istenc27
profili

  • tez yazmak

    yüksek lisansımın sonuna yaklaşırken gereksizliğinden tamamen emin olduğum eylem. benim için çok eziyetli geçmedi. çünkü ben mümkün olsa saniyemi salise salise planlayacak yaradılışta bir ruh hastasıyım. beni master teziyle yıkamazsınız. iş değil bunlar bana.

    gel gelelim, neden gereksizdir bu eylem. boş boş şişirme, sayfalar dolusu yazı var her tezde. hele sosyal bilimlerde yazılan tezlerin yazılacağı vakitte bin türlü iş yapılırdı. o onu dedi, bu bunu dedi, al aha ben de şunu diyorum tadında bi sürü üfürük. son beş senede yazılan bütün sosyal bilim tezleri dünyadan silinse yaprak kıpırdamaz.

    benim alanım moleküler biyoloji. halka açık plajlardan örnekler toplayıp enterokokları inceledim. bir tanesinde antibiyotik direnci geni buldum. adını veremeyeceğim bu plajda denize girerseniz de içinize enterokok kaçarsa kurtulması çok kolay olmayabilir. başka işler de yaptım, yerine yurduna baktım genin. genomda mı, plazmidde mi, başka bakterilere de geçer mi, risk nedir vs. bak mis gibi bir ton sonuç var bende, halk sağlığını falan da ilgilendiren. bütün bu yaptıklarımı size on sayfada açıklayabilirim, yeter de artar. ben kaç sayfa yazdım peki, 78 sayfa. 68 sayfası temiz üfürük. zaten çoktan yazılmış şeylerin tekrar yazılması. zaman kaybına gel. pozitif bilimlerin bile çoğu olmuş üfürük. neyi neden yaptığımız belli değil. biri bir formatı tutturmuş, biz de takılmış gidiyoruz peşinden. yazmam desem olmuyor. neye direneceksin. al hocam 78 sayfayı, hayrını gör.

  • zengin ve kimsesiz olsan mirasını kime bırakırsın

    lösevmiş, darüşşafakaymış, geçin. kurumlar bugün iyidir, yarın tepesine iki şerefsiz gelir, rezil olur gider.

    ankara'da öğrenciyken kaldığım evin sahibi 8-10 tane evi olan yalnız yaşlı bir teyzeydi. çok da iyi kadındı, bir huzurevinde kalıyordu. eşi ölmüştü ve çocuğu yoktu. bu teyzenin kız kardeşinin bir oğlu vardı, ahmet abi. yıllar yılı oturduğum evde ne sorun çıksa bu adam ilgilendi. usta mı çağrılacak buldu getirdi, kız çocuğusun yalnız kalma dedi, ustaların işi bitene kadar benimle bekledi. güvenlik görevlisiydi, eşi çalışıyor muydu bilmiyorum. iki de kızları vardı. teyze gün geldi öldü, evleri bağışlamış kızılaya. ulan bari bir evini şu adamcağıza bırakaydın be teyzem ya, ne diyim ben sana.

    ahmet abi, düzgün namusuyla çalışan insan, aile babası, ankara gibi yerde şu sıralarda üniversite çağına gelmiş olması gereken iki kızıyla kirada kalıyor, teyzenin evler de akp çocuklarına huzur hakkı oldu. adaletine sıçtığımın dünyası.

    huzur içinde uyu teyzem. çok iyi bok yedin.

  • 13. cumhurbaşkanı kılıçdaroglu'ndan istenenler

    her allahın günü basın toplantısı yapılıp akp dönemindeki bütün yolsuzlukların, hırsızlıkların, usulsüzlüklerin, kirli ilişkilerin tekrar ve tekrar ve tekrar tekrar bu unutkan millete anlatılması, bir gün dahi olsa buna ara verilmemesi. fetö ile ilişkilerin, mafyayla ilişkilerin çarşaf çarşaf ortaya dökülmesi. kim nereye nasıl atanmış anlatılması. ergenekonlardan balyozlardan girilip kanser hastalarına sahte ilaç satanlardan çıkılması. maden göçüklerinin, tren kazalarının sorumlularının teker teker gösterilmesi. sıfırdan dolar milyonerlerine milyarderlerine dönüşenlerin sıralı tam listesinden her gün birkaç kişinin seçilip afişe edilmesi.

    eminim ki bu iktidar yirmi yılda, kırk yıl boyunca her gün yeni haber yapmaya yetecek kadar skandala imza atmıştır. kaynaklarıyla belgeleriyle bunları duyurun, hiçbir rezilliğin unutulup gitmesine izin vermeyin. başımıza ne geldiyse unutkanlıktan geldi.

  • veda ederken 2022'ye bir not bırakmak

    son bir ayında da bir mucize yaşanmayacaktır diyerek erkenden yazmakta sakınca görmüyorum. 2022, her konuda büyük bir disiplinle çalıştığım ancak karşılığında babayı aldığım bir sene oldu.* umarım bütün o emekler derlenip toplanıp bir sike dönüşür 2023'te.

    şimdi aslında çok da siksik edesim yok.* iyi şeyler de oldu. ilk kez yaptığım bir iyilik (üstelik de günün sonunda iyilik yapmaya çalıştığım kişinin hiçbir işine yaramamasına rağmen) bu kişi tarafından bana iyi bir gelir kaynağı olarak döndürüldü. bakın bu benim kişisel tarihimde bir ilk. dünya tarihinde de çok sık yaşanmamıştır. yapılan iyiliklerin hiç sebepsiz götte patlaması herkes için esas olandır. düşündükçe şaşırıyorum. arada bir yapıp denize atmak lazım zaar. kıymet bilen çıkabiliyormuş.

    bu yıl annemle kardeşimle iyi zaman geçirdim. bu da epeydir olmuyordu. hep mesafeler. bu yıl süper denk geldi.

    en iyi spor performanslarım da hep bu yıla ait. hayat sıktıkça baydıkça içkiye mi kaçsaydım, spora kaçtım. açıldıkça da açıldım. 10 km koşuda 4.50 pace'i tutabilir oldum.* şimdi diyorum, 4.30 pace neden olmasın. bi şımarıklık, bi gaz. yüzmem de daha iyi. 1 km'yi 20-25 dakikada yüzebilir oldum. 15 dakika neden olmasın.* gibi.

    dalış bile bi keyifsizdi bu yaz. dalış nasıl keyifsiz olabilir arkadaş, aklım almıyor. ne tatsız yıldın be 2022. sade yulafa su döküp yemişim gibi.

    keyfini falan geçtim de beni bi hortumla aşağı salsalar, günde çok fazla değil 4-5 saat denizin dibinde gelen geçen balıkları izlesem olmaz mı? evrim ayağına karaya çıkan atalarım, size çok pis laflar hazırladım.

    spotify'da en çok dinlediğim şarkı da bu yılı tam anlamıyla yansıtıyor. try to keep on keeping on

    valla bu yıldan bu kadar oluyordu. i just keep on keeping on.

  • veda ederken 2021'ye bir not bırak

    atmıyorum abartmıyorum, yaşadığım en ilginç yıldın 2021. tam böyle hiçbir konu hiçbir yere bağlanmadan, 50 tane soru işareti bırakarak en heyecanlı yerinde sezon finali yapan diziler gibi bitiyorsun. iyi miydin kötü müydün anlayabilmem için biraz daha yaşayıp dönüp tekrar incelemem lazım seni. şimdilik ben elimden geleni yaptım, hiçbir işi boşlamadım, çırpındım didindim diye kendimle gurur duyuyorum. bir de bu kadar iniş çıkış ve değişim içinde psikolojiyi dağıtmadığım ve de götü göbeği büyütmediğim için gururluyum hehe. canım kendim. bu kadar kıçımı yırttım, hadi nolur iyi bir yerlere bağlan 2021, fingers crossed.

  • çok güzel ama korkunç derecede üzücü eserler

    (bkz: il deserto dei tartari)

    başlıkta arattım ki fava alayım, yazılmaması şaşırttı. amme hizmetini yapayım.

    (bkz: il deserto dei tartari/@istenc)

  • bir kediye verilebilecek en güzel isim

    şahsen eski türk geleneklerini yaşatmaya önem veren biri olduğumdan kedim bir yararlılık, bir kahramanlık gösterene kadar isim vermiyorum. ismini ilk kahramanlığından sonra alıyor. mesela portos isimli yavrumun "portos" ismine hak kazanması evdeki aşırı güçlü ilk kediyi siklememesiyle olmuştu. koca kedi kıhlıyor, tıslıyor, bizden fırsat bulsa gebertecek, yavrumun umurunda bile değildi. "portos gibi, deli cesareti var bunda" demiştim. üstelik tipsizdi de. sonra ne oldu, birkaç yıl sonra eve başka bir yavru kedi geldi. portos yavru kediden korkusundan üç gün koltukların altında saklandı. yani benim yöntem çok da başarılı değil gördüğünüz gibi. siz gene bildiğiniz gibi koyun ismini. minnoş, boncuk falan. iyidir bunlar.

  • baba ile yapılan saçma ama özlenen aktivite

    tövbe bismillah, silah temizlemek ve atış talimi.

    daha beş altı yaşında, yaşıtlarım barbi bebek süslerken, ben havalı tüfekle atış talimi yapıyordum :/ zaten o yaşta çocuğun eline başka silah verilmez herhalde. yani o da verilmezdi işte ama verdi babam, çünkü karadenizlilik. bayılırdım o tüfeğe, duruyor hala memlekette. dipçiği haki, safran sarı, kızıl renkliydi, alacalıydı böyle, nefisti. o yaşlarda en sevdiğim renk de hakiydi allah kahretmesin, battaniyemi, elbiselerimi falan götümü yırta yırta haki aldırdım/diktirdim senelerce, neden acaba diyordum, şu an yazarken dank etti kafama, ulan baba* :) neyse ben büyüdükçe silahlar da büyüdü, tüfekler tabancalar. kaç çeşidini gördüm cidden bilmem. 11-12 yaşıma geldiğimde ben ilgimi kaybettim silahlara, ılık götlü bir hümaniste dönüştüm, babam da zorlamadı. 20 yıldan fazladır elimi sürmedim silaha, kapandı gitti o defter. şimdi başlığı görünce özlediğimi fark ettim. iyi bi kaza çıkmamış o yaşta elimden.

    ha bir de aynı yaşlarda tavla oynamayı öğretmişti bana. adamın içinde kalmış erkek evladı olmaması resmen. okuma yazma öğrenmeden tavla oynamayı öğrendim bu sayede. beni dükkanın karşısındaki kahveye götürür, arkadaşlarıyla oynatırdı. cidden iyi oynardım ve yenebilirdim bütün işi sabahtan akşama kadar tavla oynamak olan adamları. satrançta aynı başarıyı göstersem dizimi çekerdiniz, tavlayı siklemeyin zaten. ben de kendi çapımda dehaydım olm. hey gidi.

  • ekşi itiraf

    allah affetsin, sanıyorum bir 4 yıldır falan üst komşunun dört nala koşan çocuğu başlığını takip ediyorum, ne yazıldıysa okuyorum ve kim ne görüş bildirirse bildirsin şukuluyorum. hayır en azından son 4 yıldır dönen muhabbet de aynı, biri gelir gürültüden şikayet eder, "zaten suç çocukta değil yetiştiremeyen ebeveynde" der; üç beş ana baba bu entryden tetiklenir, "siz hiç çocuk olmadınız mı, anne/baba olun anlarsınız" diye karşı çemkiriye* geçer; peşine uzlaştırmacılar gelir, yalıtımın önemini, desibel ölçümünü, hukuki yolları anlatırlar; sonra hep beraber istiklal marşını okur saygı duruşunda bulunur konuyu kapatırlar. da ben bu işin neresindeyim, ne işim var benim bu başlıkta, allahım kopamıyorum.

    kış zamanıydı, işten geldim yorgun argın, duş aldım vs açtım sözlüğü, bi baktım aman allahım 200 küsur entry yazılmış başlığa. evde de yalnızdım, mısır patlatıp bira açtım, şukulaya şukulaya okudum hepsini. hatta ilerleyen gecenin ve biranın etkisiyle birkaç yazara "çok haklısınız, şimdiki anne babalar çocuk yetiştirmeyi hiç beceremiyorlar" ve "çok haklısınız, insanlar nasıl da anlayışsız, sanki kendileri çocuk olmadılar" diye mesaj atmış bile olabilirim, allahım sen affet. sevgili yazarlar siz de affedin, umarım okumuyorsunuzdur :/

  • ekşi itiraf

    ne zaman meditasyon yapmaya çalışsam uyuyakalıyorum.

  • yazarların aile içindeki rolleri

    çözülmesi gereken bir mesele baş gösterdiğinde derhal aranıp fikri sorulan,
    dile getirdiği fikrin ve çözüm yolunun çok mantıklı olduğu, muhakkak harfiyen yerine getirileceği söylenen,
    sonrasında ne anlattıysa tam tersi yapılan,
    olaylar boka sarınca aranıp "yav biz böyle böyle bir bok yedik, şimdi ne yapalım" diye tekrar sorulan,
    tekrar fikir beyan eden,
    yine fikrinin tam tersi yapılan,
    ve bu şekilde 3-5 döngüden geçtikten sonra işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alınca tekrar aranıp "gel götümüzü topla" denen,
    büyük evlat ben oluyorum efenim.

  • ev hanımı olup koca parası yemek

    çok çirkin bir tabiri içeren başlık. koca parası yemek ifadesi çok çirkin, onda bir anlaşalım. ev içi emek az değildir. şahsen ömrüm bulaşık evyesiyle çamaşır teknesi arasında tükeneceğine iş hayatının içinde olup para kazanmayı, topluma daha çok karışmayı tercih ederim. benim çevremde üniversite mezunu, halihazırda gayet iyi işlerde çalışmakta olan arkadaşlarımın yarısından fazlası çocuk doğurduktan sonra çalışmayı bıraktılar. ekonomik sebepleri var, ülkedeki çalışma hayatının aşırı zor olmasına eklenen postpartum depresyon var vs. şu an kimi güle oynaya ev kadınlığı yapıyor, "dünya varmış" diyor; kimi de "ben ne işe yarıyorum" moduna girmiş durumda. herkesin algısı, hayat beklentisi farklı. beni şaşırtan başka bir konu var bu noktada, aslında doğru başlıkta mıyım ondan da emin değilim ama buraya yazmaya başladık artık. sadece kendi çevrem için konuşuyorum, çalışmayan ya da mecbur olmasa çalışmayacak annelerin, maddi olarak gerekli olmadığı halde çalışan annelere çok suçlayıcı yaklaştıklarını görüyorum. sanki kadının en büyük görevi 7/24 çocuğuna bakmak, bunun dışında bir şey yapmayı istemeye dahi hakkı yok. baba nerede bu arada? baba iş hayatının içinde, babanın kariyeri dağlar gibi, evin parası babada. ya yarın bugün işler ters giderse ne olacak, bu evlilik yürümezse? boşanmayı geçtim, hadi diyelim evliliğiniz çok süper, bu koca ölürse ne olacak? dünya kadar genç, yırtıcı yeni mezun insan varken yıllardır çalışmamış, çocuklu, yalnız, iş hayatında deneyimsiz kadın nasıl iş bulacak da kendine ve çocuğuna hayat kuracak? kocaya güvenip evde kalmayı seçmek bence çok büyük cesaret. ben o kadar cesur biri değilim.

    çok ilginç bir diyaloğa şahit olmuştum vaktiyle. doktor bir arkadaşım var, yine bir doktorla evli. iki tane de kızları var, dünya tatlısı. bu çift aileden de zengin, hiç çalışmasalar da olacak bir çift ama işlerini seviyorlar. arkadaşım doğum izni biter bitmez işinin başına döndü. bu arkadaşımla aynı yerde çalışan, yeni doğum yapıp izni biter bitmez işinin başına dönmüş, maddi şartları nedeniyle çalışmak zorunda olan bir kadın vardı. arkadaşıma şöyle bir laf etti: "sendeki para bende olsa hayatta çalışmazdım, evde oturur çocuğuma bakardım, bakıcı eline bırakmazdım" arkadaşım anneliğine getirilen bu eleştiriye çok sinirlendi ve ibretlik bir cevap verdi: "bak benim iki tane kızım var ve ben her gün kızlarımla ilgili hayaller kuruyorum. bazen onları sanatçı olarak hayal ediyorum, bazen acaba bilime mi merak sararlar diyorum, bazen profesyonel sporcu da olabilirler diyorum, bazen acaba babasıyla bana özenir doktor olmak isterler belki diye düşünüyorum. ben kızlarımla ilgili her şeyi hayal ediyorum da bir tek neyi hayal etmiyorum biliyor musun, ev kadını olmalarını, evde kalıp çocuk bakmalarını. yine 'anne ben evlenip ev kadını olacağım' deseler, 'nasıl mutluysanız öyle yaşayın' derim ama ben onları ev kadını olarak hayal etmiyorum. istemiyorum bunu onlar için. isteyeni de görmedim zaten. kızlarım için istemediğim şeyi kendim neden yaşayacakmışım ki?"

    o ana kadar konuyu hiç bu açıdan düşünmemiştim, var ol arkadaşım.

  • sert içki içebilmek erkeklik göstergesidir

    var olan saçma cinsiyetçiliklerden biridir. biz karı koca bunu eğlence aracına çevirdik.

    ben (kadın olan) kahveciye gitmişsek sade kahve, içkili mekana gitmişsek ya bira ya votka limon tüketen dümdüz ve sıkıcı bir insanım. eşim ise menüdeki en süslü püslü kahveyi ya da içkiyi sipariş eden renkli ve eğlenceli kişilik. içtiği şeyleri ben koklayamam bile, üstü full krema, rengi pembe, bardağın içinde şemsiyeler vs bir tepesinde havai fişek patlamadığı kalmış ürünleri tercih eder hep. bunları da garson getirir ve süslü içeceği bana, düz içeceği kocama verir.

    artık arkadaşlarla çıkınca hep aynı muhabbeti çeviriyoruz. siparişi ikimizden biri veriyor, "bakın şimdi içeceklerimizi ters verecek, çünkü pembeli içecekler erkek adamı bozar" falan diyoruz. garsonlar da her seferinde yanlış varsayımda bulunuyorlar. garsonu teşekkürlerle uğurladıktan sonra içeceklerimizi değişip hayatımıza devam ediyoruz.

    artık bana öyle geliyor ki sırf milletin dalga geçeceğini düşündükleri için bu süslü püslü şekerli kremalı içecekleri canı istediği halde tüketemeyen erkekler var. eğer böyleyse gerçekten yazık. erkeklere yapılan baskılardan biridir bu. red pillciler konuya el atsınlar pliiz.

  • bir anne çocuğunu dövebilir mi sorunsalı

    hayatta en çok sevmesi gereken, üstelik de kendinden güçsüz bir canlıyı dövebilecek tıynette bir insansa 'dövebilir elbette' diye yanıtlanacak sorunsal. benim açımdan bu durum çok büyük bir ikilem yaratmıyor açıkçası. tanıyıp tanımamam da, kadın ya da erkek olması da fark etmez, bir yetişkinin bir çocuğu dövdüğünü görürsem, orada üçüncü kişi lehine meşru müdafaanın şartları oluşmuştur der, bütün manyaklığımla dalarım. böylece bir daha yavrusuna el kaldırmadan önce bir durur düşünür belki. benim için ikilem çocuğa yoktan yere bağırıp çocuğu ağlattıklarında başlıyor. ne yapsam bilemiyorum. geçen bir arkadaşım 2.5 yaşındaki kızını oyun hamuru istedi diye ağlattı. neymiş sohbetimizi bölüyormuş. ya arkadaş, kalk ver çocuğa hamurunu, allah aşkına bunun için bağırılır mı el kadar bebeye. ne bitmez postpartummuş, sanki bağırmaya doğurdular bu çocukları. vallahi çok zor bir durum, öyle böyle değil. böyle durumlarda ben babalarının gözlerinin içine bakmaya başlıyorum, müdahale etsinler diye. ama bekarlığında jaguar gibi olan herifler evlenip çocuğu yaptıktan sonra her nasılsa kısır ev kedisine dönüşmüş durumdalar. böyle göbeği gıdıyı salmışlar, dengeli kısır mamalarıyla beslenmekten tüyü parlıyor hepsinin. söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil. bir şey de denmiyor zaten, hemen başlıyorlar bırbır "senin çocuğun yok ki sen nereden bileceksin" diye. yani en azından oyun hamuru isteyen çocuğa bağırılmaması gerektiğini biliyorum. yok valla benim çocuklu arkadaşlarla arayı iyice açmam lazım, yoksa fena şeyler olacak. sabah sabah canım sıkıldı yine.

  • son 10 yılını 3 kelimeyle anlat

    heyecan, aşk, mutluluk.

    mümkün olsa en baştan bir daha yaşamak isterdim, muhakkak birkaç değişiklik de yapardım; ama olmuş bitmiş haliyle de gördüğüm şeyi seviyorum. aferin kız.

  • kendini kandırmak

    epey başarı kaydettiğim eylem.

    yogadan nefret ediyorum. (bkz: yoga/@istenc) ama çok da yararlı bir pratik, geçtiğimiz altı haftada özellikle denge konusunda büyük aşama kaydettim. psikolojik olarak mutsuz etse de fiziksel katkısını yadsıyamam. ayrıca öz disiplin önemlidir benim dünyamda. sevdiğin şeyi yapmak kolay, mesele sevmediğin ama iyiliğine olan şeyi düzenli yapabilmekte.

    neyse artık, ben her sabah kalkıyorum ve kendi kendime diyorum ki "hayır, bugün kesinlikle yoga yapmayacağım." bunu duyan kendim çok mutlu oluyor.

    sonra ya koşuya çıkıyorum ya yüzüyorum ya da evde şınav mınav bir şeyler yapıyorum. "neyse" diyorum bitirince "hadi biraz da yoga yapayım."

    artık her gün yoga yapıyorum. ama her sabah güne, o gün kesinlikle yoga yapmayacağıma kendimi temin ederek başlıyorum. garip bir şekilde işe yarıyor.

    hatta sanırım tuhaf bir şekilde dışarıdan da anlaşılmaya başladı yoga yaptığım. ya da bilmiyorum işte, anca benim başıma gelecek saçmalıkta bir olay yaşandı diyeyim. geçen hafta kedilerimden biri öldü. veterinere götürdük, otopsiye girdim, koydum poşede çöpe ben attım. moralim yerlerde ama insan içinde tutuyorum kendimi. o sırada kendi hayvanı için orada olup vaziyeti baştan sona izleyen bir kadın yanıma yaklaşıp "siz yoga mı yapıyorsunuz?" diye sordu. ben de nereden anladı acaba diye şaşırarak "evet bir aydır falan yapıyorum, nereden bildiniz?" diye sordum. "ölümü çok kolay kabullendiniz. yoga yapanlardaki iç huzuru, dengeyi yakalamışsınız" dedi. he canımın metrobüs köşesi, kafası yeni geldi yoganın. çarpıcam elimin tersiyle iki tane, ondan sonra görecek asıl, iç huzuru da dengeyi de. 20 yıllık ateistim, ama benimle taşşak* geçmeyi çok seven bir güç olduğuna inanıyorum. sırf piçlik olsun diye yolluyor şu yarım akıllıları bana.

    neyse işte gördüğünüz gibi yoganın ruh halime olumlu bir etkisi olmadı. ama fiziksel olarak fayda gördüm yukarıda da yazdığım gibi. "yapmayacağım" diye kendimi kandırarak "acı yok rocky acı yok!" kafasıyla her gün yapmaya devam :/

    yani var ya, şunları uzata uzata, az biraz bilim soslu, çekim yasası kuantum falan saçmalayarak, afili kelimelerle kaleme alabilseydim, skindirik bir kişisel gelişim kitabı yazıp yolumu bulabilirdim. kapak resmi gözümün önüne geldi şu an: saftiriklerden yolacağı paraları düşünerek geleceğe umutla bakan, i hate yoga tişörtü giymiş bir istenc. olamaz mı, olabilir. dını nı nım.

  • ekşi itiraf

    hangi başlığa yazacağımı bilemediğimden yazmaya karar verdiğim başlık.

    687 entrymin 677 tanesini üşenmeyip şukulayan ve bu surette 686 tanesini en beğenilenlerime sokan gizemli takipçim çok teşekkür ederim. sanırım bu entryyi de görüyorsundur, mesaj at da tanışalım. çünkü bu şekilde birazcık creepy oldu yani. bir de şeyi çok merak ediyorum, o entrylerin hepsini okuyup mu oyladın, yoksa öyle sıradan şukulayıp geçtin mi? şu an tırssam mı gurur mu duysam, emin olamıyorum, karmaşık duygular içindeyim. sağ ol yine de :/

  • ekşi itiraf

    itiraftan ziyade kendini övenlerin yazılarını okuduğumuz başlık. arada bir başka yazarlarca da konunun eleştirildiğini görüyorum; ancak sırf üstte kalsın diye gece saat 12'yi vururken paylaşılan beton gibi yazıların arasından sıyrılıp yeterince dikkat çekemediler gibi hissediyorum.

    o kadar iyi bir insanım ki çok çekiyorum...

    o kadar dürüstüm ki hep kazık yiyorum...

    o kadar muhteşemim ki insanlar beni anlamıyor...

    şeklinde vıyvıymış da gıygıymış yazılarınızla içimi bayıyorsunuz sevgili ergenler ve ergen kalmakta ısrarcı olanlar.

    sözlük, facebook'a yazamadıklarımızı yazdığımız yer. buraya içinizi dökmenizle ilgili sorunum yok da, sözlüğün en eğlenceli başlığını ağlama duvarına çevirdiniz iyice. her gün en az on tane "ağlak bir kendini övme kompozisyonu" var ki çoğu geçer notu zor alır. bu dandik ötesi yazılarınızı -üç beş fav fazladan almak için- gece 12'yi bekleyip paylaşmanızın eziklik seviyesi ise yürek burkuyor.

    üstelik itiraf falan da yok yazılarınızda. bari yalandan da olsa bir itiraf sıkıştırın yazının içine de, içerikle başlık uyumlu olsun. kendi başınıza düşünmek zorunda kalmayın diye amme hizmeti olarak aşağıya örnek bir itiraf bırakıyorum:

    geçen gün plajda bir adam gördüm. o gün bu gündür, başka bir şey düşünmem gerekmediği her an herifin götünü dişlediğimi hayal ediyorum.

  • bölücü anaların türk polisine saldırısı

    olayın ya da başlığın haklılığı / haksızlığı bir yana da, benim burada ilk dikkatimi çeken polisin beceriksizliği oldu açıkçası. polissin, sana tokat atılmış, etkisiz hale getirirsin, alır götürürsün, yaparsın şikayetini. bu ne kötü bir kendini savunma, sanırsın kenar mahalle kavgası. hiç mi bir şey öğretmiyorlar polislere anlamıyorum ki.

    birkaç sene önce adliyede uyuşturucu müptelası bir tip bana yumruk atmaya çalışmıştı, bir refleksle kaçınmıştım, adam tekrar saldırıya geçerken o sırada orada olan bir polis adamı yakaladı, havada takla attırıp yere yatırdı, ters kelepçe yapıp dikti ayağa, "şikayetçi misiniz avukat hanım?" diye sordu. ben o zaman polise saygı duymuştum, adamı ne profesyonel paketledi diye.

    polis teşkilatının hali sadece zihniyeti sebebiyle değil, hiçbir eğitim almadığı açıkça belli insanların doldurulması nedeniyle de acıklı bir hal aldı.

  • dağ keçisine ateş ederken uçurumdan düşen adam

    (bkz: avcılık/@istenc)

    tanım: avcıdır.

    şimdi bu başlık vesilesiyle kamyonlar dolusu insan gelip avcılara sövecek, sonra bir avcı çıkacak avın etik ilkelerini açıklayacak, öteki "ama hayvan yerken iyiydi di mi" diyecek, beriki veganlara sallayacak vs. klasik döngüye hepimiz aşinayız.

    benim bu başlığa gelme sebebim ise kaçak avlanan birine denk geldiğiniz takdirde bunu iki dakikanızı ayırarak nasıl şikayet edeceğinizi anlatmak. haklarınızı öğrenin, kullanın. yukarıda bakınız verdiğim entryde ayrıntılı bilgi var. aşağıya da kopyalıyorum.

    --- spoiler ---

    ...

    dün, birinin avlanması yasaklanmış türlerden olan "pina" türü bir deniz canlısını avladığı ve bunu sosyal medya hesabında paylaştığı ihbarını aldık. bu vesileyle 4915 sayılı kara avcılığı kanunundan bahsetmek istiyorum.

    bu kanun son derece ayrıntılı. merkez av komisyonu da her yıl hangi hayvanların, kaç adet, ne gibi silahlarla ve hangi bölgelerde avlanabileceği gibi kararlar alıyor. dolayısıyla kanunu da kararları da ezberleyip akılda tutmak mümkün değil. biz avukatlar olarak her başvurumuzdan önce bunları tekrar gözden geçiriyoruz. ancak sizler çoğunlukla hukukçu olmadığınız için, birilerinin kaçak avlandığından, fazla avlandığından, yasak ekipmanla avlandığından, nesli tükenmekte olan canlıları avladığından vs. şüphelendiğiniz anda aşağıdaki dilekçe metnini olaya uyarlayarak cimer üzerinden şikâyetçi olunuz. yanlış madde gösterseniz ya da eksik başvuru yapsanız bile, başvurunuzu alan merci doğru hükmü bulup uygulayarak cezayı kesmek zorunda.

    cezalar az, farkındayız. ancak cezalar az diye uygulatmaya çalışmaktan vazgeçmemeliyiz. elimizde hayvanlar lehine sadece bunlar var.

    dilekçe metni:

    "... isimli şahsın, avlanması yasaklanmış olan "pina" türü deniz canlısını (latince ismi pinna nobilis) avladığı, bunu instagram hesabından paylaştığı bilgisi verilmiştir. şahsın instagram hesabından bu durum açıkça anlaşılmakta, ayrıca söz konusu hesaba ait ekran görüntüleri de başvurumuz ekinde gönderilmektedir.

    açıklanan nedenlerle, 4915 sayılı kara avcılığı kanununun 21/1 maddesi gereğince ... isimli şahsa idari para cezası uygulanmasını talep ederim."

    --- spoiler ---