yurtdışında yaşamak

  • ekşişeylerde çıktı bu başlığa ilk yazdığım entry. baya insan okumuş paylaşmış mutlu oldum. herkes değil ama bir kısım insan okuduğunu anlamamakta direnmiş resmen.

    (bkz: #60091601)
    https://seyler.eksisozluk.com/…bir-hayatiniz-olurdu

    en önemlisi fiyatlar mevzu. demişiz ki iphone6, 600 tl. şurda resmi apple sayfası ingiltere linki. bu resimde ne görüyorsun 599 pound. ben yazıyı yazarken, 6plus bu fiyattı. şimdi 7 çıktığı için 6splus bu fiyata düştü.

    hemen diyeceksiniz ki, sen tl diyordun. e burda pound. zaten bende ondan bahsediyorum. asgari ücretle çalışan bir ingiliz 1200 pound alıyor. en fakir ingiliz, asgari ücretle çalışan bir ingiliz, her ay bir maaşla iki iphone 6s plus alabiliyor güzel kardeşim. bende yazının başında diyorum ki, direkt şöyle bir hayat hayal edin. böyle diyorum. hayal et diyorum. asgari ücretle çalıştığın ülkende maaşınla iki iphone alabil diyorum. çünkü bir ingiliz öyle yapabiliyor. yani demiyorum ki, burada iphone6s plus 150 pound. sen ben 600 tl dedim diye 150 pound olduğunu düşünüyorsan, alım gücü hakkında bişiy bilmiyorsun demektir.
    türkiye'de 3149 tl şu an aynı telefon. 3149 bölü 1300 yaparsak, 2.42 ayda anca bir telefon alınıyor. yani ingiliz asgari ücreti iphone 6s mantığı üzerinden hesaplanırsa 2.42x2 : 4.84 kere büyük türk asgari ücretinden. cünkü ingiliz asgari ücreti ile 2 iphone 6s plus alabiliyorken, 2.42 türk asgari ücretiyle anca bir iphone 6s plus alabiliyoruz.

    ben yazıyı yazdığımda go pro 4 black edition 400 pound idi. asgari ücretle 3 tane alınıyordu. şimdi ise görüleceği üzere 300 e düşmüş. yani asgari ücret hesabından 4 tane alınıyor. türkiye teknosa rakamı ise 2000 tl. yine yukardaki mantıkla hesap edersek 1.53x4 : 6.15
    ingiliz ekonomisi go pro 4 black edition kurunda 6.15 katı türk asgari ücretinin.

    arabalara bakalım. autotrader dan kendinizde başka bulabilirsiniz ama ben temsili şu aracı seciyorum. 1000 pound diyelim. sahibindene bakıyoruz. 35bin tl şu arac ama ben yine de burdaki başka arabalara bakıyorum ve 24bin tl fiyatını baz alıcam. detaylara bakıp birebir aynı aracı bulamadım ama çok isteyen kendi baksın. 24bin tl olan bu nissan micraları asgari ücretli bir çalışan, parasına hiç dokunmaz ise, 24bin bölü 1300 tl eşittir 18.4 ayda alabiliyor. ingilizler ise 1000 pounda alabiliyor aynısını ama biz 1200 kabul edelim. ikinci el nissan micra kurundan ingiliz ekonomisi 18.4 kat fark koydu. üstüne üstlük biz bunu yuvarlayarak yaptık. detaycı olsak belki 28.4 e varır mıydı? bilmiyorum. ayrıca araç tamirinden filan anlıyor bazı arkadaşlar. çok ucuza 200 300 pounda arabalar var. hatasını çözüp millete 1000 pounda satıyorlar. arabalardan anlarsanız daha da ucuza araba bile mümkün.

    benzine bakalım. şuradan opet benzin fiyatlarından 4.84 ü seçelim. türkiyede bir asgari ücretli tüm parasını benzine yatırsa, tüm maaşıyla 268.5 lt benzin alabiliyor. ben internetten tam ingiltere fiyatlarını bulamadım ama çok sorun eden olursa yarın her hangi bir benzinliğin önünden fotoğraf çeker yollarım. burda litresi 1pound. benzinin de 1 pound. dizelin de. ama hadi ben son baktığımdan bu yana zam gelmiş olsun, 1.1 pound olsun. 1200 pound bölü 1.1 den 1090 litre benzin alınıyor. 1090 bölü 268,5 eşittir 4 yapıyor arkadaslar.

    yani ingilteredeki bir asgari ücretli tüm maaşıyla türkiyedeki bir asgari ücretlinin 4 katı kadar benzin alabiliyor.

    sanırım para mevzusunu geçtik. anladık diye ümit ediyorum. gelelim garsonluk mevzusuna. çünkü onda da yok öyle değil, sürünüyoruz diyenler olmuştu. tabi ki kolay bir iş değil garsonluk. dünyanın neresinde güzel bir iş ki. ama ingiltere'de insanlar garsonlara o kadar saygılılar ki, yalanım varsa, şurda şuraya gitmeyim. 3 5 saygısızlık yapan insan bile görmedim ben. garsonluğu örnek alma nedenimiz ise dünya üzerinde vasıf gerektirmeyen işlerden birisi. bazen dil bile gerektirmiyor. yeni bir ülkeye taşınırsanız, yapabileceğiniz yegane işlerden. hani garsonluğu aşağılamak gibi bir durum sözkonusu değil.

    arkadaşımın restoranı var. herkes çok kibar. garsonlara hep kibar davranıyorlar. her yemek sonrası teşekkür ediyorlar. çok lezizdi diyorlar. kaçınız iceri ustaya teşekkür ve selam yolladınız türkiyede? burda insanlar içeri aşçıya özel bahşiş yolluyor yahu. adam yemeği sevmezse bile kibarca söylüyor. telafisini dahi istemiyor ama sen yolluyorsun zaten. ama adam diyor ki bana, yalan söylüyor. hani sanki türkiye'de tüm garsonlara çicek gibi davranıyorsun. güzel para veriyorsun, adamlar kral gibi yaşıyorlar gibi, sen yine bana laf sokmaya çalışıyorsun. senin bana laf sokman, lafı söyleyeni itibarsızlaştırman gerçekleri, ya da doğruları değiştirmez ki. ingiltere'de barmen, garson,taksici hizmet sektöründe kim varsa, insan muamelesi görüyor. müşterisine de insan gibi davranıyor. türkiye'de haliyle işin müşteri boyutu da sıkıntılı. garson saygısızlıkları da gördü bu gözler çok.

    cem yılmaz diyor ya, manava gidip domates tarttırıp alkışlayan gördünüz mü? diye. manavda görmedim ama adamlar bakkala gelip, sigara alıp teşekkür edip gidiyorlar. geliyor adam bakkala. hal hatır soruyor. alıp çıkarken, "nice one" diyor. bir nevi alkış. öyle baya büyük büyük söylüyor ki. baya kocaman alkış.

    bir ekşisözlük ritüeli olan rezalet başlıklarından ingiltere için açılması biraz zor. adamlara kırık laptop şarjımı götürdüm. faturası bile yoktu. 6 ay önce almışım. sistemden faturayı buldu kadın önce. tahmini tarih söyledim. baktı sisteme tek tek. ödediğim kartı gösterdim. evet doğru deyip ürünün yenisini verdiler. üstelik 65 poundluk şarj aletini ben yataktan düşürüp kırmıştım. benim suçumdu kısmen. ama gık demediler. değiştirdiler.

    ülkenin her yerine tren var. her ücra noktasına tren var. bak her noktasına diyorum. ve sık sık. cepten app yoluyla anlık takip edebiliyorsun. fiyatlarına kadar yazıyor.

    kiralar pahalı, kiralara bak diyenler olmuş. kiralardan niye bahsetmiyorsun diyenler olmuştu. şimdi bunu istanbul ile eşdeğer şekilde karşılaştıramayız. neden? sebebi ingiltere'nin genelinde 3 kattan fazla binaya izin yok.

    ??? nasıl dersen? yok abicim. yok işte. ayrıca aç bak bir haritayı.yeşil yeşil londra'nın hatta diğer bütün şehirlerin her yerinde devasa parklar, yeşil alanlar var. adamlar hiç birini yıkıp avm yapmamışlar. ayrıca her evin iyi kötü bir bahçesi var. evleri yıkıp 20 kat apt izni vermemişler. o sebeple kiralar biraz yüksek kalıyor gibi gelebilir sana. ama hayır, burda iki alternatif çıkıyor sana. londra'dan bahsedelim. londra'nın zone 1 denilen bir bölgesi vardır. onu bir dikdörtgen olarak düşünelim. zone 1 in etrafında zone 2 var ve zone 1'i çevreliyor. şu haritadan daha rahat anlaşılır zone 1'de ev tutmak acaip zengin işidir. ama zone2 ve zone3'te oda paylaşımlı ev bulabilirsiniz. yani aileler bile boş odalarını kiraya verirler. ya da 3 4 arkadaş birleşilip ev tutulur. spareroom diye bir internet sitesi vardır. ordan oda bulmaya çalışırsın. gidersin görüşürsün. şanslı isen bir ay sonra kalabileceğin evini bulursun. ev bulmak biraz zorlu bir iş haliyle. çünkü herkes planlı. evden çıkacaksan bir ay öncesinden belirtmen gerekiyor. aksi halde depozitondan duruma göre kesinti yapılıyor. illa ben yalnız yaşayacağım dersen, benim kuzen zone 4'te tek başına 1+1 evde kalıyor. metroya 20 dk yürüme mesafesi var. metroya binip en merkeze inmesi de 30dk anca sürüyor. ve o eve 1200 pound kira ödüyor. herşeyi içinde. elektrik,su,vergi,tv bandrol filan. yine asgari ücret işte. türkiye'de beşiktaşa ya da kadıköye 50 dakka sonra ulaşabileceğin yerde tüm masrafların içinde 1300 tl ev varsa, bu konuda seni haklı kabul edebilirim.

    ulaşım kısmı biraz karışık.istanbul fiyatlarını bilmiyorum. londra'da o biraz pahalı. ona hem fikir olabilirim. ama ulaşım sorunu yok. yani vızır vızır işliyor. yeri gelmişken fiyatı verelim. zone 1-4 arası aylık 178pound sınırsız. yıllık olarak ödersen 1860 pound. meraklısı burdan baksın zone 1-3 arası biraz daha ucuz haliyle. eviniz zone 3 olursa zone 4 te hiç işiniz olmuyor zaten.

    ama eğer ki iyi bir bisikletçi isen, her yere bisikletle gidebilirsin. her yer düz ayak. ve bisiklet yolları ayrı bazen. trafikte bisikletin önceliği var. araba kullananlar yol vermezse bisikletciler ağzına sıçıyor söforlerin. arada sola dönen tırların altında kalan bisikletciler oluyor. onun içinde bir ara tırların otobüslerin kamyonların filan sola dönüşünü yasaklayacaklardı. sürekli sağa döneceklerdi. böylelikle bisiklet ölümlerinin önüne gecilecek. adamlar için herkes kıymetli.

    zone 3'te kaldım ben 15 ay. benim fazla param yoktu. kücücük odada kaldım 5 kişilik evde. aylık 350 pound ödedim. ama benim odamdan büyük yerlere zone 3'te 500 pounda kadar isterler. gayette iyidir. şimdi sheffield'ta şehrin göbeğinde kocaman odaya 400 pound ödüyorum. herşeyi içinde. tek başıma eve çıkmak istesem sheffield göbeğinde 2 odalı bir eve 650 pound öderim. evlensem hatunda çalıssa, ikimizde asgari ücretli olsak, eve 2400 pound girse çıldırırız heralde. ama sen, bursanın göbeğinde 650 tl herseyi içinde bir ev bul. geçin sevineyim senin adına.

    dolayısıyla evler pahalı demekte yanlış.

    ırkçılık var diyenler olmuş. birader, bak burda bırak silah taşımayı, oyuncak tabancayla birine şaka yap. namluyu doğrult. 3 yıldan hapis başlıyor. birisine pis zenci de. bak bakalım sana dava açınca kaçabiliyor musun? ırkçı insan var heryerde. son brexitten sonra polonyalıları çok dışladılar. her yerde laf ettiler filan. bir gazdı. geldi geçti. ırkçılık filan yok ingiltere'de. iş yerinde ben müslümanım diye beni dışladılar dersen, herkesi gelir ıncık cıncık denetlerler. sokakta 3-5 kişi sana ters ters baktı mı? git polise söyle. anında önlem almazlarsa gel yüzüme tükür. kalabalık bir mekanda tuvalete gidiyorum. önüme 3 farklı kişi çıkıyor. hepsi özür dileyip yol veriyor. ilk geldiğimde 15 ay türkiye'ye gitmemiştim. oturum vizemdeki sıkıntı geç çozuldu. o sürede hiç kavga görmedim dısarda. bir iki tane horozlanma gördüm. onda da kimse kimseye vurmuyor. çünkü ilk vuran suçlu oluyor. 15 ay sonra türkiye'ye geldim. sabiha gökcen'e indim. umreden gelen ihramlı hacı amcalar teyzeler pasaport kontrolunde sıra kavgası yaptılar. yumruk yumruga. 10 dakika polis diye bağırdı herkes. kavgayı durdursunlar diye.polis 15 dakika sonra geldi. bu sefer halk gelen polisi tartakladı niye geç geliyorsunuz diye. bizim halkımızda bir garip. gelen polisin ne günahı var orda. adam bir şekilde geçte olsa gelmiş. geç gelinmesi onun suçu değil. teşkilatın suçu olabilir. sen teşkilata ceza keseceksen, onun sorumlusuna git konuş. gariban polisi tartaklıyorsun orda. ayrıca havalanı güvenlik birimlerine de bir laf edeyim. yahu bırakın havalanına kaç yolcu ineceğini, isimlerine tc nolarına, baba adlarına kadar biliyorsunuz. oraya koyun 2 3 fazla görevli. insanları sıraya soksunlar. tek yapmanız gereken bu. aynısı bir çok havalanında oldu. görevliler vızır vızır yönlendirdi bizi. kavga olmadı başka yerlerde. neyse

    futbol holiganları var, sen kalkmış ingilizleri övüyorsun diyenler var. birader. bak. kalbini kırmak istemiyorum. sebebi bende zamanında bilmeden çok konuştum. gel sana işin doğrusunu anlatayım. premier ligde bilet bulmak çok zordur. ben 2013'te geldiğim ilk sene hemen gaza geldim dedim bir kombine patlatalım.

    ince bir detay ekleyeyim. burda bir çok futbol klubune e-mail attım. hepsi döndü. üstelik kimisi dedi ki, çok mail alıyoruz. cevap vermemiz uzun sürebilir. o yüzden cevap atmazsak sizi sallamıyoruz anlamı çıkmasın eğer işiniz çok çok acildiyse şu numarayı arayın lütfen diye önce otomatik bir mesaj attı. ve dedikleri gibi uygun olunca mutlaka döndüler.

    ben türkiyedeki 3 büyüklere e-mail attım. 1 tane geri dönüş alamadım.

    herneyse ne diyordum hah kombine alıcaz. chelsea'ye mail attım. mümkün değil dediler. adamlar deplasman kombinesi satıyorlar. deplasmana topluca giden otobüse bilet bile satıyorlar. arsenal'in siteye girdim. gördüm ki, kombine bilet sırası var. tamam dedim. aldım 15pound ödedim. sevindim. iyi dedim giderim. eve 2 gün sonra bilet gibi kocaman bir kağıt geldi. üstünde 45bin küsur bir rakam var. anlamadım. e-mail attım. abi dedim ben 45bininci sırada mıyım? evet dediler. e dedim stad kaç kişilik? 60 bin. e dedim bana sıra ne zaman gelir? dediler tam bilemeyiz. yahu dedim kabaca bişiy söyleyin hele. eğer beklerseniz 7 - 8 yılda gelir belki.

    ????

    7-8 yıllık adamlar full kombine satacakları garanti. ve en ucuz kombine 1500 pound filan. şimdi bak kombine parasını sezon başında alıyorlar. ayrıca her maça gidemeyeceksin. işin çıkar bişiy olur. kendi exchange sayfaları var. ordan biletini satıp biraz para geri alabiliyorsun. klupte ufak bi komisyon alıyor. içerde satılan yenilen içilenin haddi hesabı yok zaten. ama ben türküm ya, benim kafa o verdiğim 15 poundta.

    45bin çarpı 15 eşittir 675bin pound. adam sadece sıra satarak bu parayı elde etti. sen git yarış kolaysa avrupada şimdi arsenalle.

    devam ediyoruz. holigan diyorduk değil mi? ben londra'daki bütün stadlarda maç izledim. defalarca gittim kimisine. öyle büyük bir şölen ki. herkes birbiriyle taşak geçmeye çalışıyor ama bunun bir oyun olduğunu öğrenmişler. stadlarda alkol satılıyor. ona rağmen herkes usturuplu şekilde takılıyor. zaten polis geniş önlem alıyor. bir olay olursa anında müdahale ediyor. eskidenmiş o kavgalar dövüşler. ben bunu dedim diye hemen aklına ruslar ve ingilizlerin, fransa dünya kupasındaki kavgaları geldiyse, arada öyle 3 5 şey burda olmuyor. polis işini iyi yapıyor gerçekten. orda yabancı ülke, kimbilir neler oldu bilemiyorum. hoş değil tabi ki. onları aklamaya çalışmayacağım. fransız polisini de suçlamayacağım. kötü niyetli insanlar var. ama ben burda holiganlığın h sinin olduğunu bile görmedim. duyduğuma göre fanatik bir milwall taraftarı sahaya girip rakip kaleciyi yumrukluyor. 7 yıl ceza almış. giremiyor maça. maç günleri gidip imza atıyor karakola. 7 yıl sonra, cezası bitince yine gidiyor maça. rakip kaleciyi yumrukluyor yine. adam manyak çünkü. adamın hobisi bu. nolmuş? ömür boyu ceza almış. trabzon'da hakemi tartaklayan adama noldu?

    spor haberlerinde, misal alanyalılar fenerbahçe deplasmanına nasıl gelirler? hava nasıl olacak? yolda bakım çalışması varsa başka hangi güzergahları kullanabilirler diye bölüm oluyor .

    3. lig'de seyirci ortalaması 7bin. bak 3. lig diyorum. ve nasıl güzel tempolu oynanıyor görsen sen de seversin.

    havası kötü sadece buranın. sürekli gri. yağmur yağıyor çok. ama ben çok seviyorum o havayı. tak kulağına kulaklığı, müthiş müzikler eşliğinde yürü. insanlar napıyor? izinlerini kışın sıcak ülkelere, karayiplere filan giderek kullanıyor. yazın da zaten hava güzel.

    wimbledon diye bir organizasyon var. (bkz: #50411891) şöyle bir entrymde gitmek isteyenlere ışık oldum. isteyen gelsin gidelim beraber. ayrıca roland garros'a paris'e de gitmek istiyorum. ona henüz fırsat olmadı.

    benim açlık sınırım 650 pound burda. ayda 1000 pounda krallar gibi yaşanıyor. asgari ücret 1200. her ay kenara 200 pound atabiliyorum yani. sıkarsam daha fazla da atabilirim. 11 ay çalıssam, çarpı 200 eşittir, 2200 poundum olur. onu da bugün ki tl kurundan 3.75 ile çarpsan. 8250 tl ile bir ay türkiyede neler neler yaparım ben. peheyy.

    kültürel olayları buraya yazmaya sığmayacak kadar çok. protestolar bile ilginç. çıplak bisiklet turu diye aratın. bakın resimlere, okuyun niye yapıyorlar. pantalonsuz metro günü var. ona bakın. insanlar özgür. sakallı müslüman otobüs şoförü de var. dövmeli piercingli de. hindu güvenlik görevlisi de var. katolik te. herkes özgür. herkesin yaşamaya hakkı var. sen gel. senin bana saygın olmasa bile senin de yaşamaya hakkın var. ama bana saygını göstermek zorundasın. benim alanıma dokunamazsın. dokundurtmazlar. benim, türkiye cumhuriyeti vatandaşı jzff'in hakkını koruyorlar. ingilizlere karşı da koruyorlar. bana burda saygısızlık yapacak diger türkiye cumhuriyeti vatandasına karşı da koruyorlar. sadece beni değil. 250 milletten insanın haklarını da koruyorlar. herkes eşit burda.

    son olarak suudi arabistan'dan örnek vereyim. yukarda bir yerde umre'den bahsetmiştim. 29 yaşımda bende gittim kutsal topraklara. orasıyla ilgili çok şey yazarım ama 3 gün sürer anlatacaklarım. tek bir şey seçicem. kabenin dibinde, bak 20 adım mesafede, her yerde dilenci cocuk vardı. kimisi kolu kesik taklidi yapmış. kiminin ki gerçekten kesikti. bir tane range rover geldi. 8 çocuğu bıraktı. sokaktaki 9 çocuğu götürdü. çocuklar şebekenin bir parçası. dilenci mafyası hakim. bunu ingiltere'de yapamazsın.çünkü ingiltere'de bırak on çocuğu dilendirmeyi, bir çocuğa fiske dahi vuramazsın. eğer vurursan adamın götünden kan alırlar kamil. kan.

    not: yine belirtiyorum. bu yazdıklarımın hiç bir tanesi ingiltere'yi övmek için yazılmadı. tek nedeni, adamların standardını anlatıyorum. bilmeyen bilsin. duymayan duysun diye. daha fazla kanıt isteyene sunabilirim kanıtları. paylaşılan linklerde gördüm. moralimiz bozuldu diye paylaşıyorsunuz. moraliniz bozulmasın. kendinizden başlayın değişime. yaşadığınız mekanı değiştirmek zorunda değilsiniz. ülkeyi de değiştirmek için elinizde güç olmayabilir. yönetimde siz söz sahibi olmayabilirsiniz. azınlık bile olmayabilirsiniz. ama kendinize karşı dürüst olun. değişin. bundan sonra her cafedeki garsona, her restoran çalışanına,her hademeye, her size bir şekilde hizmet eden insana, bir gülümsemeyi hal hatır sormayı çok görmeyin. önce kendiniz değişin. adam size ana avrat küfür etse bile siz insanlığınızı bozmayın. vardır garibin bir derdi vardır deyip önünüze bakın. uğraşmayın. dalaşmayın. kavgalardan kaçın. kendinize huzurlu ortamlar yaratın. madem uzaklaşamıyorsunuz, madem kaçışınız yok, kendi küçükmutlu dünyanızı yaratın. biliyorum zor. bazen olmayabilir. ama değişim önce içerden başlar. başkaları sana dellense bile, sen delirme. onun deliliğine ver. seni bozmalarına izin verme. kolay olacağını söylemiyorum. beğeniyorsan, buyur benim tavsiyem bu. beğenmiyorsan, zaten sen tercih etsen de etmesen de gerçek değişmiyor.

    edit: trafiği unutmuşum. demin yolda aklıma geldi. onu da ekliyim. şimdi yeni yeni türkiyede bazı bölgelerde gördüm. kavşak içindekine yol ver diyor. burda roundabout denilen o sistem var. hani biz iş makinası izleriz ya. milli ata sporumuzdur. ben burda sürekli roundabout izliyorum. arabalar vızır vızır geçip gidiyor. ambulansa yol vermelerinden bahsetmiyorum bile. onlar zaten şapka çıkarılacak cinsten. ama esas benim takıldığım konu, iki şeritli tek yön yol var diyelim. iki şeritten de gidebilirsiniz. ama sonra tabelalar yardımı ile anladınız ki, sola dönmek icin sol şeritten devam, düz gitmek için sağ şeritten devam etmeniz lazım. ileriden sola döneceksiniz. o zaman sol şeride geçiyorsunuz ve soldan ilerliyorsunuz. buraya kadar normal. soldan giden herkes sola dönecek demek. ister 3, ister 300 araba olsun. bir allahın kulu sağ şeritten uyanıklık yapıp gidip gidip gidip son dakka sola kırıp aralara sıvışmıyor. niye? aptal mı bu insanlar? hayır. medeni çünkü o insanlar. bakın emniyet şeridine girmekten bahsetmiyorum. normal şeritte gitmekten bahsediyorum. adam 300 araba dahi olsa, sırasına geçiyor. bekliyor kendi şeridini. çünkü biliyor ki, o ve onun gibiler sola dönmek için sağ şeridi kapatırlarsa, düz gidecek insanların hakkını gasp etmiş oluyorlar. düz gidecek adam boşuna trafikte beklemiyor o kuyrukta. türkiye'de defalarca olmuştur size bu. sola dönüş sokakta tek şerit var. 2 şerit sıraya giriyor kim önce kaparsa. peki burda niye yapmıyorlar? yap bakalım, evine ceza geliyor mu? gelmiyor mu? üstelik cezalar burda arabaya kesilmiyor. her arabanın 2 kullanıcı hakkı var. arabanın sorumluluğu kimdeyse ona geliyor ceza. o kişinin de belirli puan limiti var. puanı arttıkça cezası artıyor. bir süre elinden alınıyor ehliyeti. mahkemeye çıkıyor. çeşitli kurslar görmesi gerekiyor tekrardan.

    futbol ile ilgili de şunu unutmuşum. premier lig maçları dikkatinizi çektiyse hep cumartesi yerel saatle 15.00 da oynanır. bunun sebebi, cumartesi futbol günüdür. pazar ise aile günüdür. çocukları olanlar, çocuklarını her türlü aktiviteye götürür. sunday league denilen pazar ligleri vardır her branşta. babalar, anneler çocukları pazar ligi maçlarına götürür sabahtan. maçlar 12 ye doğru biter, isteyen pikniğine gider. isteyen gezmeye, alışverişe. toplum mühendisliği gerçekten harika. herkes gayet mutlu.

    ayrıca evsizleri unuttum. eğer vatandaş isen ve geçim durumum yok diyorsan, devlet sosyal devlet. sana ev vermek zorunda. hakların var. o yukarda saydığım 650 pounda mal olan evi 100 pounda alma hakkın var. council evleri denilen yerler var. devlet ev sahibi. hani dedim ya 3 katlıdan fazla eve izin verilmiyor diye. bazı semtlerde büyük 10 katlı yerler var. ama temtek duruyor ortada. ilkbas anlayamadım ama çoğunu devlet kendi yaptırmış. kiraya veriyor ucuza böyle durumu zorda olanlara. o yüzden evsiz gorunce dısarda anlam veremiyorum. çunku yardım isteyen herkes yardım alabiliyor. bu arada sık sık duyuyorum ki, bu council evlerinden alıp, kendi yaşıyormuş gibi gösterip, boş odayı kiraya veren, hatta utanmayıp tüm evi başkasına kiralayanlar var. yasal değil tabi ki. yapmakta büyük cesaret. ama kimlerin yaptığını az buçuk tahmin etmişsinizdir.

    ayrıca evlerin pahalılığına şunu da eklemek lazım. herkes bu ekonomiye güvenip ingiltere'de ev almak istiyor. dolayısıyla arz talep eğrisinde haklı olarak evler çok pahalı oluyor. hep söylerim, suriye'de 100 dairesi bulunan bir adam hata yapmıştır. suriye'de öyle zenginler varmıştır. halbuki ordan 100 dairen olacağına, 50 dairen olsun. git bir tane ingiltere'de al. bir tane ispanya'da al. bir tane amerika'da al. bir tane istanbul, bir tane eskisehir, bir tane izmir'de al. al oğlu al. sepet yap. dağıt riski. hatta aynı gelirin yine olur. ama noldu? savaş çıktı. evler noldu? yerle bir oldu. haa bu arada bende şu an sallıyorum. belki de suriye'de mülk edinme hakkı yokmuştur. ama siz demek istediğim şeyi anladınız. ben biliyorum denizli'de 300 tane dairesi olan adam var. ve bu adamın 2 kızı var. oğlu yok. karısı x5 e biniyor. kendisi yıllarca fiat uno'ya bindi. nice zaman sonra az yakıyor diye gitti bir nissan micra aldı. (lan bu yazıda iyice nissan micra reklamına döndü) ve bu adam hala gece 11 lere kadar çalışıyor. riski dağıtmamış. denizliden 300 daire almış ama peki bu parayı kim yiyecek? söyliyim. damatlar yiyecek. kızlar biraz güzel olaydı belki o damatlardan biri ben olmak için sıraya girerdim ama bilemiyorum altan. para için ruhumu satamam.

  • normalde pazartesi sabahi sendromu, cuma aksami mutlulugu olan biri degilim ama pazar gunleri uyandigimda gune mutlu baslarim hep.

    karsi apartmanin tam benimki hizasindaki dairede bir teyze yasiyordu. iki yil boyunca her pazar sabahi bu bayragi asiyordu, bugun oldugu gibi:

    http://i.hizliresim.com/e39avb.jpg

    yurt disinda yasadigimiz icin nadiren karsilasilan boyle seyler hosuna gidiyor insanin. iki yillik komsuyuz fakat neden sadece pazar gunleri bunu yaptigini merak ediyordum. ayni apartmanda olsak belki kapisini calar, kahvesini icerdim de, durum bu sekilde olunca sadece pazar sabahlarina mutlu uyanmakla yetindim uzun zaman.

    yaslica biriydi. ara ara balkona ciktiginda gorurdum. babanne minnoslugu vardir ya hani. aynisi iste. bundan bir ay kadar once teyze yine biraz rahatsizlanmis olacak ki, ayda bir eksik olmayan ambulans yeniden gelmis goturmustu fakat bu defa diger gun getirmedi. bir hafta oldu, bir ay oldu getirmedi.

    bir aydir pazarlarim bayraksiz geciyordu. yokluguna alismasi zor oldu. bugun uyandigimda bir baktim ki bayrak yeniden asilmis. cok mutlu oldum. iyilesmis teyze dedim. durumu facebook sayfamda anlatinca, arkadaslarim "gitsene ziyaretine oglum yaa" dedi hep bir agizdan. cesaretimi toplayip nasil becerdiysem kendimi karsi apatmanda buldum hasta ziyareti edecegim resmen.

    kapiyi bir adam acti, ogluymus. durumu basindan anlattim ayakustu, boyle boyle dedim iste en sonunda geldim. iceri buyur etti sagolsun, esi ve cocuklari da vardi ama teyzeyi goremedim salonda. herhalde icerde yatakta dinleniyordur dedim kendi kendime cunku bayrak var disarida. sonra basimdan asagi kaynar sular dokuldu "gectigimiz pazar kaybettik annemi" deyince.

    "ama bayrak disarida?" dedim, "hep o asardi pazar gunleri."

    anlatmaya basladi: "annem buraya kirk sene once, daha yirmi yasinda bile degilken gelmis istemeye istemeye. ondan sonra evlenmis, biz olmusuz, duzen kurulmus, is-guc derken bir daha mumkun olmamis ve geri donememis. annemler turkiye'den ciktiktiklarinda bir pazar gunuymus. icine dert olmus geri donus yapamamak ve neredeyse on yildir her pazar gunu bu bayragi asip gecmisi yad ederdi. ataturk'u, turkiye'yi hep cok sevdi. hepimize asiladi. simdi gelenek haline getirdigi bu bayrak gorevi bize gecti ve anisini yasatiyoruz. yine her pazar bizim tarafimizdan asilacak. cocuklarim da benden sonra asmaya devam edecek." dedi. bir yandan dinliyorum, diger taraftan dokunsalar aglayacagim gozlerin dolulugundan adami goremiyorum, kirpmaya korkuyorum. "hic komsum yok" diye mizmizlik ediyormus. "keske onceden gelseydin buraya ve tanissaydiniz" dedi. daha kotu oldum.

    "bilseydim gelmez miydim hic?" diyebildim sadece. teyze ile tanisamamak hayatimin sonuna kadar icimde yara kalacak sanirim.

  • burada anlatılanlara bakmayın, yurtdışında yaşamak demek (hayattan beklentinize, uyum katsayınıza, ve elbette yaşadığınız ülkeye bağlı olarak) illa kendini ait hissetmemek, bir yabancı olarak var olmak demek değildir.

    anlatılan hikayeler belki de anlatıldığından da güzeldir. belki bileğinin hakkı ile, alnının teri ile gerçekten birşeyler başarmak, bunun karşılığında ülkende asla elde edemeyeceğin bir hayat standardına ulaşmak ve yine ülkende asla görmeyeceğin saygıyı görmek sandığından çok daha keyiflidir ha ne dersin?

    emin olun insan gibi yaşamak, insan muamelesi görmek anormal kolay alışılan şeyler. bir kere alışınca da kolay bırakılmıyor.

  • yukarıda bir arkadaş yazmış "bir hayat hayal edin 600 liraya iphone alıyorsun" diye. sonra anlatmış da anlatmış...
    ben okudukça "kesin bu çakal ingilterede yaşıyor" diye içimden geçiriyorum çünkü ben bu anlatılan hayatın aynısını londrada yaşıyorum. sonuçta da öyle çıktı.

    buradan şuna varmaya çalışıyorum: bu efsane hayatlar her ülkede yok. hatta ırkçılık olmayan çok az ülke var.
    ingiltere, avustralya, yeni zelanda dışında bir ülkede yaşamayı planlıyorsanız bu konuyu dikkatli araştırın.

    merak ediyorsanız: arkadaşın anlattıklarının eksiği var fazlası yok. insanın ömrünü uzatan hayatlar yaşıyoruz. sinir stres yok. tek amacımız hayattan zevk almak.
    kasiyerden genel müdürüne herkesin gayesi aynı. bu gayeye ulaşmak da çok kolay.

  • direk şöyle bir hayat hayal edin.

    istanbul'da asgari ücretle çalışıyorsunuz.

    bir cafede garsonsunuz. çalıştığınız işyerine gelen müşteriler sorunsuzca ve güleryüzle halinizi hatrınızı sorarak siparişlerini veriyorlar. yok yok 1-2 tanesi değil. hemen hemen hepsi. herkes güler yüzlü. herkes mutlu.

    bir mağazada kasiyersiniz. 32'sinde menopoza girmiş gibi gergin bir abla gelip, bana müdürünü çağır demiyor. müdürünüz gelince de sizi azarlamıyor. yaptığınız işlem doğru olduğu halde sizi, müşteri önünde ezmiyor müdürünüz.

    asgari ücretle yaşıyorsunuz ama yaşadığınız semt şehir merkezine çok uzak değil. en fazla 30dk içinde merkezdesiniz. yaşadığınız semtte varoş ve tehlikeli bir semt değil. ve şehrin diğer ucuna ola ki bir işiniz düştü. metro ve metrobüs o kadar düzgün ki, maltepe'den atatürk havalanına 1 saat 10 dakkada gidiyorsunuz akşam iş çıkışı saati.

    bu ay para biriktirdiniz. araba alacaksınız. 600 tl'ye 8 yaşında bir nissan micra mı alacaksınız? yoksa 800 tl'ye peugeuot 206 mı? bu ayki sorununuz bu.

    cep telefonu yenileyeceksiniz. iphone 6 plus istiyorsunuz. 600 tl de o tutuyor. iphone sevmiyorsanız da, samsung s7 450tl. htc one 250 tl. asus zenfone huawei filan iş gören süper akıllı telefonlar 200 tl.

    zaten cep telefonu operatörünüze aylık 2 gb 4g internet , sınırsız mesajlaşma, sınırsız avea arama, 1000 dk digerlerini arama için 12 tl ödüyorsunuz.

    çoştunuz bilgisayarı da yenileyeceksiniz. macbook 800 tl. hadi o pahalı geldi. iş gorur yeni model sıfır laptop 300tl. 400tl.

    milletin youtube videolarını gorup 4k filan olaylarından gaza geldiniz. ve az biraz tasarruf ettiniz, go pro black edition 400 tl. asgari ucretin 3te1 i işte.

    canınız eğlence mi çekti? . şehrin göbeğinde, taksimde 50lik bira3 tl. 6 tl ye sinema. öyle kenar sinema, barlar, publar değil. gayet güzide yerler. boğaz manzaralı cluba gittinse de bira 6tl. ama bu sefer maruz görürsün ki 33lük. olsun votka vişne iç sende. 7 liraya.

    işinden sıkıldın mı? başka bir iş mi arıyorsun? korkmana gerek yok. buradaki işi bir daha bulamam diye çekinme. her yerde iş dolu. sen yeter ki çalışmak iste. işsizlik diye bir şey yok. olur da sana denk geldi. mobbing mi var? git başka yerde çalış. olacağını sanmam ama patronun saygısızlık mı etti? hemen bas istifayı. yarın başka iş bulabil. patron maaşını değil 1kr eksik, 1 saat geç yatırmıyor.

    demokratik hakkını aramak mı istedin? polis ile münakaşaya girmeden, söyleyeceğini söyleyebiliyorsun. sonra efendice çekip gidiyorsun. muhatabın belli. limitleri aşarsan da mahkemede usulünce yargılanıyorsun. cezanı çekiyorsun. vurulmak, dövülmek, gaz filan yok. seni ekip aracına düzgünce alıyorlar.

    trafikte ekip mi çevirdi? polis kimliğin yoksa sana 7 gün mühlet veriyor. gidip kimliğini gösteriyorsun sonra.

    alkol muayenesinden mi kaçtın? alkollü muamelesi görüyorsun. tv kameralarına komik görüntüler vermiyorsun.

    yalnız mısın? sevgili mi bulmak istedin? senin gibi bir çok insan var. ve kimse kasıntı değil. düşün istanbul'da kızlar teklif ediyor. ikili sohbete girip devamını getirebilmek bir toplum tabusu değil. gergin başlangıçlar yok. düşün. öyle bişi.

    konsere, tiyatroya, maça mı gideceksin? elini çabuk tut. 1-2 ay öncesinden tüm aktivitelerin biletleri satılmış. derbi boş tribünlere oynanmıyor. düşün. maç içersinde feci sert iki rakip maç sonu öpüşüp tebrikleşiyor.

    senin takımın 3 0 yenik durumda iken 89. dakikada skoru 3-1 yapıyorlar. stadın halen yüzde 90 ı dolu. ve golü alkışlıyorlar. çıkanlar da maç sonu sıkışıklığına kalmayalım diye erken çıkmak isteyenler. zaten maç bitince yenilen takım bile tribünleri dolaşıyor

    yine düşün maçtan sonra asan kesen spor programları yok. yerine güzel güzel futbol konuşan, magandalığı özendirmeyen programlar var.

    düşün istanbul'un her yanı engelli yolları. bedensel engellilere hayatı daha da kolaylaştırmışlar. tüm sosyal etkinliklerde engellilere en önde yer ayrılmış. özel araçlarla oralara taşımışlar. refakatçisi olmasına gerek dahi olmadan izleyebiliyor etkinliği. allah göstermeye bir kaza yaptın, sen engelli oldun. hayatın kaymıyor. sana ev veriyorlar. araba veriyorlar. sosyal imkanlar var. hayata küsmüyorsun. yeniden tutunacak dal veriyorlar.

    düşün istanbul'un her noktasına bisiklet noktaları koymuşlar. isteyen kiralıyor. zaten trafikte bir sürü bisikletli. oradan oraya vızır vızır gidiyor.

    düşün eve erzak almaya çıktın. 30 tl ye evde tek başına sana 1 hafta yetebilecek kadar yiyecek içecek stoğunu yaptın. tamam hadi biraz abartın 40 olsun. 50 olsun. tamam hadi 8 li teneke kola da aldın 52 lira olsun.

    uzatabilirim ama uzatmıyım.

    yurtdışı böyle bir şey işte. o düşündüğün şeyler başka yerlerde gerçek. görmeyen bilmeyen yok zannediyor. varmış ya le

  • 2 aydır yurtdışında yaşıyorum, resmen detoks amk detoks, hala bünyemden türkiyeyi atmaya çalışıyorum, çok ağır metal biriktirmişim.

    en büyük korkum bi aksilik olup türkiyeye geri dönmek.

    allah göstermesin.

  • ne güzel özetlemiş bir karikatür, bir resim bin kelimeye bedelmiş ya, benim yazacaklarımı işte bu karikatür özetlemiş.

    öncelikle (bkz: #58044665) sonra da https://pbs.twimg.com/media/caigtuiuuaeajxx.jpg

    işte ben tam da bundan dolayı gitmek istiyorum bu ülkeden. 13 yaşında bir kızım var. hayatında, "soy da ver" diyecek, "soy da ver" demese bile bunu hoş görecek insanlar olsun istemiyorum. günün birinde bu yüzden tartıştığında çevresinde "o da soyup verseymiş elmayı, ne işi varmış başka, eğer elmayı soymuyorsa, aklı başka yerdedir" diyecek insanlar olsun istemiyorum.

    deliler gibi korkuyorum, günün birisinde onun, oğlumun başına sırf bu ülkede yaşadığı için, başka bir medeni ülkede infial yaratacak bir olayın başına gelmesinden korkuyorum. elmayı soymadığı için kendisine fiziki ya da psikolojik şiddet uygulayacak bir hayvanla karşılaşmasından, gece ya da gündüz sokakta yürürken, minibüse bindiğinde, erkek arkadaşının evine gittiğinde başına birşey gelmesinden, sokakta yürürken mülteciler, tinerciler, kendini cennete gitmek için patlatacaklar yüzünden ölmelerinden, sakat kalmalarından korkuyorum. gitme fırsatı yaratabilecek birisiyken bu yaştan sonra yeni bir hayat kurmaya cesaret edemeyip, artık yaşları ilerlemiş anne babamı bırakmaya cesaret edemeyip burada kaldığım için ömrümün geri kalanını vicdan azabı içerisinde geçirmekten korkuyorum.

    her gün elmalarını soyup ellerine verilmeden yiyemeyen erkekler, elmaları hiç sorgulamadan soyan kadınlar, hayatları boyunca kendilerine bir kez olsun elma soyulmamış kadınlar tarafından gün boyu kınanan, yargılanan, nefret edilen bakışlarla bakılmalarından korkuyorum. çalıştıkları, ürettikleri, iyi insan oldukları, sıraya girdikleri, kurallara uydukları için önce enayi yerine kondukları, zarar gördükleri, hakarete uğradıkları, taciz edildikleri bir ülkede yaşamalarını, bu düzenin dişlilerini ödedikleri vergilerle, aldıkları evlerle, ürettikleri değerlerle yağlamalarını istemiyorum. birgün karşıma geçip "sen bizi neden bu ülkede yaşayabilecek şekilde yetiştirmedin" demelerinden korkuyorum.

    bu karikatürün, ne kızıma ne de oğluma verilen örnekteki gibi hiçbir şey ifade etmesini istemiyorum. işte tam da bu yüzden siktir olup gitmek istiyorum.

  • allahım bugün gene biri "yurtdışında yaşamak çok zor aslında, yaşamayan anlamaz neler çektiğimizi, vatan sıla hasretimizi:(" temalı yazı yazmış.

    sebebi ney gerçekten anlayamıyorum bunun. adam londranın göbeğinde yaşıyor. türkiyemi anadilimi özledim diyor. abi gelsene o zaman. zaten burda yaşayanlar da işsiz, sen de işsiz olarak takılırsın nolacak. gel tutan mı var?

    gelmek gitmekten çok daha kolay. gelin bu kadar özlediyseniz. bu neyin şikayeti lan.

    hayır yani 10 sene önce olsa, iletişimin çok zayıf olduğu dönemler olsa anlayacağım. benim yurtdışında yaşadığım dönemlerde iphone falan da yoktu. en fazla palm kullanırdık. mesajlaşma iletişim acayip zayıftı. geçen gün san diegodaki arkadaşlar periscopetan canlı düğün yayını yaptı lan türkiyedeki arkadaşlarına. burda 30-40 kişi canlı canlı izledi. sohbet makara kukara ne ararsan var.

    böyle bi devirde adamlar hala stockholmün göbeğinde yaşayıp, new yorkta yaşayıp vatan hasreti, ana dil hasreti diyebiliyor.

    bir de denmiş ki türkiyeyi temizleyip ülkemde yaşamayı isterim. ahah. türkiye isveç gibi olsa ben de isterim evet. bunun söylemek bile komik değil mi? etrafımda akıllı bilgili, kültürlü, medeni, saygılı, insan gibi insanların olduğu, yüksek hayat standartlarında yaşanan güzel bi ülke olsa zaten türkiyeden siktirip gitmek başlığı neden olsun? yani şunun üstünde yurtdışı çok zor denilir mi allah aşkına??

    hayır yurtdışında hiç yaşamamış, hiç çalışmamış, hiç ekmek parası kaygısı yaşamamış olsam vallahi billahi inanacağım yazdıklarınıza. bazen diyorum acaba tusiad falan mı yazdırıyor bunları kendi adamlarına. millet türkiyede kalsın aciz hayatlarına devam etsin, yurtdışına kaçmasın diye ters propaganda mı yapıyorlar acaba??

    ben de amerikada bulundum (birleşik olan). 5 doları zor toplayıp akşam eve giderken ne yiyeceğim derdine düştüğüm de oldu. 55 derece güneşin altında çalıştığım da oldu. ama sonra kendi ticaretimi yapıp v6 arabamı alıp o şehir senin bu şehir benim zevki sefayı sürdüğüm de oldu.

    ama hiçbir gün ölüm korkusu yaşamadım lan yurtdışında ben. hiçbir gün 5 yaşındaki çocugumu okula yollarken acaba başına bir şey gelir mi korkusu yaşamdım ben. hiçbir gün kız kardeşim evden çıktığında endşie etmedim o vahşi kapitalist tu kaka amerikanızda.

    bu lanet ülkede ise kız kardeşime her gün trafikte şuna buna dikkat et, nolur yeşil yansa bile sağa sola defalarca bak diyorum. kimse ile kavga etme, sıkıştıran olursa dur geçsin bekle vs diyorum. kız arkadaşlarımı gece evin önünde bıraktığımda sadece 15 metre ilerdeki apartman kapısından içeri girene kadar bekliyorum başına bir şey gelmesin diye. 13 yaşındaki kız yeğenim sokağa tek başına çıktığında bile aklım kalıyor. 1 saat haber alamadığımızda endşie ediyoruz ailecek. herkes panik oluyor. sokağa çıkıyorum 1 tl var mı abi dyen tinerciler, mülteciler geliyor. yarın bir gün bu adamlar para vermediğim için arkamdan bıçağı takar mı diye gözümü 170 derece değil biyolojik limitlerimin ötesinde 360 derece açarak yolda yürüyorum. yılda 10 kez birbirimize aman abi kalablık yerlerde bulunmayın, avmlere, meydanlarda takılmayın bomba falan patlatırlar denilen bi ülke lan burası. yılda 300 gün şehitten, felaketten dolayı eglencelerin iptakl edildiği, facebooktan duyar kasmak zorunda olduğumuz mutsuz boktan, huzursuz, korkunc bi yer lan burası.

    koduğumun ülkesinde can korkusu var can. bana gelip de yok dil hasreti, yok ana dilde espri hasreti demeyin lan. vallaha asabım bozuluyor. bu ne şımarıklık ya. adamlar yurtdışına gitmiş, kapağı atmış, hala ama burası zor diyor. gel birader tutan mı var. gel.

    edit: https://www.youtube.com/watch?v=l42fgyv0svw al yurtdışında yaşayıp da anadiline hasret olan kardeşlerime. mis gibi anadil bak.

  • sanıyorum sıkça düşülen bir yanılgı yurtdışında gezmeye gidildiğinde hissedilenle yurt dışına yaşamaya gidildiğinde hissedilenenin aynı şey olacağı beklentisi. karışık kurdum cümleyi, şunu demeye çalışıyorum, "yurtdışı gezmesi eğlenceli = yurtdışında yaşamak eğlenceli" değil.

    yurtdışına çıktığımda nefes aldım, türkiye'ye ait olmadığımı hissettim vs gibi şeyler duyuyorum bazen insanlardan, buraya da yazılıyor. belki kimisi için doğrudur. ama şunu unutmayın, yurtdışına geçici süre gitmekle kalıcı olarak gitmek arasında çok büyük fark var.

    geçici olduğunu bildiğin her şey keyifli. garsonluk da keyifli, çiftlikte çalışmak da keyifli, soğukta kanalizasyonsuz çadırda kalmak bile keyifli, çünkü yeni deneyim. "ben danimarkada 5 ay inek sağdım hacı, kırda bayırda, kendimi buldum" diyen kişi o 5 ay, geri döneceğini bilmenin keyfiyle yaşıyor. 5 ay sonra döner yine mesleği neyse o alanda bi iş bulur, olmadı tükkanın başına geçer.

    yurtdışında yaşamak böyle bir şey değil. yurtdışında yaşamak yine ev-iş-kira-fatura-aidat-maaş-gelir-gider zincirine başka bir ülkede girmek demek. gezmeye gittiğinizde sadece gittiğiniz yerin güzelliğinden değil, sıradan gündelik hayatınızdan uzaklaştığınız için de yurtdışı fikri hoşunuza gidiyor hepinizin. yurtdışında yaşamak demek ise aynı sıradan gündelik hayatı başka ülkede yaşamak demek. işe git eve gel, akşam ne pişirelim mevzusunun başka dilde olması demek.

    türkiye çok kötü bir dönemden geçiyor, daha da kötüye mi gider, bir yerde patlak verir irinini akıtır mı ne olur bilemiyorum. ama türkiye'nin mevcut durumunu hepiniz biliyorsunuz, tek tek şusu kötü busu kötü diye yazmayayım.

    ama bütün kötülükleriyle birlikte türkiye kötü bir ülke olmak zorunda değil. yaşanamaz olmak zorunda değil. devran döner, bugünler geçmiş olur. türkiye'de doğan insanın türk kültürü yine baki kalır. dolayısıyla da yurtdışına yaşamaya gittiğinde hissedeceğin özlem ve tam da ait olmama duygusu hep yanında olur.

    bak ait olamamak o kadar tuhaf bir duygu ki. anlatılmaz yaşanır. senin için en sıradan, en doğal en normal olan şeyler var ya, birden etrafında hiç kimse bunları duymamış görmemiş olacak. sen yeni ülkeye alışmaya başladıkça bazı konularda kafan ikiye bölünecek. biri o paragrafın başında bahsettiğim şeyi normal bulan kafan, diğeri de "oha o garip şeymiş hakkaten be" diyen kafan olacak. daha önceden çok deli saçması diyeceğin şeyleri çok mantıklı bulduğun anla aynı an içerisinde deli saçması olduğunu da düşüneceksin. algın, değer yargıların, hayata bakışın filan bir anlamda çeşitlilik ve zenginlik kazanırken, bir yandan da bulamaç olacak.

    yurtdışında yaşamak iyidir ya da kötüdür demiyorum ama en azından pek farkedilmeyen, üstünde düşünülmeyen yanlarını söylemek istedim sadece.

    bir uykusuz, leman, penguen alıp yabancı bir arkadaşınıza karikatürleri anlatmaya çalışın. bir deneyin bunu. politik karikatürleri filan da değil, mesela şunu; https://pbs.twimg.com/media/caigtuiuuaeajxx.jpg adem'le havva'yı da bilirler nasılsa.

    mesele üç kelimeyi yabancı dile çevirmekte değil. özellikle de mizahtan örnek verdim çünkü çok düz ve net konular dışında iletişim kurmanın zorluğunu en güzel mizah alanında görüyor insan. o karikatürü çevirebilmek için aynı sosyo kültürel geçmişi paylaşmak, aynı tipleri bilmek, aynı adetleri, gelenekleri tanımak gerekiyor. yoksa "peel it" diye çevirmenin hiç bir esprisi yok. hayatınız hep şu karikatürün "peel it" diye çevrilmiş versiyonu gibi olacak. altında derinliğin var, kültürünü paylaşan kişi için çok açık ve net, ama kimse seni anlamıyor olacak. sen de aynı şekilde karşındakini derinlemesine anlamakta zorlanacaksın. nüanstan, detaydan, derinlikten yoksun iletişim kurabileceksin anca.

    insanlar o yüzden yurtdışında memleketlisini kucaklıyor. o tam tanımlanamaz bir otomatik dostluk o yüzden oluşuyor yurtdışında karşılaşılan bir türkle.

    yurtdışında yaşayan bir türk olarak ben şunu söylemek istiyorum o yüzden yazdım bu kadar lafı; yaşadığım ülkede mutluyum. daha önce yurtdışına çıktığımda hissettiğim o heyecan, o mutluluk çoktandır yok, çünkü benim de burada aynen türkiye'de olduğu gibi bir monoton rutinim var. çünkü burada "geziyor" değilim, yaşıyorum. siz de "yaşıyor" olacaksınız. ama güvendeyim, türkiye'de beni korkutan, geren, huzursuz eden bir çok konudan uzağım.

    yine de türkiye'de mi yaşamak isterdin burada mı deseler, türkiye'yi temizleyip türkiye'de yaşamayı tercih ederim. temizlemeye, iyileştirmeye gücüm yetmeyeceği için, ve bunun benim hayatım süresi içerisinde gerçekleşmeyeceğini düşündüğüm için gittim türkiye'den ama türkiye biraz daha güvenli, biraz daha eli yüzü düzgün olsa anında türkiye'yi tercih ederim.

    türkiye bok gibi, şöyle kötü, böyle dayanılmaz diye konuşan insan çok duyuyorum. hayır abi, türkiye o kadar da bok gibi değil. tamam en şahane ülke değil ama türkiye'de doğan büyüyen insan için en şahane ülke. bazı yönleri kötü diye her şeysiyle kötülenmeyi de hak etmiyor.

    gezmeye değil de bi yaşamaya çıkın yurtdışına, bir geri gelemeyin bir türlü, o zaman çok daha iyi anlayacaksınız ne demek istediğimi. istediğin kadar iyi konuş gittiğin yerin dilini, istediğin kadar girişken ol, uyumlu ol, hızlı asimile ol, yeni fikirlere ve deneyimlere açık ol, ülkenden ayrı yaşamak bambaşka bir duygu. aslında ne kadar çok şeyi önemsiz sandığını, ama ne kadar önemli olduğunu fark ediyor insan.