yer yarılsa da içine girsem denilen anlar

  • bazen tek bir olay yüzünden birkaç kez üst üste yerin dibine girilebiliyor(muş).

    lisedeki ilk yılımda hem ingilizce yoğunluklu derslerden acayip derecede bunalıyordum, hem de edebiyata iyiden iyiye vurulmuştum. bir gün bir kaçamak yapıp okulu ekeyim dedim, atatürk il halk kütüphanesi'ne gittim. öylesi güzel vakit geçirdim ki, dayanamayıp ertesi gün bir daha gittim, sonra bir daha. bir daha...artık ayaklarım kendiliğinden oraya gidiyordu. zira bu rüzgar aklımı almıştı bir kere; kütüphaneden kütüphaneye, kitaptan kitaba koşuyordum. artık beni durdurabilene aşk olsundu. bu kaçış, işin ilk utanç verici kısmı idi. ama nereden bilebilirdim ki sonraki günlerde daha da yerin dibine girebileceğimi...

    tabi ben bunca gün üst üste okula gitmeyince, sınıf arkadaşlarım durumdan işkillenmiş. içlerinde bir tane boşboğaz bir arkadaş vardı (hala ısrarla facebook'tan farklı adlar altında arkadaşlık isteği yollayıp duruyor), onunla şiirlerimizi paylaşırdık. gitmiş, "kafkaesque bana bir şiir teslim etti" deyip, yazdığım şiirlerden birini sınıfta yüksek sesle okumuş. sonrasında bu arkadaş boşboğazlıkta çan yapmak istercesine, "kafkaesque intihar etmiş olabilir" diyerek ortalığı iyice velveleye vermiş. sınıfta bir panik havası... herkes şok! hatta bu şokun etkisiyle bazı sınıf arkadaşlarım, "bu tribal çocuk intihar eder mi etmez mi" tartışmalarına girişmiş.

    neyse efendime diyeyim, öyle böyle oldu, sonunda benim okuldan kaçtığım ailem tarafından da anlaşıldı. haliyle o saatten sonra bir gözetmen (aynı lisede okuyan bir akrabam) eşliğinde okula gider gelir oldum. adam sınıf kapısına kadar gelip beni bekliyor, sonra birlikte eve dönüyoruz. her gün kapımda, sanki kız arkadaşım anasını satayım. hatta öyle hale geldik ki adam benim sınıf arkadaşlarım ile kanka oldu. hala her yıl düzenlediğimiz lise toplantılarına o da çağrılır. öylesi bizden olmuştu. neyse işte, bu görev aşkıyla yanan akrabam arada koluma giriyordu, sanki her an kaçacakmışım gibi. millet garip garip bakıyor falan...şu sahneyi gözünüzün önüne getirin, tam rezalet...bu da işin üçüncü utanç verici kısmı.

    daha bitmedi.
    öyle zamansız bir vakitte okula dönmüşüm ki sınavlar tam başlamak üzere. iki haftadan fazla süre boyunca okula gitmeyince, haliyle ingilizceye fransız kaldım. sınav kağıdına bakıp sallıyorum bir şeyler. 40 falan almışım. sınıftaki düşük notlardan biriydi. ama hocam beni çok severdi sağ olsun. 40 verdiyse, o kağıt en fazla 20 falan ediyordur yani. beni cesaretlendirmek için, sınıfa dönüp, "aferin kafkaesque'e, onca gün okula gelmedi, yine de 40 aldı. alkışlayalım kendisini"... millet şaşkın şaşkın beni alkışlıyor, arada ıslıklar, tezahüratlar falan...ben ise başımı önüme eğmişim, susmuşum, kıpkırmızı olmuşum. o güne değin bu kadar utandığımı cidden hatırlamıyorum. bu da dördüncü ve belki de o zamana kadarki en büyük utanç anımdı.

    ve o malum şiir, herkesin aklına "bu çocuk intihar etti" fikrinin yerleşmesine sebebiyet veren o mel'un şiir. işte henüz ergen iken (14) yazdığım asıl utanç verici şey:

    "artık aranızdan ayrılacağım
    elveda gerçek dostlarım, elveda.
    benim de ömrüm buraya kadarmış
    elveda gerçek dostlarım, elveda.

    gözümüz yok bizim asla parada
    sevenler varsa olmayız arada
    gülmekten sonra, ölmek var sırada
    elveda gerçek dostlarım, elveda.

    yaşım bugün on dört, yarın kırk dokuz
    bugün varız ama yarın belki yokuz.
    karnımız açsa da gönülde tokuz
    elveda gerçek dostlarım, elveda"

  • bu aralar dilime "çikilop" dolandı. çikilop aşağı çikilop yukarı. canım mı sıkılıyor, çikilop diyorum. bişeyin adını mı hatırlamadım, basıyorum çikilop'u. babama bile çikilop dedim. ya her harfiyle bu kadar muazzam bir uyum içersinde olan, bu kadar fonetik bir başka kelime olabilir mi? "çiki" derkenki ağzımızda ezdiğimiz ses bütünü "lop"un salımıyla harika bir rahatlığa kavuşuyor. şu an çoğunuzun sessizce çikilop dediğine eminim.
    bu arada garip bir huyum var, çok derin düşünüyorsam kendi kendime konuşuyorum ve bunun farkına ya varmıyorum ya cümlenin sonuna uyanıyorum.

    neyse. o gün bindim metroya. gözlerimde 5 numara camlı, kalın kemik çerçeveli "bağlaç olan de'nin yazımına takmış güruhtanım, hepinizi rencide ederim" gözlüklerimle boş bulduğum bir yere oturdum, açtım komünist manifesto'yu alt çize çize okuyorum. kitabın kapağını gören yanımdaki enine kahverengi çizgili emmi üniforması tişörtlü amca, sanırım beden dilinde "seni onaylamıyorum ve sana laflar hazırladım" anlamına gelen "hımfffs hımfffs" diye sesler çıkarıp burnundan nefes vererek yerinde doğruldu. gözlüklerimden aldığım güçle daha çok bastırarak alt çizmeye başladım. bi taraftan da gözü altını çizdiklerimde. amca tam bir yanında gazete okuyana yancı olan bir tip. tam da o sırada "burjuvanın gözünde karısı bir üretim aracından başka bir şey değildir"in altını çizdim. amca yine hımmmfs diye sesler çıkartarak kafasını ya havle anlamında yana çevirerek doğruldu.

    yol uzun sürdüğü için ben de bayağı daldım gittim. ineceğim durağa yaklaştığımda kitabı kapattım, beynimin yandığını hissettim. offf derken bir anda "lop" kısmını duydum. amaçsızca ağzımdan "çikilop" çıkmıştı. enine kahverengi çizgili dayı dehşetle döndü, suratıma baktı. ben de ona baktım. maviş maviş gözleri vardı.

    geldiğinden beri aralıksız kitap okuyup alt çizen bu hüdaverdi kılıklı kadın adeta bir seri katil soğukkanlılığıyla anlamsızca "çikilop" demişti. belki de bu cinayetten önce yaptığı mistik bir duanın besmelesiydi.

    amcam ışık hızında yerinden kalktı, kapıya yöneldi. acaba amcaya gidip "ya amca o benim dilime dolandı yha ben arada öyle şeyederim" desem mi diye düşündüm ama kapı açılmıştı artık.

    lisedeyken bi kere de kendimi dersane hocasına sessizce "götelek" derken bulmuştum. o zaman da ona takmıştım. o da çok fonetiktir bu arada.

    komünist manifesto ve çikilop <3