yurtdışında yaşanan dumur olaylar

  • öğrenci değişim programıyla türkiye'ye gelmiş kazak bir arkadaşım vardı. ismi miras.

    okul bitip herkes evine dönünce, haliyle koptuk biraz. arada facebook falan.

    1 sene sonra, miras bütün sınıfı düğününe çağırdı.

    "evleniyorum, sınıftaki erkekleri mutlaka bekliyorum."

    erkekleri?
    neyse. bilmediğimiz bir kültür sonuçta, vardır bir bildiği..

    gelebilecek durumu olanlarla haberleşildi, program yapıldı.
    3 kişiyiz.

    rudni'ye ulaştığımızda miras karşıladı bizi, evine götürdü.
    yedik, içtik, hasret giderdik.
    ancak bir tuhaflık var, ortada düğün ve nikah adına hiç bir işaret yok.

    - düğün ne zaman aga?
    +yarın aga.

    neyse. bilmediğimiz bir kültür sonuçta, vardır bir bildiği..

    ertesi gün uyandık ve aynı tuhaflık devam ediyor.
    (bkz: bu ne lan? dünün aynısı.)

    sanki düğüne değil de, gezmeye gelmişiz.
    ortada ne gelin var, ne en ufak hazırlık, ne de en ufak telaş.
    miras biraz stresli, o da düğün heyecanı.

    4 arkadaş evden çıktık. ne annesi geliyor,ne babası.
    soran olursa düğüne gidiyoruz.

    neyse. bilmediğimiz bir kültür sonuçta, vardır bir bildiği..

    merkezi bir yere gittik, miras indi arabadan.

    - bir kişi direksiyona geçsin, diğer ikisi benimle gelsin.

    söyleneni yaptık, ben direksiyona geçtim.
    diğerleri gittiler.

    yirmi dakika falan geçmişti ki; bir gürültü koptu.
    çığlıklar, bağırışlar..
    bizimkiler geliyor ve yanlarında biri var.
    kafasında beyaz örtü olan biri.
    gelmek istemiyor, bağırıyor, ağlıyor.

    -eve sür hemen.
    +miras ben senin kültürüne sıçayım kardeşim. noluyor lan?
    -eve sür hemen. burada böyle.

    eve gittik. kız eve adımını atana kadar olan ölüm sessizliği, kız eve girdiği an dağıldı.
    yerini şarkılar ve alkışlar aldı. ev kalabalıklaştı.

    eve girene kadar feryat figan ağlayan kız, eve girince sustu ve bir zaman sonra gülmeye başladı..

    kazakistan'da adetmiş.
    bizdeki gibi değilmiş olay..

    başına beyaz örtü atıp kaçırdığın kız, evine girer girmez senin eşin oluyormuş.
    aslında suç olmasına rağmen, polis bile "gelenek" olduğu için ses çıkartmıyormuş.

    ertesi gün yaptık düğünü.

    -nasıl yaa? şimdi ben şu ortada oynayan kızı kafasına beyaz örtü atıp kaçırsam, eve girince tamam mı yani?

    +yook. evin senin olması lazım. o kadar basit olsaydı, ohoooo.

    - miras. kusura bakma ama ben senin kültürüne sıçayım kardeşim.

  • amerikadayım o zaman. tatil için eve gelecem, kardan dolayı uçak ertesi sabahın körüne erteledi. telefonda anneme söyledikten sonra yattım uyudum.
    o zamanlar modemler dial up, hattım da tek. kabloyu bi telefona bağlıyorum, bi modeme, öyle bağlanıyorum. gece de yatmadan azcık internette takılmışım, sonra da unutmuşum, telefon kablosunu modeme takılı bırakmışım.cep telefonunun da şarjı bitmesin mi?
    neyse ben sabah saatin alarmıyla kalktım, hazırlanıyorum filan, kapı çaldı. alla alla dedim, sabah 7 mi ne zira.
    uyku mahmurluğuyla açtım, karşımda bir kadın, türkçe olarak "anneniz sizi aramış ulaşamamış, uçağınız varmış, sizi uyandırmamı istedi."
    ????
    kimsin ya sen? neden türkçe konuşuyorsun? annem seni nerden tanıyor? neler oluyor? ben nerdeyim? yoksa ben aslında türkiye'ye gittim de kar-mar hepsi rüya mıydı? ya da manyak mısınız?
    meğer neymiş, sonra çözüldü: evimin hemen yanında bir türk restoranı vardı, annem bana ulaşamayınca ağır uyuduğumu da bildiğinden uçağı kaçırırım korkusuyla gitmiş internetten o restoranı bulmuş, aramış, rica etmiş, kadınceyiz de kırmamış gelmiş.
    ama yuh yani. ben o an aşırı dumur olmuştum, sanırım bi daha o kadar dumur olmadım hatta.

  • kötü bir dönem geçirmiş ve sevilen kişiden ayrılmış bir şekilde ailemi ziyaret etmek üzre uçağa bindim. duygular tavan. tek yapmak istediğim kulaklığımı takıp müzik dinleyerek uyumak. fakat koltuğuma oturur oturmaz başladım ağlamaya. zaten ağlak bir insanım ama insanların içinde genelde ağlamam. tutamadım kendimi, iki gözüm iki çeşme ağlıyorum. yalnız hıçkırık yok, damla damla gözyaşlarım süzülüyor. ama nasıl, dur durak bilmiyor. ben bir tane siliyorum, ardından iki tane daha geliyor. önce yolcular soruyor ne var diye, bir şey yok diyorum. sorular arttıkça hostesler olaya dahil oluyor. ne var diyorlar, bir şey yok diyorum ama damlalar aksini söylüyor. uçağın bir bölümü durmuş beni izliyor artık ve yolcular aralarında konuşmaya başliyor, neden ağladığıma dair teori üretiyorlar. bu arada yer görevlileri de olaya dahil oluyor. iyiyim diyorum, kimse inanmıyor. uçak bir türlü kalkmiyor, herkes ağlamama yoğunlaşmış şekilde bana bakıyor. yanımdaki norveçli kadın yolcu, uçuş boyunca elimi tutabilirsin diyor. iyiyim, teşekkür ederim diyorum. o da inanmıyor. sonradan hollandalı olduğunu öğrendiğim bir adam yanıma gelip bir paket cips uzattıyor. "iyi gelir ye," diyor. durumun saçmalığına gülümseyip cipsi kabul edip uçuşa hazır olduğumuzun sinyalini verince herkes alkışlıyor ve gözler üzerimden çekiliyor.

    sorunlarımı cipsle aşmama yardımcı olan hollandalı amcaya "büyüksün" diyorum.

  • odtü'deki hocamdan alıntıdır.
    "sene 1996 falan sanırım. o dönem hala 0 olarak satılan şahin marka bir araba aldık ve akabinde avrupadaki bir konferans ve tatil bir arada bir organizasyon için fransa'ya gidecektik. ben saçmalama öyle şey mi olur dememe rağmen eşim beni "ya ne olacak yepyeni araba sonuçta" diyerek şahin marka arabayla fransa'ya gitmeye ve devamında avrupayı o arabayla dolaşmaya ikna etti. fransa'da monte carlo'dayız ve kumarhanenin otopark girişinde arabaları yönlendiren bir görevli var. gelen araçları el işaretleriyle boş alanlara yönlendiriyor. sıra bize geldiğinde eliyle dur işareti yaptı,dedim aha bu arabayla bizi almazlar içeri rezil olduk.görevli yanımıza gelip camı açmamızı ister ve şu cümleyi duyarız: "abi ben bunu da mı görecektim ya burda ahahaha, şahin görmeyeli 10 yıl olmuştur abi hehe, siz hiç merak etmeyin ver abi anahtarı bana ben en güzel yere çekerim bunu""

  • yıl 2008 bükreş aylardan aralık, noel zamanı yaklaşmakta. ben de o ara çıkan krizde topu diken bir inşaat firmasında çalışıyorum. şirket bana dacia logan araba verdi onunla şantiyeye gidip geliyorum. sabah şantiyeye geldim fark ettim ki cüzdan yok yanımda, ehliyet mehliyet hiç bir şey yok. akşam bizim tarafa giden birine beni de bıraksanıza cüzdanı unutmuşum dedim, yok abi burada polis çevirmez dedi. iyi dedik, tabi ki çevirdi. ehliyet yok yanımda, kimlik vesaire hiç bir şey yok. poliste sıfır ingilizce, ben de sıfır romence, şirketten romence bilenleri arıyorum açan yok telefonu. türkçe söylendim hay şansıma tüküreyim gibisinden. polis türkçe sen türk müsün dedi, evet dedim. sende yok ehliyet arabayı alacağız, sen de gelecek polise diyor. ya dedim etme eyleme ev şurası, araba kalsın ben 5 dakikada gider alırım falan, yok olmaz, amir yollamıyor seni. yapma işte bak ev şurada işte hem sen bu türkçe'yi nereden biliyorsun dedim aklım sıra istanbul, bursa falan diyecek de ben de muhabbeti koyulaştırıp yırtacağım. ev arkadaşı türkmüş o öğretmiş falan. en son ağzından baklayı çıkardı, siz dedi türkiye'de ne yapıyorsunuz polis ceza yazmasın diye ondan ondan lazım dedi. bir taraftan tamam sıyırdık diyorum, öbür taraftan ibneye bak öğrenmiş ama rüşvet kelimesini de bilmiyor falan diyorum. neyse plakayı aldı, eve git getir evraklarını dedi, zaten ev dibimizde gittim aldım geldim iyi tamam dediler yolladılar. tl karşılığı 90-100 tl civarı bir parayı indirmişti ibneler. ertesi gün şantiyede romen şoförler, noel zamanı ya yaparlar öyle şeyler dediler. ulan şansa bak aq, elin romanyasında türkçe bilen polisle rüşvet pazarlığı yap.

  • bir arkadaş ile yolumuz uruguay'in başkenti montevideo'ya düşmüş, küçük bir turistik çarşıda akşam yemeği için bir lokanta arıyoruz. o sırada esmer, uzun saçlı, sıfır kol tişört giymiş, dövmeli falan dombili bir amigo “buraya gelin, burda yiyin” falan diye bize seslendi. biz de gittik ayaküstü konuştuk biraz. türkiye'den geldiğimizi öğrenince herifin otuziki dişi birden gülmeye başladı, sonra bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibi başını eğdi daha sonra birden kafasını kaldırıp direk türkçe şu cümleyi kurdu.

    -“naber lan bok kafa?”

    oha dedim. akabinde “amina koyim abi” dedi. yuh dedim. biraz durduktan sonra “dalyarak” dedi. sonra hatırlamadığım bi kaç tane daha küfürlü cümle daha kurdu. yani bizim kekolar avrupa'da falan millete küfür öğretiyor tamam, küfürlerimiz bizden önce çoktan avrupa birliğine girmiş vaziyette, hatta bugün "siktir" kelimesi "yoghurt"'tan sonra literatüre geçecek ikinci kelime noktasında büyük yol katetmiş durumda ama uruguay lan burası. hani çok uzak bi yer. olmaması lazım artık burda da diye düşünüyor insan.

    neyse biz arkadaşla napalım diye kendi aramızda konuşurken arka planda bizim amigo şarkıcı doğuş gibi patır kütür küfürlerine devam ediyordu. en son döndüm ve elimi herifin omzuna koydum “olmaz” dedim “bak bu yaptığının cezai müeyyidesi var” dedim. yok lan öyle demedim. “abi allah aşkına sen millete küfür ederek nasıl türk müşteri çekeceksin ki? yani senin tam olarak amacın ne?” diye sordum. o da “burda çalışan bir türk öğretmişti bana ve sizin türkler çok seviyor küfredince ve gelip burda yiyorlar sorun yok” diye gülerek cevap verdi. vay arkadaş! dünyanın bir ucunda türk müşterisini türkçe küfürle ayartan yerler de varmış ya la burda olsa direk rezalet başlığıyla iki günde kepenkleri indirttirlerdi de neyse biz de girelim dedik ve orda yemeğimizi yedik.