yurtdışında evlenip türkiye'de düğün yapmak

  • yurtdışında nikah kıydıktan 1 sene sonra türkiye'ye gelip düğün yapmak hem de. mükemmel bir olay değil mi bu ya? hep yapsınlar. mesela ben seneye de yapsınlar gideyim istiyorum. neden olmasın ki sonuçta evlenmediler mi? evlendiler. neden her sene kutlayıp onlara küçük takılar takmıyoruz ki?

    adam bir şekilde kendini yurtdışına atmış. orada 5-6 senedir yaşıyor. burdan bir kızla da gitmiş oraya. ikisi de çalışıyor. italya'da evleri var. planlıyor bak, bilerek isteyerek türkiye'de çalışan memurun çeyrek altınına göz dikiyor. yurtdışı aramalarına kapalı telefonum zaten. baktım whatsapp'tan yazıyor. düğün davetiyesi atıyor, okuyorum cevap vermiyorum diye kızıyor. önce mavi tiki kaldırıyorum. sonra adam yılmıyor devam ediyor yazmaya, son görülmeyi kaldırdım çağırmasın diye artık. aramızda geçen son diyalog:

    "olum evleneceğim kadın gelmesin ama sen geleceksin bu düğüne seni sikerim bak."

    ben durumun ciddiyetini anlayıp bu mesajdan sonra whatsapp'ı kaldırdım arkadaşlar. yemin ederim kaldırdım. dedim 2 gün whatsapp kullanmam, çeyrek altından değerli mi? değil. işin şakası ben düğün sevmiyo olamam mı. yemin ederim nefret ediyorum. istemiyorum arkadaşım düğün. bir tane arkadaşımız denk gelmiş yurtdışında evlenmiş, bırak bunun sefasını sürelim. siktir git artık buradan. ya insan şu coğrafya'ya düğün yapmaya döner mi. italya'da işi gücü olan adam, ulan önüne atlarlar 5 tl vermedin diye götünü keserler amk malı seni. bunu bildiklerinden 10 gün sonra geri gidiyorlar altınları çuvala doldurup. biz arkadan bakıyoruz. hani arkadaştık. çeyrek altınımı takarken burdan hiç gitmeyecek, gidersen de beni de götürecek gibiydin? noldu şimdi? arkanda gözü yaşlı bir 657 bırakıp nasıl gittin uzak diyarlara?

    ben whatsapp'ı kaldırdıktan sonra ne kadar akıllıyım kesin kurtuldum dedim ama herif yılmamış. ortak bir arkadaşımızın telefonundan beni aradı düğünden 1 gün önce. alo dedim. düğüne geleceksin dedi. düğün mü dedim. geleceksin senın amına koyarım dedi kapattı. bu kadar emeğe saygı duymam gerekirdi, çeyrek altınımı aldım gittim. düğüne vardım. 300-400 kişilik bir düğün. düğüne gelmem için yalvaran pezevenkten eser yok tabii. adamı göremedim bile doğru düzgün. 8 kişilik yuvarlak masanın bir tarafına çömdüm yemek bekledim garson getirir diye.

    hani ben gelmesem düğün olmuyodu? nikahı bile kıymışlar ben yokken. (ikinci nikah tabii bu arada. benim bildiğim iki. arada başka ülkeye gidip orda evlendilerse, ki bence yapmışlardır, o kadarını bilemiyorum.) düğünü anlatmak istemiyorum. düğün işte. oynamaya çıkarmasınlar diye önümdeki yemeği ve içeceği hiç bitirmediğim, birinin gelip bir şey isteyeceğini hissettiğim an bıçağı elime alıp tavuğa eziyet ettiğim aptal bir aktivite. ayrıca gururla belirtmek isterim ki abimin düğününde bile oynamadım. bunu gerçekten yaptım. tabii evlenen kişi abim olunca epey zor oldu. 2 tane ağrı kesici içtim, üç kere tuvalete kaçtım, ölü taklidi yaptım ama başardım. bunu yaptıktan sonra katıldığım düğünlerde beni oynamaya çıkarmaya çalışan insanlarda büyük etki gösterdi:

    -hadi kalk oturmaya mı geldik
    -hadi hadi ölümü gör
    -damadın en yakın arkadaşı oynamadı mı desinler
    +1 sene önce abim evlendi ve ben abimin düğününde bile oynamadım

    bunu deyince düğün ortamında soğuk bir hava esiyor, garip garip bakıyorlar, "bu hayatta oynamaz başka kurbanlara yönelelim" deyip beni siktir ediyorlar. arkama yaslanıp asidi 2 sene önce kaçmış kolamı yudumluyorum ben de.

    ilkokuldan, liseden arkadaşlarımın masasına oturdum. ikisi eşiyle gelmiş, biri nişanlısıyla. ben tabii yine benim. her zamankı gibi. ilkokulda ve lisede bıraktıkları gibi. yalnız. gittim oturdum masaya. benle konuşuyorlar, adamların bir şey dedikleri de yok ama ben biriyle konuşuyorum ya mesela; o eşine bizim mazimizi anlatıyor. anlatmak zorunda çünkü. yoksa eşi mal gibi kalıyor. sıkıysa anlatmasın. o yüzden onu belli yerde bırakmam gerekiyor. anlatamıyorum anlatacağımı. kaptırıp gidemiyorum yani.

    ben: hüseyin vardı ya
    arkadaş: hüseyin bizim liseden arkadaşımız. 2 sene beraber okuduk. ahmet'le de sıra arkadaşıydı
    arkadaşın eşi: evet.
    ben: sınıflararası okul turnuvasında top dışarı atınca maç bitmişti hani
    arkadaş: bizim okul çok tepedeydi. top dışarı çıktığı zaman aşağı doğru yuvarlanıp caddeye iniyordu. yedek top da yoktu. haha. bitiyordu hemen maç.
    arkadaşın eşi: hmm :)

    konu burda kapandı biliyor musunuz? hüseyin'i bu kadar anlatabildim adama. daha giriş yapmıştım halbuki hüseyin'e. ama onlar bana bir şey anlatacak olduklarında benim yanımda bunu anlatmam gereken biri olmadığından mal gibi anlıyoruz ya her şeyi öyle. adamlar bana üzülüyor. hissediyorum bakışlarından. yazık diyorlar anlatacak kimsesi yok. (ben de geliyom burda anlatıyorum, evet.) kendi aramızda yaşadığımız şeyleri kendimize tekrar anlatmamızın bir manası da yok ya hani. bana anlatmayı bırakıyorlar sonra. sessizlik oluyor diyemeyeceğim çünkü damat halayı başlıyor.

    böyle tatsız, saçma sapan bir ortam. dakikaları sayıyorum bitsin diye. etrafı kesiyorum derken sol tarafımızdan bizmle yaşıt diyebileceğim bir adam bana doğru gülümseyerek geliyor. 15 metre falan var ama bak. taa ordan bana gülümseyerek geliyor. gerçek aşkı bulmuş gibi geliyor. hasan'a döndüm. olum dedim bu adam kim bana gülerek geliyor. hasan baktı hakikaten gülüyor lan kim bu diyor. mustafa'ya dedim lan şu adama bak kim bu diye. hayır adam öyle bi geliyor ki tanımazsak ayıp olacak yani ondan soruyorum. mustafa da baktı, ben de çıkaramadım dedi ve adam geldi.

    -merhaba.

    merhaba diyor ama maraba televoledeki merhaba bu. merhaba dedim. kafasını öne doğru eğdi gülümseyerek bekliyor. adam meğer fransızmış. türkçe öğrenmiş baya. taa oralardan kalkmış düğüne gelmiş. ruh hastası yani bu da fransa'nın manyağı demek ki. kalktı düğünde beni seçti yamacıma geldi. adamın bana gelme sebebi de uzaktan bi an göz göze gelmemiz yani. sana da gelebilirdi. ben böyle şey görmedim bak gerçek bi insansever. adam insan seviyor ya. bakışını falan görseniz. adam bizi seviyor bildiğin. orda olmaktan mutlu. hayatında dolmuşa binmiş de çök ulan mı demişler adama, sokakta yürürken önüne mü tükürmüşler tabii insan seviyor adam.

    neyse arkadaş geldi tanıştırdı bizi. bu dedi bellamy, bu da dedi ahmet. herif oralardan hediye getirmiş bunlara bir de. hediyenin nasıl bir hediye olduğunu, mazisini anlatmaya başladı arkadaşa türkçe olarak. ben de dinliyorum. sonra bir yerde türkçe kelime aklına gelmedi tıkandı, ingilizceye geçti. tamam lan dedim ben onu da anlayabiliyorum, dinlemeye devam ettim. bir dakika sonra falan ingilizcede de tıkandı fransızcaya geçti. ben içimden yapacağın işi sikeyim deyip sol tarafımdaki boşluğa bakmaya başladım. çok az konuştuktan sonra adam benim anlamadığımı anladı. özür diledi, çok zorlanmasına rağmen en baştan türkçe anlattı her şeyi. ben fransızca bilmiyorum diye özür diledi lan adam benden. kendimden utandım. fakat yaptığım şey... bir fransıza, fransızca bilmiyorum diye özür diletmem... imkansızı başardım sanırım, davos'tan sonra en büyük çıkışımız. hani dil milliyetçisiydi olum bu adamlar. acaba adam, "fransızca'yı size öğretemedik, özür dileriz bizim öküzlüğümüz" tarzı laf mı soktu lan bana. yok yok baya samimiydi.

    bu herif de insan mesela. benim arkadaş da insan. çeyrek altın için yaptıklarına bak şerefsizin. ben daha önce hiç yabancı biriyle konuşmamıştım. yine konuşmadım gerçi de haha. bu adam baya farklıydı mesela. hiç bizim gibi değil. en son düğünden ayrılırken tokalaştık. sonra benim arkadaşla tokalaştı. tokalaşırken yerinden kıpırdamıyor, uzaktan elini uzatıyor ve hep gülüyor . daha sonra hasan'ın eşiyle de vedalaşacak. biz yine uzaktan tokalaşacak diye beklerken gitti hasan'ın eşine sarıldı adam. "eee adam bizle uzaktan tokalaştı kıza sarılıyor?" dedi hasan. bu bir soru cümlesi değil aslında. nasıl sarılıyor, ne demek sarılıyor, kırarım ulan ağzını burnunu şeklinde bir ifade. bellamy de kıza öyle bir sarılıyor ki bizim hasan kıza daha önce hiç bu tarz bir sevgi göstermemiş olabilir. fransa'da erkekler birbirini öyle yanaktan falan öpmezmiş, öyle yapanlara gay gözüyle bakılırmış, kızlara da sarılıyorlar işte.

    hasan'ı zor sakinleştirdik. bellamy gay sanılmıyım derken yüzyılın dayağını yiyecekti haberi yok. gerçekten haberi yok ha. giderken hala hasan'a, bana, bütün insanlara gülümsüyordu. hasan da "yavşak kıza sarılıyor sonra bana ordan gülüyor bir de" diye sinirleniyordu.