aşık için saydığı tüm komponentler bi anda buhar olabilir; bişeylerin eksikliğini yaşadığı bir dönemde tutku kartı ortaya çıkarsa.

    "piç" dediginiz erkeğin olayı bunu bilmesidir. buna oynar ve buradan yürür piç erkek.
    yedi cihan o adamın piç olduğunu bilirken kadın "onun bana zaafı var" fikrine kitlenmiştir aşık olduysa mesela. tutkuyla arzulanma noktasında, bu sefer kendi arzularının esiri olmuştur kadın.
    özellikle toy veya zor bir dönemi atlatmaya çalışan bir kadın için düşmesi kolay, çıkması zor bi lokasyon; geçmiş olsun...

    kadınlar* tutkuyla arzulanmadıkları ilişki içinde parlayamıyorlar. ve sanirim çok insan bunun pek farkında değil. arzunun sürekliliği bizi taze ve canlı tutuyor.

    kıssadan hisse; kadınlarınıza ananız muamelesi yapmayın. öyle eve geç giden, karisini/sevgilisini garanti ya da tapulu malı gibi gören, "yediği önünde yemediği arkasında, daha ne yapayim" diye vicdanen kendini aklayan adamlıkla bu iş olmaz.
    ayda 1 kere, adet yerini bulsun diye seks yapmakla, o tek seksten gayri kadına hiç dokunmamakla bu iş olmaz.

    ilişkide tutku ve arzu; tıpkı saygı, sevgi, güven gibi muhafaza edilmesi, beslenmesi gereken biseydir. yoksa sıkıcı oluyor erkek dediğin şey. zaman içinde kadının gözünde safra gibi bişeye dönüşüyor.
    çok zengin olsa da, aşırı zeki olsa da, izdirap yakışıklı olsa da; kadınına karşı arzulu ve tutkun olmayan adamın ineceği mertebe sonunda burasıdır.

    yukarıda milyon tane şey yazılmış milyon tekrarla. ben en önemli bulduğum şeyin altını bi daha çizeyim;
    tutkuyla sevecek ve arzulayacaksiniz bi kadını. başka yolu yok.
    bu yüzden lütfen içten bir zaaf ve tutku hissetmediğiniz kadınlara yanlamayın. bazi şeylerin altı boşalıyor bunu yaptığınızda.
    kadının ve erkeğin beraber bindiği dalı kesmiş oluyorsunuz.

  • hayatından kolayca insan silebilmek

    genelde güçlü insan davranışı olduğuna atıflar yapılır.
    genelde de alakası yok bence. güç öyle bisey değil çünkü,
    bu kırılganlık.
    güç sert değil esnektir. esneyemeyen kırılır..
    yeni durumlara ve özel ilişkilerin riskli görünebilen iniş çıkışlarına toleransı vardır, belli sınırlar dahilinde.

    güç eleştirel değil yapıcıdır.
    bir zaaf sonucu değil; doğası gereği barıştır güç.

    ...

    bu kolayca siliverme konusu kişide evvel ezel olagelen bi durumsa, kaçıngan bağlanma şemasının orta yerinde oturagelmiş; daha doğrusu çocukluğunda ailesi tarafından oraya itelenmiş insan olabilir.
    bu durumda iliskiler zaten onun için mayınlı bölgedir.
    yalnızken kafası rahattır halbuki. yaralanma, incinme, kırılma, terk edilme ihtimali yoktur yalnızken.
    bu yüzden kürkçü dükkanına döner gibi bir ezberle yalnızlığına koşmak ister hep.
    ilişki içindeyken gurbette hisseder.

    güçlü değil, çok korkan bi insandır bağlardan. bağ kuramama korkusu ayrıdır, ya kurabilirse başına gelebileceklerden de ayrı korkar. tam bir dilemma...
    genel olarak incinmiş ve -cok temelde- korku içinde yaşayan bir birey olabilir bu kişi.

    bu korku onda, yolunda giden bir ilişkiyi bile -bilmeden sabote etmek suretiyle- bozdurabilir.
    ve o kişi bu yapım-bozum döngüsündeki payının kesinlikle farkında olmayabilir.

    ...

    evvel ezel böyle olmayan, sonradan reaksiyon olarak bu tabloya sığınmış bireylerin durumu ise bence daha çok sınırları ile ilgili.
    ola ki geçmişte kendi sınırlarının ihlal edilmesine (ilişkinin selameti ya da başka motivasyonlarla) seyirci kalmış ve bundan zarar görmüş bireyler de bi noktada bu cevabı vermeye başlayabiliyorlar sanırım.
    dediğim gibi; yaralı insan davranışıdır bu çünkü.
    ama bunlarınki daha geçici durumlar olabilir, çünkü sonradanlık.

    bu insanların da alması gereken tavır, elinde döner bicaklariyla gezip yakin çevresinde yaprak kımıldasa ortalığı tirpanlamak değil de; yakin çevresine alacağı insanları biraz daha ince bir elekten-daha uzun bir süreçte geçirmek olabilir belki.
    ******

  • anneanne deyince akla ilk gelen şey

    gasilhanede yıkanan genç bir kadın bedeni. 20'lerinin ortasına varmamış daha. beyaz teni neredeyse saydam gibi.
    bedeni yıkanırken dışarıda 2 yaşındaki bebeği bağırıyor sabırsızca. ve genç kadının ölü bedenindeki ölü memelerinden hala süt sızıyor ince ince...

    onu ağlayarak yıkayan kadın akrabaları kendi aralarında -olmayacağını bile bile- bebek için son birkaç yudum sütü bi kaba koyup koymamayı tartıyorlar. hepsi hala bu ani ve trajik ölümden dolayı şokta.
    annem ise o bebeğin 5 yaşındaki ablası. o da ağlıyor içini çeke çeke

    anneanne deyince, annemin neden böyle olmasının sebebi olan o trajik ölümü geliyor benim aklıma sadece.
    annesiz büyüyen bir çocuğun anneliği, sevgiyi, güveni nasıl da öğrenememişliği....

    neden kızımı büyütmeden ölmemem, neden kendime iyi davranmam ve iyi bakmam gerektiği

  • ilk başta beğenilmeyip zamanla sevilen şeyler

    küflü peynir ve caz. çalışmak ve ekmeksiz beslenme. ılımlı samimiyet ve off-road motosikletler.
    düzenli spor ve kedicilik. şekersiz kahve ve
    erkekteki çocuk ruhu. klasik arjantin tango ve avantgarde sinema.
    uzun vadeli ilişki ve bağlanabilir olma hali.
    köklenmek... bir şehirde, bir evde, bir ailede;
    aslında kendi içinde yerleşik hale geçmek.

    kalmak. kalmaya karar vermek.

  • evlenirdim denilen dizi karakterleri

    (bkz: aidan shaw)*

    hoş, aynı onun gibi şefkatli, sevgi dolu, sıcacık ve kocaman sarılan, sakince seven, huzurlu, tutkulu ve yakışıklı bir benzeriyle evlendim zaten. verdim de bebeğimizi kucağına.
    canım benim

  • eğitim müfredatına alınması gereken konular

    beslenme ve cinsel eğitim/ üregenital biyoloji'dir bence

    beslenme:
    sağlıklı ve dengeli beslenmenin nasıl bisey olduğunu, sindirim sistemimizin tam olarak nasıl çalıştığını, farklı beslenme sistemlerinin total olarak sağlığımız üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu filan; 38 yaşından sonra kendi çabamla öğrendim. mikrolar nedir, makrolar nedir, sıvı tüketimi ve önemi filan hep sonradan öğrendim.

    ekmek-makarna toplumuyuz ve muhakkak ki bunun bir ekonomi-politiği var. ama en azından çocuklar ömürlerinin başında aslında nasıl doğru besleneceklerini ve ne yediklerinde vücutlarında neler olduğunu öğrenmeliler bence (belki büyüdüklerinde neden böyle sağlıklı beslenemediklerinin; sağlıklı beslenmenin neden bu kadar pahalı olduğunun hesabını da sorar siyasi erkten bu yavrular)

    cinsel eğitim ve üregenital biyoloji:
    benim çocuklugumda* cinsel eğitim saati yapılmıştı ortaokulda. rehber öğretmen derse girip bize regl olmayı üstünkörü anlatmış ve numune pedler (orkid sponsorluğunda) dağıtmıştı.
    geçenlerde arkadaşımın evinde muhteşem bir kitap gördüm. ergenlere yönelik olarak, erkek ve kız çocuklar için ayrı hazırlanmış cinsel eğitim kitabı. arkadaşın oğlu olduğu için erkekler için olanı inceleme fırsatım oldu.
    ıçinde pedagojik olarak o yaş grubuna uygun şekilde üreme sistemlerinin çocukluktan gençliğe geçişte geçirdiği değişimler, ereksiyon ve boşalma konuları, flört ve seks konuları, hatta yanılmıyorsam cinsel yönelimler ve eşcinsellik de son derece medeni ve bilimsel bir yaklaşımla anlatılmıştı. hatta kitabın sonunda erkelerin kadın biyolojisini öğrenebilmesi için bir başka bölüm ayrılmış ve detayıyla (anatomik çizimler vs) kadın üregenital sistemi de vardı.

    bunların hepsi ama hepsi müfredata girmeli. ortaokul ve lise müfredatlarına uygun olarak dagitilmali.

    ...

    içgüdüsel olarak en temel gereksinimlerimiz seks, beslenme ve güvenlik. tüm hayatlarımız aslında temelde bu üçünün etrafında dönüyor ve şekilleniyor.
    ama ironik şekilde bunların temel eğitimde asla yeri yok.
    bu bana müthiş fantastik geliyor.

    halbuki çocuk/ergen gelişiminde cinsel eğitim de, beslenme eğitimi de ailenin insafına/vizyonuna bırakılmayacak kadar mühim konular. toplumun temel dinamiklerinde müthiş önemi olan ve bilhassa bilimsel olarak öğretilmesi gereken meseleler.

    yani bir çocuğa iç anadolu'nun tarihi ve doğal güzelliklerini, mitokonkri'nin görevini ya da uhud savaşının tarihini ezberletmek de belki müfredata dahil olmalıdır ama önem sırası bakımından kendi bedenini ve fizyolojisini içeren derslere göre daha ikincil sırada olabileceğini düşünüyorum ben bu tip şeylerin.
    çünkü kendi biyolojisine dair bu temel donanımların (pratikte) insan yaşamına sağlayacağı katma değer, kalan diğer hedelerle kıyas kabul etmez.

    gibi geliyor bana.

  • 12 kasım 2020 ekonomik krizden çıkışın başlaması

    salaklik = aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar alma beklentisidir.

  • ansızın gelen hayat çok güzel hissi

    gençken çok şiddetli uğrardı bana. tam bir öfori şeklinde yani. ama düşüşü de sert olurdu. zira hayatımın belli bir düzeni , sabit rutinleri filan olmadığı gibi; kendimi de tam olarak tanımıyor, ne istediğimi/ beni şu hayatta neyin sürekli ve kesintisiz olarak mutlu edeceğini bilmiyordum.

    ha yaş ilerledikçe anlaşılıyor ki, yok öyle bi kesintisiz mutluluk, paso zirvelerde gezme hali filan.
    ki gerek de yokmuş zaten buna.
    esas olan "ok ya, iyi böyle" hissiymiş. sıkıcı bi rutinden değil; içinde güneş ışığı, gülümseme ve devamlılık olan/ mütevazi ve organik bir histen bahsediyorum.
    insan mutluluğu plastik gibi sabit , sentetik bisey zannedebiliyor; içine doğmadıysa.

    bu hisse davetiye çıkaran durumlar için benim şahsi listem aşağı yukarı şöyle;

    -sabah çok erken kalkış, sert kahve- idman (koşuyorum ben) - esneme - duş - kahvalti. ve sonrasindaki keyif kahvesi esnasında gelir mesela o his.
    -kızım var benim 8 yaşında. onunla (ve tabii yanımızdaysa babasiyla **) beraber iyi vakit geçirip eğlenmek. evlatla yaşanan o sonsuz sevme-sevilme döngüsüne girmek.
    orası çok mutlu ve huzurlu bi yer. anlatılmaz. ara ara geliyor kafası. seviniyosun bedavadan ^_^
    -eşle doyurucu bir ilişki paylaşabilmek. seksin yıllar geçmiş olsa bile hala taze, heyecan verici ve muhteşem geliyor olması. geceleri dirty yetişkin oyunlarıyla ya da bi battaniyenin altında dizilerle filan geçirip, sabahları kahvaltı hazırlarken birbirini pandikleyerek kikirdayan ebeveynler olabilmek.
    birlikte dansedebilmek, spor yapabilmek, oyun oynayabilmek, sohbet edebilmek ve birbirine yetebiliyor olmak...
    - tatmin veren bir işe/kariyere sahip olmak. emeğinin karşılığını alabildiğin, katma değerinin olduğu, onay ve takdir gördüğün bir işle uğraşıyor olmak.

    bunlar artık insanın normali olduğunda tabii ki öfori şeklinde zirvelerde gezmiyor insan ama, genel olarak sakin, mutlu, pozitif, yapıcı ve huzurlu bir modda oluyor.

    yalnız tabii eğer hayata benim gibi zor bir başlangıç yaptıysanız; ara ara hafiften "ulan ben başkasının hayatını mı yaşıyorum acaba? allah kaydırma filan yapmış olmasa bari" hissi geliyor. ahuhahah

    çocukken ya da gençken mutlu insanlar gördüğümde içimden "çok mu güzel ulan hayat?" ya da "kaç para ulan bi mutluluk" hissi yanaşırdı bana sağdan sağdan.
    mutluluk ve huzur halini oldukça yabancı bulur, içten içe asla elde edemeyeceğim, tanımsız ve formsuz bişeymiş gibi algılardım.
    uzaylı gibi bişeydi mutlu insanlar bence. zaten çok fazla da değillerdi galiba. işte anca filmlerde filan... öyle hissederdim.

    galiba o yüzden hala ekstradan bi yükseliyorum bazen kendi hayatıma. yıllardır içinde yaşıyorum, ama hala "yüzde yüz normalim bu artık" diyemem. geçmişi silemiyorsun çünkü.

    çocukluğuma küçük bir hediye olsun bugünüm diye onu unutmuyorum ve teması kesmiyorum onunla belki.
    belki bu yüzden arada biraraya geliyor ve bugünkü hayatımıza bakıp birbirimize sarılıyor ve seviniveriyoruz.

    mutluluğu, sevinci bedavaya getirmek demiş miydim?
    hah, tam olarak öyle biseydir aniden gelen "hayat çok güzel hissi" bence.

  • ekşi itiraf

    az sonra , dün sakatladigim bir ayak (üzerine dolap çarptı), yeterince geliştirilmemiş bir kondüsyon ( antrenmanlardan 7k eksigim var) ve %500 yetersiz ayakkabılarla (6 yıllık ayakkabılar, altları kağıt gibi) maraton koşmaya çıkıcam. üstelik her iki ayağımda da taban düşmesi (çökmesi) var ve icabında müthiş ağrı yapıp dizimi mizimi gocertebiliyorlar.

    mal gibi hissediyorum. umarım sakatlanmam.

    hadi günah çıkarması olsun; yarış duyurusunda "önceki yarışta derece yapanlar girebilir" ibaresi vardı. yok benım öyle bi derecem tabii. ama takıntılıyım ya, dur başvurayım gene de dedim.
    neden?
    çünkü aynı anda 2 yarış duyurusu yapıldı. benim esas hedefim 1 ay sonrakine girmekti (ki ayakkabı dışında ona hazırım)
    ona başvururken buna da başvuram, nasılsa hedef kitle ben degilim dedim ve küt diye kabul geldi.
    meğer ilk başvuran 250 kişiyi, derece işine bakmadan almışlar.

    ben daha; iyi bir ortopedist ve spor hekimi bulup, ortopedik sıkıntılarım için yardim alıp, ona göre tabanlıktir ayakkabıdır organize olup filan 10k koşacaktım 1 ay sonra.

    bu halde 21k da ne işim var bimiyorum. ama gidiyorum öyle kaderime doğru şu an, karganın hacet giderdiği şu saat itibariyle.

    edit: sakat makat koştum valla. ıçinden geçtim. bitirdim ve madalya aldım. aferim bana

  • strese girdiğinde vücudun verdiği garip tepkiler

    varlığından hiç haberdar olmadigim bi takım salgi bezlerimi hissetmemi sağlıyor.

    motosiklet kullanıyorum ben ekseriyetle ulaşım için. ve iyi de yol yapıyorum. günde ortalama 50 km var.

    çok sık olmamakla birlikte, cok ani ve beklenmeyen bisey olduğunda (orn: yaklaşmakta olduğunu aynadan görmediğin bi caddeci, bi anda gidonun 10 cm yanından motoru sıyırarak yardirdiginda) vücut şu tip bikac tepki veriyor;
    ensemden beynin üst kısmına doğru saliselik yükselen bir uyuşma hissi
    dilin arka yanlarında bir saniye içinde oluşan ve biten bir uyusma-isinma
    alt kaburgaların içinden, aşağı doğru gene bi anda bi sıvının dökülmesi hissi.

    ben kolay kolay böyle riskli pozisyonu yaşamam, 20 yıldır motor üstündeyim.
    ama çok nadiren kafam inanılmaz doluysa, fiziksel olarak aşırı yorgunsam filan, riskli pozisyonda 1 saniyeliğine vücutta böyle şeyler oluyor.
    sanırım hepsi adrenalinle alakalı.

    yapısal olarak sakin değil hareketli bir insandım çocukluğumda, ilk gençliğimde. ama yaş ilerledikçe üzerime bir sakinlik çöktü ve bu tip adrenalin patlamalariyla alakası olduğunu belli belirsiz hissederim bazen.
    öte yana bi gidip gelmiş gibi oluyorsun çünkü bunu yaşadığında. ve insanda yapısal bişeyleri kesinlikle değiştiriyor bu.
    (18 sene önce yaptığım bi motosiklet kazasında ölümden dönmüşlüğüm de var. şükür, sonrasında başka kaza yapmadim)

  • babalar günü

    öldüğü zaman ardında üzüntüyle ağlayan bir evlat bırakacak olan tüm babaların günü kutlu olsun.

    gerisinin canı cehenneme