muhtemelen iphone veya diğer apple ürünlerini kullanmadığı halde airpods alanların yaşadığı pişmanlıktır. zira airpodsların adaptif ses, uzamsal ses, gürültü engelleme, kaybolunca bulabilme, cihazlar arası hızlı geçiş gibi diğer uygun fiyatlı kulaklıklardan ayrışmasını sağlayan çoğu özelliği android cihazlarda pasif hale geçiyor.
edit: gürültü engelleme kulaklık üzerinden dokunarak etkinleştirilebiliyormuş.
atanamayan emekli78 profili
-
airpods pişmanlıktır
-
yağmurlu havada yapıldığında daha güzel olan şey
işe gitmemek. saçlarım şu an duştan yeni çıkmışım gibi, peçeteyle kurutuyorum. gelirken su birikintisine, ne su birintisi bildiğin göle bastım. çoraplar ıslandı hep nasıl kurutacam bilmiyorum. yarın ya bir şemsiye alacağım ya da istifa edeceğim, zaten canım burnumda.
-
297.000 liraya satılan smeg marka buzdolabı
henüz kimse smeg pahalı değil siz fakirsiniz yazmamış. önceleri bu kadar geç kalmazlardı.
-
11 bin 402 tl
güzel para..
-200 lira kira
-150 lira faturalar
-50 lira mutfak masrafı
-2 lira eylence
geri kalan 11.000 lirayı da at kenara.. -
kız gel her yerde bulamazsın bu bitter şu sütlü
"yavaş lan gaç tane alıyon!" sahnesi bekledim ama gelmedi :d
-
dünya'nın her yerinde yaşamın aynı olması
son zamanlarda benim de fark ettiğim durum. önceleri çok kıskanırdım, lan keşke norveç'te doğsaydım, keşke paris'te doğsaydım, ulan şimdi rio de janeiro'da da ne eğleniyorlardır haa falan diye sürekli iç geçirip dururdum. her an her yerde olmak isteme sendromu yaşıyordum resmen. ama insanlık hemen hemen her yerde aynı hayatı yaşıyor; eğlenebilen ankara'da da eğleniyor, canı sıkılacak adamın norveç'te de sıkılıyor. işe gitmek için paris'te de erken kalkılıyor istanbul'da da.. zengin, orta halli ve fakirler zaten çoğu ülkede benzer koşullarda takılıyor.
oku > çalış > evlen > çocuk yetiştir > emekli ol > öl
özünde büyük çoğunluğumuz bu döngüden geçiyoruz, sadece farklı konumlarda.
eklemekte fayda görüyorum; norveç'teki insanla türkiye'deki insan aynı standartlarda yaşıyor, veya almanya bizi kıskanıyor gibi siyasi/ekonomik bir konu değil bu. biraz daha geniş bir pencereden bakmanız gerekebilir. -
haftada 4 gün çalışma ihtimalinin olması
hele bir cumartesi-pazar herkese izin kullandırabilelim de.. milyonlarca insanımız var günde 12 saat, haftada bir gün izinle çalışan. hatta o bir günlük izni de hafta içi kullanmak zorunda kalan yine milyonlarca hizmet sektörü çalışanı var. bizim yolumuz uzun.
-
sakal bırakmayan erkek
orta yaş bunalımına girmiş olabilir. 27-35 yaş arası olur öyle şeyler.
-
mp3 çalar kullanmış efsane nesil
-
yılbaşına yalnız girmek
ilk olacak, bakalım. belki de en boktan yılbaşım, bi paket cips bile yok. alttaki bakkala inecek motivasyonum yok. su içerek girerim artık yeni yıla. bomboş oturuyorum odanın ortasında. mutlu yıllar.
-
mesai saati dolar dolmaz işi bırakan çalışan
çok iyi yapan çalışandır. adı üstünde mesai saati ve bitmiş, ne yapsın gitmeyip. ben mesela her gün 16.59'a alarm kuruyorum ki dalgınlığıma gelip de fazladan oturmayayım.
-
üç büyük pille çalışan metalik gri el feneri
-
sabunla duş alan insan
bir süredir şampuan ve diğer köpüren maddelere ben de veda ettim. mis gibi sabun varken derdim neymiş de bunca kimyasal maddeyi saçıma, yüzüme, gözüme boca ediyormuşum bu zamana kadar acaba.
bakın size çok popüler bir şampuanın içindeki maddeleri sıralayım:
sodium laureth sulfate
sodium lauryl sulfate
sodium chloride
sodium xylenesulfonate
cocamidopropyl betaine
glycol distearate
sodium citrate
piroctone olamine
dimethiconol
citric acid
dimethicone
sodium salicylate
sodium benzoate
guar hydroxypropyltrimonium chloride
tea-dodecylbenzenesulfonate
tetrasodium edta
sodium hydroxide
caffeine
trideceth-10
linalool
cı 19140
triethylene glycol
propylene glycol
benzyl alcohol
markasına, modeline gerek yok aşağı yukarı tüm şampuanlar bu maddelerle yapılıyor. peki değer mi bir saç köpürtmek için bunca kimyasalı kafaya dökmeye. bence değmez.
ekleme: sürekli olarak klasik beyaz sabunla veya el yıkama sabunlarıyla duş almak da saçlarda sertleşmeye ve ciltte kuruluğa neden olur. o sabunlar da sonuçta bazı kimyasal maddelerden oluşuyor. bu nedenle zararı en aza indirmek için bitkisel sabunlar tercih edilmeli ve belirli aralıklarla nemlendirici yağlar kullanılmalıdır. -
yağmur ve kapalı hava seven insan
işim gücüm olmayıp da bu havayı uyuyarak veya bir şeyler izleyerek geçirecek olsam ben de severim ama işe gideceğim günün sabahı kalkıp yağmurlu veya kapalı bir havayla karşılaşınca tüm enerjim sönüyor. anlık istifa etmeyi düşünüyorum.
-
8/5 çalışmak vs 9/6 çalışmak
aslında verimli olmak açısından en ideali 9/3 ama işte gel de bunu bizim işverenlere anlat.
geneli "ben bu adama para veriyorsam tüm gününü burada geçirecek. sadece uyku uyumasına müsaade etmeliyim" kafasında. halbuki 9 saatte yapılan o iş toplasan 6 saatte de pekala yapılabilir ama adamlar para veriyor o kadar, çalışan boş boş oturacaksa da iş yerinde otursun. -
türk milleti'nin burger king aşkının sebebi
al birini vur ötekine. zincir olup da güzel hamburger yapabilen bir yer görmedim ben daha bu yaşıma kadar. diğer malzemeleri geçtim hadi ama o köftelerle nasıl güzel hamburger yapılabilir ki, strafor köpük gibi.
hamburgeri butik yerlerden yiyeceen abi diyerek uzaklara dalıyorum. -
lübnanlı kızların hipnotize edici dansı
kaç yıllık ekşiciyim ben bile çok beğendim.
-
ateist bir kızla evlenmek
fanatik bir ateist ise evlenmem. fanatik bir dinci ise de evlenmem. bir şeye körü körüne bağlanıp "en doğrusu benim inandığım şey, diğerleri ölsün" kafasında olan kimseyi bırak evlenmek çevremde bile bulundurmam. ruh hastasından beter oluyor çünkü bunlar.
-
2009 yılı bim market fiyat listesi
olm tuvalet kağıdına bak, 3.5 lira. şimdi en ucuz sakız bile 5 lira. sabah sabah neden paylaştınız lan bunu.
-
askerde orgeneral görmek
normal bir askerin kolay kolay göremeyeceği general rütbesidir orgeneral. keşke ben de normal bir asker olsaydım..
acemi birliğindeyken bizi yavaştan mesleklerimize göre gruplara ayırmaya başlıyor komutanlar. ara ara içtimaya gelip meslek soruyorlar falan. ben de bi yerden duymuştum, garsonum dersem çok rahat edeceğimi söylemişlerdi. verirler bi kafeye akşama kadar çay kahve verirsin, başka işin olmaz demişti birisi. aklıma yattı bu iş, dedim garsonum, hem de ne garsonum. işi garantilemek için ballandıra ballandıra anlatıyorum; işte bilmem kaç yıl şurada garsonluk yaptım bilmem kaç tane sertifikam var garsonluk üzerine falan, uyduruyorum yani. sadece bi kafede üç beş ay çalışmıştım üniversitedeyken.
neyse yazdılar beni garson olarak. mutluyum, kafenin birine geçerim belki sivil bile olurum diye düşünüyorum kendimce. acemi birliği bitti bizi dağıttılar yeni yerlerimize. dağıttılar ama bir yanlışlık olması lazım, herkese soruyorum ediyorum burda kafe yok. iyice araştırdım restoran da yok. kime sorsam bilmiyorum haftaya belli olur görev yerleriniz diyor. dedim boku yedik, bizim garsonluk işi yalan oldu. bi haftayı stres altında ne bok yiyeceğimi düşünerek geçirdim.
görev dağıtım günü geldi, herkesi isimlerine göre sen şuraya sen buraya diye dağıtıyorlar. ben afedersin sik gibi en sona kaldım. müsade isteyip komutana sordum:
"e komutanım ben?"
komutan kağıda baktı, yanındakine bir şeyler söyledi, bi telefonla konuştu.. en son bana dönüp:
"sen de ordu komutanının garsonusun" dedi.
haydaa, ordu komutanı nereden çıktı yahu kafe mafe yok muydu diyemiyorsun tabi. emredersiniz komutanım dedim.
ertesi gün başladım göreve, ama ne görev.. ordu komutanının ayrı mutfağı varmış orada çalışacağım. yemek, içecek, meyve, tatlı, ne ararsınız mevcut. komutan ne isterse istesin yok dememek için(diyemezsiniz zaten) her şeyi doldurmuşlar. tabaklar, tepsiler, bardaklar, aklınıza gelecek bütün malzemeler premium. her şey bulunabilecek en iyisinden alınmış. keza gıda maddeleri de aynı şekil.
adam çay istediği anda 45 saniyem var. bardağı ısıtıp, çayı doldurup, koşa koşa yukarı odasına gitmek için tam 45 saniye. geç kalırsam komutanın emir subayları siker beni. ne zaman çay isterse istesin taze verebilmek için yarım saatte bir çay demliyordum. günde 24 demlik çay demliyordum yani. toplasan 3 bardak içerdi. bardakta tek bir toz tanesi olursa kazığa oturturlar valla beni. çerez mi istedi diyelim, fındıkları fıstıkları tek tek seçerek koyuyorum. niye çünkü en güzelleri olmalı, bi kırık fındık giderse olacakları biliyorsunuz işte.
sabah ve akşam komutanın giriş çıkışlarında kışlada kuş uçmaz. uçamaz, vururlar. şöyle bir dolanayım dışarda dediği an herkes toz olur. koşarak kaçan üsteğmen gördüm ben ordu komutanı etrafta dolanıyor diye.*
çok sıkıntılı, çok stresli bir iş böyle üst düzey bir komutanla ilgilenmek. aman bi şey yanlış olacak mı, aman bi eksik çıkacak mı diye sürekli diken üstündeydim.
ama tabi ordu komutanı garsonu olmanın iyi yanları da yok değildi. misal nöbet nedir bilmem, içtima hiç görmedim. bütün kışla mıntıka temizliği yaparken ben filtre kahvemle sigaramı içerdim balkondan. evet balkondan, çünkü sabah daha erken, komutanımızın gelmesine 2 saat var. ondan bu rahatlığım. kışladaki hiçbir komutan bana bulaşmazdı, hatta emir bile vermezdi. çoğu şeyi ricayla, kibar bi dille söylerlerdi. elim cebimde takım elbiseyle geziyordum kışlanın içinde. albaylarla, yarbaylarla aynı balkonda sigara içtiğim çok oldu. çalıştığım bina zaten saray gibiydi. tertemiz, kışın sıcak yazın serin. 2 kişilik koğuşta kalıyordum, kalabalık içinde olmayım birinden bi hastalık kapmayım diye özel odaya aldılar. yanımdaki çocuk da diğer generallerin garsonuydu. ama onunkiler tabi tümgeneral tuğgeneral falan. sabahları kendi alarmımla uyanıyordum, "goouş gaaahk" diye bağıran çocuk bizim odaya girmezdi. akıllı telefon da serbestti. rahattık yani, ama çok da stresliydik. her şeyin bir bedeli oluyor. çok şükür kazasız belasız bitirdim askerliği, hem de öylesine sıkıntılı yerde çalışıp tek bir fırça bile yemeden. darısı şafak sayan tüm askerlerimizin başına diyelim.
evet, orgeneral böyle bir rütbe işte. ordunun en üstü, her şeyin en iyisine layık. tabii garsonu da profesyonel olmalı. böyle sertifikalı falan*